Elektronik Denetimin Sınırlarında Demokrasi

GİRİŞ

Teknolojik gelişme günümüz dünyasında toplumsal örgütlenmeleri ve kültürel pratikleri büyük bir hızla dönüştürebilme potansiyeline sahip bir temel belirleyici olarak görünmektedir. Bu nedenle teknoloji kullanımı ve sonuçlarının toplumbilimsel çözümlemesi, öncelikle teknolojiyi bir ‘teknik’ olgu olarak değil, tüm bir toplumsal evreni bütünsel olarak düzenleme yetisiyle donatılmış bir ilişkiler sistemi olarak tanımlamayı gerektirir; çünkü teknolojiyle gelen, yalnızca tekil ya da bütünleşik kullanımlı ürünler ve bunların bağlı oldukları bir bilimsel bilgi düzeyi değil, aynı zamanda, başlıca işlevi, o belirli teknolojik aşamanın meşrûlaştırılması olan bir ideolojik bağlamın kurumsallaşmasıdır. Teknoloji salt bir ‘kullanım’ düzeyi olarak değerlendirilmemelidir; ondan çok daha ötede bir ‘ilişki’ ve ‘algılayış’ tarzının geliştirilmesini ateşleyen bir ‘özdeşleşme’ düzeyidir. Bireyin teknolojik ürün ve onun imlediği ideolojik bağlamla bütünleşmesi, bir yandan özerklik yanılsaması şeklinde beliren bir mikro tatminler alanı yaratırken diğer yandan bu kamuflaj altından akan kapsayıcı bir denetim sürecini devreye sokar. Her denetim aşaması bir öncekinden daha karmaşık, daha ayrıntılara nüfuz edebilen ve daha sarmalayıcı bir görünüm arz eder. Denetim süreci kuşkusuz süreğen bir yapı şeklinde düşünülmelidir; gündelik yaşamın akışını belirleyen en önemli etkenlerden biri olarak görünmez bir ‘heryerdelik’ oluşturur. Denetimi gerektiren ve kurgulayan ekonomik bağlam, diğer bir deyişle yeryüzü ölçeğinde örgütlü ve etkin bütünleşik kapitalist sistem, teknolojinin denetim özelliğini mümkün olduğunca zaman ve mekân eksenlerinde yayma, onu teknolojik ürünlerin kültürel değerlerinin ayrılmaz bir parçası, daha da öte varlık nedeni haline getirme eğilimindedir. Teknoloji kullanımının bir denetim sürecine dönüşmesi, aynı zamanda bu yaşamsal işlevin gizlenmesini gerektirmektedir; çünkü yaratılan her yeni kullanım alanı bir öncekinden daha denetleyici olduğundan, gizlenmesi daha fazla gereken bir aşama olarak belirir; bu ise ürünlere git gide daha fazla görsellik ya da gösteri özelliği eklemlenmesine neden olmaktadır. Günümüzün teknoloji fetişizmine boğulmuş biçim-merkezliliği, titizlikle gizlenen denetim işlevinin en belirgin görünümünden başka bir şey değildir. Teknolojiyi bu haliyle sunan sistem, ürünün gösteri özelliğini yaratmakla kalmamakta; onu, salt bir biçim olmaktan öte, bir ekonomik zorunluluk olarak sunmaktadır. Bugünün dünyasında bireyin marûz kalmakta olduğu tüm bir teknoloji söylemi de işte bu noktada kurulmakta, her ürünün kullanımında mutlaka başvurulan atıf “hayatı kolaylaştırmak” motto’su olmaktadır. Oysa çoğu zaman “kolaylaştırılan hayat”ın bileşenleri karanlıkta kalmaktadırlar.

