Irak: Amerika Bahane Arıyor

Irak’ta işlerin iyi gitmediğini söyleyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Üstelik bunlar sadece başından beri savaşa, Amerikan işgâline karşı çıkıp savaşın ve işgâlin muhtemel sonuçlarını önceden görenler değil; Amerikan başkanı Bush’dan, Savunma Bakanı Rumsfeld’e, kadar yönetimin önde gelen isimleri.

Savaşın kısa sürmesinin psikolojik etkisi ile küstahlaşan faşizan/muhafazakâr grubun savaşın sona erdiğini açıkladıkları Mayıs ayının ardından bir süre daha bu söylemi devam ettirseler bile işlerin pek de istedikleri gitmediğini saklamaktan kaçınamayacakları bir noktaya geldiler. Kitle İmha silâhlarının sadece bahane olduğu ve adı geçen silâhların 10 yıl önce imha edildiğinin Birleşmiş Milletler Silâh Denetçilerinin başında bulunan Hans Blix tarafından açıklanmasının ardından
-Blix’in savaş öncesinde neden bu kadar net konuşmadığı hâlâ soru işaretidir- Saddam Hüseyin yönetiminin 11 Eylül ile bağlantısı olmadığının George W. Bush tarafından açıklanması ile[1] Irak’ın işgâli için daha önce öne sürülen gerekçeler ortadan kalkmış oldu. Her ne kadar tüm temelsiz gerekçelere sağduyu sahibi kimse inanmadıysa bile Amerikan yönetimi savaş öncesi başlattığı psikolojik ataktan galip çıkmış, dünyadaki “büyük medya” aracılığı ile gerekçelerini sağlamlaştırmıştı.

Washington yönetimi artık eski söylemini bırakarak, öne sürdükleri kitle imha silâhları gerekçesinin temelsiz olduğunu açıklamakta beis görmeme noktasına geldi. Ancak Bush yönetimi 7. ayına giren Irak’ın işgâlinde aslında tüm dünyayı dezenforme etmelerinin yanı sıra Irak’ta nelerin yaşandığını da saklayamayacakları noktaya geliyor. Masrafların aşırı şişmesinden dolayı ek bütçe talebinden, Irak için ortaya konulan siyasî hayatın normalleşmesine yönelik takvimin planlandığı gibi yürümeyeceğine kadar birçok noktada önceden hesaplayamadıkları bir durumla karşı karşıyalar.

İşgâl sonrasını iyi hesaplayamayan Amerikan yönetimi, savaş öncesinde iştahını kabartan Irak’taki ekonomik kaynakları hemen kullanmak bir yana, bu kaynakları kullanmak için gerekli altyapıyı harekete geçiremeyi beceremediği gibi, bu kaynaklar “gönül rahatlığıyla” kullanmak için ülke içindeki sağlaması gereken konsensusu sağlamaktan çok uzakta görünüyor.

Başarısızlığın nedeni olarak Amerikan yönetimine yön veren stratejistlerin, akademisyen ve düşünce kuruluşlarının bölgeyi okuyamadığı gösterilse de asıl nedenin Irak halkının işgâli kabul etmeyişi, büyük çoğunluğun sessizce işgâle karşı çıkmasıdır.

Saddam Hüseyin diktatörlüğünün tahminlerden kolay devrilmesinin sarhoşluğunu üzerinden atamayan işgâl güçleri, o günlerin “sahte zafer”inin ardından Irak’ın asıl sorunları ile yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Çünkü savaş ne kadar sahteyse, işgâl o kadar gerçektir; Amerikalılar ve Iraklılar için. Amerikalı askerlerin kendilerini en güvenli hissettikleri, bir anlamda Amerikalılar için “güvenli bölge” sayılabilecek, kuzey-Kürt bölgesinde bile “tatsız” olaylarla yüzleşmektedirler.

Eylemsel düzeyde bir karşı çıkışın yanında Irak halkının gündelik pratiği, insanların yaşama alışkanlıkları, “serbestliğin” getirdiği düzensizlik ve yaşanan başıbozukluğun işgâle karşı zihinsel bir karşı çıkışta payı olduğu ortadadır.

İşgâl kuvvetlerine göre saldırıları düzenleyen, Saddam Hüseyine bağlı gruplar, Arap ülkelerinden Irak’a sızan savaşçılar ki, bunların sayısı sürekli olarak abartılmaktadır, El-kaide yandaşları ve çeşitli muhalif ama sayıları az olan gruplardır. Tüm bunlar doğru olmakla, hemen hergün Amerikan askeri öldürülmekle birlikte, eylemlilik anlamında Irak’ta en azından şimdilik düzenli organize ve sitematik bir direniş olduğunu söylemek oldukça zordur.

