ABD Medyası

Sorun özgür bir toplumda yaşamayı mı, yoksa eğitimli kitleler ördek adımlarla yönetime gelmeye çalışıp bildik sloganları tekrarlarken ve toplum bozulurken, sersemlemiş bir hayvan sürüsü olarak başka taraflara yönlendirilmiş, dehşete düşmüş, vatansever sloganlarla çığlık atan, kendi hayatları için korkan ve kendilerini yıkıntıdan kurtaran lidere korku içinde hayranlık duyanlarla beraber kendiliğinden yayılan totaliter bir sistemde mi yaşamak istediğimizdir. Başkalarının bize dünyayı parça parça etmek için para ödeyeceğini umarken bizi itaate zorlayan, baskıcı devlete hizmet ederken buluyoruz kendimizi. Seçenekler işte bunlar. Yüzleşmek zorunda kaldığınız seçenek. Bu sorulara yanıtlar senin benim gibi insanların, bizim elimizde.

Chomsky, 1997: 57

11 Eylül sabahı bir yolcu uçağının Dünya Ticaret Merkezi’nin binalarından birine çarpmasıyla başlayan saldırılar, tüm dünyayı şaşkınlık içerisinde bırakırken, ABD medyası hiç çekinmeden savaşı başlattı. Televizyon kanalları “saldırı altında Amerika” yazılı ekran bantlarıyla uçakların DTM’ye ve Pentagon’a çarpışını defalarca gösterip, olaylar hakkında kesintisiz yayın yaparken, ilk birkaç saat içinde “terör uzmanı” muhabirlerce suçlunun adı konmuştu bile: Üsame bin Ladin, Afganistan, Ortadoğu ve hattâ İslâm. Suç terörist saldırı, nedeni ise Amerikan “özgürlüğü ve demokrasisi”nden nefretti. Henüz aradan on iki saat bile geçmeden Rupert Murdoch’a ait en çok satan tabloid New York Post “Amerika Savaşta” manşetiyle New York’ta hemen herkesin elindeydi.

SAVAŞ ÇIĞIRTKANLARI

Saldırının hemen arkasından tüm ana televizyon kanalları 24 saat kesintisiz yayında aynı sahnenin değişik açılardan görüntüsünü vermeye başladılar. Haber süreci öncelikle olgulara, uçakların kaçırılması ve ulusal simgelere saldırılmasının kronolojik değerlendirilmesi ve olay tanıklarının stüdyolarda konuk edilmesine odaklandı. Elbetteki hemen her gösteride izlenen hükümet eski görevlileri olan “uzmanlar” ile röportajlarla birlikte yayın akışı da yeni bir anlam kazanmaya başladı.

Henry Kissinger, Madaleine Albright, Alexander Haig, George Schultz, Schwartzkopf, Holbrooke ve sayısız eski CIA ajanları -ki Soğuk Savaş sırasında Afgan gerillalarını Sovyetler Birliği’ne karşı eğiten, Nikaragua’da kontr-gerilladan sorumlu CIA eski çalışanı Vincent Cannitraro ABC kanalında haber yorumcusu olarak- ABD’nin bir an önce harekete geçmesi(!) gerektiğini söyleyebilmek için resmî geçide başladılar. Yıllarca “teröristler”le ilişkili biri nasıl olup da terörizmi kınayabiliyor sorusunun yanıtı da elbetteki tarihsel olgulardan tamamen arındırılmış bir yayıncılık anlayışının altında yatmaktadır. Başka bir deyişle propagandanın.

“Propaganda modeli, varlık ve güç eşitsizliği üzerine ve modelin çok düzlemli etkileri kitle iletişim araçlarının çıkar ve seçimleri üzerine odaklanır. Para ve gücün, yayımlanmaya uygun haberlerin hangi yollarla filtre edildiğinin, muhalefetin nasıl marjinalize edildiğinin, ve hükümet ile baskın çıkarların mesajlarının kamuya nasıl ulaştırıldığının taslağını çizer.”(Herman ve Chomsky, 1988:2)

Bir anda, ABD’nin ne yapabileceği fikirlerinin ve spekülasyonlarının “ABD ne yapmalı?” sorusuna yanıtlara dönüşmeye başlamasıyla birlikte, “savaş” yanıtını da almak çok uzun sürmedi. eski Devlet Bakanı Lawrence Eagleburger, CNN’e yaptığı açıklamada

“Bu tür insanlarla başa çıkmanın yalnızca tek yolu vardır ve bu da bir kısmını öldürmektir, doğrudan ilişkileri hemen bulunamayanları bile.”

derken, tekrarlanan birtakım görüntüler, sesler ve imgeler kamunun öfkesini de manipüle etmeye devam ediyordu.

