Şengül Akçar ile Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı ve Kadın Kooperatifleri üzerine söyleşi: "Sade ve sessiz kadınların kendi adlarına konuşabilmeleri için..."

Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), 1986 yılında yoksul kadınları desteklemek amacıyla kuruldu. “Yoksul kadınların hayat deneyimleri ve uzmanlıklarını harekete geçirerek kendi çözümlerini üretmelerine imkân sağlayan” KEDV, çocuk bakım ve eğitim hizmetlerini yoksullara yaygınlaştırıyor. Kadınlara iş ve ürün geliştirme hizmeti ve mikro kredi ve pazarlama desteği sağlıyor. Kadın merkezli yerel kalkınma örnekleri yaratıyor, kadınların liderliklerini destekliyor, sosyal ve ekonomik alanlarda ortaklaşa girişimlerde bulunmaları için kooperatifleşmelerini sağlıyor. Çalışmalarını Türkiye genelinde çeşitli illerde sürdürüyor.

Şengül Akçar, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nı kurdu. O günden beri kadınlarla birlikte çalışarak onların ihtiyaçları doğrultusunda programlar geliştirmek ve uygulamak üzere Vakfın çalışmalarını yönetiyor. Çeşitli uluslararası iletişim ağlarında danışmanlık ve yürütme kurulu üyeliği var.

• Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı, çok eski ve çalışmaları da ülke genelinde çok yaygın bir örgütlenme. Bunun içinde kadın kooperatifleri de oldukça önemli bir alanı kaplıyor. Kooperatifler dışında daha birçok çalışma da var. Ne düşündünüz, kimlerle nasıl başladınız?

– 12 Eylül’den sonra, böyle her şeyin durduğu zaman. Küçük feminist gruplar oluşmuştu. Onlardan bazılarına kenarından kenarından katılıyordum ben de. Feminizm, kadın meselesi benim için çok yeniydi o zaman. Bu arada, Boğaziçi Üniversitesi Kamu yönetiminde yüksek lisans yaparken, aldığım derslerden birinde bir ödev hazırlamam gerekti. Bunun için özellikle yoksul mahallelerde kadınları iş hayatından alıkoyan çocuk bakım hizmetlerine, erişebilirliğine bakmak istedim. Küçük bir ödev hazırlayacaktım ama fazla ciddiye aldım. İstanbul’un gecekondu mahallelerinden Güngören’de tekstil atölyelerinde çalışan kadınlarla konuştum. O tekstil atölyelerine girip çıktım, mahalleden kadınlarla konuştum. Genel istatistikler, ne var ne yok dışında, işler nasıl yürüyor bakmak istedim. Tekstil atölyelerinde şeyi fark ettim: işveren bir tane küçük oda gibi bir şey ayırmış çocukların da gelip yanlarında bırakılacağı. Kulaklarına pamuk tıkalı, makine gürültüsünden rahatsız olmayıp uyuyabilsinler diye. Hani böyle bir durum. Ödev tamamlandı, ama benim aklımda bu kaldı.

Kadınlarla orada çok ahbap olduk, gelip giderken belediyeyle de. Belediye başkanı ile konuştum, eski bir market binası tahsis edebileceğini söyledi. Mahallelerde toplantılar yaptık, kadınlarla konuştuk, hep birlikte yaparız dedik ve bu binada mahallenin ilk Çocuk Yuvası’nı kurmaya karar verdik. Hem kadınların da kendilerini geliştirebilecekleri, ikisi bir arada bir merkez gibi. Büyükçe bir et marketi çıktı bina, belediyeye aitmiş, boşalmış. Her yerde böyle çengeller mengeller var.

Yer tamam ama bir kurum yoktu. Tüzel bir kişilik ne yapalım, onu da epey konuşarak dernek mi olsun, bu mu olsun, şu mu olsun, araştırdık ve vakıf kurmaya karar verdik. Kurucuları uzun uzun inceliyorlar, yıllar alıyordu. Çok az insanla, üç kişi ile başladık. Ona rağmen 4 yıl sürdü kuruluşu. Zahmetli oldu.

