Beethoven Laiktir, Laik Kalacak

İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Sivas’a Opera göndermişler. Şehrin eşrafını, ileri gelenlerini, memurlarını toplayıp izlettirmişler. Ertesi gün Vali eşraftan birine temsil hakkında fikrini sormuş. Adam cevap vermiş: “Beyim, Sivas Sivas olalı böyle zulüm görmedi”. Geçen hafta sonundaki 9. Senfoni konseri de bu hesaptı. Ama zulüm karşılıklıydı. Hem konseri düzenleyenlerden hem seyirciden, hem basından...

Her şeyden önce bu bir konser, Klasik Batı Müziği konseri. Yani biz para verip bilet alan vatandaşlar, öyle zannettik. Bize bir program sunuldu, orkestra, koro, şef, solistler, yer ilân edildi, beğendik, paramızı verdik, biletimizi aldık ve dinlemek için bize vaadedilen yere gittik... (Biraz zor gittik ama o hikâye işin başka bir veçhesi, onu daha sonraya bırakalım.)

Beethoven’in op. 125, 9 nolu Senfonisini dinleyeceğiz. Doğal olarak herkesin de o niyetle oraya gittiğini varsayıyoruz. Ama tabiî ki aldanıyoruz. Necip milletimiz oraya laiklik gösterisi yapmaya gitmiş. Daha doğrusu iki amaçla gitmiş:

1) Malûm siyasî ortamımızda, laiklik karşıtlarına çağdaşlık dersi vermek,

2) Medyamızda iyice büyütülen bu olayın dışında kalmamak, deyim yerinde ise bunun rantına ortak olmak. (Konser sonrası televizyonların birinde, içeri girememiş bir biletli vatandaş yakınıyordu “Hiçbir şey göremedik.”)

Bunun böyle olduğunu o salonda bulunan herkes hissedebilirdi. Yani ‘spontane’ bir durum söz konusu değildi. Herkes ne için geldiğinin farkındaydı, gereğini de yaptılar. Müzik ise kimsenin umurunda değildi. Umurunda olsaydı, binaya girebilen, fakat salona giremeyen epeyce büyük bir kalabalık (bir kısım insan binaya bile giremedi) koridorlarda pekâlâ müziği dinleyebilir, kendine bilet satıp yer gösteremeyen düzenleyicilerle hesabını da sonra görebilirdi.

Fakat bu grup “madem biz içeride değiliz, konser de olmasın, müzik de çalınmasın” deyip, büyük bir ıslık, alkış ve gürültü ile, zaten gayet alt düzeyde seyreden müzikal ortamı tamamen yok ettiler. Diğer dinleyicilere saygıyı bir yana bırakın, bütün olumsuz koşullara rağmen canla başla çalmaya çalışan 450 kişinin çabasına biraz saygı gösterselerdi keşke.

Beyler, efendiler. Laiklik için gösteri ya da miting düzenlemek istiyorsanız düzenleyin. İçine müzik katmak istiyorsanız katın. Ama belli bir amaç için (müzik dinletmek) düzenlenmiş bir şeyi başka bir amaç için kullanmayın. Kullanacaksanız da baştan söyleyin, bizi de işletmeyin. Biz orada sahiden konser var zannettik.

Üstelik 9. Senfoni çalıp, laiklik savaşında muharebe kazanmak da ne oluyor. Yani Beethoven’i seven bir Müslüman olamaz mı? Ya da Beethoven’den nefret eden laikler ne yapacak şimdi? Dünyanın her yerinde klasik müziği popülerleştirmek için böyle şeyler yapılıyor (büyük orkestra ve korolar, değişik mekânlar vb.). Burada yapılan da nihayet böyle bir şey. Neden kendi kendinize gelin güvey olup bu işin maksimum faydası olabilecek şeyi (iyi müzik dinlemek) imkânsız hale getiriyorsunuz? Konserden sonra TV’lere “Bu konserden sonra Türkiye AB’ye girer artık” diyen Dışişleri Müsteşarı bunları inanarak söylüyorsa durumumuz oldukça vahim değil mi?

Hoş konserden sonra Gürcü Orkestra Şefinin sabrı taştı ve “Daha işin başındasınız, çalışırsanız olur” diyerek bizimkilerin havasını epeyce indirdi.

Şef bölüm aralarındaki alkışı sineye çekti, ama Schiller’in şiirinin mısra aralarına da tezahürat girince epey dellendiğini sert bir şekilde belli etti. İnsan müzik dinlemeye gittiği yerde, Cumhurbaşkanı tarafından “devletin adına size şükran sunuyorum” diye karşılanırsa, yukarıda sayılanlar da tuhaf değil galiba.

Aslında acayiplikler bu kadarla da kalmıyor. Bir müzik konserinde salonun yüzde kırkı neden protokole ayrılır? Neden sandalye sayısı belli iken misliyle fazla bilet satılır (veya dağıtılır)? Neden bir sendika, yolu olmayan dağ başına akla hayale sığmayan tesisler yaptırır? Neden burada konser düzenlemek istenir? Madem düzenlenir ve bu kadar insan beklenmektedir, neden bunların kaç saatte içeri girebileceği (malûm tek tek, elle aranarak giriliyor artık böyle yerlere) hesaplanıp tedbir alınmaz?

Velhasıl anlatılır gibi değildi. Yaşamak lazım.

M. KERİM ÖZKONUR