“KOLAYLAŞTIRILAN HAYAT”IN BİLEŞENLERİ

Küresel kapitalist sistem, teknoloji kullanımıyla sağladığı ideolojik denetimi böyle bir işlevin “gereklilik” olarak sunulabileceği ekonomik ortamda kurarak bir yandan kâr maksimizasyonunu garantilemekte diğer yandan bireylerin ürünlerle ilişkilerini doğallaştırılmış bir dekor içinde düzenleme olanağına kavuşmaktadır. Bu sistemin temel taşları olan çok uluslu şirketler, yalnızca teknolojinin üretim koşullarını denetlemekle kalmazlar, aynı zamanda pazar ekonomisinin gereklerine uygun bir şekilde, bu süreci bir genel strateji haline getirirler. Böylece birçok üretim aşaması yerel üretim birimlerine aktarılıp maliyetlerin en azda tutulması sağlanırken, özellikle elektronik teknolojisinde bazı stratejik parçaların merkezî üretiminden ödün verilmez; çünkü böyle bir bilgi paylaşımı ya da aktarımı, küresel kapitalist sistemin teknolojik bağımsızlığını ve belirleyiciliğini tehdit edebilir.[1] “Kolaylaştırılan hayat” işte bu noktada önceden tasarlanmış gündelik yaşam pratiği anlamını kazanmaktadır. Böylece hem ‘doğal’ akışında seyrettiği sanılan gündelik yaşam büyük ölçüde, en azından ekonomik temelleri açısından, belirlenmiş bir süreç haline gelmekte hem sürekli olarak bu ekonomik bağımlılıkları yeniden üretecek koşullar “gereksinim” olarak sunulabilmektedirler.

a. “Hayat”ı kurgulamak

Küresel ölçekte bütünleşmiş kapitalist üretim ilişkilerinin gerektirdiği ideolojik koşullama, teknoloji kullanımındaki denetim işlevinin doğallaştırılmasını sağlayan en önemli etken olarak kabul edilebilir. Böylece çözülmesi gereken “sorunlar”dan oluşan bir dünya kavramsallaştırması kurgulanmakta, teknoloji kullanımı bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Bir tasarlanmış algılayış modeli olarak “hayat”ı oluşturan temel özellikler, aynı ideolojik koşullamanın sonucundan olmak üzere kesintisiz bir yeniden üretim sürecini beslemektedirler. Buna göre bu döngünün (1) hız, (2) dolaşım, (3) yinelenme, (4) benzeşme ve (5) farklılıkların pazarlanması üzerine inşâ edilmiş olduğunu düşünebiliriz.

Gündelik yaşam pratiğini büyük ölçüde belirleyen teknoloji kullanımı, öncelikle hızın önem kazandığı bir toplumsal-ekonomik ortamdır. Bu nedenle değişim değeri olan her şey büyük bir hızla yer değiştirir. Günümüzün biçim ve gösteri ağırlıklı dünyasında hız, artık değişim değeri niteliğini de yitirmekte, bir anlamsızlaştırma stratejisi haline dönüşmektedir. “Hayat” sürekli daha hızlı devinme gereksiniminde olan bireyler, metalar, olgular ve kavramlarla doludur; ancak hıza duyulan gereksinim artık belli bir üretim biçiminin temposunu yansıtmaktan çok, onun yalnızca söylemini ödünç alan bir sahte-üretim alanı oluşturmaktadır. Artık yalnızca bir dolaşımdan söz etmek gerekmektedir; çünkü gelişen teknolojinin gereklerine uygun olarak artan hız, gündelik yaşamı oluşturan ögeleri çok daha kolay dolaşıma sokmakta ve aşındırmaktadır. Bunu, dolaşıma soktuğu nesnelerle söylemleri arasına mesafe koyarak değil, tam tersine, onları salt söylem parçaları haline dönüştürerek, diğer bir deyişle, durmaksızın yineleyerek yapar. Böylece anlamsızlaştırılan nesneler dünyasında sürekli bir benzeşme gözlemlenir. Ancak bu benzeşme, çoğu zaman standartlaştırılmış farklılıkların vurgulanmasıyla sağlanır. Her şey hem aslında bir homojenleşme sürecinde tektipleşmekte hem bu benzeşme, ‘farklılaşma’ ve ‘bastırılmış olanın ifade edilebilmesi’ şeklinde sunulabilmektedir.