• Neyi, nasıl yaptınız? Bir konuşmanızda “Bazı toplumsal hizmetlerin doğaları itibariyle toplumdaki/mahalledeki herkesi araya getirme potansiyeli vardır. Farklı bir biçimde tasarlanmaları durumunda, yani toplumdan ‘izole,’ ‘ideal’ kurumlar olarak düzenlenmedikleri durumlarda mahalle halkı arasında diyalog ve uzlaşma ve demokrasi platformları yaratabilirler. Örneğin, erken çocukluk eğitim (ECE) hizmetlerinin yeni bir anlayışla düzenlenmesi, kadınların/annelerin katılımına açık olması durumunda, kadınlar çocuk sorunları etrafında tüm kesimlerle bir diyalog ve uzlaşma sürecinin asıl liderleri olabilirler. Yerel yönetimleri kadın ve çocuk yanlısı kent politikaları için etkileme fırsatı elde edebilirler.” demişsiniz. Bu mümkün oldu mu?

– Bu alana, hem çocukların bakım ve eğitim ihtiyacına ve hem de kadınların kendi aileleri ve çevrelerinin yaşam koşullarını iyileştirme ve kamusal alanda var olma ihtiyacına çözüm getiren bir alternatif arayışıyla girdik. Bu konudaki ilk deneyimimiz İstanbul Güngören’de oldu. Bahsettiğim gibi, belediye tarafından sağlanan bir binada, ilk Kadın ve Çocuk Merkezi’ni kurduk. Eğitimin nasıl olacağını çok araştırdık. Can Yücel’in eşi Güler, çok şahane bir kadındır. Montessori uzmanı. Birkaç yıl süren çalışmayla çok iyi bir eğitim programı ortaya çıktı. Aile katılımı nasıl olacak, mekanizmaları ne olacak, mahalle katılımı nasıl sağlanacak gibi meseleler hep bu çalışmanın odağındaydı. Eğitim yaklaşımı, uzun deneyimlerle, defalarca geri dönüp bakarak ortaya çıktı. Hepsinin arkasında ciddi bir emek var. Cocuğu aile ve sosyal kültürüyle merkez alan ve birey olarak ihtiyaçlarına cevap veren, eğitici ve aile arasında uzlaşma arayan ve çocuk /eğitici/ aile/ mahalle/ortam dörtlüsü arasındaki etkileşimi öne çıkaran bir eğitim yaklaşımı geliştirmek için uğraştık.

Ve şimdi ortada iyi bir model var. Bu modelin eğitim yaklaşımının yanı sıra farklı kılan bir başka yanı, bu hizmetin kadınlar tarafından ortaklaşa sunuluyor olması. Yani bu merkezleri kadınlar ortaklaşa işletiyorlar. Çocuk eğitimi gibi ciddi bir konuda hizmet sunuyorlar. Çocuk eğitimi “meşru” bir nedenle kamusal alana çıkıyor, bu konu etrafında yerel yöneticilerle diyalog kuruyor, mahalle halkı arasında dayanışma yaratılmasına vesile oluyorlar. Bir yandan da çevredeki fırsatlardan, kurs, eğitim, iş imkânı gibi, haberdar oluyor, sosyal ve ekonomik girişimlerde bulunma imkânı yakalayabiliyorlar. Kurulan ilk merkezin deneyimlerini yazılı hale getirdik, el kitapları çıkardık. Daha sonraki merkezler genellikle ilk merkezi duyan ailelerin talebi üzerine açıldı. Tabii ki imkânlarla talepleri bir araya getirmeye çalıştık. Bina önemli bir girdi ve genellikle yaygınlaşmada belediyeler tarafından bina sağlanması önemli oldu.

• Tüm bunlarda odakta kadınlar, daha çok da yoksul kadınlar var. Ve güçlenme stratejinizde yoksullukla mücadeleden söz ediyorsunuz. Nasıl?

– Kadınların güçlenmesi salt ekonomik bir mesele değildir. Kadınlara her düzeyde demokratik katılımını ya da toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan sosyal dışlanmışlıklarını da hedefleyen bütünsel stratejilere ihtiyaç var. Yoksul kadınlar da kendi sorunlarını tarif etme hakları, çözüm bulma potansiyeline sahipler, üstelik, yoksullukla baş etme konusunda “uzman”lar.

