Arafat'ın Kaderle Dansı

Arafat’ın bu ateşkese kesinlikle uyması ve dinci terörizmle savaşta İsraillilerle işbirliği yapması beklenebilir. Hattâ Arafat’ın, gündelik hayatın normale dönmesi ve Filistinli mülteciler sorunun çözülmesi karşılığında, çatışmaya tamamen son vermesi ve bağımsız ve egemen devlet kurma isteğini bir müddet uykuya yatırması da muhtemeldir.

Çünkü bu ateşkes, belki de onun son şansı olabilir. Eğer bir gün tarih kitaplarına, “İsraillilerin kurnaz manevraları ve halkının gözünden düşmesi nedeniyle koltuğundan olan Yaser Arafat” olarak değil de, “20. yüzyılın ikinci yarısından öldüğü güne kadar Filistin liderliğini yürüten devlet adamı” sözleriyle geçmek istiyorsa tabiî... 

Haziran ayı başında Filistin lideri Yaser Arafat koşulsuz bir ateşkes ilân etti. 13 Haziran’da ise, ABD’nin önerdiği daha resmî bir ateşkese İsrail Başbakanı Ariel Şaron’la birlikte “evet” dedi. Ancak kaçıncı kez ilân edildiğini belki liderlerin bile unuttuğu şimdiki ateşkes planının çok uzun süreceğine pek az Filistinli ve İsrailli inanıyor. Arafat’tan 10 gün önce kendi ateşkeslerini ilân etmiş olan İsrailli yetkililer, Arafat’ın da aynı şeyi yapacağına, daha doğrusu yapabileceğine inanmıyorlardı. Çünkü İsrailliler, kendi kurdukları mantığa göre, Arafat’ın “gizli gündemi”nde kendilerini Filistin topraklarına karşı topyekûn bir saldırıya kışkırtması ve dolayısıyla uluslararası toplumu da Filistin-İsrail çatışmasına müdahale etmeye zorlaması bulunuyordu.

Eğer İsraillilerin kurduğu mantık gerçek olsaydı Arafat, Hamas’ın Tel Aviv’deki bir gece kulübünün önünde gerçekleştirdiği ve 20 İsrailli sivilin ölümüne yol açan intihar saldırısının hemen ertesinde bir ateşkes ilân etmezdi. Zira İsrail’in, tek bir vatandaşının kaybı karşısında bile çok sert karşılık verdiğini artık tüm dünya biliyor. 20 masum sivilin ölümü karşısında yapılması muhtemel misilleme saldırılarının ise, gerçekten de dış müdahaleyi gerektirecek boyutlarda olabileceğini, değil Arafat, sıradan Filistinli bir çocuk bile rahatlıkla öngörebilirdi. Ama İsrail devletinin bakış açısıyla Yaser Arafat, hiçbir doğru adım atmaz. Attığı her adım ise hesaplı ve planlıdır. Ve dolayısıyla da bir ateşkes ilân etmesi ve bunu sokakta çatışan tüm Filistinlilere şimdilik kabul ettirmesi bir iyi niyet belirtisi değil, olsa olsa “Filistin’de tüm denetimin kendi elinde olduğunu sergileme çabasından başka bir amaç taşıyamaz.” Arafat’ın ateşkes ilânının ilk günlerde sağladığı sessizlikten sonra gerçekleşen birkaç önemsiz saldırıdan hemen sonra, yukarıda değindiğimiz mantık kurgusuna sadık bazı İsrailli yetkililer, “aslında Arafat’ın durumu sakinleştirme gibi bir niyetinin olmadığı” sonucuna atlayıverdiler.

