Yeryüzünde Muteber Bir Nesne Yok...

Oktay’a

1960’larda Kuzguncuk’taki evine / Ziyarete gelmiştik.

Cevat vardı, Teoman vardı... / Kapıyı sen açtın,

Gözlerinde deniz hareleri / İy’ki geldiniz çocuklar, dedin

Sosyalizmi göreceğim gelmişti.

Ne gezer o zaman bizde / –şimdi de öyle ya– Sosyalizmi temsil...

Ama hiç kuşkum yok, Oktay, / Sosyalizmin göreceği gelecek seni.

Can Yücel

“Resmî ideoloji” üzerine yapılan tartışmalar, “devlet” ve “temsil” sözcükleri etrafında özetlenebilir... Mustafa Nihat Özön'ün, Osmanlıca–Türkçe sözlüğünde “resmî” sözcüğünün anlamı şöyle: “Resmî, resmiyye: 1. Devlet tarafından veya devlet adına olan. 2. Alay ve törenle olan. 3. Resme, yazı ve çizgiye ait. 4. Çok ciddi, sert. 5. .....”

Devleti imleyen “resmî” sözcüğünün, “ideoloji” sözcüğüyle birlikte, “resmî ideoloji” olarak kavramlaştırılması en başta, “içermeyi” ve “dışarıda bırakmayı” çağrıştırıyor. Yani, “tarifin tarifi”ne benziyor : “Etrafını cami, agyarını mani...”*

Bu bağlam içinden baktığımızda, Can Yücel'in şiirindeki “Sosyalizmi temsil” dizeleri, imgeselliği bir yana, siyaseten “resmî ideoloji”nin esasını işaret ediyor. Çünkü, “resmî ideoloji”nin belki de en sorunlu ve/veya zayıf yanı, kavramın, “soyut devlet”le ve “somut devlet”le netameli ilişkisidir. Resmî ideoloji'nin “Aşil topuğu”, muteber, ezeli ve ebedi devlet'e içkin olan “resmiyet” ve “temsil” kavramlarının tarihsel ve siyasal içeriğinde gizli. Çıkış noktası ne olursa olsun, (ulus, cins, sınıf çıkarı vs.), tarihen, siyaseten, hukuken “temsil” etme ve “temsil edilme” olgusu, ulus devlet ile organik rabıtası nedeniyle ideolojiyle bağlantılıdır. Sonuçları ortaya çıkan tarihsel örneklerden yola çıkarak söylemek gerekirse; sosyalistlerin “geçiş dönemi ve/veya komünizmin ilk evresi”, fikrine bağlı olarak devleti “teorik olarak” tırnak içine almaları, uykuya dalmasını zihinlerinde kurgulamaları, “resmî ideoloji ve devlet” bağlamında, kötülüğün adresini değiştiremedi.

(Devleti ve resmî ideolojiyi nereye koysan yakışmıyor!)

“Resmî ideoloji”, ilk elden mülkiyet dünyasının resmî ideolojisi olan burjuva ideolojisini ve sosyalist resmî ideolojiyi akla getiriyor. Öte yandan, genel olarak ideoloji ve özel olarak resmî ideoloji, sosyalizm tarihinin en gizemli kavramlarından biridir. Görünmeyen, bilinmeyen, tanımlanmayan, ama süreci bütün olarak yönlendiren, dogmaları tarifleyen tılsımlı bir sözcük...

Mülkiyet dünyasının ideolojik üstünlüğünü kanıtladığı, sosyalizmin tarihen ve siyaseten ve ideolojik olarak da açığa düştüğü, insanlık nezdinde hiçbir kıymeti harbiyesinin kalmadığı iddialarının yaygın olduğu bir dönemde, hem devrimci hem de sosyalist zeminde yenilenmeyi amaçlayanlar açısından ise sorun, yenilginin ideolojik cephesine de el atma gereğidir. Ne ki, sosyalist sektörlerin resmî tarihleri, resmî ideolojileri bunu engellemeye devam ediyor. Resmî görüşü, resmî ideolojiyi, tam teşebbüsle veya nakıs teşebbüsle içeriden eleştirenler, cennetten bir bir kovuluyor. İdeolojik, siyasi, örgütsel yenilginin “delili” olabilecek karakutu ise her ne hikmetse ortada yoktur. Ve bir türlü deşifre edilmiyor.

