Kıbrıs: Umutlu ve Zor Bir Dönemeç Başlıyor

Geçtiğimiz Şubat ayında AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hıristofyas Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı seçildi. 17 ve 24 Şubat 2008 tarihinde yapılan seçimlerde önce ikinci tura kalan, ardından da rakibi muhafazakâr siyasetçi ve Avrupa Parlamentosu üyesi İonnis Kasoulidis’e karşı üstünlük sağlayan Dimitris Hıristofyas, toplam oyların %53.36’sını aldı ve bir ilke imza attı:

Bugüne kadar diğer partilerin adaylarını veya bağımsız adayları destekleyen AKEL ilk defa kendi adayı ile girdiği seçim yarışını kazandı ve yine ilk defa kendini “Marksizme bağlı biri” olarak tanımlayan bir siyaset adamı Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

2008 seçimlerinin “ilkleri” bu kadarla bitmiyor. 1960 yılından beri Cumhurbaşkanlığı makamını dolduran 1950 kuşağı, Tassos Papadopoullos’un iktidarı kaybetmesiyle birlikte tarihe karıştı ve yeni bir kuşak siyaset sahnesindeki yerini aldı. Aşağıda Dimitris Hıristofyas’ı iktidara taşıyan sürece daha yakından bakalım.

Kıbrıs Rum toplumu Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanırken, 2003 yılında Tassos Papadopoullos’un başkanlığında kurulan ve 2004 yılında yapılan referandumda Annan Planı’nı reddeden ve o tarihten itibaren toplumu yöneten AKEL, DİKO ve EDEK partilerinden oluşan koalisyon hükümeti, AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hıristofyas’ın seçimlerde aday olacağını açıklamasıyla sona ermişti. AKEL, “stratejik hedef” olarak adlandırdığı ve 1976 yılından beri bir biçimde sürdürdüğü üçlü ittifakı sonunda terk ederek, Kıbrıs tarihinde ilk defa kendi adayı ile bir seçim yarışına katılmaya karar vermişti. Görünüşte DİKO, EDEK ve AKEL partilerinden oluşan üçlü ittifak, DİKO ve EDEK’in, AKEL ile “ortak program” ve “ortak aday” konusunda diyalog içine girmeyi reddetmesi sonucunda çözülmüştü ama kanımca bu işbirliğinin dağılmasının arkasında çok daha derin nedenler vardır.

AKEL 2005 yılında gerçekleştirdiği 20. Olağan Kongresinde DİKO, EDEK ve AKEL arasında devam ede gelen işbirliğini sürdürmeyi “stratejik hedef” olarak belirlemiş ve 2008 seçimlerinde, esas hedefinin diğer seçimlerde olduğu gibi, sağcı DİSİ partisinin dışlanması olduğunu açıklamıştı. Ne var ki, üçlü ittifakı 2008 seçimlerinde hangi adayın temsil edeceği konusunu açık bırakmış ve 2007 yılının başlarından itibaren de DİKO ve EDEK ile “ortak program” ve “ortak aday” konusunda görüşmeler yapmak istediğini dile getirmeye başlamıştı. Bu arada Tassos Papadopoullos henüz aday olup olmayacağına karar vermediğini söylüyor ve ipe un seriyordu. Zaman ilerledikçe DİKO ile EDEK’in, AKEL’in bu çağırılarına yanıt verme niyetinde olmadıkları ortaya çıktı. Ayrıca, bir adım daha ileri giderek 2008 seçimlerde onlar için tek bir adayın olduğunu, bunun da Tassos Papadopullos’tan başkası olamayacağını ayrı ayrı karara bağladılar. Bu durum, AKEL yönetimini iyice rencide etti. Hıristofyas’ın sözleriyle “AKEL’in parti severliğini” incitti. Bunun üzerine AKEL, Politbüro’nun önerisi ve Merkez Komite’nin onayı ile parti tabanının görüşünü almaya karar verdi ve yaklaşık iki ay süren süreç, olağanüstü parti kurultayı ile son buldu. 1600’e yakın delegenin katıldığı kurultayda %92’lik bir oy oranıyla “üçlü ittifak 2008 seçimlerine ya Dimitris Hıristofyas’ın başkanlığında katılır, ya da AKEL kendi adayıyla seçime girer” yönünde bir karar aldı. Hiç kuşkusuz bu karar, üçlü ittifakın sonu anlamına geliyordu, çünkü DİKO ile EDEK çoktan kararlarını almış ve Tassos Papadopoullos’u destekleyeceklerini kamuoyuna açıklamışlardı. Koalisyon ortakları Tassos Papadopullos’un başkanlığında son bir toplantı yaptıktan sonra, AKEL’in önerisini resmen reddettiklerini duyurdular. Bunun üzerine DİKO ve EDEK, henüz resmen aday olacağını açıklamamış olan ama aday olacağı çok uzun zamandan beri belli olan Tassos Papadopullos’u desteklerken, AKEL de tarihinde ilk defa kendi adayı ile seçime girmeye hazırlanıyordu.