Kim bu mantık kurgusunun mucidi “bazı İsrailli yetkililer” peki? Dış ülke topraklarında bile giriştiği saldırı, suikast, adam kaçırma ve rehine kurtarma gibi eylemleri tereyağından kıl çekercesine başarıyla gerçekleştiren Mossad, yani İsrail gizli haber alma servisi yetkililerinden başkası değil... ABD’nin önerdiği çok kapsamlı barış ve ateşkes anlaşmasını imzalamasından ve bölgedeki güvenliği İsrail ile birlikte sağlayacağını, aşırı dinci militanları yeniden gözaltına alacağını kabul etmesinden sonra bile, İsrail’in gizli haber alma çevreleri Arafat’ın gerçek niyetlerinden hâlâ kuşku duyma hususunda ikiye bölünmüş durumda. Tıpkı geçtiğimiz yılın Eylül ayında patlak veren ikinci Filistin intifadasını öngörmede yanıldıkları gibi. Son 35 yıldır adım adım izleyip uğraştıkları bir adam hakkında İsrail gizli servis yetkililerinin hâlâ ortak bir görüşe sahip olamamaları ise gerçekten hayret verici.

Her zaman olduğu gibi İsrail, bugüne dek gelişen tüm olayları “Arafat’ın gizli niyetleri” üzerine odaklayarak değerlendirmeye alıyor. “Eğer kalıcı bir statü anlaşması gerçekleşmezse, 13 Eylül 2000 tarihinde bağımsız ve egemen Filistin devletini ilân edeceğiz” sözünden, kendi halkının gözünde küçük düşme ve aşırı dinci Filistin muhalefetinin “Arafat’ın ne kadar pasif olduğu” görüşünü haklı çıkarma pahasına, isteyerek vazgeçmesi bile İsrailli yetkililerin ona bakışını hiç ama hiç değiştirmedi. O zamanki muhalefet partisi lideri, şimdiki başbakan Ariel Şaron’un Haram al Şerif’e yaptığı provokatif ziyaretin ertesinde, 28 Eylül günü başlayan intifada da, İsrail tarafından “Arafat’ın bir Filistin devletini kan ve ateşle kurma azmi” olarak değerlendirilip lanse edildi. Oysa İsrail hükümetlerinin ve özellikle Mossad’ın anlayamadığı ya da anlamak istemediği, ikinci intifadanın patlak vermesinin ve bugün itibarıyla dokuz aydır sürmesinin, bizzat kendi hatalı politikalarının bir ürünü olmasıydı.

53 yıldan bu yana kendi topraklarında tutsak gibi yaşayan, mülteci kamplarında yoksullukla başetmeye çalışan, o ülkeden bu ülkeye sürülen, birçok önderi suikast sonucunda öldürülen ve artık barışa bir çöl gezgini gibi susayan acılı bir halkın, “Yine aldatıldık, ipleri biz elimize almazsak kimsenin bize devlet filan vereceği yok” diyen insanların öfke patlamasıyla sokaklara dökülmesini, doğru-yanlış gördüğü her hedefe saldırmasını Arafat’ın “gizli emellerine” bağlamak, nasıl hatalı bir politika olmaz ki? Her tür gelecek umudunun ellerinden alındığına ve kendi topraklarında hapsedildiklerine inanan, kendilerini çevrelerindeki bitmek-tükenmek bilmeyen bir göçmen yerleşim birimleri inşaatıyla çevrelenmiş bulan bir ulusun, “Zafere kadar devrim” şiarından, “Allah’ın ipine tutunun. Bizi kurtuluşa ancak onun emirleri ve şeriat götürür” söylemine rahatlıkla geçivermeleri, İsrail’in
-belki de bilerek uyguladığı- hatalı politikasının bir meyvesi değil mi? Sokakta patlayan her kurşunun, İsrailli sivillerin kimsenin onaylayamayacağı biçimde bombayla parçalara ayrılmasının ardında sürekli bir biçimde “Arafat’ın elini ve gizli emellerini” aramak ve tüm dünyaya da bu biçimde yansıtmak, artık bir “İsrail klasiğine” döndü.

