Rusya: Nereye Gidiyor?

Yeltsin’in hükümeti bizdeki “postmodern darbeler”i andırır bir biçimde feshi, aslında, Rusya’yı yakından izleyenler ve Ruslar açısından hiç de sürpriz olmadı. Hükümet zaten deyim yerindeyse bir ayağı çukurdaydı ve 1997 yılı sonunda iki kez öbür tarafa gitti geldi. Rusya hükümeti, önce, bazı bakanlarla Yeltsin’in prenslerinin karıştığı yolsuzluklar iyice ayyuka çıkınca sallanmış ve ortalık ancak Yeltsin’in birinci yardımcısı Çubayes’in “etkisizleştirilmesi” ve Yeltsinci üç bakanın gitmesiyle durulur gibi olmuştu. Ardından komünistlerin “gensoru” önergesi verecekleri tehditi ve bütçe krizi geldi.

Herkes tam “bu sefer son” demeye başlamışken komünistler, Yeltsin’le yaptıkları uzun pazarlıklar sonucu ne gensoru verdiler ne de çoğunlukta oldukları Duma’da bütçeyi reddedip hükümeti yıkmaya yanaştılar. Yeltsin’in Kriyenko’yu Duma’ya, “eliniz mahkûm” dercesine diretmesinin, elbette komünistlerin bu zaafıyla ilişkisi vardı.

Ayrıca, Ruslar hükümetin ne zaman nasıl yıkılacağını ya da yeni hükümetin kimlerden, nasıl oluşacağını, kendileriyle ilgili köklü bir değişiklik olmayacağını ya da bu değişikliklerde hiç söz sahibi olamayacaklarını bildikleri için çok merak etmiyorlar. Hele hele görevine son verilen Başbakan Çernomirdin’in, hiç sesini çıkarmadan çekip gitmesine bakılırsa, hükümet değişikliğinin bir ayrıntıdan ibaret olduğu söylenebilir. ‹lginç olan şey, ‹sviçre’deyken Finlandiya’da olduğunu ya da bir liderler zirvesindeyken basın toplantısı yaptığını zanneden Yeltsin’in hâlâ Rusya’da oynadığı role daha uygun başka birinin bulunamaması ve bu haliyle devam ettiği müddetçe Rus politikasının Yeltsin’e mecbur olması.

Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle üçlü bir yıkılış yaşayan Rusya, hem içeride, hem Bağımsız Devletler Topluluğu üyeleriyle ilişkilerinde hem de dünya siyasetinde yeniden kendini tanımlamak ve “toparlanmak” zorunda. Rusya’daki son hükümet değişikliğini ya da Rusya’nın nereye gittiğini anlamak için Rusya’nın bu her üç alandaki varoluş çabalarına bakmak gerekiyor. Ama Rusya’nın bundan böyle, hem uluslararası kapitalizmin “acı reçete”lerini uygulamak hem de Sovyet malını herkesi memnun edecek biçimde bölüşecek formül bulamazsa, daha pek çok postmodern hükümet darbesi yaşayacağını söylemek ise bir kehanette bulunmak değil.

Şubat ayı başında Uluslararası Para Fonu (IMF) Rusya’ya, yine, özelleştirmenin hızlandırılması, gerçekleştirilebilir bir bütçe ve dış borçlar için realist bir ödeme planı yapılması, kamu harcamalarının kısılması, vergi yasasının çıkarılması gibi konularda herhangi bir iyileşme sağlanamadığını hatırlatıyordu. IMF bunlarla yetinmiyor, Duma ve Federasyonlar Meclisi’ni birer muhalefet partisi gibi çalışmaktan vazgeçirecek bir formül bulunmasını, “gerçek siyasî partiler” kurulmasını ve toplumsal stabilizasyonun sağlanmasını da istiyordu.