b. Gereksinim yaratmak

Tüm bu kurgulama sürecinin önemli sonuçlarından biri, gündelik yaşamın sürekli bir ‘meşguliyet’ olarak olarak tanımlanıp uygarlık biriktirme anlamında bir üretime yönelik bir ‘iştigal’ alanına sahip olmaması olgusudur. Kapitalist etkinlik, “business”e tahvil edilmekte ve artık yalnızca hızlı bir dolaşımdan ibaret olmaktadır. Bu noktada ne önceki yüzyılın üretim tarzının bilinen biçimleri ne bunların tekabül ettikleri kültürel bağlamlar geçerlidir. Bugün üretimden çok sanal dolaşımın egemen olduğu bir ortamda, monolitik ve kapsayıcı tanımıyla ‘anlam’ yitip gitmekte, çok parçalı bir yan yana duruştan başka bir şey olmayan yeni bir ‘estetik’ ortaya çıkmaktadır. İşte bu kırılma noktasından türeyen ve genel bir ‘gösteri’ söylemine eklemlenen uçucu imler sistemi, bir yandan bir özerklik yanılsaması yaratmakta diğer yandan bu “özgürleştirici”lik iddiasını incelikli dokunmuş dev bir denetim aygıtına dönüştürmektedir. Biçimin egemenliğindeki ve anlamın geçersiz kılındığı bir dünya kavramsallaştırmasında denetim, büyük bir ‘festival’ dekoru içinde gizlenmekte ve bireyler tarafından içselleştirilmektedir. Denetimi artık gündelik yaşamdan yalıtılmış bir mekanizma olarak tasavvur etmek geçersizdir; o her yerdedir; ve her şeyde ‘mündemiç’tir. Bireyler denetimin uzantıları olan teknolojik ürünleri kullanma konusundaki arzululukları yoluyla sistemin gönüllü ajanlarına dönüşmektedirler.

Gösteri ortamı içinde gizlenen ve her teknolojik gelişme aşamasında daha ayrıntılanıp alan kazanan denetimin varoluşunu sürdürebilmek için oluşturması gereken en temel işlev, doğal olarak ‘gereksinim yaratmak’ olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, “kolaylaştırılan hayat” yalnızca bireylere benimsetilen denetleme süreci değil, bunun gelişen araçlarının devreye kolayca sokulabileceği bir yapay gereksinimler üretme ortamıdır; diğer bir deyişle gündelik yaşam pratiğine dercedilen bu döngüyü doğallaştıran bir ideolojik bağlamdır.

DENETİMİN DARALAN ÇEMBERİ

Gizliliğini toplumsal yaşamın en görünen alanlarına yayan denetim işlevinin, bireyi üç temel stratejiyle sarmalamakta olduğunu gözlemleyebiliriz: 1) Denetim her şeyden önce kayıt etmektir. Yazının icadından bugüne ‘kayıt’, siyasal yetkeyi elinde bulunduran egemen sınıflar için başlıca denetim yöntemlerinden biri olmuştur. Yazının egemenliğindeki bir kültürde, kamu söylemi, olguların ve düşüncelerin uyumlu bir düzenlemesi ile belirginleşir;[2] bu da bir yandan bireysel özgürleşime diğer yandan siyasî denetime olanak sağlar. Bugün, yüksek teknoloji ürünleriyle donatılmış bir istihbarat etkinliği, küresel ölçekte bütünleşik kapitalist üretim ilişkilerinin gereksindiği her tür malumatı depolayabilme ve bunların gerekli bileşimlerini istenildiği anda kullanıma hazır hale getirebilmektedir. 2) İkinci strateji, öncelikle metaların, ama aslında her tür nesnenin yerküre üzerindeki (hattâ artık belki yakın uzaydan da bahsetmek gerekecektir) hareketini zaman ve mekân boyutlarında izlemek, diğer bir deyişle saptanabilirliki sağlamaktır. İletişim teknolojisinde bireysel kullanıma yönelik ürünlerdeki ayrıntılı mükemmelleşme denetlenebilen nesneler evrenine bireyleri de dahil etmeye başlamıştır. 3) Yüksek teknoloji ürünleri, bireyleri ve metaları kayıt edip onları sürekli olarak izlemekle kalmaz, bu şekilde müdahale edilebilirlike açık hale getirir; çünkü malumat, artık yalnızca sistematik bir veri deposu değil, aynı zamanda kodlanan nesneyi yeniden tanımlayan ya da bireyin kendini algılayışını etkileyen bir koşullama aracı haline dönüşmektedir. Kodlanmış veriler, herhangi olası bir kullanım için dünyanın yasal ‘büyük kulak’ları tarafından ‘değerlendirilmeye’ hazır bekletilmektedirler. Örneğin, küresel kapitalist sistemin denetim işlevinin beyni sayılabilecek NSA’de (National Security Agency) “Orwell’in kâbuslarını dahi aşacak büyüklükte bir sürükleme ağı aygıtı oluşturul[muştur]”: Artık her şeyi duyacak, görecek bilecek genişlik ve kudrette bir denetim aygıtından söz etmek olasıdır.[3]