Oysa İsrail şimdiki ateşkesin başarılı olmasını gerçekten istiyorsa, Arafat’a yardımcı olması gerekiyor. Halbuki Arafat’ın acil ateşkes ilânından hemen sonra İsrailli üst düzey yetkililer onu yaylım ateşine tutmayı yeğledi. Savunma Bakanı Benyamin Ben-Eliezer, “Arafat’ın tarih içindeki rolünün tamamlandığını” söyledi. Diğer bir deyişle Ben-Eliezer, “Arafat’ı artık uygun bir görüşme muhatabı olarak kabul etmediğini” ilân ediyordu. İsrail propaganda çevreleri de Arafat’ı Adolf Hitler’e benzeterek liderlerine, “Filistinlileri Arafat’ın halüsinasyonlarından ve çılgınlığından kurtarmaları gerektiğini” önerdiler! Arafat’ı “gayrımeşrû ve şeytani bir lider” olarak ilân etmek, onun artık tarihî misyonunu tamamladığını savunmak İsrail’e ne kazandırıp, ne kaybettirecek, bir de ona bakalım.

Filistin liderinin iç politikadaki durumu zaten sallantıda. Hamas ve İslâmi Cihad gibi aşırı dinci örgütler ile kuzey komşu Lübnan’daki Hizbullah, “Arafat lider olarak varlığını sürdürdükçe, bağımsız ve egemen Filistin devletinin asla gerçekleşmeyeceğini” savunuyor. Ortalık tam yatışıyor derken, bir gece klübünde, yaya geçidinde veya pazar yerinde bir bombanın patlaması, İsrailli sivillerin hayatlarını kaybetmesi pek de öyle tesadüfle açıklanamayacak saldırılar. Artık herkes çok iyi biliyor ki, Ortadoğulu dinci örgütler, İsrail-Filistin barışının gerçekleşmesini istemiyor. Bunu ister bölgedeki şeriatla yönetilen kralcı yönetimlerin bir İsrail-Filistin barışının, kendi tahtlarını sallayacağı inancıyla kışkırtmasına bağlayın, ister Filistinli örgütlerin kendi aralarındaki iktidar savaşına... Her ateşkesten sonra veya barış görüşmelerinden önce kanlı eylemler gerçekleşiyorsa, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu açık. Üstelik “yolunda gitmeyenler” arasında, neredeyse tüm dünyayı gözleyen ve uçan kuşun gizli niyetini bile saptayabilen Mossad gibi yetkin bir gizli haber alma teşkilatının, nasıl olup da Hamas ve İslâmi Cihad’ın eylemlerinden önceden haberdar olamadığı da bulunuyor. Hattâ Hamas ve İslâmi Cihad’ı dolaylı yollardan destekleyip gürbüzleştirenin de bizzat İsrail ve Mossad’ın kendisi olduğu da yıllardır söylenen ancak kanıtlanamayan bir söylenti olarak ortalarda dolaşır durur.

Arafat gayrımeşrû bir lider ve şeytanın üçüncü bacağı ise, o zaman gitsin. Peki, ardından kim gelecek? Ortadoğu’da halef-selef durumlarını hesaplamadan bir darbeye hazırlanmak, ateşle oynamak gibidir. İsrail’in sürekli Arafat’ı küçültmesine bakılacak olursa, onlar hesaplarını yapmış gibi. Ne Arafat’ı ne de Filistin Özerk Yönetimini tanıyan, barış sürecine karşı çıkan İslâmi örgütlerin baskısı bir yana, Filistinli lidere kendi yandaşları da baskı uyguluyor. Politik anlamda “milliyetçi” olarak tanımlanabilecek ve Arafat’a bağlılık yemini etmiş, barış sürecinin de belkemiğini oluşturan “El Fetih”in de artık taptıkları liderlerine sırt çevirmiş olması, durumu iyice karmaşık hale getiriyor. Oysa Filistin iç politikasına da, halkın görüşlerinin oluşmasına da damgasını vuran çoğunlukla El Fetih örgütüdür. Son aylarda, Filistin kamuoyunda “şahince” yaklaşımların giderek daha fazla yandaş bulması, tek başına İslâmcıların değil, El Fetih’in de bir yol ayrımına geldiğinin işareti olarak algılanabilir. Artık Filistin halkının yüzde 70’i, İsraillilere silahlı saldırı yapılmasını ve kan dökülmesini destekliyor. Daha bundan beş yıl önce, 1996 yılında Arafat ve Filistin Yönetiminin Hamas’ı çökertme girişimini gönülden destekleyen Filistin kamuoyu, bugün aynı örgütün İsrailli sivil masumların kanını dökmesini alkışlıyor. Arafat’ın Haziran başında ilân ettiği ateşkesi beğenmeyip burun kıvıranların, Filistin kamuoyunun görüş, inanç ve tepkilerini de hesaba katması gerekiyor. Hem de büyük bir ciddiyetle...

