İsrail-Filistin: Kimse Barıştan Söz Etmiyor

Ortadoğu’da o bir türlü bitmek bilmeyen “barış süreci” bu kez daha ciddi bir krize girmiş gibi görünüyor. Aslında hep pamuk ipliğine bağlı olan, biraz zorlama, biraz yapay, ayakları yere basmayan bu sürecin yüzü daha net ortaya çıktı... Şimdiye kadar tüm dünyanın kendisini, daha da önemlisi Filistin ve İsrail halkını inandırmaya çalıştığı barış süreci özellikle Filistin halkının zihninde inandırıcılığını gittikçe yitiriyor. ABD’nin başlattığı ve Oslo görüşmeleri ile devam eden süreç artık ayakta durmakta zorlanıyor. Çünkü ayaklardan birisi diğerine uyum sağlamıyor, bilinçli olarak sağlamak istemiyor. Ya da Filistinlilerin deyimi ile “İsrail barış istemiyor...”

İsrail’in Doğu Kudüs’teki Har Homa adlı bölgeyi Yahudi yerleşimcilere açma girişimi bu kez Filistin halkının –İntifadadaki gibi olmasa bile– yaklaşık dört yıl sonra kitlesel bir protestosuna neden oldu. Filistin yönetimi tepkisini gösterdi, kararın geri alınmasını istedi. Hemen ardından Tel Aviv’deki üç kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı saldırı geldi. Artık bildiğimiz klasik İsrail tepkisi bunları izledi: Filistin kentlerinin kapatılması, intihar bombacısının köyü ve ailesinin gözaltına alınması evinin yıkılması, Gazze’ye giriş çıkışın yasaklanması, binlerce kişinin açlığa mahkûm edilmesi.

Aslında tüm olanların ilk sinyali Netanyahu hükümetinin işbaşına gelmesiyle verilmişti. Netanyahu iktidara gelirken açıkça sürece karşı olduğunu telaffuz etmiş ve kazanmıştı. Yine Netanyahu’nun iktidara gelmesi İsrail halkının en azından büyük bölümünün barışa nasıl baktığının ilk ipucunu vermişti. 1996’nın ilk aylarında çeşitli kentlerde patlayan Hamas bombaları ve yılın son aylarında Kudüs’te yıllardır kapalı olan Kubetül Sahara ve Mescid’i Aksa’nın altından geçen tünelin açılmasıyla patlak veren olaylar, karşılıklı olarak aksak da olsa yürüyen bir süreç üstündeki şüpheleri iyice arttırmıştı.

Bu karşılıklı restleşme sonunda İsrail hükümetinin yeni yerleşim projesi hepsinin üzerine tuz biber ekti. Son kriz yaşanana kadar daha itidalli davranmaya çalışan Arafat liderliğindeki Filistin yönetimi de çileden çıktı. Zaten uzun süredir halkını ikna etmekte zorlanan, özellikle yönetimin başkenti sayılan Gazze’de Hamas’ın güçlenmesini bir türlü önleyemeyen Arafat, bu sefer –politik bir manevra mantığıyla bile olsa– Netanyahu hükümetine rest çekti. Amerika dışında tüm Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Arap ve İslâm ülkelerinin de desteği ile halkına El Fetih aracılığı ile “direnin ve protestoları attırın” çağrısı yaptı. Geçen yıl olduğu gibi Hamas’ın üzerine gitmedi, hattâ örgütün yeraltındaki silahlı kanadının önemli isimlerinden ve bir yıldır Filistin hapishanelerinde tutuklu bulunan İbrahim Maqadmeh’i serbest bıraktı; hem de Tel Aviv’deki bombalamadan kısa bir süre önce. Sürekli “terörü önleyin” çağrısı yapan İsrail yönetimi tarafından da doğal olarak “teröre yeşil ışık yakmakla” suçlandı.

TERÖRÜ KİM KÖRÜKLÜYOR?