KOPUŞUN PERDE ARKASI

AKEL tabanında uzun bir süreden beri Tassos Papadopoullos’un Kıbrıs politikasına karşı çok ciddi tepkilerin oluştuğu bir vakıadır. 24 Nisan 2004 referandumundan sonra Papadopoullos’un Kıbrıs konusunda erken bir çözüme yönelmek istemediği, hatta Annan Planı temelinde yapılacak görüşmelere karşı çıktığı, daha da önemlisi planda Kıbrıslı Rumlar lehine olabilecek olası değişikliklerin yapılmasıyla bile yetinmek istemeyeceği açıkça belli olmuştu. Oysa Tassos Papadopoullos AKEL’in desteğiyle Cumhurbaşkanlığına aday olduğu zaman ve seçildikten sonra kısa bir dönem için Annan Planı temelinde çözüm istediğini sık sık dile getirmiş, planda yapılacak küçük değişikliklerle tatmin olacağını söylüyordu. Bu söylediklerinde samimi olmadığı 24 Nisan referandumu öncesinde ama özellikle de sonrasında net biçimde ortaya çıkmıştı. Papadopoullos, 2004 referandumda çıkan yüksek “hayır” oyundan sonra adeta “size ‘Hayırdan’ başka verecek hiçbir şeyim yoktur” anlamına gelen bir siyaset izlemeye koyulmuştu. Böylece, 2003 yılında katı tutumuyla tanınan Papadopoullos için “adam değişmiştir yahu, ben size garanti veririm” diyerek kendisini Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtan Dimitris Hıristofyas çok zor duruma düşmüştü. Bu bir yana, uygulamaya koyduğu siyasetle -buna siyasetsizlik demek daha doğru olur- adanın süratle kalıcı bölünmeye doğru yol almasına yol açmış ve bu da çeşitli çevreler tarafından sık sık dile getirilmeye başlanmıştı.

AKEL tabanı bu gelişmelerden rahatsız olurken, AKEL yönetimi de kalıcı bölünmüşlüğün sorumluluğunun kendi omuzlarında kalmasından huzursuzluk duyuyordu. Çünkü ne denirse densin, günün sonunda Tassos Papadopoullos’u iktidara taşıyan ve onunla birlikte Annan Planının reddeden AKEL’den başkası değildi.

Bir diğer önemli etken, AKEL tabanında geniş bir kesimin, parti o yönde karar alsa bile, Tassos Papadopoullos’a bir daha oy vermek niyetinde olmadığı gerçeğinin anlaşılmış olmasıdır. Bu da AKEL yönetiminin göz yumabileceği bir gelişme değildi. Ya Papadopoullos’ta ısrar ederek partinin küçülmesini, hatta bölünmesini göze alacaktı, ya da çizgisini değiştirecekti.

