Savaşla Beslenen Bir Lider: Miloseviç

1990’ların başında çözülme sinyalleri veren eski Yugoslavya için tehlike çanları daha önce çalmıştı. 1980 yılında Tito’nun ölümü bunalımın başlangıcıydı, kapitalist Batı’nın ellerini ovuşturarak beklediği son gelmişti. Tito’nun ölümünü bekleyen sadece Batı değildi tabiî ki. Sovyetler Birliği de yılların düşmanlığı ile bu ölüme sevinenlerdendi. Yugoslav yönetimi Tito’nun bıraktığı Yugoslavya’yı hem ülke içinde hem de ülke dışına karşı belli bir süre kontrol altında tutabildi. Ancak ’80’lerin ortasına gelindiğinde eski liderin fiziki varlığının Yugoslavya’yı oluşturan cumhuriyetlerin yıllarca birarada tutulmasında en önemli neden olduğu anlaşıldı.

’80’lerin ortasından sonra ismi dışında eskisiyle alakası olmayan bir Yugoslavya hâlâ sona erdirmediği kanlı bir savaşın esiri oldu. Ülkenin parçalanmasını önlemek isteyenler, bu isteklerinde ısrar ettikçe daha çok kan aktı; hâlâ akmaya devam ediyor. Soğuk Savaş sonrası dünyadaki altüst sürecine paralel olarak Yugoslavya da küçüldü, eski Yugoslavya Karadağ ve Sırbistan’a sıkıştı. Bu sürece damgasını vuran çok önemli iki unsur vardı. Kendinden menkûl bir sosyalizmden doğan faşizan Sırp milliyetçiliği ve bu milliyetçiliği besleyerek iktidarını sürdüren bir diktatör: Slobodan Miloseviç.

Aslında Sırp milliyetçiliği yıllardır Yugoslavya’da baskın bir unsur olarak kendini hissettiriyordu. En azından Tito’nun varlığı bunun açıkça dile getirilmesini ve baskın ideoloji olmasını engelliyordu. 1980’den sonra “zayıf Sırbistan - güçlü Yugoslavya” formülü ülkenin parçalanma sürecinde tersine döndü. Ve bu dönüşün en önemli mimarı Slobodan Miloseviç’ti. Başlangıç noktası ise bugünlerde bir Balkan Savaşı’nın habercisi olan, -Balkan Savaşı çıkmasa bile yıllarca sürecek bir krizin patlama noktası haline gelen- Kosova’ydı.

Bugün birçok kişinin sandığı gibi Balkanlar’ı kan gölüne çeviren, Yugoslavya’nın parçalanma süreci, Slovenya ve Hırvatistan’ın ülkeden ayrılma talebi ve Bosna’da yaşanan kanlı savaşla başlamadı; bunlar sürecin sonucuydu. Parçalanma ilk sinyalleri 1981’de Kosova’da verilmişti. O dönem pek dikkat çekmeyen ama 1987’de Sırbistan devlet başkanı seçilmesi ile ileriki yıllarda bütün Balkanlar’ı kan gölüne çevirecek bir ismin, Miloseviç’in Kosova’ya çomak sokması ile başlamıştı... Tek başına olmasa bile, daha sonradan haklı olarak “kasap” lakabını alacak olan Slobodan Miloseviç, Balkanlar’daki çözülmede hatırı sayılır bir yere sahip.

’80’lerin başında Kosova’nın bağımsızlık talebi ile başlayan olaylar ve eski Yugoslavya yönetimin gösterdiği tepki 1989’da doruk noktasına ulaşmıştı. Kosova’nın özerkliği geri alınmış, o güne kadar tanınan tüm haklar yok sayılmıştı. Tüm yaşananlar Miloseviç’in kişiliği ile açıklanmazsa, altüst olma sürecinin tek nedeni Miloseviç değilse bile Sırp halkının zaten potansiyel olarak var olan milliyetçi duygularını kabartan ve hâlâ kullanan ve hattâ seferber eden o oldu. Miloseviç “sosyalizm” adına devletçi ve faşizan milliyetçi bir ideoloji ile kendi halkı dahil bölgedeki tüm haklara acı çektirip nefret tohumlarını ekti.

