Zapatistalar Mexico City'deydi: Siyah Kar Maskesi, Beyaz İşçi Tulumu

Geçtiğimiz Aralık ayı başında Meksika’da Vincento Fox’un devlet başkanlığa oturmasının ardından yaşanan gelişmeler sonrasında EZLN adına konuşan Subcomandante Marcos, “gidip göreceğiz,” demişti. Sözünü tuttu ve yerli cemaatlerin temsilcilerinden oluşan EZLN komutanlarıyla birlikte 1994’ten bu yana ilk defa Chiapas eyaletinden ayrıldı. 23 comandante ve bir subcomandante, 16 gün boyunca 3400 kilometre kat edip Meksika’nın en yoksul 12 eyaletinden geçerek başkente vardı. İzledikleri güzergâhın, bugünkü hareketin isim babası Zapata’nın izlediği güzergahla aynı olması oldukça manidar. Ne var ki, yandaşları 1914’te Zapata’yı Zocalo Meydanı’nda karşılayacak kadar çılgın değildiler. Zapata’yı yandaşları yerine, kendisini “Atilla”, köylü savaşçılarını da “Hunlar” olarak niteleyen gazete manşetleri karşılamıştı. Küçük çocukları yemeye gelmişlerdi. Zenginler kızlarını saklamış, panjurlarını indirmiş, kapılarını sürgülemişlerdi.

Zaman bazı şeylerin hiç değişmediğini gösteriyor. Beklenebileceği üzere, asilerin şehre girişleri Mexico City elitini son derece tedirgin etti. Impresarios’un [nüfuz sahipleri- ç.n.] ideoloğu olarak kabul edilen ve servetini Kuzey Amerika’ya Corona biraları satarak elde eden 90 yaşındaki Juan Sanchez Navarro, “Yoksul sınıfları galeyana getirecekler - ne olacağını kim bilebilir? Aileme dışarı çıkmamalarını tembih ettim,” diyor.[2]

Şehrin dış mahallerinden biri olan Milpa Alta’da kafileyi futbol stadyumun duvarındaki sloganlar, şehre bakan tepede Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun iri taşlarla yazılmış adı selamlıyor. Moskova’daki Kızıl Meydan’dan sonra dünyanın en büyük meydanı olan Zocalo’da EZLN komutanlarını 150 bini aşkın insanın “Yalnız değilsiniz!” sloganlarıyla karşılaması ve genel olarak yürüyüşe başlarken silâhlarını bırakan EZLN temsilcilerinin sahip oldukları toplumsal desteğin bugüne dek hiçbir gerilla hareketine nasip olmaması, dünya basınında yürüyüşün “imkansızın gerçekleşmesi” olarak değerlendirilmesine yol açtı. Ancak EZLN’nin 20 milyon yaşayanıyla dünyadaki kentsel yerleşimlerin en büyüğü ve en yoksullarından biri olan Mexico City’nin Zocalo Meydanı’na tamamıyla teçhizatsız girmiş olduğu da asla düşünülmemeli. Zira, Subcomandante her zaman asıl silâhlarının sözleri olduğunu vurguluyor.[3]

Başkanlık Sarayı altında kurulan kürsüde EZLN’nin her lideri kısa bir konuşma yaptıktan sonra sırayı Marcos alıyor:

“Biz bir aynayız. Görmek ve görülmek için buradayız, bizi görmeniz için, kendinizi görmeniz için, ötekinin bizim imgemizde kendisini görmesi için. Buradayız ve bir aynayız. Gerçek değil, bir yansıma. Işık değil, ışığın yansıması. Yol değil, fakat ancak birkaç adım. Rehber değil, fakat sabaha ulaşan birçok patikadan ancak biri.”[4]