Denetimin kurulması ve bunun ideolojik meşrûiyetinin yeniden üretilmesi, kapitalist sistemin metalaştırma işleviyle doğrudan bağlantılı olarak, üretimdeki çeşitlenme ve yenilenmeyi gerektirir. Buna göre, kurgulanmış “hayat”ın içinde yer alan ve onu dönüştürmeye muktedir ürünlerin teknolojik düzeyleri, o toplumsal ortamda mümkün olan denetimin sınırlarını da belirler. Başta ekonomik etkinlikler olmak üzere, sistem tüm insan edimlerini titiz bir şekilde kodlamakta ve müdahale edilebilir birimlere dönüştürmektedir. Her ne tür olursa olsun ileti, parçalanarak süreksiz birimlere bölünmekte, saklanmakta ve aynı şebeke üzerinden dolaşıma sokulmaktadır. Buradan yola çıkarak tamamen sentetik müzikler, imgeler ve sesler üretilebilir hale gelmektedir. İnsan uygarlığının ürünlerini ve hattâ doğanın görünümlerini birer enformasyon birimine indirgeyen bu metalaştırma süreci aleni bir “sayısal totalitarizm”in doğuşunu kanıtlamaktadır.[4] Böylece, bütün finans ve bankacılık işlemleri merkezî bir bilişim ağıyla bütünleşik bir denetim süreci haline gelmektedir. Bunun birey ölçeğine yansıması, elektronik banka kartları, kredi kartları, “bireysel bankacılık” adı verilen kişisel bilgisayarlar ortamından profesyonel bilişim sistemlerine erişim gibi “kolaylıklar” sayesinde olmaktadır. Bireysel girişimin daha öne çıktığı durumlarda ise saptanabilirlik bir ‘doğal’ gereksinim olarak algılanıp bireyler, sistemin kendilerini denetleyebilmesini kendi iradeleriyle kolaylaştırmaktadırlar. Çağrı cihazı, telesekreter, cep telefonu ve bunların türevi teknolojik ürünler bu tür denetimin en iyi örnekleri sayılmak gerektir. Tüm bunların ötesinde “iş” ile “eğlence”nin sınırlarının eridiği noktada bir sanal cemaat yaratma ortamı olarak, Internetin özel bir konumu olduğu düşünülebilir. Kesin olan gelişme çizgisi, Internete kültümsü bir inancın gelişmekte olduğudur; bu, Internete sarılınıldığı ölçüde zarif olacağımıza dair inançtır.[5] Internet, bir yandan tüm mevcut toplumsallıkların içine taşındığı alternatif kamu ortamına dönüşmekte, diğer yandan şimdilik yalnızca cyberpunk yazınının izleğini oluşturan sanal ve gerçeğin tamamen iç içe geçtikleri, hattâ gerçeklik olarak adlandırdığımız deneyimlerin sanal evren tarafından kaplanmasıyla sonuçlanabilecek bir tekno-bilişsel bütünleşme süreci olarak belirmektedir.

DEMOKRASİ PARADOKSU: ÖZGÜRLEŞİM VE DENETİM ARASINDA BİREYİN TEKNOLOJİYLE İLİŞKİSİ

Teknolojiyle ilişkinin, özellikle Internet odağında somutlaşan bir özgürleştirici özelliği olup olmadığı bu noktadan itibaren tartışılır hale gelmektedir. Kimi görüşlere göre, “etkileşimsel” kitle iletişim araçlarının ortaya çıkışları ve toplumsal alanda anlamlı bir etkiye sahip olmaları, ilk kuşak kitle iletişiminin tek yönlü ve doğrudan etkileyici niteliğini kökten dönüştürmeye muktedirdir. Belki Enzensberger’in tarif ettiği gibi bir demokratik kullanımla kitle iletişiminin özgürleştirici bir boyut kazandığı ileri sürülebilir. Hattâ “gerçek demokrasi”nin ancak böyle etkileşimsel kamu ortamlarının yaygınlaşması yoluyla olabileceği bile ileri sürülebilir; sanallığın erdemlerinin gerçekliğe üstün gelmesi bile olarak yorumlanabilir, teknolojik gelişmenin vaat ettikleri. Tam bu noktada garip bir paradoksla karşılaşmaktayız: “Gerçek yaşam”da kurulamayan ya da en azından eksikli kalan demokrasi ülküsüne sanal ortamda ulaşılabileceği gibi bir varsayımı benimseme eğiliminde olduğumuz zaman, başka temel bir soruyla başbaşa kalabiliriz: “Demokrasi” yeni iletişim teknolojilerinin özgürleştirici özelliğinden dolayı mı daha kolay gerçekleştirilebilir addedilmektedir, yoksa bu anlamdaki “demokrasi” kavramsallaştırması, filtre edilmiş gerçekliğin medya söylemine dönüştürülmesi gibi, fazlasıyla stilize bir tahayyül olduğu için mi demokratik bir ilişkiler ağının kurulabilmesi yolunda bir umut olarak değerlendirilmektedir?