Politik arenada ismini Kosova ile duyurdu. 1987 yılında Kosova’daki bir salon toplantısında sıradan Arnavutlar tarafından dövüldüğü iddia edilen Sırplara “bir daha asla” diyerek ilk adımını attı. Aynı yıl, önce partisindeki ılımlıları, ardından Karadağ ve Kosova’daki parti liderlerini tasfiye etti, asker ve polis kontrolünü sürekli kılarak, milliyetçi bir programla Sırp parti aygıtına el koydu. Belgrad’tan başlayarak medyayı manüple etmeyi başardı. Hattâ denetimindeki medya “Slobodan ne zaman mermi gibi uçacağımızı söyle”, “Slobodan Sırptır, Sırbistan seninle” sloganları kullanmaktan kaçınmadı. Slobodan’ın mermileri ve Çetnik dostları bütün dünyanın gözleri önünde yıllarca Bosna’da “uçtu”, şimdi de Kosova’da “uçuyor”.

Sırbistan Komünistler Birliği’nin reformcu-demokratik kanadını alt ederek başkanlığı ele geçirdiği 1987 yılında sosyalist bir demagoji ile ambalajladığı milliyetçi söylemleri, devletin resmî ideolojisi olarak sundu. Miloseviç’i bu dönemde “neo-Stalinist” olarak tanımlayanlar oldu. Ancak gittikçe batağa saplanan ülkede halk ekonomik olarak daha da ezilirken, parti aygıtları ve bürokratlar aradıkları “güçlü” lideri bulmuştu. Konuşmalarında sürekli “Sırp olmaktan” söz eden bu liderin partisi basında ve medyada Sırp milliyetçiliğini sistematikleştirmeye başladı. Partiyi eleştirmek Sırp milletine karşı bir eleştiri olarak kabul edildi; karşı-devrimci ile anti-Sırp aynı anlama gelir oldu. En önemli argümanı Sırp şovenizmiydi.

Yoksulluğun federasyondaki Sırplar’ın yeteri kadar birlik olmayışından kaynaklandığını, Sırplar’ın Yugoslavya’da yeniden evin beyi olmayı gerektiğini” sözleri Miloseviç’in işçi sınıfına yönelik söylediği sözlerden biri.

Miloseviç, Sırbistan Sosyalist Partisi’nin başkanı olur olmaz, Tito’yu gözden düşürmek için onun bir Hırvat ve federalist olduğu fikrini işledi. Diğer ulusları Sırplaştırmak, Sırp ulusunun tek ve benzer olmasını savundu; hem de ilericilik adına.

Türdeşleşme fikrini eleştirenlere soruyorum: Eğer adalet, insanlık ve ilerici fikirleri temel alıyorsa ve başkasına zarar vermeksizin ama insanların kendi çıkarlarına olacak şekilde yürütülüyorsa, halkların ve genel olarak insanların türdeşleşmesi sizi neden rahatsız ediyor? Zaten insanlığın hep ulaşmayı arzuladığı değer ve amaç bu değil mi? Arzuları ilerici ve insanca olduğu durumda bile insan topluluğunun ortak kanısı türdeş olmayan ve bölünmüş duruma düşmemek olduğundan kuşku duyabilir mi?

Miloseviç’e ait olan bu satırlar onun “sosyalizm” anlayışının bir ürünü. Çok kültürlü, çok uluslu bir yapı konusunda neler düşündüğünü ortaya koyan örneklerden belki de en masumu.

Ancak Miloseviç insanları, türdeşleşme -bunu Sırplaştırmak diye de okuyabiliriz- konusunda ikna edememiş olacak ki, “başkalarına zarar vermeksizin” bu işi beceremedi ve “zarar vererek” türdeşleştirmeye çalıştı. Bunun için ülkedeki faşist unsurlarla işbirliği yapmaktan kaçınmadı. “Kaplanlar” diye anılan ve binlerce Boşnakın katledilmesinden sorumlu olan savaş suçlusu Arkan’ın elinden tuttu. Arkan şimdi de Kosova’da ortaya çıktı. Kosova’dan kaçan binlerce sivilin ülkesini terk etmesinin tek nedeni Arkan ve onun paramiliter güçleri. Bosna’da birçok vahşete imzasını atan Arkan ve Kaplanları Kosova’da şimdi Arnavutlar’ı katletmekle meşgûl, sokaklardan devşirilen ama sonradan sistemin ve şiddetin temelini oluşturan Hitler’in kara gömleklileri gibi, “sosyalist” Miloseviç’in de faşizan güçleri var. Türkiye’de de kendini “sol” olarak tanımlayan bazı kesimler tarafından hâlâ “sosyalist” olarak tanımlanan Miloseviç’in, Bosna Savaşı’nın katilleri Ratko Miladiç ve Radovan Karadziç gibi savaş suçlularını sadece Sırp oldukları için hâlâ koruduğu da biliniyor. NATO-Nazi benzetmesi ile de ancak kendi halkını kandırabiliyor Miloseviç. Zaten Sırp halkını anlayabilmek de mümkün değil. Bosna’daki savaşa göz yuman, ardından aylarca Miloseviç’i devirmek, diktatörlüğüne son vermek için sokaklarda gösterileri yapan Sırplar, şimdi yine Miloseviç’e sarılmış durumdalar. Aslında tipik bir yalnızlık görüntüsü. 2. Dünya Savaşı’nda Almanlar’a karşı mücadele veren Sırp partizanların torunları şimdi liderleri Miloseviç’in ordusu ve paramiliter faşistleri ile yaptığı katliamlara göz yumuyor.