Yoksulların sosyal hizmetlerden ya da maddi olanaklara kavuşmaktan daha önemli bir ihtiyacı vardır; O da insan olarak ciddiye alınma, kendi yaşamını kendi biçimlendirme, nasıl yaşayacağına, nasıl çalışacağına, çocuklarını nasıl büyüteceğine karar verme, bu alanları düzenleyen politikalara müdahil olma ihtiyacıdır.

Biz bu yaklaşımla, kadınların gücünden yola çıktık. Genellikle görmezden geldiğimiz bir güç. Tanıdığım tüm yoksul kadınlarda var. Yani ayda 300 lirayla sana verseler geçinemezsin, belki intihar edersin. Ama bu insanlar ev geçindiriyor. Bu kadınların üzerinden dönüyor. Hayat bunların üzerinden ilerliyor oralarda. Yani mahalleyi de bir arada tutuyorlar baktığında, aileyi de bir arada tutuyorlar, çoluk çocuğunu da bir arada. Bu müthiş bir güç manasına geliyor. Bunu kimse fark etmiyor. Onun için bizim dayanağımız zaten buydu. Zayıflığı filan değil de, bu kadınların güçlü yanlarını fark etmelerini sağlayarak ilerledik. Bazen kendileri de bunun farkında değil. Ve önemli olan bu insanları sosyal hizmet nesnesi olarak görmek değil, ama doğru bir destek katılımcı süreçler sağlandığında kendi ihtiyaçlarını, hizmetlerini karşılayabileceklerini görmek. Kendileri için de, başkaları için de harekete geçebilirler.

• Bir mahallede çocuk ve kadın merkezinden sonra yaptıklarınızı nasıl çeşitlendirdiniz, nasıl belirlediniz? Ve kocaman bir örgütlenme ağı haline geldiniz?

– Esasında, bu “yaygınlaşma” hali güçlendirme yaklaşımımıza uygun olarak gelişti. Başından itibaren, katılımcı süreçlere önem verdik. Yani işin merkezinde kurucular ya da çalışanlar değil, kadınların kendileri vardı. Pratik hizmet ihtiyaçları etrafında bir araya gelmelerini sağlayarak daha stratejik ihtiyaçları için girişim kapasitelerini geliştirmeyi hedeflemiştik. Bunun sonucu olarak da kullandığımız stratejiler kadınların ihtiyacına bağlı olarak zamanla değişti, gelişti. Okul öncesi iyi bir giriş noktasıdır, oradan başlayalım dedik. Kadın ve Çocuk Merkezlerini başlattık. Burada bir araya gelen kadınların farklı ihtiyaçlarıyla yeni konular üzerinde çalışmaya başladık. Örneğin girişimcilik ve mikro kredi... İş bulamayan annelerden bazıları “Paramız olsa kendimiz bir şeyler yapardık. Asıl eksiğimiz para” demeye başladılar. Bunun üzerine küçük pilot uygulamalar başlattık. Zamanla bunlar programa dönüştü. Yine zaman içinde mevcut programlarımız değişti. Bilinç yükseltme grupları adı altında eğitim programımız vardı. Bu zaman içinde liderlik eğitimi dediğimiz başka bir programa evrildi. Kadınların yeni ve paylaşımcı bir liderlik anlayışı geliştirerek, öncelikleri için harekete geçme becerisi geliştiren bir program. Pek çok eğitim programı geliştirdik. Esasında bunlar, fazlasıyla yapılandırılmış eğitim programlarından çok, kendi deneyimlerini de paylaştıkları, başka sektörlerle, gruplarla etkileşimlerini artıran kapasite geliştirme programları. Yani daha çok kendilerinin konuştuğu, kendilerinin yönlendirdiği programlar.