Netanyahu hükümeti tüm bu olanlardan önce hesabını yapmıştı sanki. Geçen yıl yaşanan tünel krizi düşünülecek olursa, Filistin halkıyla birlikte tüm Arap ve İslâm ülkeleri ayağa kalkmış, protesto gösterileri kanla sonuçlanmıştı. Ya sonra? Sonrasında tünel açıldı, yaşananlar zihinlerde iz bıraksa Filistinliler’in ölüm hanesindeki isim sayısı artsa bile politik olarak İsrail mevzisini kazanmıştı. Netanyahu’nun planı yine aynıydı. Kriz yaşanır, taşlara plastik gerektiğinde de gerçek mermiyle karşılık verilir, ardından unutulur. Bu kez planın tutmadığı ilk günlerde görüldü; gerisi ise Arafat yönetiminin tavrına bağlıydı. Çünkü Netanyahu’nun bundan vazgeçmek istemediği ortada. Çünkü bu kez uyguladığı tünel krizinde olduğu gibi bir deneme yanılma taktiği de değil. Har Homa adlı yerleşim biriminin Doğu Kudüs’teki Filistin yerleşim bölgelerinin arasında olması nedensiz değildi. Özellikle burasının yerleşim için seçilmesinin en önemli nedeni Filistin yerleşim bölgeleri arasındaki bağlantıyı kesmek, Filistin kentleri arasında bir adacık oluşturmaktı. İsrail için yeni yerleşim birimi demek yeni güvenlik şeridi, yeni askerî alan ve Filistinliler için yeni yasak bölge demekti. Kendi şehirleri arasında ulaşımı sağlamak için Kudüs’ün çevresinden dolaşmak zorunda olan Filistinliler her yeni yerleşim biriminin başlarına neler açacağını çok iyi biliyor artık. Özellikle harita üzerinde bakıldığında Batı Şeria’daki Filistin kentleri arasına serpiştirilmiş İsrail yerleşim bölgelerinin Filistin halkı niçin tedirgin ettiğini anlamak mümkün - ya da barışın bu coğrafi koşullarda ne kadar zor gerçekleşeceğini. Filistin topraklarının kurulması için şu andaki kentlerin coğrafi olarak bir araya getirmenin zorluğu da ortada. Zaten buna Arafat’ın bile inandığı şüpheli.

İşte tüm bunlar bir araya gelince Filistin halkının tedirginliği daha iyi anlaşılıyor. Barış denen zorlama süreç İsrail hükümeti tarafından terörize ediliyor. Terörize ediliyor, çünkü Netanyahu hareketinin karşılığına tepki geleceğini biliyor, tepki bekliyor. Arafat yönetimine muhalif olan Hamas, Hizbullah gibi İslâmi grupların harekete geçeceğini biliyor. Ve sonunda politikasının sağlamasını yapıyor: Provoke ediyor, mevzi kazanıyor ve suçluyor: “terörist grupları durdurun”. “Terörist” gruplar Netanyahu hükümetinin işine geliyor. Ama hâlâ, kimin terör uyguladığı tartışılan konuların başında geliyor. Son bombalı saldırı konusunda spekülasyonlar da yol değil tabiî ki. Özellikle her saldırı sonrası Hamas’ın olayı üstlendiği biliniyor. Ama bu kez aksi oluyor ve Hamas sessiz kalıyor. İsrail gizli servisinden söz ediliyor. Ancak sonradan yapılan açıklamada intihar komandosunun bombanın sadece taşıyıcısı olduğu ve erken patladığı açıklaması yapılıyor.

GÜVENSİZLİK

İsrail halkının seçimlerde Netanyahu’dan yana tavır koyması bir yana, barış yanlısı girişimler ve hareketler de yok değil... Ancak bu grupların sesi ve çabası barışa inanmayan ya da istemeyenler tarafından bir anlamda boğuluyor. Ancak son krizde bu grupların da yeteri kadar inisyatiflerini kullanamadıkları ve kamuoyunu harekete geçiremedikleri ortada. Özellikle bombalı intihar saldırıları sonrası bu grupların sesleri daha az çıkıyor. Kamuoyunun büyük bölümü ise Filistinliler’e güvenmiyor. Yahudi olmanın, bir ülkeye sahip olmanın ve bilinçaltında bu ülkenin ne olursa olsun korunması gerektiğinin getirdiği sorunlar. Ama İsrail halkı bu şartlarda Filistin paranoyasıyla yıllar boyu yaşayamayacağını, hayatları boyunca askerliğe katlanamayacağını ve militer bir yaşamın hayatın her alanında güvenliklerini sağlayamayacağını da biliyor.