Bu noktada bir olgunun daha altını çizmekte yarar vardır. 2004 referandumunda “evet” oyu kullanan sağcı DİSİ partisi ve özellikle bu partinin lideri Nikos Anastasiadis giderek Kıbrıs Türk toplumu içinde saygın bir yer edinmiş ve özellikle Kıbrıs Türk solu ile iyi ilişkiler geliştirmeye başlamıştı. Geleneksel olarak iki toplum arasındaki yakınlaşma politikalarını kendi tekelinde tutan AKEL’in Kıbrıs Türk solu içinde önemli ölçüde prestij kaybına uğraması ve bunun yerine DİSİ’nin saygınlığının artması AKEL’i ciddi oranda rahatsız ediyordu. AKEL, sadece Kıbrıs Türk solunda eskiden kalan son sempati duygularının yitip gitmesiyle karşı karşıya gelmemiş, aynı zamanda Kıbrıs Rum toplumu içinde özellikle sol-liberal ve liberal aydınlar arasında bütün ağırlığını yitirmekle de karşı karşıya kalmıştı. Buna, DİSİ liderinin bütün partilerin katıldığı Ulusal Konsey’i terk etmesini ve Tassos Papadopoullos’a sert eleştiriler yönelterek onu adayı kalıcı bölünmeye sürüklemekle itham etmesini eklersek, AKEL’in bir dönem daha Tassos Papadopoullos’u desteklemesinin iyice zorlaşmış olduğunu anlayabiliriz.

İşte böyle bir ortamda Tassos Papadopoullos, DİKO ve EDEK’in AKEL ile aynı masaya oturmayı ve değil Hıristofyas’ın adaylığını konuşmayı, yeni bir hükümet programı oluşturmayı bile reddetmesi bardağı taşıran son damla oldu.

Yukarıda sözünü ettiğimiz faktörlere bazı dış faktörleri de eklemek gerekiyor. Hem uluslararası toplumdan hem de Kıbrıs Türk toplumundan gelen mesajlar, Papadopoullos’un bir dönem daha Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde Kıbrıs sorununun “kendiliğinden çözüleceğine” işaret ediyordu. Buna, Yunanistan’da esen havanın etkisini de katmalıyız. Her ne kadar basında açıkça yer almasa da, Yunanistan’da hem iktidar hem de muhalefet çevrelerinin Tassos Papadopoullos’un politikalarından rahatsızlık duyduğu bilinen bir şeydi. Hatta Dimitris Hıristofyas’ın kendi adaylığı konusunda nihai kararını vermeden önce Atina’ya gerçekleştirdiği bir ziyarette bu yönde teşvik edildiğine dair söylentiler de vardır.

Bütün bunları bir araya koyduğumuz zaman, AKEL’in Tassos Papadopoullos ile yollarını neden ayırdığı daha kolay anlaşılabilir.

YUMUŞAK İNİŞ

AKEL, Tassos Papadopoullos’tan yollarını ayırırken “öz-eleştiri” yapmayı reddettiği için son derece dikkatli bir dil kullanıyor ve sözcükleri büyük bir titizlikle seçiyordu. Kolay değildi. Tam dört buçuk yıl boyunca destek verdiği Tassos Papadopoullos’tan koparken, hem kamuoyunu ikna edici gerekçeler bulmalı, hem de kendi kendini inkâr etmemeye özen göstermeliydi. Tassos Papadopoullos’u 2003 yılında iktidara taşımanın ve onu 2004 referandumundan sonra desteklemeye devam etmenin bir “hata” olduğunu söylemiş olsaydı, çok daha rahat ve çok daha etkili bir kampanya sürdürebilirdi. Ne var ki, AKEL yönetimi hem buna hazır değildi hem de Hıristofyas’ın ikinci tura kalması durumunda Tassos Papadopoullos’un oylarına ihtiyaç duyulacağı biliniyordu. Bu durumda AKEL işin başında ikircikli ve parçalanmış bir söylem geliştirerek “yumuşak bir iniş” yapmayı denedi. Nitekim Dimitris Hıristofyas Olağanüstü Kurultayda yaptığı konuşmada Kıbrıs konusunda devam eden açmazın “Türk tarafından” kaynaklandığını ileri sürerek bunun altını iyice çizdikten sonra, Tassos Papadopoullos hakkında hem uluslararası toplumda hem de Kıbrıs Türk toplumunda “önyargıların” oluştuğunu, bunun da çözüme yardımcı olmadığını söyledi. Kısaca, mevcut durumun içerdiği tehlikelere değinirken, Tassos Papadopoullos’un bundan sorumlu olmadığını vurgulamaya özen gösteriyordu ve -haklı ya da haksız olduğunu tartışmak istemediği- “önyargılardan” söz ediyordu. Ancak konuşmasında “esnek” davranmak gerektiğini dile getirerek, Papadopoullos’a karşı üstü kapalı eleştiriler de yapmıyor değildi.