Irak’taki işlerin istediği gibi gitmediğini gören Amerikan yönetimi, ülke içinde yeni yeni filizlenmeye başlayan muhalefet, savaş sırasında ve sonrasında Bush yönetimine verilen desteğin tersine dönmesinin etkisi ile kendi başarısızlıklarına kılıf bulma çabasındadır. Savaş öncesini hatırlayacak olursak; Amerika dünyanın en büyük ve en tehlikeli ordusuna karşı savaşacaktı. Medya aracılığı ile bu argümanı başarılı bir şekilde kullanan-inandıran Amerika en azından kendi kamuoyunu Irak’taki “melanet” konusunda ikna etmiş, sadece ve sadece işgâli meşrûlaştırmak için karşısındaki gücü olduğundan büyük ve ölümcül göstermişti. Savaşta tutan bu taktik yeniden uygulanmaya konulmaya çalışıyor, çünkü işler planlandığı gibi kolay gitmiyor. Savaş öncesinde Saddam Hüseyin’in yerini şimdi “teröristler” almış durumda.

Her ne kadar hâlâ Irak’ta Amerikan askerlerine darbe vuran, farklı gerekçelerle de olsa “direniş”e katılan gruplar, Amerikan yeni sağı ve halkının söyleminde “terörist” olarak lanse edilmeye çalışılsa bile bu söylemin uzun süre devam etmeyeceği ortadadır. Ancak Amerikan askerlerinin davranış tarzları, işgâlin ötesinde “terör”dür. Çünkü Irak’ta beklemedikleri koşullarla karşılaşan Amerikan askerlerinin paranoyasına sadece ayakta kalabilmek ve yaşamak eklenince politikaları sertleşmiştir; 11 Eylül sonrası Amerikan halkının dolayısıyla askerlerinin bilinç altında Arap ve Müslüman olmanın ne anlam taşıdığını tartışmaya da gerek yoktur.

Irak’ta sistematik ve topyekün bir direnişin olmaması, ileride de olmayacağı anlamına gelmemekle birlikte, Irak’ta toplumsal/dinî/etnik yapı itibariyle birçok şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu, Saddam Hüseyin’in despotik yönetiminden sonra halk işgâl baskısı karşısında her patlamaya hazır birer fitil haline gelmiştir. Birçok kişiye göre işgâl kuvvetleri direnişten çok kendileri ve bilinmeyen “düşmanla” çevrilmiş toprakların koşulları ile mücadele etmektedirler.

Amerikan ulusunun zihninde ve tarihinde önemli bir yer tutan Vietnam, Irak konusunda da sürekli referans yapıyapılmaktadır. Vietnam-Irak benzetmesi birebir uymamakla birlikte en azından psiklojik olarak benzer belirtiler ortaya çıkmaktadır.[2]

Üstelik Amerikan kamuoyu Vietnam savaşının ilk zamanlarında olduğu gibi bilgiye ve görüntüye daha kolay ulaşabilmekte ve Amerikan medyasıyla yarışacak düzeye gelmemesine rağmen, Arap medyası farklı kanallardan olanlarla ilgili bilgi aktarabilmektedir.

Dolayısıyla, önümüzdeki süreçte hem sivil hem de asker ölümleri saklanamayacak düzeye gelebilir.[3]

Irak’ta işgâlin yarattığı karmaşa ve kaosun ardından daha oturmuş bir yapı ile birlikte yeni bir dönemin açılması beklenmektedir.

Ancak Irak’ta Amerika’nın oturtmaya çalıştığı işgâl yönetiminin nasıl hayata geçeceği bilinmemektedir ve süreç Amerikalıların tahminden daha uzun sürecek gibi görünmektedir.[4] Çünkü çok bilinmeyenli bir denklem olan Irak’ta sadece yönetim değil, ülkede inisyatif kapasitesine sahip, ancak hâlâ kenarda duran gelişmeleri izleyen hattâ işgâlin sona ermesinden sonra tavrını ortaya koyacağını açıklayan gruplar söz konusudur ve bu gruplar sessizliğini korumaktadır. Ülkede çoğunluğu oluşturan Şii’lerin büyük bölümünü bu kapsam içinde değerlendirebiliriz.[5]

Üstelik, Irak’ın her türlü provokasyona açık bir toprak olduğu düşünülecek olursa, uzun vadede sesizliğini koruyan bu gruplar ülkede meydana gelebilecek bir iç savaşın önemli aktörleri de olabilirler.