Saldırıyı üstlenen olmadığı gibi, sorumlulukları olmadığını bildiren Filistin, ilk olarak zanlı olarak ilân edildi. Hattâ CNN, -birkaç gün sonra siber alanda ciddi tartışmalara yol açacak olan- “saldırıya sevinen Filistinli çocuklar” görüntülerini tüm dünya televizyonlarına sattı. Suçlunun bir an önce adını koymaya çalışan medya, Bin Ladin’e kısa sürede karar verdi; ortada henüz hiçbir kanıt yokken. Tıpkı 1998’de Oklahama City’deki bombalama olayının sorumlusunun Araplar olduğunun ilân edilmesi gibi. Medya yine tarihi çabuk unutmuştu. Üç yıl önceki saldırıyı beyaz bir Amerikalının yaptığı ortaya çıkmış ve bir ay önce de saldırıyı yapanın ölüm cezası infaz edilmişti.

Uluslararası hiçbir görüşe yer vermeyen medya, ABD’nin uluslararası hukuk kurallarını da çiğniyor olduğunu fark etmemekle kalmayıp, misilleme yapmak üzerine söylemini genişletti. CNN, Kabil’de patlayan bir silâh deposunun görüntülerini yayımlarken “İşte, Amerika saldırdı” düşünceleri, patlamaların ABD ile bir ilgisinin olmadığı “bilgisi” ile sonlandı. Görüntüler canlı yayımlanırken, muhabir bir diğerine bunların halen devam eden iç savaş ile ilgili olabileceğini söylediğinde meslektaşından şu karşılığı aldı: “Aa, orada iç savaş mı var?”

Bu noktada önemle üzerinden geçilmesi gereken bir konu da televizyonun haberin kendisi olmasından doğabilecek sorunlardır. Körfez Savaşı ve medya arasındaki ilişki, “savaşta medya”dan çok, “bir televizyon savaşı olarak Körfez Savaşı” şeklinde tanımlanabilir. Her ne kadar Gannett Foundation raporunda, medyanın -özellikle CNN- “çok iyi iş çıkardığını” belirtse de, pek çok araştırmacı tarafından medya (ABD medyası) eleştirilmiştir. Savaş sırasında yaşananlar 20. yüzyıl ‘postmodernizmini’ çok güzel betimlemektedir.

Bağdat semalarında, bir havai-fişek gösterisini anımsatan ‘patriot’ füzelerinin uçuşu, 1990’ların yetişkinlerinin akıllarından asla silinmeyecek görüntülerdir. Ancak savaştan hatırlanan tek şey işte bu görüntülerdir. Kansız savaş görüntülerinin, savaşı meşrûlaştırdığı gerçeğini yadsımak mümkün değildir. Medyanın savaş kahramanı General Schwarzkoph (televizyonun mit yaratmadığını kim söyleyebilir ki?) ya da her akşam ve gündüz tüm dünyada evlerin vazgeçilmez konuğu olan CNN muhabiri Peter Arnett bu gösterinin asıl oyuncularındandı (elbette Saddam Hüseyin ve George Bush hariç). Pek çok kere, başka hiçbir Ortadoğu uzmanı olmamasından dolayı (!) General’in açıklamalarıyla tüm dünya aydınlandı.

Televizyon söyleminin, potansiyel bir manipülatif gücü vardır. Körfez Savaşı’yla “kamu”, belleklerinin, bilinçlerinin ya da hayal güçlerinin sesine karşı nasıl sağırlaşılabileceği konusunda bir televizyon dersi almıştır.

Baudrillard’ın, kitle iletişim araçlarının haberin ahlâksızlık aşaması olarak nitelendirmesi ve terörün müsebbibini medya olarak değerlendirmesi Körfez Savaşı hakkında fikir yürütmeyi kolaylaştırıyor. Baudrillard’a göre kitle iletişim araçları “görünüşte daha çok toplumsal üretirken, toplumsal ilişkilerle toplumsalın kendisini derinlemesine nötralize” (Baudrillard, 1996:60-68) etmektedir.