Dimtiris Hıristofyas’ın gösterdiği bütün özene karşın, AKEL’in eski ortakları çok sert açıklamalarda bulunarak söylediklerini “ikna edici” bulmadıkları gibi, “ulusal onuru rencide edici” olduğunu ileri sürdüler. Yabancıların önyargıyla baktığı bir lideri değiştirmek istemek, “ulusal onurla” bağdaşmazdı. Eleştiriler bu kadarla da sınırlı kalmıyordu. “Mevcut açmazdan Türk tarafı sorumlu ise, AKEL ne diye “esnek” davranmaktan söz ediyordu”.

Olağanüstü Kurultaydan bir gün sonra bir basın konferansı düzenleyen Dimitris Hıristofyas basının karşısına geçti ve bu kez daha açık konuştu. Basın konferansına hazırlıklı gelmiş olduğu her halinden belli oluyordu. Nitekim ilk soru, “eğer Kıbrıs konusunda Papadopoullos ile görüş ayrılığınız yoksa neden onu desteklemek istemiyorsunuz” şeklinde olmuştu. Bunun üzerine Dimitris Hıristofyas, Tassos Papadopoullos ile aralarındaki görüş ve yaklaşım farklılıklarını sıralamaya başladı. Referandum öncesine geri giderek Papadopoullos’un Annan Planı temelinde çözüm arayacağını taahhüt ettiğini, buna rağmen planı yok saymak eğilimi içine girdiğini, Annan Planını bölünmeyi derinleştiren bir plan olarak değerlendirdiğini ve bütün bunların “tezat” teşkil ettiğini söyledi. Ayrıca Papadopoullos’un Bürgenstock’ta Kıbrıs Rum tarafının “kırmızı çizgilerini” masaya yatırmayarak müzakere etmekten kaçındığını, daha sonra da Mehmet Ali Talat ile “kahve içmeyi” bile reddettiğini dile getirerek, AKEL’in Papadopoullos’tan farklılaştığı noktaları sıraladı. Bütün bunları yaparken de AKEL’in “yumuşak” bir seçim kampanyası sürdürmek istediğini ve Tassos Papadopoullos’a karşı savaş açmak niyetinde olmadığını sık sık dile getirmeyi ihmal etmedi. Kısaca, Dimitris Hıritofyas bir yandan Tassos Papadopoullos ile Kıbrıs konusunda aralarında görüş ayrılığı olduğunu söylüyor, diğer yandan da ikinci turda Tassos Papadopoullos’un oylarını almanın hesabını yapıyordu.