Esasında, büyüme, yaygınlaşma hırsımız olmadı. Her ne kadar katılım vesaire desek de insanların hayatına bir şekilde müdahalede bulunuyorsunuz. Yanlış yapmaktan hep korktuk. “A, elimizde şahane bir şey var. Orada da uygulayalım, burada da uygulayalım açgözlülüğüne düşmek istemedik. Bu anlamda bir büyüme değil, sadece kadınların kendi hayatlarını dönüştürme çabalarına doğru noktalarda destek vermek istedik.

• 2000’lerin başında bu çalışmaları kadın kooperatiflerini kurarak gerçekleştirirken küresel bir hareketin de parçası oldunuz.

– Kooperatifleri kurduktan üç beş sene sonra benzerlerimizi bulmak için, “dünyada ne oluyor” diye bakmaya başladık. Çok şaşırdık; dünyada da kooperatifçilik hareketinin kazandığı ivmeyi ve yeni sosyal kooperatifçilik hareketini gördük. Mesela, Kanada’da ekonominin %60-70’i kooperatifler üzerinden gidiyor. İtalya’da sosyal kooperatifler çok yaygın. Eğitim ve diğer sosyal hizmetlerin %60’ı filan neredeyse kooperatiflerin. İsveç de öyle.

• Kooperatif deyince hemen akla, tarım kooperatifleri, yapı kooperatifleri gelirdi. Kadın kooperatiflerini ayıran nedir? Kadın kooperatiflerinde istihdamdan başka şeylerden de söz ediyorsunuz.

– Türkiye’deki Mevzuat altında ticari yapı olarak görülüyor kooperatifler. Kadın kooperatifleri ise sosyal amaçlı kooperatifler olarak ortaya çıktılar. Mevcut mevzuat bunların ihtiyaçlarını karşılamıyor, değişmesi için uğraşıyoruz. Kadınlar istihdamda daha fazla yer alsın meselesi de var. Esasında dünyada da kooperatifçiliğin yaygınlaşmasının ardında şu yatıyor. İnsanlar nasıl çalışacaklarına da artık kendileri karar vermek istiyorlar. Bu esnekliği talep ediyorlar. Kadın kooperatiflerine baktığımızda, bunların hepsi ciddi bir iş yapıyor. Bir kere çocuk eğitim ve bakımı gibi bir alanda kamu hizmeti veriyorlar. Çocuk yuvaları işletiyorlar. Bu alanı düzenleyen mevzuatta esneklikler sağlanabilse, hemen her mahallede kadınlar kooperatif kurabilir ve bu hizmetleri verebilirler. Örnekleri var. 20 çocuk kapasiteli bir yuva açsalar bile en az 2 kadına istihdam sağlıyor. Bu yaşlardaki çocuk sayısı dikkate alınırsa, 200 bin kadın istihdam edilebilir. Başka koşullarda veya enformel sektörde perişan edeceğin kadınlara buralarda güvenli ve sağlıklı istihdam imkânı sağlanabilir. Mesela, engelli, yaşlı bakımı için verilen nakit yardımları gibi, okul öncesi çocuklar için verilecek yardımlar bu şekilde kullanılabilir. Yani doğrudan istihdam sağlama potansiyelleri var.

İkincisi, bizde sosyal hizmet işleri uzman temelli anlaşılıyor. Şimdi bu kooperatiflere baktığında mahalledeki sosyal hizmet mevzusu olabilecek işlerde kadınlarla ya da ailelerle çalışıyorlar. Ya evlerinde ziyaret ediyorlar, konuşuyorlar, ya merkezlerine davet ediyorlar. Bir tür destek grubu oluşturuyorlar. Kolektif olarak birbirlerini iyileştiriyorlar. Gerekli durumlarda kamu hizmetleriyle buluşturuyorlar. Mahallede mesela ihtiyaç sahiplerini, engellileri onlar tespit ediyorlar. Bu bir hizmettir ve parasal karşılığı olmalı. Biraz daha programlı yaptırmaya çalışıyoruz biz. Örneğin Çocuk haritası çıkarttırıyoruz. Kooperatif üyeleri mahallede kapı kapı geziyorlar. Engelli bir çocuk var mı bakılıyor veya ailenin fark etmediği sağlık sorunları var mı? Bunların mevcut hizmetlerle bağlantılarını kuruyorlar. Bu bile ciddi bir iş.