Eğer İsrail sürekli olarak Arafat’ı küçümsüyor, karalıyor ve neredeyse onun mezarını kazıyorsa, demek ki, ondan sonra geleceklerden pek çekinmiyor. Arafat’ın ateşkes ilânından sonra bile İsrail, Gazze Şeridi ile Batı Şeria’yı kendisinden ayıran sınır kapılarındaki giriş-çıkış yasağını kaldırmadı. 3 milyon Filistinli son 9 aydır, hem İsrail’den hem de dünyadan kopartılmış ve hapsedilmiş olarak yaşamak zorunda bırakıldı. İsrail bir türlü sınırları açmadığından, ülkede petrol ve diğer temel ihtiyaç maddeleri kıtlığı yaşanıyor. Aç ve savunmasız Filistinliler, bir de güçlü İsrail ordu birliklerinin eşliğinde kendilerine saldıran, mülklerini yakıp-yıkan ve vahşi cinayetler işleyen Yahudi yerleşim birimi mensuplarıyla başa çıkmaya çalışıyor. Bundan daha mükemmel kışkırtma olur mu? Başlarına gelenlerden önce İsrail’i, sonra da “beceriksiz liderleri” Arafat’ı suçlayan kitlelerin, kendilerine güven veren ilk ele yapışacağı kesin. Bu yapışılacak ilk elin ise, İsrail tarafından pek de önemsenmediği, “yenilecek kolay lokma” gibi görüldüğü ise rahatlıkla söylenebilir.

Dünya kamuoyunun tanıyıp saygı duyduğu, mücadele yıllarının verdiği deneyimle kurnaz ve kurt bir politikacı olan, diplomasi kurallarını çok iyi öğrenmiş ve barış ödülüne bile layık görülen Arafat’tan kurtulmak istiyorsan, Filistin halkını açlığa, sefalete it. Sınırları kapat, işsizlik alsın yürüsün. Sana sapanla taş atan çocuklarını kurşunla, öldür. Sokaklardan her gün bir cenaze eksik olmasın. Bir de üstlerine Yahudi yerleşimcileri sal. Ara sıra üstlerine “yanlışlıkla” füze de düşür! Ardından kopacak tufanı hesaplamadıysan, çok şey kaybedersin. Yok hesapladıysan, hattâ iktidara gelecekleri tahmin ediyor ve biliyorsan, o zaman da çok şey kazanacaksın demektir.

Eğer Ariel Şaron, Yaser Arafat’ı sahneden indirmeyi başarırsa, bunun Ortadoğu ve Filistin halkı üzerindeki etkileri de korkunç olur. İntifadanın dokuz aydır büyük bir şiddetle sürüyor olması, İsrail’in özerklik verdiği topraklara girip kendisine ateş açıldığını öne sürdüğü polis karakollarını yerle bir etmesi, Filistin Yönetimi karargâhlarını havadan bombalaması, zaten yönetimin giderek çökmesini de birlikte getiriyor. Filistin Yönetiminin ve onun şimdiki liderlerinin uzun vadedeki yaşam şansı zorlanıyor. Filistin’de sağlık ve eğitim dışındaki tüm sivil kurumlar işlevlerini kaybetmiş durumda. 1993 Oslo anlaşmasından önceki günlere hakim olan “İslâmcı devrim ateşi” yeniden alev alev yanmaya başlamak üzere. Bu da zaten, İsrail devleti ve gizli haber alma örgütleri herkesin gözüne sokmaya uğraşmasa da, Filistin Yönetiminin halkın gözündeki meşrûiyetini bütünüyle kaybetmesine yol açacak.