Marcos, yerli cemaatlerin adlarına tek tek atıfta bulunduğu konuşmasında, başkanlık koltuğuna yeni oturan Fox’a çatmaktan da geri kalmıyor. Hedefledikleri, yerli hakları bildirgesinin onaylanması. Ancak yasama kararının Ulusal Kongre’den çıkması pek de kolay görünmüyor. Nitekim EZLN ile COCOPA (Uyum ve Barış Sağlama Komisyonu) arasında 12 Mart’ta yapılan görüşmede, EZLN kendisine sunulan CNI (Ulusal Yerliler Kongresi) temsilcileriyle birlikte, 10 milletvekili ve 10 parlamenterden müteşekkil temsilciler heyetiyle görüşme teklifini reddetti. EZLN’nin arzusu, Temsilciler Meclisi ve Senato üyelerine dolaysız bir şekilde seslenerek dertlerini anlatabilmek. “Ulusal bir kültür ve bir devlet politikası olarak ırkçılığın sona ermesini talep ediyoruz. Onlar ise bize sizi mutfakta kabul edelim diye cevap veriyorlar.”[5] Güney Amerika yapımı pembe dizilerdeki evlerin, “malikhane sahipleri”nin ancak buyurmak için uğradığı; içinde, onlara hizmet edenlerin, “aşağıdakiler”in yaşadığı -yoksa, memleketimizde de yayımlanan, tam da bu adı, “Aşağıdakiler Yukarıdakiler”, taşıyan bir dizi bile var mıydı? Bu bir İngiliz dizisi miydi? Fark eder mi?-; eve, mesela tamir için gelen ve gene “aşağı”dan olanların kabul edildiği mutfaklarını bir düşünün. Marcos’un neye atıfta bulunduğu çok açık değil mi!?

Geçici karargahlarını Ulusal Antropoloji ve Tarih Okulu’nda kuran EZLN, uluslararası siyasi ve kültürel liderlerle görüşmelerini sürdürüyor. Bir yandan da Meksika’daki siyasal partilerin temsilcileriyle doğrudan temas kurmayı amaçlıyor. Kendilerini Zocalo’da karşılayan José Saramago’dan sonra, Gabriel Garcia Marquez de EZLN’nin geçici karargahını ziyaret etti. Belki daha da önemlisi, Marcos’un 16 Mart günü Avrupa Parlamentosu temsilcisi Sami Nair ile görüşmüş olması. Eski Yugoslavya’daki etnik çatışmalara atıfta bulunup Meksika’da, Avrupa’nın şu an yaşadığı etnik çatışmaların eşiğinde olduklarına işaret ederek, “Meksika Parlamentosu bizi dinlemezse, belki Avrupa Parlamentosu dinlemek ister,” diyerek, yeni hükümetin üzerindeki baskıyı artırmaya çalışıyor.[6] Dünya basını da her zaman olduğu gibi Marcos’un peşinde. BBC muhabiri tarafından, canlı yayında, yeni bir “Che” olup olmadığına dair sorulan soruya, bugüne dek söylediklerini teyit eder bir nitelikte cevap veriyor:

“Hayır, asla. Öncelikle, iktidarı hedeflemiyoruz. İkincisi, bir düşünce okulu inşa etmeye çalışmıyoruz. Üçüncüsü, Che’nin doğduğu, yaşadığı, savaştığı ve öldüğü dünyanın bizim dünyamızla arasında hiçbir benzerlik yok.”[7]

Tüm bunlar yaşanırken çok dikkat çekmeyen bir husus, Zapatista kafilesi henüz yoldayken EPR (Popüler Devrimci Ordu) militanı olmakla suçlandığı için 1997’den bu yana hapiste bulunan, güneydeki Guerrero eyalatinden campesino [çiftçi - ç.n.] lideri Benigno Guzman Martinez’in serbest bırakılmış olması. Zapatistalar, bir yandan şiddet karşıtı “uluslararası sivil toplum kuruluşları”yla lobi faaliyetlerini sürdürürlerken; öte yandan, Meksika’da faal durumda olan diğer silâhlı gruplarla da dirsek temasını koruyorlar. Tam da Guzman’ın serbest bırakıldığı günde, “isyan, toplumsal mücadele, örgütlenme, dürüst ve ısrarlı muhalefet - kısaca, tarih” olmakla bilindiğini söyledikleri Guerrero eyaletindeki Iguala şehrinde bulunan EZLN kafilesi, yaptığı açıklamada, EPR’nin, İsyankar Halkın Devrimci Ordusu’nun (ERPI) ve Halkın Devrimci Silâhlı Güçleri’nin (FARP) adlarını anarak, bu örgütlere, kendi etki ve menfaat alanlarından geçişlerini sağlayan koşulları yarattıkları için teşekkür ediyor.

Ancak bizce dikkat çekilmesi gereken en mühim husus şu: Her ne kadar Marcos “bir düşünce okulu inşâ etmeyi amaçlamıyoruz,” dese de, Seatle, Washington ve Prag’da yaşananlara bakıldığında, etkilenmeler çok açık ve belki de Zapatistalar’ın mücadelesinin toplumsal mücadeleler tarihine en büyük katkısı bu olacak.