Yani medya, bir iletişim aracı (a mean of communication) değildir, çünkü geri besleme ve bilgi değişimi yoktur. Baudrillard, kamuoyu araştırmalarını da birer “gösteri” olarak değerlendirir. Bu durumda “kitlelere önerebileceği tek politik strateji medyayı ciddiye almayı, oyun oynamayı reddetmek; medyayı bir ‘gösteri’ olarak kabul etmektir.”

Medya, Poulantzas’ın ifadesiyle devletin “ideolojik aygıtı” olduğunu da bir kere daha kanıtladı. Savaş çığırtkanlığı yapan medyanın sahipliğine yalnızca bir örnekle baktığımızda varoluş nedenlerini ve savaşı nasıl meşrûlaştırdığını anlamak da çok zor olmayacaktır. Ulusal yayın yapan en büyük televizyon örgütlerinden biri NBC’nin sahibi General Electric’tir. GE’nin yalnızca ampul değil, silâh da ürettiği ise hiç de gizli olmayan bir gerçektir. Elbette ki NBC’nin savaş yanlısı yaptığı her yayın sahibinin kâr amacını gözler önüne sermektedir.

Rupert Murdoch’un da küresel pazarda benzeri çıkarlar beklentisinde olduğu gözönünde bulundurulursa, New York Post’un sert ve kaba “Öldürün o alçakları!” (12 Eylül), “Bu bir savaştır!” (13 Eylül) ya da “Bu teröristlere yataklık eden bütün devletleri yerle bir edin!” (16 Eylül) manşetlerinin gerekçelerini anlamak da çok zor olmayacaktır. Bu sözleri söyleyenlerin, “ABD terörizmi hiç destekledi mi; sivillerin bir hedef olması ne zaman ve nasıl başladı; terör bombalamalarının tarihi nedir; bu tür bombalamalar Amerikan politikalarıyla ilişkili midir; Nikaragua, Irak, Endonezya, Doğu Timor, Kolombiya, Lübnan, Vietnam ya da Sudan’da yaşananlar ‘devlet destekli terörizm’ değil miydi?” sorularını kendilerine sormadıkları çok açık.

Büyük medya tekellerinin (NBC, New York Times/Boston Globe, AOL/Time Warner gibi) yöneticilerinin aynı zamanda Ortadoğu’da petrol işi yapan Texaco, Shell, Exxon Mobil gibi şirketlerin de yönetim kurullarında olduğu gerçeği ise bölgede savaşın petrol üzerindeki iktidarla da ilintili olduğunu anlamak çok zor olmayacaktır.

Bazı yayınlar, savaşa koşunun ön sıralarında yer aldılar elbette:

“Amerika her zaman iyilik için güç kullandı. Üsame bin Ladin olmasa da, onun gibileri destekleyen devletler acı hissetmek zorundalar. Şam’ın ya da Tahran’ın bir bölümünü yerle bir etmek bile çözümün bir parçasıdır.” Rich Lowry, Washington Post, 13.9.2001.

“Afganistan çöllerinde Bin Ladin’e karşı nükleer güç kullanılmalıdır. Bunun aşağısında bir iş yapmak ABD’nin ve şu anki yönetimin korkaklığı olacaktır.” Thomas Woodrow, Washington Times, 14.9.2001.

“Terörist saldırıyı düzenleyenlerin yerini tespit edebilecek kadar zamanımız yok... Ülkelerini işgâl etmeli, liderlerini öldürmeli ve onları Hıristiyanlığa geçirmeliyiz. Hitler’i bulmak için yeterli zamanımız yoktu. Alman şehirlerine bombadan halılar döşedik; sivilleri öldürdük. O bir savaştı. Bu da savaş.” Ann Coulter, New York Daily News, 12.9.2001.