• Kadınların bir yerlerden duyup ulaşması dışında, siz kadınlara nasıl ulaşıyorsunuz? Ne iş yapacakları nasıl belirleniyor?

– Bizim artık ulaşmaktan çok gelen taleplere yetişebilme derdimiz var. Her gün en az 2-3 talep alıyoruz. Çeşitli illerden, kadın grupları olarak bize başvuruyorlar. “Bir şey yapmak istiyoruz” diye geliyorlar. O “bir şey”i bekleme durumundan çıkmak, artık kendi hayatları için harekete geçmek diye anlamak lazım. Biz de o “bir şeyi”in içini doldurmaları için liderlik eğitimi veriyoruz. Bu eğitimle, kendilerini birey olarak daha yakından tanımalarını, toplumdaki rollerine, ortak sorunlarına, çözüm önerilerine ve bunları ortaklaşa hayata geçirme imkânlarına, çevrede kullanabilecekleri kaynaklara bakmalarını sağlıyoruz.

Asıl zorlandıkları iş fikri geliştirmek. Bir kere temel becerileri dikiş dikmek, yemek yapmak gibi görülüyor. Kendileri de öyle görüyor. Bu beceriler üzerinden gidince mantı dükkânı açmaktan başka seçenek olmayabilir. Biz biraz farklı becerilerinin de farkına varmalarını sağlıyoruz. Önce kendi çevrelerindeki ekonomiye ve mevcut imkânlara bakmalarını sağlıyoruz. Bu bilgilerle çeşitli iş fikirleri geliştirmelerine yardımcı oluyoruz. Bu iş fikirlerini, yine çevrelerindeki iş dünyası temsilcileriyle paylaşmalarını ve tartışmalarını sağlıyoruz. Pazar potansiyeli, kendi imkânları ve dış destekleri de hesaba katarak bir iş fikri geliştirmelerine destek oluyoruz.

• Yerellere göre sorunlar ve örgütlenme biçimleri değişiyor mu?

– Bunlar yerel örgütler. Kooperatif olarak çalışma biçimleri zaten senetlerinde yazılı. Yerel ihtiyaç ve olanaklara göre faaliyet alanlarını kendileri belirliyorlar. Biz sadece, program desteği sunuyoruz. İhtiyaçlarına yönelik programlarımızı uygulayabilmeleri için eğitici eğitimi veriyoruz. Stratejik plan geliştirmelerine destek veriyoruz. Acil durumlarda, özellikle çocuk yuvası işletenlere maddi destek ve eğitim desteği veriyoruz. Kaynaklarla buluşturmaya çalışıyoruz. Ürünlerini pazarlıyoruz.

Kooperatiflerin bir araya geldiği toplantılar, aynı ya da farklı işleri yapan kooperatiflerin 2-3 gün bir arada kaldığı buluşmalar oluyor. Çok faydalı oluyor. Kadınlar, ortak, farklı çeşitli sorunları konuşup birbirlerinden öğreniyorlar.

• Siz Türkiye’nin pek çok yerinde örgütlüsünüz. Bu kadın kooperatifleri arasında bir ağ da kuruldu, değil mi?

– Evet. Türkiye’nin hemen her yanından 100e yakın kadın kooperatifi. Bir iletişim ağı portalı ve Simurg adında Kadın Kooperatifleri Birliği var. Sekreteryasını biz yürütüyoruz. Kadın kooperatifleri iletişim ağı. Kadın Kooperatiflerini 2005’ten itibaren bir araya getirdik. Bir iletişim ağı ve portalı kurmalarına destek verdik. Geçtiğimiz yıl da Simurg Kadın Kooperatifleri Birliği kurduk. Vakıf olarak her ikisinin de sekreteryasını yürütüyoruz. Mekân sağladık ve gerekli uzmanlıkları sunuyoruz.

