Castoriadis ve Bahro'nun Ardından

Özgürlüğü yeniden tanımlamaya çalışıyordu

Toplumun özgürlük ve özerklik hedefleri ışığında dönüşmesi sorunsalını, Marksist düşünü bütünüyle reddetmeden, ama onun sınırlarını aşarak yeniden tanımlamaya çalışan özgün düşünürlerden birini, Cornelius Castoriadis’i, 26 Aralık 1997 gecesi kaybettik.

Türkiyeli okurlar, onun en önemli eseri olan, Toplum İmgeleminde Kendini Nasıl Kurar? adlı kitabının birinci bölümünün Türkçe tercümesiyle, iki ay önce tanışmıştı. İlk biçimiyle Sosyalizm ya da Barbarlık dergisinin son sayılarında 1965’te yayımlanan bu yazılar, Marksizmin en ciddi ve içeriden eleştirilerinden birini dile getiriyordu.

Fransa’da Stalinizm aleyhtarı devrimci düşünü 1960 başlarında etkileyen Sosyalizm ya da Barbarlık dergisinin kurucularından ve derginin 1965’te yayın hayatına son vermesine kadar editörü olan Castoriadis, Marx’ın devrimci harekette çok önemli bir yer işgal ettiğini belirtir. Ama 20. yüzyılın ikinci yarısında devrimci hareketler Marx’ı ve Marksizmi aşmalıdır. Bu devrimci düşün ve hareketin varlığını sürdürebilmesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Stalinizm ve daha genel olarak Bolşevik program, Castoriadis’e göre, kapitalist sistemde var olanınkinden daha farklı bir üretim yönetimi geliştirmedi. Devletleştirmeler, planlama ve benzeri “sosyalist” tasarruflar, Sovyet türü planlı ekonominin özünde kapitalist ekonominin başarısız bir versiyonu olmasını engellemediler. Castoriadis bunu üç önemli yanılgıya bağlar.

Birinci yanılgı, tarihin yasaları olduğuna inanıp, sözde tarih biliminin tespit ettiği doğal veya akılcı yasaların toplumu kurduğu, onun gelişimini belirlediğini kabul etmektir. Bunu ikinci yanılgı tamamlar. Geleneksel Marksizm, değişmez iktisadî kanunların varlığını kabul eder. Üretim tarzları, üretim ilişkileri ve üretici güçler, bu değişmez kanunlar içinde gelişimlerini sürdürürler. Son yanılgı, akla atfedilen konumla ilgilidir. Aydınlanma felsefesinin bu konuda izleyicisi olan Marksizm, akla neredeyse dinî, yani insanın üstünde ve dışında bir konum atfeder. Castoriadis, bunun Batı düşünü içinde uzun bir geçmişi olan metafizikten bir kopma teşkil etmediğini belirtir.

Bu üç yanılgıya dayanan Marksist düşün, gerçek bir devrimi gerçekleştirmekten aciz kalmıştır. Buna, Marksizmin kapitalizmin dönüşümlerini çözümlemekte karşılaştığı zorluklar ilave olur. 1963’te, Castoriadis kapitalizmin tüketim toplumuna ve bireylerin özelleşmesine dayanan bir rejime dönüştüğünü belirtip, bunun siyasal mücadelelerin doğasını değiştirdiğini belirtir. Mayıs ’68’in en önemli etki kaynaklarından birisi, Castoriadis’in bu dönemde geliştirdiği tezlerdir. Proletaryanın pratiklerinin, var olan toplumu devirecek veya kendine özgü hedefler ışığında reforme edecek bir sınıf konumunda olmadığını gösterdiğini vurgular. İktisadî taleplerle iktisadiyat toplumu dönüştürülemez. Toplumsal dönüşüm sorunsalı, emekçilerin yabancılaşması, karar mercilerinden dışlanmaları, bürokrasi ve teknokrasiye teslim olmaları olgularını ele almalı, bunları toplumun gündeminde öne çıkarmalıdır.

Castoriadis, insanî faaliyeti tarihî-toplumsal bir yaratılış pratiği olarak tanımlar. Toplum, insanların ortak tahayyülerinde (imgeleminde) kurulur ve kurumlaşır. Castoriadis, tarihin kanunlarını tespit etmeye çalışırken, devrimin bir tarihsel-toplumsal yaratılış olduğunu Marx’ın gözden kaçırdığını belirtir. Halbuki tarih, bir öz-kuruluş sürecidir. Bu süreç büyük ölçüde belirsizdir. Kurulmuş ve kurumlaşmış toplumla kurucu toplumun çatışmasının yarattığı bir gerçeklik vardır. Tarihî-toplumsal tahayyülün yarattığı değerler, kanunlar ve düşün kategorileri, insanların arasındaki ilişkileri, toplumların ilişkisini ve doğayla toplum ilişkisini düzenlerler. Ama bu gerçek, yani insanın tüm insanî ve toplumsal anlamların yaratıcısı olduğu gerçeği, insanın kaldıramayacağı ağırlıkta bir yüktür. İnsanlar kendi yarattıklarına bir dış meşrûiyet mercii bulurlar. Bu kâh dindir, kâh akıl. İnsanlar kanunların, kurumların, değerlerin ilelebet geçerli olmak üzere, atalardan, tanrılardan, kutsal kitaptan, doğadan veya tarih kanunlarından tespit edildiğine inanırlar.