Nitekim Tel Aviv Üniversitesi Barış Çalışmaları Merkezi’nin son kamuoyu yoklamasında “barış için Filistin devleti gerekiyorsa bu sağlanmalı” diyenlerin oranı yüzde 51’lerde. İsrail halkı Kudüs’ü de içeren Filistin devleti kurulmadıkça huzura kavuşamayacağının farkında. Ama bilinçaltlarında yatan temel olgu Filistinliler’e olan güvensizlik. Ve bu korkuyu Filistinliler’i kendi şehirlerine sokmayarak, her türlü ayrımcılıkla onları kendinden uzak tutarak aşmaya çalışıyor. Peki ya Filistin halkı?

Filistin halkı yıllar süren mücadele sonrasında bir ülkeye sahip olmanın sarhoşluğunu atlattıktan sonra kendine “barış bu mu?” sorusunu soruyor. Çünkü İsrail’in tavrı onların da güvensizliğini arttırıyor. İntihar saldırıları açıkça olmasa bile içten içe destekleniyor. “Biz yıllardır, onlar bir kez ölüyor” mantığı işliyor. Yılların biriken kinini zihinlerinden silmekte zorlanıyorlar. Çünkü bugün yaşananların da kendilerini haklı çıkardığını düşünüyorlar.

Tel Aviv’deki son intihar saldırısının ardından kamuoyu yoklaması Filistin halkı içindeki bu tür saldırıları destekleyenlerin sayısının arttığını gösteriyor. Her gün taşlı, mermili ve gaz bombalı çatışmaların yaşandığı Betlehem kentindeki Filistin Kamuoyu Merkezi’nin 470 Filistinli arasında yaptığı bir anket çalışması sonucunda intihar saldırılarını destekleyen ve haklı bulanların oranı yüzde 48.6 çıkıyor. Betlehem El Halil ve Kudüs’teki Filistinlilerle yapılan ankette saldırılara karşı olanların oranı ise yüzde 37.5. Yine aynı yoklamada yüzde 37.5 oranında Filistinli barış görüşmelerinin hemen sona erdirilmesini, 19.2’lik bir bölümü ise görüşmelerin yeni koşullarda devamını istiyor. Yüzde 62 Arafat yönetiminin barış sürecinde başarısız olduğunu, yüzde 92’si de son krizden Netanyahu’nun sorumlu olduğunu düşünüyor. Yani Filistin halkı sertleşiyor ve intihar saldırılarını destekliyor, haklı olarak İsrail’e güvenmiyor. Çünkü İsrail’in Filistin halkının güvenini kazanmak için hemen hiçbir şey yapmadığını biliyor.

Tüm bu gelişmeler artık bir baba figürü, bir mit haline gelen Arafat yönetimi ile halkın arasındaki uçurumun giderek açıldığını ortaya koyuyor. Ancak yine aynı Filistin halkı Arafat’la da Arafat’sız da yapamamanın ikilemini yaşıyor.

Yılların kurt politikacısı, eylem adamı Arafat ise zaman zaman dengeleri sağlamakta zorlanıyor. Çünkü İsrail hükümetinin her baskıcı adımında halkının güvenini yitiriyor. Üstelik Arafat’ın Hamas, İslâmi Cihad gibi örgütlerle de başı dertte. Hamas’ı Filistin topraklarının bir gerçeği olarak kabul ediyor. Ancak Hamas üzerinde baskıyı arttırdığı zaman kendi insanıyla karşı karşıya geliyor. Aksi biçimde davrandıkça İsrail hükümeti ile ters düşüyor. Tam bir çıkmaz yaşıyor. Hâlâ El Fetih geleneği çok güçlü olsa bile gençlik arasında taban bulmakta zorlanıyor. El Fetih’in yıllarca gerillası olarak büyüyenler şimdi resmî kıyafetlerle asker ve polis olarak taşlarla İsrail askerlerine karşı direnen kardeşlerini durdurmaya çalışıyor, ya da çalışıyormuş gibi görünüyor.

Bu arada Hamas’ta bölünmeler ya da bölünme sinyalleri söz konusu. Son Tel Aviv saldırısının yöntem olarak olmasa bile zamanlama olarak hatalı olduğu tartışması örgüt içinde başlamış durumda.