Rusya Mayıs 1992’den itibaren üyesi olduğu Dünya Bankası ve IMF reçetelerine göre ekonomisine yön vermiş bir ülke... Öyleyse Yeltsin’e yine hasta olup yatağa düşmekten başka çare kalmıyordu. Ama Yeltsin hasta döşeğinde boş durmadı, kızı Tatyana Diaçenko, Genelkurmay Başkanı Valentin Yumaşev ve birkaç bürokratla birlikte Duma’da yapacağı, “ulusa sesleniş” programının konuşmasını hazırladı. Yeltsin 17 Şubat’ta devlet televizyonlarında da naklen yayımlanan konuşmasının ilk 1.5 saatinde IMF isteklerine yalnızca emekli ve asker maaşlarının zamanında ödenmesi, yeni konut politikası gibi şeyler ekledi. Ve sözlerini kendisinden hiç beklenilmeyecek bir kararlılıkla bitirdi: “Bunları bir daha tekrarlamayacağım...” Yalnız, hükümetin bütün bunları gerçekleştirmek için ne kadar zamanı olduğunu kendisi de tam bilmiyor olacak ki, Yeltsin, Başbakan Viktor Çernomirdin’e belli bir süre vermedi. Rusya’nın Mart ayı başındaki görüntüsü ise şöyle: Aybaşında uluslararası kredi danışma kurumlarından Moodys, Rusya’yı en az güven veren ülkeler arasında gösterdi. IMF yapacağı 10 milyar dolar kredi yardımından önce, Rusya’ya, bu parayı nasıl ödeyeceğini sordu. Kriyenko’nun ilk imzaladığı anlaşma da IMF’yle kredi anlaşması oldu. Asya krizinden sonra yabancı yatırımcılar ve sıcak para Rusya’yı da hızla terk etmeye başladı. Dış borç 120 milyar doları buldu. ‹ç borçların bu yıl ikiye katlanacağı tahminleri yaygınlaştı. Rusya hızla para basmaya yöneldi...

Bütün bunların Çernomirdin’in gitmesiyle ve Kriyenko’nun atanmasıyla direkt ilişkisi ne? Daha doğrusu Rusya IMF ve dış piyasalara Çernomirdin’le artık güven veremez hale mi gelmişti? Bunu anlayabilmek için önce Rus iç siyasetine daha doğrusu Rus klanları arasındaki pay kapma savaşlarına bakmak ve derebeylerini biraz tanımak gerekiyor.

Çernomirdin’in gidişinin bir tek Rus özelleştirme tarihi açısından bir anlamı olabilir. Çernomirdin, Gaydar’ın gidişinden sonra, Ruslan Hasbolatov gibi özelleştirme karşıtlarını da memnun edecek “ölçülü yurtsever” olarak bir ara çözüm olarak getirilmişti. 1993’te özelleştirmeyi iptal edecek yasa çıkarmaya yeltenen Hasbolatov ve arkadaşlarına verilen ders, Çernomirdin’in aldığı ilk kurs oldu. Çernomirdin, politikada oldukça silik oluşunu parlak bir bürokrat oluşuyla dengeledi. Çernomirdin, bilindiği gibi, Sovyetler’in en büyük ekonomik kurumu konumundaki doğalgaz tekeli Gazprom’un son dönem başkanı. Gazprom, sahibi olduğu üç banka, iki gazete ve bir TV kanalıyla hâlâ Rusya’da en etkili ve büyük endüstri-finans grubu. Doğal olarak da ciddi bir politik güç merkezi. Çernomirdin Yeltsinci hızlı özelleştirmecilerin bütün hamlelerine rağmen Gazprom üzerindeki etkisini korudu ve Gazprom türü işletmelerin hızla özelleştirilmesine ısrarla karşı oldu. Çernomirdin’in Gazprom konusunda savunduğu ekonomi modelini Yeltsinciler, “doğal monopol”ün desteklenmesi olarak görüyorlar.

Çernomirdin için Gazprom, Evimiz Rusya Partisi’nin başkanı olmaktan ve hattâ başbakanlıktan da daha önemli. Komsomolskaya Pravda’nın dediği gibi, Çernomirdin için, “Evimiz Rusya”dan çok, “evimiz Gasprom” önemli, çünkü, Çernomirdin, 2000 yılındaki başkanlık seçimlerine partisi ya da başbakanlığıyla değil, Gazprom’un imkânlarıyla hazırlanıyordu. Çernomirdin, başbakanken Rusya’yı değil, ancak Gazprom’u yönetiyordu. Çernomirdin, Yeltsin’in yardımcıları Çubayes ve Nemzov tarafından, hep Gazprom’u kendi siyasî ve ekonomik emelleri için kullanmakla suçlandı. Gazprom’a bağlı NTV’nin Çubayes’in yolsuzluklarının açığa çıkarılmasında, Çubayes’in can düşmanı Berezovski’yle birlikte oynadığı rol de bardağı taşıran son damla oldu. Yine Çernomirdin, Yeltsin’i ve yardımcısı Boris Nemzov’u da açıktan eleştiren tek iktidar sahibi oldu.