“(1. Parşömen kâğıtlar okunduğunda, kıvrıktırlar; şiirin ve 2. kadavranın içi açılmamıştır, insan insanın hiç.” (Ece Ayhan)

Bu yazıda vurgulanan, “resmî ideoloji” ve “resmî tarih” bağlamında yaşadıklarımı, gözlemlerimi ve çıkardığım sezgisel sonuçları “eski bir kabahat” gibi kendimin ve öteki'nin yüzüne vurmak, “kabahat listesi çıkarmak” değil. Sol resmî tarihin/ideolojinin, ideoloji bağlamlı her eleştirisinin, yine aynı resmî ideolojinin dogmalarıyla mücadeleyi göze alması gerekiyor. Geleneksel sosyalistlerin, teoriye ve pratiğe yeni anlamlar yüklememezi “yeni kabahatler” gibi yüzümüze vurmasına artık alıştık! Sonuç olarak, “resmî ideoloji” tartışmasının da “işe yaraması”, muhasebe sürecine mek parmak katkıda bulunması için, siyasi bir nezaketle ve dille sürdürülmesi, ahlaki sonuçlar yaratmaması gerekiyor. Özellikle son yirmi yılın deneyimlerinin kavramsallaştırılması için, resmî ideolojinin ayak bağı olduğu yerde, alternatif bir inisyatif olarak, sivil çabaların, sözlü tarih çalışmalarının, ayrıntıları yazmaya özendirmelerin devreye girmesi ise istenen bir şey olmalı...

Yeni olan her şey yeryüzünde daha az yer kaplamasa da, “resmî ideoloji” ve aynı yumurta ikizi “resmî tarih, resmî ideoloji” tartışmalarının, tarihin, kadavranın, insanın içini açmaya hizmet etmesi yine de önemli...

Mülkiyet dünyasının resmî ideolojisi, makro ve mikro düzeyde sosyalizmin mücavir alanında son derece etkili. Devrimcilik ve sosyalizm sözcükleri etrafında kurulan düşünsel ve pratik hayatların, “burjuva ideolojisinden ve mülkiyet dünyasının yaşam tarzından kopuş” iddiaları oldukça tartışmalıdır. Ve kimse, (Kemalist) resmî ideoloji karşısında şerbetli değildir...

Cumhuriyet'in resmî ideolojisiyle gizli ve açık bağ, ideolojinin “hegemonik izahı”na bağlı olarak otantik bir örnekle açıklanabilir. Doğu Karadeniz bölgesinde yamadan yamaya, doğaçlama yakılan karşıberi türkülerinden (Atma Türkü) biri şöyledir: “Derenin değirmeni / Yine aldı gam beni / Şu gaybana sevdaluk / İpsiz bağladı beni.”

Gramsci'ye nazire yaparcasına “hegemonya” kavramını çok güzel anlatan bu karşıberi türküsündeki “ipsiz bağlama” metaforu, resmî ideoloji ile sol sektörler arasındaki ilişkiyi betimlemektedir. Metafor, “ideolojik bağlam”a gönderme olarak düşünüldüğünde, 1974–80 döneminde sosyalist harekete katılan, teorik ve pratik olarak sistem dışına çıktığını varsayılan insanların önemli bir bölümünün, “İzmir marşı”yla ve/veya, aheste ahaste “mehter marşı” ritimleriyle sisteme tekrar geri dönmeleri, sadece siyasal bir sorun değildir. Çok eski adıyla da söylesek, çok yeni adıyla da söylesek sorun, esasta ve usulde “ideolojik bağlamla” da ilgilidir.*

(Sol sektörlerin nicelik kutsama törenlerinde, sol içi nüfuz alanlarının bir parçası olarak, “herkes kitlesi kadar konuşsun!” edebiyatını, sol nüfus sayımları’nı anımsayalım!..)