“Örgüt içinde bazı unsurların bağımsız hareket etmemesi, çözümün topyekûn intifada” olduğunu savunanlar olduğu gibi, “saldırıların sivil hedeflere yönelmesinden rahatsız olanlar da var.” Ancak tartışma şimdilik strateji üzerinde yoğunlaşıyor. Tüm bunlara karşın Hamas öğrenci gençlik içinde gücünü arttırıyor. Nisan ayının başında Batı Şeria’daki üniversitelerde öğrenci konseyi seçimlerini Hamas’ın kazanması da bunu gösteriyor. 35 sandalyeden 19’u Hamas’a, 15’i El Fetih’e, 1 tanesi de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne gidiyor. Ancak El Fetih’in halk arasındaki etkinliği ve prestiji her şeye rağmen sürüyor.

Netanyahu hükümetinin buldozerlediği barışa gençler geleneksel silahları ile cevap veriyor. Evet, sadece taşlarla. İsrail askerlerinin en büyük korkusu ise yine bu taşlar. Çünkü İntifada sürecinin taşlarla geldiğini biliyorlar. Bu yüzden İsrail gazetelerindeki “bu seferkine intifada denemez, çünkü kitlesel değil” yorumu yaparak biraz da olanları kendi kafalarında rasyonelleştirmek istiyorlar. Bu defanın farklı olduğunu herkes biliyor. Çünkü gençler taşlarla mücadeleyi sürdürürken bir yandan da günlük hayat devam ediyor. ’90’ların başındaki intifada’da Filistin kentleri tamamıyla işgal altındayken şimdi İsrail askerleri sadece Filistin şehirlerindeki Yahudi yerleşim birimlerini koruyor, şehirlerin giriş çıkışlarını denetliyor. Bunlar da Filistin topraklarının şu anda ne kadar “özgür” olduğunun göstergeleri. Filistinliler hâlâ kendi şehirlerine kimlik göstererek binbir eziyetle giriyor, bazen de giremiyor.

Evet, bu seferki intifada kitlesel değil, çünkü Filistin halkı artık bu şartlar altında yaşamaya, İsrail’in tavrına alışmış. Hep mücadele edecek birilerinin olduğunu biliyor. Bu yüzden taşlı mücadele geleneğinde yaş oranının ne kadar düştüğü de fark ediliyor. Ama İsrail askerleri için hiçbir şey fark etmiyor, kendilerine 20-30 metre yaklaşan gençleri yaralamak ve öldürmekten de kaçınmıyorlar. Filistinliler ise barışın yine taşlarla geleceğini biliyorlar.

Dünya ülkeleri ise birçok coğrafyada olduğu gibi Amerika’nın tavrına yenik düşüyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde verilen İsrail karşıtı oylar, timsah gözyaşlarından öteye gidemiyor. Herkes susmuş, olanları seyrediyor. Amerika, kelimenin tam anlamıyla sadece arabulucu rolü oynuyor. Netanyahu ikna edilmek için çağrıldığı Washington’dan daha güçlü ve “küstah” dönüyor.

Yıllarca Filistin devrimini savunan sol partiler –dünya ve Türkiye’de– soruna son derece ilgisiz. Yine Türkiye’de bir dönem Filistin devrimini şiar edinen, hattâ El Fetih’in rahle-i tedrisinden geçenler bile sessizliğini sürdürüyor. Ve alan kaba bir anti-Siyonist mantık içindeki “İslâmcılara” kalıyor. Türkiye’de sosyalistlerin kendi iç çelişkilerinden dolayı İslâmcılara duydukları tepki, Filistin’e karşı suskunluğu getiriyor. Sosyalistlerin bile Filistin’deki mücadeleyi sadece İslâmî kimliğe indirgemesine neden oluyor. Her şey her Cuma namazı sonrası kendinden geçmiş kalabalıklara bırakılıyor. Ancak Filistin halkının verdiği bağımsızlık mücadelesinde bir değişiklik yok. Artık bir Filistin devrimi de yok belki, ama Filistin halkının kendi özgürlüğü için gösterdiği direniş hâlâ sürüyor - aktörler farklılaşsa bile. Kendi tarihlerini kendileri yazıyor, ama yine de insan soramadan edemiyor: Sosyalistler, aydınlar ve özellikle derneklerde insan haklarını savunanlar nerede diye?

METE ÇUBUKÇU