• Kısa zamanda inanılmaz ölçüde yaygınlaşıp çoğaldığını görebiliyoruz. Sözünü ettiğiniz bu alternatif ilişkilenme, bir tür “dayanışma ekonomisinin” nasıl bir etki alanı var? mevcut ilişkilenme biçimlerini değiştirecek, dönüştürecek bir etki yaratabiliyor mu?

– Mutlaka yaratıyor. Örneğin kadın kooperatifi fikrinin kendisi çok benimsenmiş durumda. Örneğin yerel idareler açısından baktığımızda, kooperatifler yerel düzeyde çalıştığından, yerel otoriteler ve diğer kesimlerce yakından izlenebildiğinden, daha çok yerel düzeyde kabul görüyorlar. Bize gelip kooperatifleşmek isteyen kadın grupları çoğu zaman zaten belediye ya da kaymakamlık tarafından cesaretlendirilmiş oluyor. Bazen de Belediye ya da kaymakamlıklar kendileri bize başvuruyor. Çeşitli kamu programlarından projelerden yararlanan kadınların kooperatifleşmesi için. Ya da kendilerine yakın kadın gruplarının kooperatifleşmesi için. Ama özellikle belediyeler açısından bakıldığında, hâlâ çoğu yerde ilişkiler kişisel ve belediye başkanı düzeyinde yürütülebiliyor. Bu düzeydeki değişiklikler kadın kooperatiflerinin belediye kaynaklarına erişimini de değiştiriyor. Yani sorun, yerel otoritelerce kaynak aktarımındaki kurumsallık ve sürdürülebilirliğin sorunlu olması.

Öte yandan, belediyelerle yapılan çok iyi örnekler de var. Eskişehir Belediyesi ve Kağıthane Belediyesi gibi. En son, Kağıthane Belediyesi ve İTÜ ile birlikte afete hazırlık konusunda pilot çalışma yapıldı. Kağıthane’deki kadın kooperatifinin liderliğinde, mahallenin afete hazırlanması için. Belediye ve Kaymakamlık ile yakın işbirliği içinde kadınlar Mahalle risk haritası çıkardılar ve bunların giderilmesi için eylem planı oluşturdular. Şimdilerde kadınların kurduğu Mahalle Afet Komiteleri ile belediye arasında eylem planı uygulama hazırlıkları sürüyor. Belediye’nin kadınları bu alanda önemli bir aktör olarak görmesi ve birlikte çalışması bence çok önemli ve değerli.

• Katılım süreçlerinin belli bir yerde kalması, tıkalı yollar kadınları nasıl etkiliyor?

– Hizmetlerin yukardan aşağıya planlandığı ve katılım kültürünün olmadığı bir ortamda, kadınların kaynak aktarımını da öngören bir katılım sürecine dahil edilmesi çok zor ve uzun vadede gerçekleşebilir. Bu pek çok insan için caydırıcı olabilir. Örneğin ben çoğu zaman kendi adıma artık vazgeçebiliyorum. Ama kadınlar vazgeçmiyor. Yol kapalı diye vazgeçmiyorlar, Yandex gibi, alternatif yollar deneyebiliyorlar. Çünkü başka çare de yok galiba. Bir de kadınlar bütün bu süreç içinde başka bir şey daha öğreniyorlar. En sessiz, en sakin kadınlar bile müthiş bir liderlik becerisi geliştiriyorlar. Genellikle lider deyince belagata, kendini ifade etme biçimine bakarız. “A işte bu işi götürür” deriz. Çoğu zaman tam tersi durumlar daha çok çıkıyor bence. Kendi aralarında, alan sağlarsan tabii, konuşmayan, zaten konuşmuyor diye bırakmazsan, belediye ve diğerleriyle ilişkiler onlarda müthiş bir özgüven ve liderlik becerisi geliştiriyor. Bizim anladığımızdan farklı bir liderlik. Kendine mesele edindiği şey için vazgeçmeyen, sabırlı bir liderlik, işi yarım bırakmayan bir liderlik. Öte yandan, bu tür bir liderlik de öğrenilen bir liderlik ve zaman alıyor. Bazı durumlarda, özellikle başka kurumların inisiyatifiyle kurulan kooperatiflerde, yönetim ve geleneksel liderlik pratikleri başarısızlığın en önemli nedeni olabiliyor.