Zapatur’un güvenliği başından beri bir sorundu. EZLN’nin hükümetin koruma teklifini reddetmesinin ardından, Kızıl Haç’ın da bu işe yanaşmamasıyla, kafilenin güvenliğinin sağlanmasını kendilerini Ya Basta! [Artık Yeter] olarak adlandıran İtalyan anarşistleri üstlendi. Onlarla birlikte kafilenin yürüyüşüne katılan tüm eylemciler, dayanışma için değil, Zapatist oldukları için orada bulunduklarını söylüyorlardı.[8]

Giydikleri beyaz işçi tulumları nedeniyle monos blancos [beyaz maymunlar] olarak da bilinen Ya Basta! grubu, Prag’daki protestonun da ön plana çıkan eylemcilerindendi. Şu an için münferit bir grup olarak görünseler de, varlıkları, Avrupa’da Zapatista mücadelesinden aldıkları derslerle yeni bir toplumsal mücadele tarzı yaratmaya çalışan başka grupların varlığıyla birlikte önem kazanıyor. Mesela, temsilcileri Zapatur’a katılan Finlandiyalı “beyaz işçi tulumlular”, “beyaz maymunlar”ı kardeş gruplardan biri olarak anıyor:

“İtalyan (özellikle Kuzey Doğu İtalya ve Milan’daki) Ya Basta!, İspanyol devletinin beyaz işçi tulumluları, doğrudan ya da Ya Basta! dolayımıyla EZLN, Almanya’dan kein mench ist illegal’i* kardeş gruplar olarak görüyoruz. Mücadele yöntemlerimiz şiddet içermeyen yöntemlerdir; bununla birlikte, Gandici pasifistler de değiliz. Bu yüzden sivil itaatsizliğimiz korunaklı, kolektif ve örgütlüdür. Simgesel hedefimiz, kamusal alanda (sanal “agora”da), (düşmanımız olan) kurulu iktidarla çoğulluğun [multitude] kurucu gücü arasında devletlerin ve hükümetlerin şiddetinin var olduğunu göstermektir. Beyaz işçi tulumlarının Zapatist bir simge ve herkese açık bir yöntem; Marcos’un maskesinin ya da 1970’ler İtalyası’ndaki maskenin muadili olduğunu düşünüyoruz.”

Finlandiyalı beyaz işçi tulumluların söyledikleri, kullandıkları kavramlar (“kurulu iktidar”, “çoğulluğun kurucu gücü”) 1980’lerin sonundan beri işçi sınıfının kompozisyon değişikliğine ve dolayısıyla yeni toplumsal öznelere işaret eden ve yeni bir toplumsal mücadele tarzının ancak bu kompozisyon değişikliğinin kavranmasından sonra inşa edilebilecek olduğuna dikkat çeken Antonio Negri’nin tezleriyle aynı minvalde görünüyor.[9] Onlara göre beyaz işçi tulumları, temel olarak iki şeyi simgelemektedir:

“Geleneksel mavi tulumlu işçi sınıfı değil, yeni post-Fordist üretken bir özneyiz. Toplumun bir yüze sahip olmayanları ya da görülmeyenleriyiz; beyaz işçi tulumları gösteri toplumunda medyatik toplumda bizi görülebilir kılıyor. Beyaz işçi tulumlarıyla birlikte eylemlerimizde vurgulamak istediğimiz aslî bir diğer şey de post-modern bedenin bir silâh, siyasal mücadelenin öznesi ve nesnesi olduğudur. Yani siyasal pratiğimizde Michael Foucault’nun çözümlemelerinden ve feminizmden türeyen biopolitik kavramını içselleştiriyoruz.”[10]

Antonio Negri’nin Michael Hardt’la birlikte kaleme aldığı, geçtiğimiz ilkbaharda yayımlanan ve 21. yüzyıl için yeni bir komünist manifesto olarak değerlendirilen Empire (İmparatorluk) kitabında aktardıkları elbette daha geniş bir tartışmayı gerektiriyor. Kitap üzerine ve genel olarak işçi sınıfının günümüzdeki tanımı ve toplumsal mücadele yöntemlerine dair böyle bir tartışmayı açmayı umarak, burada değerlendirmelerinin sadece Zapatista mücadelesine de işaret eden kısmına çok kısaca temas edelim.[11]