Yeltsin, komünistlerin 1997 bütçesini onaylamama tehditini bir iki hamlede boşa çıkarınca artık bunlarla pazarlık için öteden beri “iyi bir pazarlıkçı” olarak bilinen Çernomirdin’e ihtiyacı kalmadığını ve komünistlerin de Duma’da kalmayı ideolojilerinden daha önemli gördüklerini anladı. Çernomirdin’in gidişi ve Kriyenko’nun getirilmesi aslında Yeltsin’in komünistlere de bir meydan okuması ya da komünistlerin iç siyasette gittikçe karşıtlarına benzemeye başladıkları olarak değerlendirilebilir. Komünistler, Nisan başında “halk düşmanı hükümete karşı” yapacakları protesto yürüyüşleri ve grevlerini de unutuverdiler. Hattâ Duma Başkanı, eski Pravda şefi, dışarıdan kızıl, içerden kahverengi Gennadi Selezniyov Çernomirdin’in azlinden sonra, başbakanlığa getirileceğini umdu ve komünistlerin muhalefetini yalnızca Kriyenko’nun gençliğine ve tecrübesizliğine indirgeyen politikanın oluşturulmasında belirleyici oldu. Duma’da Kriyenko’nun programını okumasından sonra komünistlerin “başbakan yardımcısı olmak size daha uygun olmaz mı?” diye sataşmaları da çok tesadüfi değil.

Peki, Yeltsin tarafından başbakanlığa önerilen Nişi Novgorod’un eski Komsomol şefi, Rus muhalif basınındaki adıyla “yeni Rus burjuvazisinin genç koruması” Sergei Kriyenko’nun konumuzla ilgisi ne? Sergei Kriyenko’nun Yeltsin’in gözde prensi Boris Nemzov’un valilik yaptığı Nişi Novgorodlu ve Nemzov gibi annesinin Yahudi olması, valiliği sırasında Nemzov’un para kasası olarak işlev görmesi, 1996 seçimlerinde Nemzov üzerinden petrol şirketi ve yöneticisi olduğu bankayla Yeltsin’i desteklemesi dışında başbakanlığa getirilecek hiçbir özelliği yok. Hayır, aslında Kriyenko’nun bir özelliği var. Dört aylık Enerji ve Yanıcı Maddeler Bakanlığı süresince her söyleneni yapan biri olarak iyi bir sınav verdi ve daha da önemlisi petrol şirketlerinin özelleştirilmesini acilen kıvıracak biri olarak görülüyor. Nişi Novgorod’da Kriyenko, gemi ve U-Bot inşâsı üzerine öğrenim gördü. Sonra bankacılık ve finans mesleğiyle ilgili bir şeyler öğrendi. 1993’te bir banka kurdu ve bu banka aracılığıyla emeklilerin parasını devletin fonundan ödemeye başladı. Nemzov’un tavsiyesiyle Norsi Oil’in de bölge başkanlığına getirildi. Yani Rus basınının deyimiyle “başbakan olamayacak kadar apolitik ve tepeden tırnağa teknokrat” biri. Yeltsin ve Nemzov’a karşı yapılan hiçbir eylem ve düşüncenin içinde yer almayan Kriyenko’nun başbakanlığına komünistler ve Jirinovskiciler yalnızca genç olduğu için değil, Nemzov’un temsilcisi olduğu için karşı çıktılar. Jirinovskici faşistlerden ve komünistlerden oluşan Duma, Nemzov’u hâlâ “baş düşman” olarak görüyor. Kriyenko da, başbakanlığa değil, Nemzov’un yardımcılığına getirilmiş biri olarak da değerlendirilebilir.