“Kanlarının dökülmesi lazım. Gelecek ay değil, gelecek hafta değil, şimdi. Kim bunlar? Kimin umrunda... Yerlerini bulun. Bombalayın. Geriye kalan yıkıntılarını, enkazlarını bir kere daha bombalayın.” Başyazı, New York Post (13.9.2001)

HER YERE BİR AMERİKAN BAYRAĞI

Noam Chomsky kendisiyle yalnızca bir sene önce yaptığımız söyleşide şunları söylüyordu. (Duran ve Şanlıer, 2000:7-9)

“Amerikan devleti ülke içinde kendisine karşı gelebilecek tepkileri suç kapsamına sokarak, sorunu şiddete başvurmaksızın ya da az başvurarak çözmeye çalışıyor... [ABD’nin dış ilişkilerinde] şiddeti çok sık ve yaygın bir biçimde kullandığını görüyoruz. ABD’nin uluslarası konumdaki rolü ve tutumu onu sürekli olarak her yerde, her zaman kolaylıkla askerî müdahale yapmaya yönlendiriyor. Uluslararası bir güç olmak istediği için şiddete başvuruyor.” (...)

“Milliyetçilik dışlayıcıdır. Başka türlüsü milliyetçilik olmaz. Eğer dışlayıcıysa, gerek uluslararasında gerekse devlet içinde çıkar ve hak çatışmaları olduğunda şiddeti körükleme eğilimi taşıyacak demektir. Yani milliyetçiliğin içerdiği şiddet, dışlayıcılığından kaynaklanır….[sömürgecilik] ve emperyalizm, dışlayıcı politikalarını haklı çıkarmak için ırkçılığı ve milliyetçiliği öne sürecek.”

Saldırıların ardından milyonlarca Amerikalı televizyonlarının başından ayrılmadan otururken, çarpıtılmış, eksik ve ideolojik yayınlar Müslümanlar ve Arapları “soğukkanlı katiller, korkaklar ve alçaklar” olarak nitelendirdi. ABD hükümeti ve medya henüz ellerinde kanıt yokken saldırıların Ortadoğu kaynaklı olarak belirttiklerinde, kamunun bilgisi, failin “Müslümanlardan” olduğu, rızası ise “onlara savaş açmaktan yana” imal edilmişti. Taliban ve Afganistan ilişkisi hakkında soru sormayan kamu için Afgan halkı, işgâl edilmiş Filistin ve ambargolarla acı çeken Irak gibi, medya tarafından düşman ilân edildi. Sonucu ise ABD’nin çeşitli bölgelerinde Müslüman, Arap ve hattâ Güney Asyalılara saldırılar oldu. Hiçbiri egemen medyada yer almadı ta ki, bir Sih sakalından ve başındaki sarıktan dolayı Arap’a benzetilip öldürülünceye kadar (16 Eylül). Müslüman insanlar ve işyerleri de olası saldırılardan korunmak amacıyla, zaten Amerikan vatandaşlarının dört bir yanı donattığı gibi, Amerikan bayrağı taşımaya ya da asmaya başladılar.

Chomsky, Belgrad’dan Radio B92 ile yaptığı söyleşide (17 Eylül), şovenist sağın daha da güçleneceğini ve bunun da ileride olacakların geçmiş zulümlerden daha da zor yaşanacağının kötü bir habercisi olduğunu belirtti. Bin Ladin’i “ölü ya da diri” isteyen Başkan Bush, televizyon ekranına defalarca ve gazetelere ise manşetten dünya devletlerine seslendiği “Bu savaşta ya bizimlesinizdir ya da teröristlerle!” sözleriyle geldi.

ABD medyası hiçbir alternatif sese yer vermezken, İngiliz Independent gazetesi Ortadoğu muhabiri 13 Eylül tarihli köşesinde şöyle diyordu:

“Sekiz yıl önce neden bu kadar çok Müslümanın Batı’dan nefret eder duruma geldiklerini açıklayan bir televizyon dizisinin yapımında çalışmıştım. Dün gece bu filmde yer alan, yakınları ABD yapımı bomba ve silâhlarla yakılıp öldürülmüş kimi Müslümanları anımsadım: Bana kendilerine Allah’tan başka kimsenin yardımcı olamayacağını söylüyorlardı. Teknolojiye karşı teoloji. Nükleer güce karşı intihar eylemcisi. Şimdi bunun ne demek olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.”

Bu sözler, saldırıyı gerçekleştirenlerin Amerikan demokrasi ve özgürlüklerine değil, sömürgeci ve ırkçı politikalarına karşı duruştan geldiği hakkında fikir veriyor.