Sokaktaki güç dengesinin elden gitmesi, zaten kendisi de Arafat’ın önderlik vasıflarını sorgulamaya başlamış olan milliyetçi “El Fetih” örgütünün kamuoyu üzerindeki hâkimiyetini ciddi biçimde tehdit ediyor. İslâmcı örgütler içindeki en radikal unsur olan Hamas, iktidarını önce sokaklarda kurmayı tercih ediyor ve gücünü de giderek arttırıyor. Kamuoyu yoklamaları, Hamas ve diğer İslâmcı gruplara karşı beslenen olumlu duyguların yüzde 30 civarında olduğunu, bu oranın da yalnızca bir yıl öncesine göre yüzde 50 arttığını gösteriyor. Arafat’ın kişisel popülaritesi ise geçmiş yıllara oranla müthiş düşmüş durumda. 1990’lı yılların ortasında Filistin liderini destekleyenlerin oranı yüzde 60 iken, bu rakam günümüzde yüzde 30’a inmiş durumda. Filistin halkı, daha etkili ve demokratik sivil kurumların yaratılamamasında tek suçlu olarak Arafat’ı görmese bile, devlet ilân edilememesinde onun büyük payı olduğunu düşünüyor. Arafat’ın kendisinin kurduğu El Fetih hareketi de son beş yıl içinde hem prestij hem de güç kaybetti. 1996’da halkın yüzde 50’sinin desteklediği El Fetih, bugün yüzde 30’un bile altına düşmüş durumda. El Fetih ise destek kaybının nedenini, örgütün adının Arafat’la birlikte anılıyor olmasına ve kendilerinin, Arafat’ı Filistin Yönetiminin ve onun güvenlik güçlerinin performansını geliştirmesine ikna edememiş olmalarına bağlıyor.

Halkın ve özellikle dinci örgütlerin intifadanın sürmesi yönündeki eğilimi, Arafat’ın ilân ettiği ateşkesin kalıcı olmasının önündeki en büyük engel. Ancak çok yönlü yürütülecek bir politik sürecin inşâsı ateşkesin sürmesini sağlayabilir. Politik sürecin etkinleşebilmesi ise, ABD’nin CIA Başkanı George J. Tenet eliyle yürüttüğü ateşkes planının, Tenet’in öne sürdüğü gibi sadece “güvenliğin istikrarlı hale getirilmesiyle” değil, Filistin Yönetimi ve İsrail arasındaki görüşmelerin yeniden başlaması ve sınırların açılmasıyla Filistinlerin gündelik yaşamına canlılık belirtilerinin yeniden enjekte edilmesiyle gerçekleşebilir. Arafat’ın bu ateşkese kesinlikle uyması ve dinci terörizmle savaşta İsraillilerle işbirliği yapması beklenebilir. Hattâ Arafat’ın, gündelik hayatın normale dönmesi ve Filistinli mülteciler sorunun çözülmesi karşılığında, çatışmaya tamamen sona vermesi ve bağımsız ve egemen devlet kurma isteğini bir müddet uykuya yatırması da muhtemeldir. Çünkü bu ateşkes, belki de onun son şansı olabilir. Eğer bir gün tarih kitaplarına, “İsraillilerin kurnaz manevraları ve halkının gözünden düşmesi nedeniyle koltuğundan olan Yaser Arafat” olarak değil de, “20. yüzyılın ikinci yarısından öldüğü güne kadar Filistin liderliğini yürüten devlet adamı” sözleriyle geçmek istiyorsa tabiî... 

CEYLAN ÖZERENGİN