12 Eylül'ün ilk yıllarında, özellikle teori ile uğraşanların, sisteme en önce döndükleri siyasal söylentilerdendir. Bilgiyi, bilinci ve ideolojik birikimi “temsil edenlere” atfedilen bu iddia (gözlem, sezgi) ilginçtir. Ve aslında, gizli bir yorum olarak, teoriye negatif bakışın göstergesidir de... Dönemin sonlarında ise, daha çok dar “pratikçi militanlar”ın sisteme geri döndüğü sol söylentilerdendir. Cezaevlerinde, komünler içinde belli bir dayanışmayla yaşayarak devletle mücadele zemininde, “devrimci” kimliklerini, uzun yıllar koruyanların, dönemin sonuna doğru, sistemin ideolojik kuşatmasının da etkisiyle, “biz”in somutça ufukta görünmediği koşullarda dışarıya çıkar çıkmaz, buharlaşmaları ile her iki “resmî ideoloji” arasında bağlantı yok mudur?.. Sosyolojik, psikolojik olarak da incelenmesi gereken, katı halden, sıvı hale ve giderek buhar hale geçiş oldukça manidardır! İdeolojik olarak gücünü (sloganlarını) tüketen ve çaresiz kalan bireyin, kendi olamadığı bir noktada yeni bir biz'e, ideolojiye “ipsiz bağlanması”...

Devrimci sektörlerin programatik iddiaları, siyaset yapma tarzları, militan profili, toplumsal yaşam biçimleri yakından incelendiğinde, “sosyalizm” ve “devrimci” sözcüklerinin slogansal ifadeleri çıkarıldığında geriye kalan şey, “resmî ideoloji” ve “resmî geleneklerle” esasta ve usûlde benzeşen hayatlar toplamıdır...

Sosyalist harekette kullanılan bütün argümanların, (simgelerin, göstergelerin) anlamlandırılması ve “ideolojik tasnifi” için özel bir çalışma gereklidir. Böylece, bu göstergelerin ideolojik anlamlarının izini sürerek, burjuva resmî ideolojisinden ne kadar kopulduğunun tespiti yapılabilir. Kullanılan kod adları, legal illegal dergi adları, semboller, sloganlar, pankartlar, duvar yazıları, kullanılan renkler, söylenen şarkı, türkü ve şiirler, çocuklara verilen isimlere ait detaylar önemlidir. Bu tür ayrıntıların incelenmesi, “ideoloji” bahsine dair derin sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Ayrıca, dil, söylem ve ideolojik konum arasındaki ilişkilerin incelenmesi de “ideoloji bağlamında” önemlidir. Legal ve illegal basında kullanılan, hiyerarşik ve dikey “iç dilin” oluşumu, sözcük dağarcığı, bunların tabusal nitelikleri ve siyasî anlamları, “ideolojik iç dilin” toplumsallaşma, sosyalleşme, bütünlüklü birey olma önünde engel oluşu da önemli bir inceleme alanıdır.

YALANCI BİLİNÇ OLARAK İDEOLOJİ!..

“Bilmiyorlar ama yapıyorlar

İdeoloji; toplumsal hayatla ilgili, göstergeler, anlamlar, sembolik temsillerin alanına işaret eden, toplumsal iktidarla ve gizemleştirme ile organik ilgisi olan, kendi tarihi içinde, “yanlış bilinç”, “hegemonya”, “söylem” kavramları içinde tartışılan siyasal/toplumsal mücadelenin kurucu kavramlarından birisidir.

Çok özetle söylemek gerekirse, “ideoloji” kavramıyla sosyalistlerin ilişkisi, bilinçli değil, kendiliğinden bir ilişkidir. “Resmî ideoloji” kavramının hayatımıza girmesi ise, toplumsal ve bireysel yaşamın bütününden koparılmış, esası “temsil” etme bağlantılı politik ve örgütsel gereksinmelerin ürünüdür.