Emeğin ve isyanın öznesinin aslî bir biçimde değiştiğine işaret eden yazarlar, kavramsal olarak, proletaryayı, emeği doğrudan ya da dolaylı olarak sömürülen ve kapitalist üretim ve yeniden üretim yasalarına tabi olan geniş bir kategori olarak ele alıyorlar. Bu kategori, -paradigmatik figürü, erkek kitlesel işçi olan- önceki dönemin devrimci öznesini oluşturan endüstriyel işçi sınıfının aksine homojen değildir. Gene de kapitalist disipline tabi olması, yani hem sermayenin içinde, hem de sermayeyi yaratan nitelikte olması, proletaryayı bir sınıf olarak belirler. Bu yeni proletaryanın tutkularını ve ihtiyaçlarını ifade ettiği mücadele biçimlerine bakıldığında bunların -özellikle, 1968’den, Berlin Duvarı’nın yıkılışına dek uzanan yirmi yılda- kapitalist üretimin yeniden yapılanması ve küresel olarak yayılmasına eşlik ederek dönüştüğü görülecektir. Yazarlar, iletişime ve emeğin ortak tutkularının isyana tercüme edilmesine dayanan uluslararası mücadeleler döngüsünün artık var olmadığına; bununla birlikte, dünya sahnesinde, çoğulluğun sömürüyü reddinin izlerini açığa çıkaran güçlü olaylar görülebileceğine işaret etmektedirler. Bunlar, yeni bir tür proleter dayanışması ve militanlığını haber vermektedir.

1989 Tiananmen Meydanı olayları, İntifada, 1992 Los Angeles isyanı, 1994’te Chiapas’da başlayan ayaklanma, Aralık 1995’te Fransa’da, bir sonraki yıl Güney Kore’de yaşanan grevler, Hardt ve Negri’nin örnek olarak verdikleri, geçtiğimiz yüzyılın son dönemine ait en radikal ve güçlü mücadelelerdir. Her birinin özgül ve acil bölgesel kaygılara dayandığını öne sürdükleri bu mücadelelerin hiçbirisi, yazarlara göre, hiçbir şekilde, küresel olarak yayılan bir ayaklanmalar zincirine evrilmek üzere birbirlerine bağlanabilecek nitelikte değildir. Yani dünyanın öteki bölgelerinde bulunan potansiyel devrimciler, bu mücadeleleri hemen kendi davaları olarak benimsemekten yoksun kalmışlardır. Bu mücadeleler, başka bağlamlara iletilememiş, hatta yerel bir iletişimden bile yoksun kalmışlardır. Dolayısıyla doğdukları yerlerde saman alevi gibi sönmüşlerdir. Çağımızın aslî ve en acil siyasal ikilemlerinden biridir bu: Çok şöhretli bir iletişim çağında, mücadeleler iletişilemez (incommunicable) hale gelmiştir.

Bu mücadelelerin belki tam da iletişilemez olmaları sebebiyle, bir döngü biçiminde yatay olarak hareket etmekten yoksun kalmaları, onların dikey bir sıçrama yaparak küresel düzeye dokunmalarına sebep omuştur. Yerelliklerine rağmen, Chiapas ayaklanması örneğinde olduğu gibi, aynı zamanda bir ölçüde küresel sorunlara yönelmişlerdir. Özgül olsalar da, aslında hepsi doğrudan dünyaya hükmeden yeni egemen iktidar olan İmparatorluk’un küresel düzenine saldırmaktadır.

Chiapas ayaklanmasının Hardt ve Negri’nin verdiği diğer örneklerden ayrıksı bir yerde durduğunu düşünüyoruz. Onların iddialarının aksine, Zapatista hareketi dünyanın farklı yerlerinde mücadele eden insanlar arasında bir tür iletişim kurulmasına vesile olmuş; hatta giderek mücadele eden insanlar, davayı kendi davaları haline getirip onunla özdeşleşerek kendilerini Zapatista olarak tanımlamaya başlamışlardır.

Gene de Empire’in bu ilk tezlerini temelde benimsediğimizi kaydedelim. Mücadeleler arasında iletişimi ortadan kaldıran maddi engellerden ilki, ortak bir düşman tanımının var olmamasıdır. Bunun doğrudan sonucu olan ikinci maddi engel de, her bir mücadelenin özgül dilini kozmopolit bir dile tercüme edecek ortak bir dilin yokluğudur. Yazarların kitap boyunca üslendikleri siyasal vazifelerden biri de bunları inşa etmek zaten. Ne var ki, bu vazifenin yerine getirilmesi, bu çözümleme hattı, nihai olarak bu yeni mücadelelerce ortaya konan gerçek potansiyeli kavramaktan yoksun kalacaktır. Onlara göre, Marx’ın andığı yaşlı köstebek nihayet ölmüş gibi görünmektedir. İmparatorluk’a geçiş sürecinde, köstebeğin tünellerinin yerini, yılanın sonsuz dalgalanmaları almıştır.