ALTERNATİF YAYINLAR VE İNTERNET

Egemen medyanın karşısında kamu çıkarını gözetecek, çoksesli ve alternatif yayınlara ancak internette rastlamak mümkün. Bağımsız yayın kuruluşları indymedia.org ya da zmag.org gibi siteler gerek akademisyenlerin gerekse halkın eleştirel görüşlerinin yayımlanmasına olanak sağladılar. Bazı sitelerin servis sağlayıcılarının CIA tarafından bloke edilmesi ya da elekronik postaların izlenmesi gibi kanıtlanmamış bir takım bilgiler de gene internette yer aldı. Elbetteki ırkçı ve nefret içeren yayınlar da web sitelerinde yer aldılar. Kimi zaman haberi çarpıtma ya da yanlış haber yayımlamanın, spekülasyonun en dikkat çekici olanları gene internet sitelerindeydi.

Brezilyalı bir öğrenci, Marcio A. V. Carvalho’nun, bir tartışma forumuna gönderdiği “CNN’in Filistin görüntüleri 1991 yılına ait” elektronik postası dünyanın her yanına çok kısa sürede bir efsane olarak yayıldı. Daha sonra CNN’in bu haberi yalanlamasıyla, Carvalho yeniden gönderdiği postayla şöyle açıklama yapıyordu:

“Bu, kesin olmayan bilgi için özür dilerim; maalesef eski postamdaki bilgiyi kanıtlayamıyorum. Bu fikri kendi kendime çıkardım ve onaylanması halinde çok önemli olduğuna inandığım için sizler için yeniden ürettim.”

Eleştirel sesler, egemen medyada yayımlanamazken savaş karşıtı binlerce insanın, 21 Eylül’de New York’ta katıldığı yürüyüş CBS kanalına 9 saniyelik bir haber olarak girerken -ki yürüyüşten hiçbir görüntü olmaksızın-, Yankees stadyumunda maç öncesi Diana Ross’un söylediği “Tanrı Amerika’yı korusun” şarkısı önce haber, sonra spor bülteninde toplam 12 dakika yer aldı.

Bu ise gene 1990 Körfez Savaşı ile ilgili başka bir gerçeği akla getiriyor:

“Çoğunlukla haberlerde olmayan ABD’nin politikasının eleştirel açıdan analizidir. Medyanın kural olarak izlediği yöntem, nesnel olanın savaşı desteklemek, savaş karşıtı olmanın ise önyargı taşıdığı şeklinde…. FAIR tarafından ABC, CBS ve NBC’nin gece haberleri üzerine yapılan ankette, görüşü alınan 878 kaynaktan sadece birinin ulusal barış örgütünün temsilcisine (Bill Monning, Nükleer Savaş Karşıtı Doktorlar) dayandığı görülür. Buna karşılık Amerikan Futbol Ligi’nden yedi oyuncu savaş hakkında yorum yapmak için ekrana çıkartılmıştır. Savaş karşıtı seslerin duyulmasına cok nadiren, örneğin konukların stüdyoda gerçekleştirdikleri tartışmalar içinde, rastlanmıştır. Barış hareketlerinin tipik görüntüleri doğa görüntüleri -parklarda, bahçelerde, göstericilerin doğal habitatı içinde- şeklinde verilmiştir. Savaş karşıtı hareketin görüşünü yansıtmak için network televizyonlarının yaptığı gibi rastgele göstericilerin görüşlerine dayanmak, hareketin tutarlılığını inkâr etmek demektir.” (Extra!, 1991:8)

Baudrillard, Jean. Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu. Çev.: O. Adanır İstanbul: Ayrıntı, 1991.

Baudrillard, Jean. “The Masses: The Implosion of the Social in the Media”, Media Studies : A Reader. Ed.: P. Marris ve S. Thornham. London: Edinburgh University, 1996.

Chomsky, Noam. Media Control: The Spectacular Achievements of Propaganda. New York: Seven Stories, 1997.

Duran, Ragıp ve İlke Şanlıer. “Noam Chomsky ile Medya, Küreselleşme ve Şiddet Üzerine”, Virgül, sayı 31, Haziran 2000.

Extra!, özel sayı. Sayı 4/3. Boston: South End, 1991.

Herman, Edward ve Noam Chomsky. Manufacturing Consent. New York: Pantheon, 1988.

New York Daily News; New York Post; New York Times; Washington Post

The Media At War: The Press and the Gulf Conflict Report. New York: Gannett Foundation Media Center, 1991.

www.indymedia.org

www.zmag.org