Çernomirdin’in gidişini direkt medya ve banka çarı Beresovski’nin oynadığı role bağlayan senaryolar da yok değil. Çernomirdin kabinesiyle birlikte Yeltsin’in birinci yardımcısı, Beresovski’nin baş düşmanı Anatoli Çubayes’in de görevden alınması ilk bakışta, işin içinde Beresovski parmağı olduğunu düşündürüyor. Ama Çubayes görevden alınmadı ki. Birincisi, kabine değişikliğinden Çubayes’in önceden haberi vardı ve kabine bilgisi dahilinde değişti. ‹kincisi, ilk bakışta biraz garip gibi görülse de, başkan birinci yardımcılığından alınan Çubayes terfi ettirildi. Çünkü Çubayes Rusya’nın Gazprom’dan sonra her anlamda en etkili ikinci tekeli konumundaki elektrik idaresinin başına getiriliyor. Ama Kriyenko’nun atanmasında Genelkurmay Başkanı Yumaşev’in de olurunun alınması, Beresovski yeni hükümet ilişkilerinin iyi olacağı anlamına gelebilir. Çünkü, Genelkurmay Başkanı Yumaşev, hem Yeltsin’e hem de ‹srail vatandaşı olan Beresovski’ye danışmanlık yapıyor...

Rusya’nın Dünya Bankası ve IMF’ye verdiği plana göre 26 Mayıs 1998’e kadar petrol tekeli konusundaki Rosneft’in özelleştirilmesi gerekiyor. Devlet Özelleştirme Komisyonu’nun, Rosneft’in % 75’inin satışı için biçtiği taban rakam 2.100 milyon dolar. Yılbaşından bu yana bu fiyatın geriye çekilmesi için klanlar arasında kavga sürüyor. Örneğin Çernomirdin’in siyasî destekçisi Gasprom/Shell ortaklığındaki Lukoil şirketi ihalenin 1.700 milyon dolar’la başlatılması gerektiğinde diretiyor. Hattâ bazı gruplar ihaleyi protesto edecekleri ve özelleştirmeyi gerçekleştirmeyecekleri tehditi savurmaya ve bu kadar yüksek fiyatla yalnızca yabancı sermaye Rus petrolünü satın alabilir görüşünü propaganda etmeye başladılar. Bütün bunlardan da görüldüğü gibi, Kriyenko’nun birinci görevinin petrol özelleştirmesini sağ salim gerçekleştirmek olduğu kesin. Kriyenko da rolünü iyi oynuyor, Duma’da yaptığı konuşmada halkın yarısına yakınının yaşam sınırının altında bir gelire sahip olduğunu ve hükümetin acilen kaynak yaratmak zorunda olduğunu ilân etti.

Hükümet değişikliğinden Rus dış politikası hiç etkilenmedi. Dışişleri Bakanı Primakov koltuğunu korudu ve her zamanki gibi Rus iç politikasından ve dengelerinden göreli bağımsız, daha çok Sovyet dış politikasını andıran politik çizgisini sürdürdü. Bir yandan kapitalist Batı’yla iyice eklemlenmek isteyen Rusya’nın dış politika olarak hâlâ “Sovyet politikası” izlemeye çalışması elbette yalnızca oriantalist bir gazeteci ve Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi üyesi olan, eski KGB’ci Primakov’un kişiliğiyle açıklanamaz. Rusya’daki sağ ve sol milliyetçilik bugün ülkenin tek birleştirici nosyonu durumunda ve Ruslar hâlâ dünya politikası yaptıklarına inanmak istiyorlar. Yeltsin, geçtiğimiz Ekim ayında Strasbourg’da Avrupa Konseyi Liderler Toplantısı’nda Alman ve Fransız liderlere, bundan böyle her yıl düzenli toplanma ve fikir teatisinde bulunma önerisi getirmişti. Ruslar, hükümetin feshinden birkaç gün sonra, Moskova yakınlarında 11 milyon dolar harcayarak, Kohl, Chirac ve Yeltsin buluşmasını sağladılar. Rus tarafının düşüncesi ilk başta, NATO’nun Doğu genişlemesi karşısında uğradığı eli kolu bağlanmışlık duygusundan kurtulmak ve belki böylesi küçük bir terapiyle kendine güvenini yeniden kazanmaktı. ‹kincisi, Rusya Avrupa’da güç ihtiyacı içinde ve yeni dengeler yakalamaya çalışıyor. Avrupa’da hâlâ önemli bir güç olduğunu göstermeye çalışıyor. Yeltsin, her ne kadar toplantıya “değerli basın mensupları” diye başladıysa da, sonra, “güçlü bir Avrupa”dan, “bu toplantıyı gerçekleştirmek için kimseden izin almak zorunda olmadıklarından” ve “Rusya ve Avrupa Birliği’nden başka dünyada daha büyük organizma olmadığı” gibi şeylerden söz etti. Ama Alman Başbakanı Helmut Kohl, Amerika’nın bu buluşmayı en azından kendisine danışılmadan gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak değerlendireceğinin bilincinde olarak konuşuyor ve ısrarla bu toplantının “kimseye karşı olmadığı”nın altını çiziyordu.

