Hayata Dönüşe Kamuflaj: Kanı Helal Yurttaşlar!

Adım Murat Ördekçi. Ben bir ölüyüm. On yıl yıl önce öldürüldüm. Bayrampaşa Cezaevinin avlusunda bir asker sırtımdan vurdu beni. Acıyla devrildim yüz üstü. Ortalık tutuşmuş yanıyordu. Mahpuslar haykırıyordu. Henüz yirmi sekizindeydim. O sabah yaşamak için dünyanın en talihsiz yerindeydim. Katilim yanıma geldi. Çekti bıçağını, sapladı yarama... Süngü ciğerimi deşerken, nasıl yapar dedim bir insan, bunu bir insana. Erkekler vuruluyordu. Kadınlar tutuşmuş yanıyordu. Alıcı kuşlar başımın üstünde, vakit tamam diyordu... Bir anda diniverdi acılarım. Baktım, ağabeyim volta kapısında. Geldi, usulca dokundu yarama. Elleri sıcaktı. Kalk hadi kardeşim dedi. Yetti gayri. Anan baban, bekler seni kapıda...

Yakında, Hayata Dönüş Operasyonu’nun onuncu yılını “kutlayacağız.” Kutlama diyorum çünkü ismine bakıp yapılanın, hayat kurtarmaya yönelik tıbbi müdahale, AKUT tarzı sivil savunma işi olduğunu düşünmemek elde mi? İktidar dil oyunlarını sever. George Orwell’ın 1984’ünü hatırlayın. Sevgi Bakanlığı aslında işkence merkezi değil miydi? Hangi mizahsever vicdansızın fikriydi bilinmez ama hayata dair güzelleme gibi sunulan bu operasyonla bir kez daha anladık ki Türkiye’de muhalif olmanın bedeli var: Hayatınız artık hukukun koruması altında değil, bunu öğreniyorsunuz. Hele devletin taş duvar mimarisine direnmenin bedeli, bir fare gibi kıstırıldığınız mahpushane avlularında üniformalı aç kedilere terk edilmek.

19 Aralık 2010 sabahı, yirmi cezaevinde birden başlatılan operasyonda, kırk sekiz saat içinde 30 tutuklu öldürülür. Çoğunun durumu ağır yüzlerce yaralı vardır. Kimyasal silah kullanılır. Sadece Bayrampaşa Cezaevi’nde beş kadın tutuklu yanarak, bir kadın, gazdan boğularak, 5 erkek ise vurularak can verir. İki asker ise “silah” arkadaşlarının atış menzilinde kalarak ölecektir. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, tutukluların kaleşnikofla ateş ettiklerini iddia eder. Amaç katliamı mazur göstermektir. Ancak koğuşlarda tek bir silah çıkmaz. Nihayetinde F tipi hapishanelere karşı başlayan direniş bastırılır. Devlet, emanet aldığı canlar pahasına kendi hapishanelerindeki savaşı kazandığını ilan eder. Dönemin ceza ve tevkif evleri genel müdürü Ali Suat Ertosun, operasyondaki başarısı nedeniyle ödüllendirecektir. Dönemin Ak Partili Adalet Bakanı (aynı zamanda flörtten, ve Nijerya Kürtlerinden sorumlu) Cemil Çiçek ve TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın elinden devlet üstün hizmet madalyası ve beratını alır. Hedef komünist ya da devrimci muhalifler olunca Ak Parti, devletin ruhu ile nasıl da zihinsel ortaklık içinde olduğunu bu olayda açıkça ortaya koyar. Ertosun ödül töreninde şöyle diyecektir. “ ... devlete meydan okunan cezaevlerinden bugünkü cezaevlerine gelindi... Bu yapılırken ürkek, titrek değil, kararlı adımlar atıldı...Zor aşılmıştır. Bundan sonrası daha kolay olup, daha ileriye gitme iradesi mevcuttur... Ne mutlu Türküm Diyene.” Resmî bir törende slogan atacak kadar kendinden geçen Ertosun, devlet için yaptıklarını yeterli görmezken daha fazlasını yapabilecek cürette olduğunu da ifşa eder.

Yurttaşının hayat hakkına karşı bu denli pervasız bir operasyonu hükümet sahiplenirken, bakın bir mahkeme heyeti, bu ödül töreninden sadece 4 ay önce, Murat Ördekçi cinayetine ilişkin açılan tazminat davasında nasıl bir karara imza atmaktaydı: “Davalı idarelerce, kamu güvenliğinin ve kamu düzeninin korunması amacıyla gerçekleştirilen operasyonun yasal dayanağının yukarıda belirtilen Yönetmelik olduğu ve idari işlem ve eylemlerin hukuka uygun olduğu savunulmaktadır. Ancak, tüm tutuklu ve hükümlüler bedensel ve mekansal anlamda idarenin elinde olduklarından ‘Hayata Dönüş’ olarak adlandırılan operasyonun insan yaşamını tehlikeye düşürmeyecek şekilde planlanması ve uygulanması gerekirken olayın 12 kişinin ölmesi ve 77 kişinin yaralanmasıyla sonuçlandırılması dolayısıyla operasyonun iyi planlanmadığı ve uygulanmadığı, ölçülük kuralına uyulmadığı, orantılı güç kullanılmadığı kanaatine varılmıştır... Olayda davalı idareler, yasa hükümlerine göre kamu gücünü kullanarak özgürlüğünden yoksun bıraktıkları, gözetimleri altında bulunan ve ulusal hukuk hükümlerindeki ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imzaladığı uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülükler dolayısıyla yaşam hakkını korumak zorunda oldukları Mahmut Murat Ördekçi’nin yaşam hakkını ihlal etmişlerdir.” T.C. İstanbul 2.İdare Mahkemesi 10.12.2003 tarih 2003/1612 Sayılık Kararı’ndan