İdeoloji kavramının tarihi, değişik zaman dilimlerinde geçirdiği evrim ve günümüzde ideoloji üzerine güncel tartışmaların seyri ile resmî ideoloji teması arasındaki ilişkiler oldukça karmaşıktır. Solun yerli resmî tarihini, ve resmî ideolojisini oluşturan üç sacayağından söz edilebilir:

İlk, genel düzey; Marksizm–Leninizm'in resmî ideoloji olarak algılanmasıdır. Marksizmin devlet/parti ideolojisi, olarak kurgulanması, sosyalist sektörlerin politik kültürünün kurucu öğelerindendir.

İkinci genel düzey, enternasyonalizm gerekçesiyle dünya sosyalist hareketi içinde bir ülkenin/partinin resmî devlet ideolojisinin devralınmasıdır. (SBKP, ÇKP, AEP'nin enternasyonalist merkezler olduğu dönemi ve bu konuda “Sosyalizm ve Enternasyonalizm” üzerine yapılan tartışmaları anımsayalım!..) Bu kutupsal merkezlere eleştirisiz aidiyet, teorik ve siyasal kavramların devralınması da aslında gerekçeleri ne olursa olsun (enternasyonalizm) “karadüzen bir bağlanma ideolojisi” ile ilişkilidir. (Aidiyet sözcüğü, kendisi için olmayan ilişkilerin, kendisi için görünmesi şeklinde bir siyasî bir yanılsamanın olduğu kadar ideolojik bir yanılsamanın da göstergesidir.) Dayanışma, eşitlik ve özgürlük yerine, eşitsizliğin ikame edilmesi, “abi partilerin”, “büyük yoldaşların” belirlediği bir ideolojik, siyasî alana eklemlenme ve doğal sonuç olarak resmî ideoloji, resmî teori, resmî tarih, resmî edebiyatın siyasal kültürde dogmatik kodlar olarak içkinleşmesi...

(Abi devletlerin, partilerin bir bir çöküşünden sonra, özellikle de Arnavutluk trajedisinden sonra, bir sosyalist sektörün Afrika ülkelerinde kendine benzeşen “adı sanı duyulmamış”, “miniminnacık” bir partiyi enternasyonal örnek olarak sıkça cem–i cümlemize hatırlatması da bu kalemde yaşanan kara mizah, kara–izah örneği olarak resmî tarihe geçti...)

Üçüncü genel düzey; bu iki düzeyden geçerek, yerel ölçekte “somut şartların somut tahlili” gereği, örgütlerin yerel resmî ideolojisini oluşturmalarıdır... Bu yerel ideolojinin en temel özelliği, “devlet ve parti ideolojisi” olarak resmileşmesi ve öteki sosyalist sektörler karşısında, tek ve mutlak doğruyu, gerçek sosyalizmi temsil ettiği iddiasıdır.

“İdeoloji” kavramı üzerine yapılan tartışmalar ile sosyalist solun ilişkisi/ilgisi oldukça cılızdır. Yakın tarih, ideolojinin tarihindeki üç ayrı yaklaşım olarak özetlenebilecek gelişmelerin izlen(e)mediği bir süreç olarak gelişti. Geleneklerin ideolojik organlarında, “sosyalist resmî ideoloji” olarak kabul edilen argümanlar bile “özet politik saptamalar” şeklinde resmî okumalar'a sunuldu. (Bir çeşit ilmihal geleneği...) İdeoloji üzerine bütün araştırma ve tartışmaların nesnesi olan Marx'ın Alman İdeolojisi'ndeki yaklaşımları ve sonraki ideoloji açılımları (meta fetişizmi, yabancılaşma, ideoloji, bilinç) bile pek ilgi çekmedi. İdeolojik organlar ya da teorik önderler, Feuerbach Üzerine Tezler'deki “eğiticilerin de eğitilmesi gerektiği bahsi”ni, detaylı bir teori– ideoloji–felsefe üçgeninde derinleştiremediler.

(Bu durum, koşulların insanları yaratmasının tedavülde oluşu, ama insanların koşulları [teorik koşulları da] yaratmasının işletilememesi ile ilgiliydi.)