Rusya ve Fransa, Ortadoğu ve Balkanlar’da Irak krizi, Saddam ve Milioseviç’e karşı şiddet uygulanması, ‹ran’la ilişkiler ve petrol ticareti gibi konularda her zaman Amerikan politikalarını izlemiyorlar. Yine geçen Temmuz’daki NATO toplantısında Fransızlar’ın Romanya’yı da NATO’ya katma çabaları Amerika’yı rahatsız etmişti. Almanya ise, liderliğini yaptığı güçlü bir birleşik Avrupa politikası oluşturma peşinde. Bir yandan NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin Doğu yayılmacılığı politikasıyla Sovyetler’in boşalttığı alanları doldururken, diğer yandan da Ruslar’dan tamamen izole olmak istemiyor. Hele hele, her zaman Amerikan politikalarına karşı bir karar alma riski taşıyan Rusya’yla Fransa’yı başbaşa bırakmaya hiç niyeti yok. Bütün bu senaryolar altında Moskova yakınlarında bir Sovyet Dinlenmeevi’nde gerçekleştirilen toplantı gerçekten de Ruslar’ın “biz hâlâ böyle işler yapabiliyoruz” duygularını tatmin etmekten öte bir anlam taşımadı. Yalnız zirvede gözlerden kaçan bir konu gündeme geldi. Rusya, Rus Ukrayna ortak yapımı askerî taşıma uçağı Antonov’u Avrupa’ya pazarlamayı önerdi. NATO üyesi ülkeler üretimi uçaklara göre daha hızlı ve uçsuz olan bu uçakların Avrupa’ya pazarlanması olasılığı, hem silah sektörü hem de NATO-Amerikan çevrelerinin izleyeceği politikaya bağlı. Ama ilginç olan, Rusya’nın bunları bildiği halde böyle bir olasılığı gerçekleşebilir olarak görmesi ve öneri olarak sunmaktan çekinmemesi.

Rusya’daki hükümet boşluğu bir tek, Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan arasında imzalanacak olan Gümrük Birliği anlaşması konferansının iptal edilmesine neden oldu. 1991’de Minsk ve Almaata’da imzalanan eski Sovyet ülkeleri ortaklık anlaşmalarından ortada pek bir şey kalmış değil. Mart’ın 19’unda toplanması beklenen Bağımsız Devletler Topluluğu Devlet Başkanları Zirvesi de önce Yeltsin’in hastalığı, sonra da hükümetsizlik gerekçeleriyle iptal edildi. Bütün iddialarına rağmen Rus Federasyonu bu zamana kadar eski uyduları, yeni komşularıyla istediği gibi ilişkiler geliştirmeyi başaramadı. Yıldan yıla, beklenenin tam aksine, Rusya’yla diğer devletler arasında uyuşmazlık ve sürtüşmeler yaygınlaşıyor. Rusya irili ufaklı sorunlarını Çeçen savaşında olduğu gibi, ulusal duyguların pekişmesine hizmet edecek şiddet yoluyla çözme politikasından da umduğunu bulamadı.

Rusya, Ukrayna’da Kırım, silah endüstrisi, NATO ve Avrupa Birliği gibi konularda zaman zaman siyasî cinayetlerle de hareketlenen aktif bir politika izliyor. Ukrayna hem Ruslar hem de Batı açısından karşılıklı düşürülmesi gereken son kale olarak görülüyor. Kendi içinde alabildiğine milliyetçi bir dalgayı besleyen Rus politikası Ukrayna’da eski Sovyet politikasını ve enternasyonalizmi savunuyor. Ukrayna kendilerini Batı yaşamına karışmaktan alıkoyan tek engel olarak Ruslar’ı görüyorlar. Ukrayna’nın Odesa’dan itibaren bütün doğusu, özellikle de Rus nüfusunun yoğun olarak yaşadığı ve statüsü hakkında anlaşmazlıkların yaşandığı Kırım, Ruslar’ın etkisinde. Ukrayna milliyetçileri ve başkan Leonid Kuçma Rus karşıtı bir politika izlerken son seçimlerde, Rus yandaşı Ukrayna solu büyük bir başarı kazandı. Ukrayna, hâlâ başkentinde Lenin heykeli olmasıyla da Çeçenistan’da Ruslar’a karşı savaşan Ukrayna milliyetçileriyle de ilginç bir ülke.