Miloseviç şimdilerde kendini ve halkını masum göstermek, ezilen imajı vermek için elinden geleni yapıyor. Sırp halkı da sokak konserleri ve yaratıcı protesto gösterileri ile dünyaya meydan okuyor, sevimli göstermek istiyor. Ama topraklarından sürülen binlerce Kosovalı’nın fotoğraflarını meydanlarda, konserlerdeki Sırplarla yan yana koyduğumuzda fazla söze gerek kalmıyor. Ölüm ve tecavüz korkusu ile kaçan binlerce Kosovalı ile benzerlerini tarihte çokça gördüğümüz bir liderin peşinden giden binlerce Sırp da dünyaya meydan okumaya çalışıyor. Miloseviç’in katliamlarına alet oluyor.

Miloseviç herkesi türdeşleştirmek isteyenlerden. Türdeşleşmek istemeyenleri gömdürdüğü toplu mezarların bir kısmı hâlâ bulunabilmiş değil. Şimdi ise 1 milyona yakın Kosovalı Arnavut, çoluk çocuk ülkesinden sürülmüş durumda. Katledilenlerin ve katledileceklerin sayısı belli değil. Miloseviç’in Sırplaştırmayı başaramadıklarını da etnik olarak temizlediği biliniyor. Çünkü Miloseviç yönetimini ayakta tutan temel unsurlardan biri de etnik temizlik. Bu saldırgan ideoloji özünde, ulusal açıdan benzer bir duruma gelmedikçe bir devletin tekrar kazanmayacağı fikrine dayanıyor. Yani imkân varsa ikna etmek, yoksa şiddet aracılığı ile benzer bir devlet, millet yaratmak.

Miloseviç artık ülkede tek güç. Ülkeyi yıllardır savaş ve saldırganlıkla ayakta tutabiliyor. Sırbistan ekonomisi, Bosna Savaşı ardından başlayan Kosova sorunu nedeniyle çökmüş durumda. NATO bombardımanının ardından Sırbistan’ın yıllarca belini doğrultması çok zor. Ülke ekonomisine mafya egemen, karaborsa her geçen gün daha da yaygınlaşıyor. Miloseviç yönetimi sahte döviz basıyor. Polis ve ordu onu destekliyor. Miloseviç de onları memnun ediyor.

Tito dönemi Yugoslavya’sının Komünistler Birliği’nin ardından ortaya çıkan ve Miloseviç’in başını çektiği tüm oluşumların ordu tarafından desteklendiği biliniyor. Sırbistan Sosyalist Partisi ve bu partiden doğan, başında karısının bulunduğu Yugoslavya için Komünistler Birliği Hareketi ordunun yedeğinde hareket ediyor. Çünkü Miloseviç’in orduya ihtiyacı var. Çünkü Miloseviç’in bir savaş makinesine ihtiyacı var ve onu tatmin etmek zorunda.

Eski Yugoslavya’da yaşayan binlerce kişi için Tito zaman zaman nostaljik bir figür olsa bile, en çok özlem duydukları lider, -doğru ya da yanlış.- Tito Yugoslavya’sından geriye kalan ise Miloseviç. Artık seçim yıllardır liderlerinin iktidar hırsı ve şovenizmi uğruna birçok acıya katlanan ve başka uluslara da acılar yaşatan Sırp halkının. Sırp halkı için tek yol Miloseviç liderliğinden bir an önce kurtulmak. Hem daha yaşanabilir bir ülke yaratmak hem ülkelerindeki binlerce katili deşifre etmek hem de vicdanlarını temizlemek için.

Kosovalılar’ın yaşadıklarından sonra, yüreklerindeki Sırp düşmanlığını temizlemek pek mümkün olacak gibi görünmüyor. Tıpkı Miloseviç’in eski Yugoslavya coğrafyasındaki insanların yüreğine ektiği düşmanlık tohumlarını temizlemenin zor olduğu gibi. Ama savaşla varlığını sürdüren Miloseviç’in sonunu yine savaşın getireceği ortada. Peki ya Sırp halkı?