İki yargıç iki vicdan, iki tarzı hukuk, iki medeniyet... Hapse attığı yurttaşların canından kendini sorumlu gören bir anlayış ile “operasyon ve ölümlerin birinci dereceden sorumlu bürokratını birinci derece madalya ile ödüllendiren zihniyet. Ne ironidir ki yıllar sonra kendisini makam üzerine makamla taltif eden Ak Parti hükümetinin karşısına, devletin bekası için her yol mübah mantığıyla yine bu zat çıkacaktır.

Hayata Dönüş operasyonu; hukuk tanımazlığı, ölçüsüzlüğü ve vahşet boyutuyla vicdandan nasibini almamış, muhalif yurttaşına düşman devlet anlayışını ve bu anlayışın bekçilerini gözler önüne seriyordu. Ancak sınıra henüz gelinmediğini, 12 Kasım tarihli Radikal’de öğrenecektik. İsmail Saymaz’ın haberine göre, Eyüp Cumhuriyet Savcısı, Bayrampaşa Cezaevindeki personel hakkında askerî makamlardan bilgi istiyor, dört yıl süren oyalama yazışmalarından sonra verilen bilgide sorumlu olarak sadece iki rütbelinin adı geçiyordu. İşin ilginci astsubay rütbesindeki bu askerler, yazı tarihi itibariyle artık Ordu bünyesinde değillerdi. Birisi, Tunceli’de operasyona giderken ölmüş öteki ise Ordudan atılmıştı. Geriye kalan otuz dokuz er hakkında ise görevi kötüye kullanmak üzere dava açılıyordu. Kısaca on iki cinayet ve yüzlerce yaralıdan sorumlu ne bir komutan vardı ortalıkta ne de operasyonda birinci derece sorumlu olan Jandarma Komando Özel Asayiş Birliği’nin askerleri. Çünkü askerî makamlar operasyona kimin katıldığını bilmediklerini iddia ediyorlardı. Hatta kayıt ve arşiv tutmak gibi bir işleri olmadığını... Anlaşılan tüm operasyon iki astsubayın emri ile o sırada mıntıka temizliği yapan erler toplanarak yapılmıştı.

Bilinmedik bir hakikat değil. Öncesinde çok gördük. Bu topraklarda komünistin kanı da canı da helâl! Sadece komünistin değil tabii, Kürdün, Ermeninin, dindarın, velhasıl her kim muhalifse ve resmî ideolojiye aykırı kelam ediyorsa kanı da canı da helâl. Jandarma buna güvenerek devletin savcısını oyalıyor, bilgi saklıyor, sonra alay eder gibi cevaplar yazıyor. Buna güvendikleri için Hrant Dink’in katiline bayraklı fotoğraflar çektiriliyor. Buna güvendikleri için Kürtçe, KCK davasında bilinmeyen bir dil olarak tutanaklara geçiriliyor. Bunun için otuz yıl önce gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren, ailesinin acısını kanatırcasına bu kez askere çağrılıyor. Her ne sebepten olursa olsun muhalif olduğunuz için hayatınızın ağırlığı azalıyor. Hukuk sizin çevrenizden dolanıyor. Temel yurttaşlık hakları sizin için artık işlemiyor.

Mahmut Murat Ördekçi, açlık grevlerine katılmamıştı, mensubu olduğu harekete eleştirileri vardı ama son tahlilde solcuydu. Vicdanı vardı ve muhalifti. Üstelik yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Adli Tıp raporuna göre uzun namlulu bir silahla sırtından vurulmuş ve can çekişirken yarası bıçakla deşilerek öldürülmüştü. Ağabeyi, çevirmen ve ekşi sözlük yazarı, arkadaşım Mehmet Ördekçi’ye göre, ihtimal kullanılan merminin özelliğini saklamak için böyle bir uygulama yapılmıştı. Belki de birbirlerini vurdular demek için. Ama yarası bıçakla deşilirken henüz yaşıyordu. Hayatını kurtarmak yerine vahşice öldürdüler. Tıpkı aynı cezaevinde vurulan Mustafa Yılmaz ve Cengiz Çalıkoparan’a yaptıkları gibi. Sonra utanmadan cinayetlerine hayata dönüş dediler.

Murat’ın ailesi, açılan tazminat davasını kazandı. Ülkede vicdanlı yargıçlar da vardı. Ama Sevgili Mehmet’in dediği gibi duvarlarından evlat acısı sızan bir evde, yürekleri kavrulan bir ana babayı nasıl huzura erdirebilirsiniz?

Hele suçluların üzerine kamuflaj örterek!