[1] EZLN, bu yazı tamamlandığı gün, tarihsel taleplerine, hazırolda, “alındı” damgası vurulmasını beklemeyeceğini ilan ederek 23 Mart’ta Mexico City’den ayrılıp Güneydoğu Meksika dağlarına döneceğini açıkladı: “Kardeşler [her zamanki gibi, ‘kız ve erkek kardeşler’, ög]: Gidiyoruz. Birarada olduklarımızın tümüyle beraber geri döneceğiz. Demokrasi! Özgürlük! Adalet!” Verilen bu kararın ardında yatan sebepler, yürüyüşün hedefleri ve elde edilen sonuçlar hususunda EZLN’nin kendi değerlendirmesi için, Gizli Devrimci Yerli Komite - Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu Genel Komutanlığı’nın 19 Mart 2001 tarihli bildirisine bakılabilir: chiapas.indymedia.org/display.php3?article_id=100753/. Gelişmeler için takip edilebilecek en iyi sitelerden birisi: chiapas.indymedia.org. Avrupa ve Amerika kıtalarında yaşanan mücadeleler hakkında gelişmeler için de gene indymedia’ya bakılabilir: indymedia.org.

[2] John Ross, “Zapatistas Storm Mexico City - Again” [Zapatistalar Mexico City’yi fethediyorlar - yeniden], Weekly News Update on the Americas, 252, 18-24 Mart 2001 (özel).

[3] Geçtiğimiz Kasım ayı sonunda José Saramago’nun önsözüyle yayımlanan, Juana Ponce de León’un derlediği, Marcos’un 1994’ten bu yana yazdıklarını bir araya getiren en geniş seçkinin adı da aynı şeyi söylüyor: Our Word is Our Weapon [Sözümüz silahımızdır] (Seven Stories Press, 2000), 512 s.

[4] “We are here. We have arrived.” [Buradayız. Ulaştık.], ingilizceye çeviren irlandesa, Subcomandante Marcos tarafından okunan EZLN Bildirisi, Zocalo Meydanı, Mexico City, 11 Mart 2001.

[5] La Jornada, 16 Mart 2001.

[6] “Mexico: Rebels Play Politics In Capital” [Meksika: Asiler başkentte siyaset oynuyorlar], Weekly News Update On The Americas, 581, 18 Mart 2001.

[7] “World exclusive: Marcos unmasks for BBC Radio” [Dünya özel: Marcos BBC Radyosu için maskesini çıkarıyor], 16 Mart 2001, 15:54 GMT.

[8] Naomi Klein, “The Unknown Icon” [Bilinmeyen ikon], Guardian, 3 Mart 2001.

(*) Kimse yasadışı değildir (çn). Irkçılık karşıtı bir ağ olan kein mench ist illegal’in son etkinliği, Lufthansa’nın “deportasyon ticareti”ne karşı. Federal Almanya’dan her yıl 30 bin mülteci uçakla sınırdışı ediliyor. Lufthansa da bu “deportasyon sınıfı biletler”in satışından en büyük parsayı topluyor. Grubun Libertad! grubuyla birlikte tasarladığı etkinlik, havaalanları, seyahat acenteleri vb “reel mekanlar”da başlayan eylemliliği internete taşımak. “Online-Demonstration against Deportation Business: The antiracist network no one is illegal and the solidarity organization Libertad! call for a virtual blockade against the Lufthansa homepage”, kein mench ist illegal ve Libertad!, 7 Mart 2001. www.deportation-alliance.com ve www.libertad.de/projekte/depclass/demo.

[9] Tezlerin nihaî formülasyonları için şu metinlere bakılabilir: Michael Hardt ve Antonio Negri, Labor of Dionysus [Dionysus’un Emeği] (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1994) özellikle ilk bölüm ve Antonio Negri, “Twenty Theses on Marx” [Marx üzerine yirmi tez], Saree Makdisi vd. (der.) Marxism Beyond Marxism [Marksizmin ötesinde marksizm] (New York: Routledge, 1996), s. 149-180.

[10] Finlandiya’dan Beyaz İşçi Tulumlular, “Finlandiya radikal sahnesinde geçen sene yaşanan gelişmeler sonrasında beliren gruplaşmalara dair metin”, Helsinki, 26 Ocak 2001.

[11] Michael Hardt ve Antonio Negri, “The Mole and the Snake” [Köstebek ve yılan], Empire içinde (Cambridge: Harvard University Press, 2000), s. 52-59.