Nesnel koşulların yanısıra, “bilginin, bilincin” sosyalist sektörlerdeki düzeyi itibarıyla dönem, ideoloji, teori ve felsefeye değil, politik pratiklere önem verilmesini gerektiriyordu...

Aynı dönemlerde ideoloji üzerine sürdürülen, “yanlış bilinç”, “hegemonya” ve “söylem” kavramı etrafında çok detaylandırılmış tartışmalarla ilişki kurulamadı... Kendinden menkûl birer resmî ideoloji oluşturmalarına karşın, Türkiye sosyalistleri bir bütün olarak, “ideoloji” bahsi ile niteliksel bir ilişki kur(a)madılar. “İdeoloji” slogana dönüştü. Teorik, felsefi ilerleme sağlanamadı ve bu pratik hayata aktarılamadı...

Marksist sektörlerin tümü özellikle de 1974–80 döneminde, proletaryanın, “ekonomik–demokratik, siyasî ve ideolojik” mücadelesinden sıkça söz ettiler. Temel vurgu, burjuva ideolojisinin eskiyi, proletarya ideolojisinin ise tarihen ve siyaseten yeniyi temsil ettiğiydi. Ne ki, “yeni” olanın bizim coğrafyamızdaki tercümesi, kimi zaman “eski” ideolojinin bazı olgularının gerisinde kaldı. (Metris cezaevinde, kalem, defter ve okuma, televizyon hakkı gibi konularda onca mücadeleden sonra, “televizyona ideolojik olarak tavırlı”, “ideolojik ve siyasî olarak” televizyon seyretmeyen sektörlerin varlığı ile konumuz arasında bir ilişki yok mudur?) İdeoloji, bilgi/bilinç ve teori dönem boyunca birbirine indirgendi ve aynı şey olarak ele alındı, siyasal hayat içinde “düz anlamları” ile öğrenildi, öğretildi...

Bu ilgisizlik, sosyalistlerin soyutlama alanına, kavramsal süreçlere ilişkin düzeyleri ile yakından ilgilidir. Ne burjuva ideolojisi, ne de proletarya ideolojisi üzerine temel bir mesai yapıldı. Buna karşın her sektörün, hem Düşsel Anka'sı hem de SolAnahtarı olarak birer “resmî ideolojileri” hep oldu.

Resmî ideoloji ve resmî tarih etrafında gelişen edebiyat/dil, kendini görünüşte evrenselci bir zeminde, enternasyonal temelde kurma çabasına karşın, uluslararası teorik süreçlerle organik olarak âlâkalanamayan, “yerel bir edebiyat”, “taşra dili” olarak gelişti. Modernlik, konformizm olarak da kavrandığından, kitlelerle bağların kopulmaması gereği olarak da, halkımızın küstürülmemesi için, alışkanlıklar, gelenekler devralındı. Bu müthiş bir bastırma ve çift kişilik, bölünme yarattı.

Dönemin kavramlaştırmaları daha çok, emperyalizm, sömürgecilik, faşizm, devlet, parti ve çalışma tarzı üzerine yoğunlaştı. Mikro ideoloji ve mikro iktidarın gündelik yaşamdaki seyri unutuldu.

Teorik–siyasal önderleri geliştirecek, ve/veya motive edecek entellektüel bir kuşağın yokluğu, tek tek var olan “kitap kurtlarına” zaman zaman araççı ve faydacı, zaman zaman “tüzük hükümlerine” göre davranılması, “kavramsal hayat”la bağı iyice zayıflattı.

(Cezaevleri süreçlerinin, resmî okumanın ve resmî ideolojiden kopuşa yönelik, mikro bir aydınlanma yarattığının altı çizilmelidir...)

İdeoloji kavramıyla, “kavram” olarak değil de bir “sözcük” olarak ilişki kuran sosyalistler, politikaya tanımını ve mesaisini yapmadıkları “ideoloji” sözcüğünü yükleyerek, sözcüğün negatif anlamında politikayı ideolojikleştirdiler. Dahası ideoloji, siyasetin sloganlarından birisi oldu ve dergilerde ve salonlardaki fikir münazaralarında, “iş bitiren” bir gizemleştirme, “parsayı toplayan parıltılı söz” olarak şekillendi.