Özgürleştirici boyut üzerine son derece iyimser bir tablo çizmek mümkün olmakla birlikte, “demokrasi” olarak tanımlanan etkileşimsel ortamın toplumsallıkları ne denli “özgür” kıldığı tartışılabilir değerde görünmektedir. Her ne kadar yeni teknolojiler daha önceki dönemlerde baskılanan ve ifade edilemeyen toplumsal ya da bireysel temsillerin büyük oranda dolaşıma girmesini sağlayabiliyorsa da hiçbir zaman unutmamamız gereken gerçek, onları aynı zamanda elektronik teknolojisinin önceden belirlenmiş sınırları içine gizlice hapsettiğidir. Bu sınırlar öncelikle “teknik”, ama bundan türeyen bir düşünsel evrende kuşkusuz ideolojiktirler; çünkü malumat teknolojisinin üretimi, dağıtımı, işletmesi ve yeniden üretimi daima bu döngüyü gerektiren piyasa koşullarına bağımlıdır.[6] Önemli olan bu ‘özgürleştirici’ olduğu varsayılan kitle iletişimi teknolojisinin hangi üretim ilişkilerinin bir işlevi olarak türetildiğidir. Teknolojiyi üreten piyasa koşulları, onu salt bir ekonomik etkinlik olarak değerlendirirler; dolayısıyla “teknolojik gelişme” kapitalist üretim stratejilerinin gereklerine uygun bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Teknolojinin üretimini belirleyen ekonomik bağlam, gerekirse (ki bu gereklilik bir önceki teknolojinin ekonomik anlamda emilmesinden başka bir şey değildir), çoktan geliştirip beklemeye almış olduğu bir teknolojiyi dolaşıma sokarak, bütün bir mevcut iletişim ortamının yaygınlaşmış teknik özelliklerini bir anda değiştirebilmektedir. Bilgisayar programlarının veya işletim sistemlerinin her yeni sürümünün çoğu zaman köklü değişiklikler getirmesi bunun başlıca örneği sayılmak gerekir. Her yenilik aşaması ise yeniden satın alınması gereken birçok ürün anlamına gelmektedir. Böylece kitle iletişiminin ‘özgürleştirici’ boyutu ya da ‘demokratik’ kullanımı, ona ulaşabilecek tüketici ilişkisi kurulabildiği sürece mümkündür; bu ise malumat teknolojilerinin git gide karmaşık hale gelmeleri nedeniyle güçleşmektedir. Sonuçta, ‘özgürleşebildiği’ iddia edilen bireyler yalnızca ekonomik üstünlüğe sahip olanlardır; bu da yeni bir toplumsal tabakalaşmanın yolunu açmaya yarar. Bu anlamda “demokrasi” “özgür yurttaşlar” içindir; köleler için değil; eski Yunan ya da Roma’da olduğu gibi. Üstelik bu kez “özgür” olanların da ne kadar özgür oldukları tartışmalıdır.