Bu yüzdendir ki, Amerika için Pandora’nın kutusu tam açılmış değil ve hâlâ Irak’ta topyekûn şiddet ve eylemsellik anlamında bir direniş henüz başlamamış, ancak olgunlaşmak üzeredir. Yıllardır demokratik bir toplum ve muhalefet yapısından uzak, diktatörlüğün belirleyiciği altında refleksini kaybetmiş olan Irak toplumu işgâle sessiz bir direniş göstermekte, sokaklarda topyekûn bir hareketlilikten söz edilmemektedir. Bunu Irak toplumunun geçmiş tecrübeleri ya da tecrübesizliğinden kaynaklığını söylemek yanlış olmaz.

Irak’ın demokrasi tecrübesizliği bir yana, farklı etnik yapısının ötesinde feodal bir altyapı ülkede hâlâ belirleyicidir. Saddam Hüseyin döneminde bu fedoal yapılar ayakta tutularak, rejimin devamı sağlanmıştır. Karşılıklı rant ilişkisi sonucu bu yapı son yıllarda daha da güçlenmiş zaman zaman mezhep ayrılığının önüne geçmiştir.

Aşiretler içi bireysel ve ailevi bağlılık, eski rejim sırasında sahip oldukları çeşitli ayrıcalıkları yitirmeleri ve maddi kayba uğrayan bu grupların Amerika’ya karşı tavır göstermeleri Amerika’nın okuyamadığı konulardan biridir. En yakın örnek Ubeydi Aşiretidir. Irak’a asker gönderme konusunda istekli, istekliden öte, tüm aksi göstergelere rağmen ısrarlı olan AKP Hükümeti Irak’ta nabız yoklama çerçevesinde Ankara’ya davet ettiği Ubeydi Aşireti’nin liderlerinden Arif El Ubeydi, “Türk askerinin kendi sınırına yakın olan yerlerde görev yapabileceğini” söyleyerek Ankara’yı umutlandırmıştır. Kapalı kapılar arkasında ne tür pazarlıkların yapıldığı bilinmemekle birlikte aynı kişi Kerkük -Yumurtalık boru hattına düzenlenen sabotaj nedeniyle tutuklanmıştır. Aşiret liderinin açıklaması hem eski rejimle nasıl bir ilişki içinde olduğu ve yabancılardan beklentilerini açıkça ortaya koymuştur: “Amerikalılarla boru hattının güvenliği için 100 kişiye 100’er dolar ödenmesi yönünde anlaşmaya varılmıştı. Ancak Saddam Hüseyin döneminde bu sayı daha fazlaydı. Bu yüzden işsiz kalan aşiret üyeleri bu sabotajı yapmış olabilir”. Ubeydi, bir yanda Irak’taki koruculuk sistemine benzer bir sistemin eskiden beri var olduğunu ve şimdi güvenliğin de bir karşılığı olduğunu söylemektedir. Bu gruplar eski Baas rejimini savunmakla birlikte rant karşılığı yeni dönemden de nemalanabilmeleri de kolaydır.

Farklı gerekçelerle yola çıksalar da çeşitli adlar altında faaliyet gösteren Baasçı örgütler şu anda çatışmaların öncülüğünü yapmaktadır. Irak Silâhlı Kuvvetleri, Direniş ve Kurtuluş Genel Komutanlığı, Yeniden Geri Dönüş, Vatansever Cephe, Irak Halkının Kurtuluş Cephesi, Yılan’ın Başı Hareketi, El Hüseyin Birlikleri.[6]

Amerika işgâlde zorlanmakta ve sıkıştığı oranda yanına farklı ülkeleri taşıyıp sorumluluğu devretmek istemektedir. Amerika’da alttan alta başlayan tepkilerin önüne geçmenin yolu en fazla sayıda Amerikan askerini evlerine döndürmektir.

Önümüzdeki yıl yapılacak Amerikan seçimlerini düşünecek olursak askeri zaiyatın artması ve askerlerin görev sürelerinin uzaması Bush yönetimi için eksi bir puan olacaktır. Üstelik, Türkiye dahil Irak’a sokulmak istenen diğer ülke askerlerinin en tehlikeli bölgelere yerleştirilecek olmasını Amerika’nın “kötü niyeti”i olarak değerlendirmek yanlış olmayacağı gibi Amerikan askerlerinin yorulduğunu da ortaya koymaktadır. Ancak tüm bu yaşananlar sadece Amerikan askerleri için değil, Irak’ta bulunan ya da gidecek tüm yabancı kuvvetler için geçerlidir.

METE ÇUBUKÇU

[1] Milliyet 17 Eylül 2003.

[2] Mete Çubukçu, Radikal 2, 21 Eylül 2003.

[3] Robert Fisk, İndependent’dan Çeviri, ntvmsnbc.

[4] Paul Bremer, ABD’nin Irak yöneticisi Radikal 11 Eylül 2003.

[5] Mete Çubukçu Röportajı, Ntv, 20 Ağustos.

[6] Stratejik Analiz, Eylül 2003.