Baltık ülkeleriyle Ruslar’ın hemen hemen her anlamda, hiçbir sıcak ilişkisi kalmamış gibi. Baltık ülkelerinden sonra Ruslar’ın Asya ülkeleriyle de arası iyi değil. ‹ki yıl öncesine kadar Rusya bu ülkelerle, en azından Kırgizistan ve Kazakistan’la, arasının iyi olmasıyla övünürdü. Bu uydu Sovyet devletlerini hâlâ yanında tutmaya çalışırdı. Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbeyev Kırgızistan ve Özbekistan devlet başkanlarıyla hiç değilse dış politikada işbirliği yapma imkânı yaratacak bir yakınlaşma sağladı. Uzun bir süredir Afganistan’da ve Tacikistan’da süren iç savaşa bir son vermek ve Aral Denizi’nin kurumasına karşı önlem bulmak için ciddi ciddi birlikte çalışıyorlar. Asya ülkeleri artık Rusya’yla köprülerin tamamen atılmasından bir şey kaybetmeyeceklerinin bilincindeler. Halka kalsa, zaten Ruslarla yeterince fazla içli dışlı olunuldu. Asya ülkelerindeki, Ruslaştırma da pek işe yaramamış gibi. Kazaklar’ın yeni yasalarına göre, Kazakça’yı iyi konuşabilen Ruslar görevlerinde kalabiliyorlar.

Ruslar’ın Kafkaslar’daki eski problemlerine şimdilerde Gürcüstan ve Eduard Şevardnatze eklendi. Şevardnatze, kendisine yapılan başarısız suikastın izlerini sürerek failleri bulmaya doğru Moskova’ya gitti. Suikastçılardan vurulan birinin üzerinden çıkan Rus kimliği Şıvartnatze’ye, kendisine önceki yıl yapılan saldırının planlayıcısı Gürcü Gizli Servis Şefi ‹gor Georgadse’nin de hâlâ Rusya’da olduğunu ve Ruslar’ın suikastçıyı kendilerine teslim etmediğini yeniden hatırlattı. Gürcüler ayrıca, Sovyetler Birliği çöktükten sonra, Gürcüstan’dan Rusya’ya taşınan silah ve teknik araç gereci geri istiyorlar ya da bunun yerine para almayı umuyorlar. Ayrıca Abhazya, Moldavya, Karabağ, Tacikistan, Azerbaycan, Çeçenistan sorunlarının çözümünde Gürcüstan ayrı bir politika izlemeyi deniyor. Hazar petrollerinin Batı’ya taşınması konusunda Ruslarla Gürcüler arasında herhangi bir görüş birliği yok.

Gürcüstan Devlet Başkanı Şıvartnatze, geleceğini bu taşımacılığın Gürcülerin istediği gibi gerçekleşmesine bağlamış durumda. Şevardnatze bu konuda bir de kitap yazıyor: Yeni ‹pek Yolu. Rusya’yla Gürcüstan arasında bir de sınır problemi var. Yeltsin 1997 yılı sonunda 1 km geriye çekilmeyi kabul etti, ama askerler bunu kabul etmediler. Örneğin sınır güvenliği komutanı General Andrev Nikolayev’in açıklaması... Rus ordusunun politikasının bizdeki “çakıltaşı” edebiyatıyla paralelliklerini anımsatıyor: “Bugün Gürcülere verirsek yarın herkese vermemiz gerekir. Olduğumuz yerde kalıyoruz.”

Bu kadar ayrıntıdan sonra hâlâ Rusya’da neler olduğu ve Rusya’nın nereye gittiği konularında bir şey söylenmemiş olabilir. Aslında Rusya’nın sorunu da bu, Rusya’da çoğu kimse ne kendinin ne de ülkenin nereye gittiğini tam biliyor. Sovyetler’in çökmesinin ardındaki dumanlı hava yeni yeni dağılmaya başladı ve yeni hükümet bu tür bir Rusya’nın son hükümeti olarak değerlendirilebilir...

SELAM‹ ‹NCE