DENETLEYİCİ TEKNOLOJİDEN KAÇIŞ

Bütün bu kapsayıcı ve düzenleyici ekonomik belirlenim sürecinin yakından görünüşü, “demokratik” olduğu iddia edilen etkileşimsel kitle iletişimi ortamlarının aslında nasıl bir sahte-özerklik alanı kurmakta olduğunu saptadıktan sonra bu genel stratejiye direnmenin mümkün olup olmadığını tartışmalıyız. Kitle iletişimi teknolojilerinin yanılsamacı etkilerine kapılmamanın başlıca koşulu bireysel özerkliğini kurma iradesi olmalıdır; bu ise, büyüleyici teknolojiye iki temel eğilimle direnmeyi gerektirir: 1) Biçemcilik eksenli değil ideolojik güdülü bireysel özelliklerden yola çıkarak bir özgünlük kurma arayışı; ve 2) bu özgünlüğü standartlaştırılmış farklılıklarla gelen önceden tasarlanmış modelleri ödünç almaktan kaçınma bilinci. Teknoloji ürünleriyle ilişkide özerk kullanım alanları yaratmanın başlıca koşulunun ise, kullanıcıya sunulan ilişki tarzlarını altüst edebilecek alternatif kullanım alanları yaratmak olduğu düşünülebilir; diğer bir deyişle bireyler, kendilerine dayatılan ilişki kalıplarını yıkmalı ve bunlardan sisteme direnme noktaları yaratabilmelidirler. Denetim amacıyla tasarlanmış kitle iletişimi araçları ve ortamları bir çeşit gerilla taktiğiyle çökertilmeye çalışılmalıdır; çünkü ancak bu şematik kullanım biçimleri kırıldığı zaman teknolojinin özgürleştirici özelliğinden bahsedilebilir. Böyle bir aşamada dahi denetimin ortadan kaldırılabileceğini ya da ona yaygın bir şekilde direnilebileceğini söylemek kolay olmasa gerektir. Nitekim, cyberpunk yazını da böyle bir karşı koyuş umudunun ifadesi olmuştur. Egemen kültürel normlara direnme odakları şeklinde beliren günümüzün marjinal akımlarının, yakın gelecekteki olası teknolojik gelişmeleri kullanarak nasıl özgün kullanım tarzları yarattıklarını sergileyen, ama yine de, kötümser olmaktan çok teknolojik gelişmenin diyalektik irdelenmesini yöntem edinen cyberpunk, bütünsel kapsayıcılığa sahip denetim mekanizmalarının her şeyi kendi nüfuz alanlarına çekebildikleri bir dünya tasavvurunu da dışlamaz.[7]

SONUÇ

Her ne kadar denetim işlevinin bütün toplumsallıkları kuşattığını, tamamen ve umutsuz bir şekilde kapladığını düşünmüyor olsak da, ‘bireysel özerklik’in kurulması için gereken özgül koşulların yaratılmasının, kitle iletişimi teknolojisinin toplumsal alandaki gücü karşısında son derece zor olduğunu, teknolojinin siren şarkılarına direnmenin çoğu zaman olanaksızlaştığını da kabul etmemiz gerekir. Ancak bu gerçeğin farkına varmak ve bunun kuşkusuz nihilist bir teslimiyetçiliğe dönüşmesini de engellemekle yükümlüyüz; çünkü yüksek teknolojinin gelecek vaatleri cep telefonu ya da elektronik posta ile sınırlı değil; sistemin denetlediği sanal demokratik pratikler “özgürlük”ün var olduğunu kanıtlamaya yönelik tek ölçüt sayılabildikleri sürece, denetim, bireylerin gönüllü olarak yeniden üretecekleri bir ideolojik manipülasyon alanı olmaya devam edebilecektir; üstelik bu kez, belki de gelişen genetik, parçacık fiziği ve sibernetiğin katkılarıyla tam bir içten yönlendirme kurmak mümkün olabilecektir.

(*) 12 Kasım 1997’de Beşinci Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunulmuştur.

[1]Alkan Soyak (1996). Teknolojik Gelişme ve Özelleştirme, Telekomünikasyon Sektörü Üzerine Bir Deneme, Kavram Yay., İstanbul, s. 148.

[2]Neil Postman (1989). Amusing Ourselves to Death, Public Discourse in the Age of Show Business, Methuen, Londra, s. 52.

[3]Egmont R. Koch & Jochen Sperber (1996). Bilgi Mafyası, Gizli Servisler, Bilgisayar Casusluğu ve Yeni Bilgi Karteli, Sarmal Yayınevi, İstanbul, s. 221.

[4]Pierre-Alain Mercier, François Plassard, Victor SCARDIGLI (1984). Société Digitale, Les Nouvelles Technologies au Futur Quotidien, Editions du Seuil, Paris, s. 22.

[5]Joel L. Swerdlow (1995). “Information Revolution”, National Geographic, c. 188, 4, Ekim, s. 15.

[6]William F. Birdsall (1997). “The Internet and the Ideology of Information Technology”, http://www.cetp.ipsl.fr/inet96papers/e3/e3_2.htm, s.3.

[7]Douglas Kellner (1996). Media Culture, Cultural Studies, Identity and Politics Between the Modern and the Postmodern, Sage, Londra, New York, s. 302