AKEL’in Tassos Papadopoullos ile yollarını ayırması, Kıbrıs Rum siyasetinde taşların yerli yerine oturmasını da beraberinde getirdi. Kısaca, “ak koyun kara koyun” giderek belli olmaya başlıyordu. Uzun yıllardan beri federal çözüme karşı oldukları bilinen ama AKEL’in desteğini sağlamak için bunu açıkça dile getirmeyen DİKO ile EDEK, biraz da 2004 referandumunda açığa çıkan %76’lık “hayır” oyunu hesaba katarak, artık bunu gizleme gereğini duymuyorlardı. Makarios’un ölümünden sonra federal çözüm doğrultusunda ortaya en küçük bir çaba bile koymayan ve “Ret Cephesi” olarak adlandırılan bu partiler, AKEL ile DİSİ arasında devam ede gelen düşmanlığı sonuna kadar kullanarak bir biçimde iktidara gelmeyi başarmış ve hem Kıbrıslı Rumların hem de Kıbrıslı Türklerin epeyce zamanını çalmışlardı. AKEL’in kendi adayı ile sahaya inmesi ve kendi yarattığı bu siyasi oyunu yine kendisinin bozması siyasi yelpazede yer alan gerçek dinamiklerin seçim kampanyasına da yansımasını sağladı. Artık açıkça görülüyordu ki, Kıbrıs Rum toplumunda iki-toplumlu, iki-bölgeli federal çözümü savunan partilerin başında AKEL ile DİSİ geliyordu. Bu yüzden de seçimde üç adayın yarışmasına karşın aslında “iki zihniyet” çekişiyordu. Bir yanda federal bir çözüme “evet” diyen AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hıristofyas ile DİSİ’nin adayı İonnis Kasoulidis, diğer yanda ise Tassos Papadopoullos yer alıyordu.

İlginçtir, seçim kampanyasında federal çözümün ne anlama gelip gelmediği ilk defa bu yoğunlukta konuşuluyordu. Yani, yaklaşık 30 yıllık bir gecikmeyle Kıbrıs Rum toplumu bugüne kadar bir sloganı tekrar eder gibi tekrar edilen federal çözüm formülünü nihayet tartışmaya açmıştı. Bu da “ilkler” arasında sayılmalı. 2008 seçimlerine kadar “çözüm” sözcüğü dile getirildiğinde, bunun nasıl bir uzlaşma içerdiği konuşulmazdı. Nitekim BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan 2003 yılında hazırladığı Kıbrıs Raporunda bu konuya özellikle değinmişti. Kofi Annan raporunda çözümsüzlükten Rauf Denktaş’ı sorumlu tutuyordu ama Kıbrıslı Rum siyasetçilerin Kıbrıs Rum toplumunu federal çözüm temelinde bir uzlaşmaya hazırlamadıklarından da dert yanıyordu. Bu tespitin doğruluğu 2004 referandumda açığa çıkmıştı.

2008 seçimlerinde federal çözüm ve uzlaşma gereği sık sık dile getirildi. Örneğin, Dimitris Hıristofyas aday olduğu günden itibaren federal çözümü sık sık gündeme taşıdı ve “tarihî uzlaşmadan” söz etti. Hıristofyas’a anayasa konularında danışmanlık yapan ve büyük bir ihtimalle görüşmeci heyetin başına getirilecek olan Tombazos Tzelebis “Ya Federasyon ya Taksim” diyerek, AKEL’in neden federal çözümden yana olduğunu anlatmaya çalışıyordu. DİSİ adayı Kasoulidis’in de federal çözüm konusunda sözleri netti. Buna karşılık DİKO ile EDEK üyelerinin büyük bir kısmı açıkça federal çözüme karşı olduklarını söylüyorlardı.

17 Şubat 2008 tarihinde yapılan birinci turda Tassos Papadopoullos’un üçüncü gelerek elenmesi ve Annan Planına “evet” diyen İonnis Kasulidis’in yarışı birinci olarak bitirmesi hem uluslararası toplulukta hem de Kıbrıs Türk toplumunda büyük heyecan yarattı. Benzer görüşleri savunan Dimitris Hıristofyas ile İonnis Kasoulidis ikinci tura kalmış, “Ret Cephesi” elenmişti.