(“Ya burjuva ideolojisi, ya da proletarya ideolojisi, ikisi arasında başka bir yol yoktur”, resmî ideloji'nin en temel (h)atasözü'nü anımsayalım!..)

Bu dönemde politikanın dinsel bir ayine dönüşmesi, dogma olarak algılanan ideolojinin dinsel anlamda siyasete taşınması, aşılanması ile de ilgiliydi. Bu süreç, kemale ermeden sonra, resmî ideolojinin, “örgüt ideolojisi” olarak şekillenmesi gündeme geldi. Araçlara yapılan niceliksel ideolojik vurgu devasa bir “araç (parti, örgüt) ideolojisi” geliştirdi ve sonuçta araçlar hızla amaca dönüştü...

İdeolojinin tarihi içinde, ideoloji üzerine “yanlış bilinç, hegemonya ve söylem” bağlantılı tartışmalardan ne anladığımızdan bağımsız olarak ironik bir kıssadan hisse ile yazıyı bitirmek mümkün.

Türkiye Sosyalist Hareketinin tarihi ve oluşturduğu sol resmî ideolojinin tarihi, “yanlış bilincin doğrulanması” tarihi olarak özetlenebilir (mi)?

Ve/ veya... “Yanlış bilinç”ten, yanlış devlet'e kıssa metrajlı bir tarih...

(*) Kendisiyle ilgili olanları, yandaşlarını, üyelerini içeren, cem ederek bir çatı altında toparlayan... Kendisine yandaş olmayanları, (gayrıları, yabancıları, öteki’leri) dışarıda bırakan, mani olan...

(*) 1974-1980 döneminde zuhur eden sol sektörlerin yöneticilerinin, kadrolarının ve taraftarlarının şimdi sosyalizmle ilişkilerinin göstergeleri ortada yoktur. Ne ki sezgisel olarak şunları söylenebilir; kadroların, kitlelerin önemli bir bölümü CHP ve DSP’ye kadro/taraftar olmuştur. [ÖDP'nin başlattığı süreç, bu alanda somut bir çözülmeyi başlatmış ama durmuştur...]. “Sosyal demokrat!” iddialı partilere geçiş, –sonraları YDH'ya– sadece taktik izahlara, maddi çıkar ilişkilerine, ahlâki deformasyona dayandırılamaz. Durumun temel izahı, bu tür kadroların politik bir tercihle, resmî ideolojiyle bağlantılı olarak bu partilerde olduğuna dair işaretlerle de doludur. (Kemalizmin, ulus devletin, üniter devletin belirleyeciliği, ordu fetişizmi vs...) Yani özetle; bir resmî ideolojiden bir başka resmî ideolojiye geçiş şöyle veya böyle yaşanmıştır... Aynı süreçte, dikkat çekici bir durum, MHP’ye kaptırılan kadro ve kitle sayısının “denizde katre” kadar az oluşudur. Ne ki, RP'ye kadro ve kitle olanların sayısı oldukça kabarıktır; düşündürücüdür. Bu, RP'nin siyaset yapma tarzıyla, sisteme karşı gibi duruşuyla, kullandığı kavramlarla, entellektüel bir hegemonyayı tesis etmesiyle de ilgilidir. Sezgisel örneklerle altını çizmek istediğim şey, idealizm ile materyalizm meselesini ideolojik ve felsefi düzeyde zihinlerinde çözememiş/içselleştirememiş yüzlerce eski sosyalist/devrimci kadronun boşluğu dolduran “din” tarafına da meyletmesi, ideolojik ve tinsel bir sorundur. Bir ilde BSP yönetimde olan birinin şimdi RP'nin yöneticisi olması “münferit olay” değildir. Olaya, sol trajik kazası olarak bakmak, görüngülerin ardındakini görememektir.