A. Ömer Türkeş'in yazısı üzerine zorunlu ve uzunca bir not

Edebiyat eleştirmeni değilim. Bu yüzden, 1960’lı yıllarda, Yordam dergisinde, Hüseyin Cöntürk’ün, biz genç yazarları edebiyat eleştirisi yazmaya teşvik etmesiyle yazdığım birkaç tanıtma yazısının ve 1970’li yılların sonuna doğru, eski arkadaşım şair Özkan Mert’in bir röportajını “eleştirirken” yazdığım bir yazıda Jidanofvari ahkâmlar kesmemin dışında, edebiyat eleştirisi yazısı yazmaya teşebbüs etmedim denebilir. Bunun, ele aldıkları konuda “iyi kötü” her yapıtı bir uzman titizliğiyle inceleyen ve bu anlamda (değerlendirmelerine katılmak ya da katılmamak ayrı sorun) alanlarında ve konularında hiçbir şeyin kenarda köşede kalmasına izin vermeyen edebiyat eleştirmenlerinin işi olduğuna inanmışımdır.

A. Ömer Türkeş, işte bu tür uzmanların alanına girip, yazısındaki iki uzun dipnotta, “12 Mart ve ‘68’lilere değinen romanlar” başlığı altında, uzunca roman listeleri vermek gibi bir gaflete düşmeseydi, Birikim’de okuduğum birçok yazıya takındığım tutumu takınacak, yazısındaki katıldığım ve katılmadığım noktalar üzerinde düşünmekle yetinip, böyle bir notu yazmak zorunda kalmayacaktım.

Yazıyı “uzunca bir not” düzleminde tutabilmek için lafı uzatmadan bu iki listedeki hatalara değineyim. Birincisi, “12 Mart ve ‘68’lilere değinen romanlar” nitelemesini son derece belirsiz bulduğumu belirteyim. Söz konusu olan, sözü geçen dönemlere “değinen” değil, bunları ele alan ve işleyen romanlar olmalıydı. Çünkü “değinen” dediğiniz zaman, büyük bir belirsizlik yaratmış oluyorsunuz ve Ömer Türkeş’in yaptığı gibi, listeniz, ilgili ilgisiz bir sürü romanla iyice genişlediği gibi, akla hemen, peki o zaman, bu dönemlere “değinen” şu şu romanlar neden sıralanmamış sorusu gelip takılır. Bir örnek vereyim: “Değinmenin” de ötesinde, ‘68’e bir giriş sayılabilecek, Ömer Madra’nın, Kemanımla Bir Ses Verebilseydim... romanı listeye alınmamıştır.

Nitekim, verilen iki listedeki, aşağıda isimlerini sıralayacağım romanlar (burada sadece okuduğum ve bildiğim romanlardan söz edeceğim elbette, eğer bir uzman olsaydım, sorumluluk duygusuyla hepsini okumak ve dolayısıyla hepsi hakkında fikir yürütmek zorunda kalırdım), evet bu dönemlere şurasından burasından değinmekle birlikte, esasında bu dönemleri ele alan ve işleyen romanlar değildir: Melih Cevdet Anday, Gizli Emir, Oğuz Atay, Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Çetin Altan, Büyük Gözaltı, Bir Avuç Gökyüzü, Viski, Demir Özlü, Bir Uzun Sonbahar, Bilge Karasu, Gece, Ahmet Altan, Dört Mevsim Sonbahar, Sudaki İz (Ahmet Altan’ın her iki romanı da 12 Eylül sonrasında yazılmış, dönemin, devrimciliği hedef alan ideolojik saldırısının ürünüdür, bu romanlar 12 Mart ve ‘68’e “değinmekle” birlikte, bu dönemleri konu edinen romanlar değildir).

Türkeş’in sözünü ettiği romanlardan (yine sadece okuduklarımdan söz ediyorum elbette) buraya isimlerini aldıklarım, gerçekten 12 Mart’ı ve ‘68’i ele alan romanlar kategorisine girmektedir: Erdal Öz, Yaralısın, Sevgi Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Şafak, Füruzan, 47’liler, Pınar Kür, Yarın Yarın, Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi, Ayla Kutlu, Tutsaklar, Mehmet Eroğlu, Issızlığın Ortasında, Geç Kalmış Ölü.

Türkeş’in, “bildiğim kadarıyla” gibi bir ihtiyat kaydı koymadan, kesin ve nihai listeler havasında verdiği roman adları, bırakın, sözü geçen dönemlere değinen, alabildiğine genişletilebilecek romanlar listesini kapsamayı, doğrudan doğruya bu dönemleri işleyen romanların bütününü de kapsamamaktadır. Bildiğim ve hatırladığım kadarıyla bunlardan bir kaç örnek vermek istiyorum: Gün Zileli, Deniz Orada, Kaan Aslanoğlu, Devrimciler, Muzaffer Oruçoğlu, Tohum. Bu liste, hem, örneğin yukarda sözü geçen yazarlardan Adalet Ağaoğlu’nun, Ölmeye Yatmak romanıyla, hem de çok daha ciddi bir taramayla, konuyu ele alan başka yazarların romanlarıyla daha da genişletilebilir. Eğer Ömer Türkeş, yukarda (benim de içlerinde bulunduğum) üç yazarın romanlarını okumuş olsaydı, “12 Mart romanlarının hemen hepsinde, gözaltına alınmış devrimcilerin çektikleri acılar ve giriştikleri hesaplaşma işlenir, ama eylemlerden söz eden roman pek azdır” yargısını bu kadar rahat ileri süremeyecekti. Kaan Aslanoğlu’nun ve Muzaffer Oruçoğlu’nun romanları nerdeyse tamamen, Gün Zileli’nin romanı ise önemli ölçüde eylemlerden söz etmektedir.

Ömer Türkeş’in böyle bir yazı yazarken, doğrudan sözü edilen dönemleri ele almamakla birlikte, Bir Gün Tek Başına ve Güven romanlarıyla “politik roman” türünün ustası olduğunu kanıtlamış olan Vedat Türkali’yi, en azından eleştirdiği postmodernizmin karşısındaki dev bir örnek olarak hatırlamaması bile, çalışmasının, araştırma yetersizliğiyle ve perspektif noksanlığıyla malûl olduğunu ortaya koymaya yetmektedir.