VE DİMİTRİS HIRİSTOFYAS

CUMHURBAŞKANI

İkinci turda Dimitris Hıristofyas’ın daha şanslı olduğu başından belliydi. Yıllarca işbirliği yaptığı ve Annan Planını birlikte reddettiği DİKO ile EDEK’in tavırlarını Hıristofyas’tan yana koyacakları beklenen bir gelişmeydi. Nitekim olaylar bu yönde gelişti. DİKO ile EDEK, AKEL’in adayını destekleyeceklerini resmen açıkladılar. Bu arada Kıbrıs Kilisesi Başpiskoposu da devreye girerek muhafazakâr siyasetçi İonnis Kasoulidis’i destekleme çağırısı yaptı ve Hıristofyas’ın seçimi kazanması halinde “dinin elden gideceği”, “tarih kitaplarının değiştirileceği” ve “Helen kimliğinin yok olacağını” ileri sürdü. Dimitris Hıristofyas bu suçlamalara sert sayılabilecek yanıtlar verdi ve tarih kitaplarının elbette değişmesi gerektiğini ve Kilisenin eğitim sistemi üstünde hiçbir hakkı olmadığını söyledi. Hıristofyas bir adım daha atarak Kıbrıslı Türklere karşı geçmişte ciddi hataların yapıldığını vurguladı ve Kıbrıslı Türklerden özür diledi.

Gerçekten de Dimitris Hıristofyas seçim kampanyası boyunca sık sık Kıbrıslı Türklerden söz etti ve Kıbrıs’ın bir “Helen adası” olduğunu iddia edenlere karşı sert eleştiriler yönelterek Kıbrıs’ın bir “Helen adası olmadığını”, Kıbrıslı Rumların ve Türklerin “ortak yurdu” olduğunu dile getirdi. “Bu ülkeyi birlikte yönetmeliyiz” diyen Dimtris Hıristofyas bu söylemleriyle Kıbrıslı Türklerin sempatisini kazanırken, uluslararası topluluğun da Kıbrıs sorununun çözümü doğrultusunda yeniden harekete geçmesini sağladı ve Kıbrıs için yeni bir sayfa açılmasını neden oldu.

TARİHİN GÖZÜ TALAT

VE HIRİSTOFYAS’IN ÜSTÜNDEDİR

Şimdi adanın her iki tarafında da çözüme yakın duran solcular işbaşındadır. Bu durum hem Kıbrıs’ta hem de uluslararası topluluk içinde çözüm umutlarının yeniden yeşermesine yol açmıştır. Nitekim Mehmet Ali Talat, Dimitris Hıristofyas’ın seçimi kazanmasından hemen sonra düzenlediği bir basın konferansında Kıbrıs sorununun 2008 yılının sonuna kadar çözülebileceğini ileri sürdü. Her iki liderin de iki-bölgeli, iki toplumlu federal devlet formülünü benimsemiş olması ve Birleşmiş Milletler parametreleri çerçevesinde görüşme masasına oturmaya hazır olduklarını açıklamaları iyimser bir havanın oluşmasına neden oluyor. Çok kısa bir süre içinde iki liderin bir araya gelmesine kesin gözüyle bakılıyor. Lefkoşa’nın eski kentini birleştirecek olan Ledra/Lokmacı kapısının bir an önce açılması ve güven arttırıcı başka tedbirlerin de alınması bekleniyor.

Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüme ulaşmanın kolay olmayacağını söylemek abartma sayılmasa gerektir. Tarafların federal bir devlet kurma konusunda istekli görünmelerine karşın, iş bu kavramın içeriğini doldurmaya gelince aralarında ciddi görüş ayrılıklarının olduğu biliniyor. Diğer yandan her iki lider de sorunun çözümsüzlüğü durumunda ağır bedeller ödeyeceklerini ve belki de sorunu birleşme modelleri üstünden çözmeyi deneyen girişimlerin de son bulacağının farkındadırlar. Kısaca, Dimitris Hıristofyas ile Mehmet Ali Talat tarihsel bir sınav vermekle karşı karşıyadırlar.

NİYAZİ KIZILYÜREK