“Maneviyatçı”ydı, yeşildi, sosyalistti

Rudolf Bahro, yıllardır büyük bir irade gücüyle birlikte yaşadığı kan kanserine, geçtiğimiz yılın son günlerinde yenik düştü. Öldüğünde, ait olmuş olduğu sosyalist ve yeşil hareketin, düşüncenin -bu sıfatları hâlâ benimsemesine rağmen- dışında duruyordu.

Toplumun kendi yaratıcı ve kurucu iradesini bulması, toplumun kurumlarına yabancılaşmasını aşmasının yolunu açacaktır. Toplumun kendi kendini yönetmesi mücadelesi budur. “Demokrasi ve özgürlük”, hiçbir zaman sonu olmayan bir öz-kuruluş ve öz-yönetim savaşıdır.

Devrim, hiçbir bürokratik gücün tahakkümüne girmeden, toplumun kendi dönüşümüne uygun kurumları yaratması, kendi kendinin geleceğine sahip çıkması sürecidir.

Ömrünün sonuna kadar, “ne olursa olsun, ben devrimciyim ve devrimci kalacağım” diye tekrarlayan Castoriadis için günümüzde devrim, “sadece yeni bir siyaset tarzı yaratmak değil, var olan yaşam tarzını eleştirmek ve yenisini aramaktır.”Bu nedenle, ölümünün, yaşadığı Almanya’da bile bu çevrelerde çok eski bir dostun hattâ hâlâ yaşadığından tam emin olunmayan birisinin ölümü gibi karşılandığını söylemek, fazla abartı olmaz.

Oysa Rudolf Bahro, 1970’lerin sonlarında ve 1980’ler boyunca, önce sosyalizmin, sonra yeşillerin yaratıcı ve ilgiyle izlenen düşünürlerinden birisi olmuştu. 1977’de yayımlanan Mevcut Reel Sosyalizme Alternatif kitabı, Doğu Avrupa’daki “sosyalist” sistemlerin sosyalist açıdan yapılmış en kapsamlı ve radikal eleştirilerinden birisiydi - hem de bu sistemde “partili” olarak yaşayan birisi tarafından. Bahro bu nedenle Demokratik Almanya Cumhuriyeti devletince hapsedildi. Uluslararası sosyalist hareketin öncülük ettiği büyük bir kampanya sonucunda 1979’da özel afla serbest kalarak Batı Almanya’ya geçti.

Batı Almanya’da, şekillenmekte olan Yeşiller hareketinin düşünsel ortamında yer aldı. Reel sosyalizm eleştirisini ilerleterek, sosyalist kuramın endüstriyalist ve modernist karakterini teşrih masasına yatırdı. Başlarda “kızıl-yeşil” bir terkibin kuramcısı gibi görünürken, radikal yeşil perspektife kaydı. Burada da durmadı: sömürücü ve özgürlük potansiyellerine ket vurucu mevcut toplumu dönüştürmenin, kapitalizmi aşmanın yolunun “kendi içimizde bir devrim” gerektirdiğini söyleyerek tinselliğe, alternatif bir maneviyat arayışına yöneldi. Bu yolda yerleşik dinleri otoriter-hiyerarşik yapıları nedeniyle insanî iç güçleri kısıtlamakla eleştiriyor ama dinler içindeki alternatif veya heterodoks gelenekleri yine de önemsiyordu.

1990’larda Rudolf Bahro bu çizgisinde genellikle fazla “uçuk” bulundu. Tinsel bir devrimcilik arayışı peşinde, Amerika’daki şaibeli Baghwan tarikatiyle “bile” ilgilenmesi, itibarını da sarstı. Aslında Bahro, mâneviyatçı son döneminde de, belki fazla özgün olmayan, ama bu alandaki literatüre kendine özgü, “solculuktan gelme” diyebileceğimiz bir politik iştiyak, bir “ruh” katan fikirleriyle, ilgiye değer bir şahsiyetti.

Birikim, 12 Eylül’den önceki ilk döneminde Mevcut Reel Sosyalizme Alternatif’in onun tarafından yapılmış bir özetini çevirerek (sayı 42/43/44, Ağustos-Ekim 1978) Bahro’yu sosyalist kamuoyumuza tanıtmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği “Doğu’dan Batı’dan” konferans dizisi çerçevesinde yaptığı konuşmanın metni ve kendisiyle yapılan bir söyleşi de Birikim’in geçen yılki Mayıs sayısında (sayı 97) yer aldı.

Türkçede Rudolf Bahro’nun fikirlerini yansıtan iki kitap var: Kızıldan Yeşile (Metis, İstanbul 1988), Nasıl Sosyalizm? “Hangi Yeşil?” “Niçin Tinsellik?” (Ayrıntı, İstanbul 1996.) Bu kitapta Tanıl Bora’nın, Bahro’nun düşünsel serüvenini anlatan uzun bir makalesi de yer alıyor.