• Kooperatif örgütlenmesinin yerel yönetimleri harekete geçirecek ve uygulama aşamasında da kadınların katılımını sağlayacak bir baskı mekanizması oluşturması konusunda ne düşünüyorsunuz?

– Belediyelerin bu tür yerel ve ihtiyaç temelli kadın örgütleriyle ilişkilenmesini önemli buluyoruz. Kent Konseyleri bu açıdan önemli mekanizmalar. Ama uygulamada sorunlar çıkıyor. Şimdiye kadar ki bazı deneyimlerde Kent konseyleri altındaki kadın komisyonlarının “atanmış”lar gibi tutum alıp, kooperatiflerin bakış açısını, iyi uygulamalarını ve taleplerini bu platforma taşımada isteksiz olduklarını gördük. Hatta bazen rekabet içinde görebiliyorlar kendilerini. Bu ilişki biçiminin düzelmesi, politik katılım kültüründe de değişiklik gerektirdiğinden uzun vadede çözülebilir diye düşünüyorum. Kooperatiflerin dönüştürme potansiyelini harekete geçirmek için, belki daha geniş kesimlerle işbirlikleri lazım. Örneğin, akademik dünya, iş dünyası v.s. Biz ise doğrusu bu konuya fazla dahil olmaktan çok, kadın kooperatiflerine yerel düzeyde savunuculuk yapmaları için sadece yol gösterebiliyoruz. Öte yandan, ülkede şöyle bir gelenek de var. Bu hem belediyeler ve hem de sivil toplum kuruluşları açısından; iyi uygulamaları ciddi olarak inceleme ve bütünselliğini kavrama yerine, kendileri açısından uygun buldukları unsurları kopyalama ve kendilerine yakın olanlarla uygulama kolaycılığına kaçıyorlar. Belki akademik dünya bunu yapabilir. Kooperatiflerin bu çabalarını bütünselliği içinde değerlendirerek toplumun dikkatine sunabilir ve bir yandan da kooperatiflerin vizyonlarını genişletmelerine destek verebilir. Ama şimdiye kadar bu “tutucu” dünyadan da böyle bir ilgi görmedik.

• Hane içinde kadınların bu süreçlere dahlinde engel olan, karşı çıkan, işi zorlaştıran kişiler oluyor mu; kocalar, babalar, kayınvalideler... Ya da nasıl oluyor?

– Ben buna pek katılamıyorum. Yani kadınların çalışmasına haneden artık engel çıkmıyor Türkiye’de. Bu görüşe, 30 sene öncesinin jargonu veya tespitleri diye bakıyorum. Hatta, araştırmalarda bile böyle sonuçlar çıkabilir, ama hayatın içinde çok sorun edilmiyor bence.

• Çünkü eve para giriyor.

– Bu işin önemli bir yanı. Bir yandan da “aile bütçesine katkı diye” görülse bile. Çalışmasına karşı çıkmaktan çok nerede çalıştığı önemli sanki. Yani aile erkeklerinin dert ettikleri sorunlar açısından işyerinin ne kadar mahsur teşkil edip etmediği önemli diye düşünüyorum. Kooperatiflerde şimdiye kadar böyle engel duymadım. Başlangıçta nereye gittikleri, evdeki işleri aksatıp aksatmadığı mesele oluyor. Ama bir yandan da, yuva kanalıyla çocuklar da işin içinde oluyor, diğer komşu kadınlar da işin içinde derken bir şekilde en önemli beklentileri olan “güvenli yer” kriteri zaten karşılanmış oluyor.

• Kadınların hayatı, tüm bu deneyimlerle nasıl, ne kadar değişiyor? Cinsiyet rollerine ne oluyor bu arada?

– Bence en önemlisi bu sözünü ettiğim liderlik becerisi önemli fark yaratıyor. İçselleştirdikleri bu liderliği herhalde sadece kooperatif işleri için dış dünyaya karşı kullanmıyorlar. Çocukları, eşleri, komşuları ve içinde yaşadıkları dünya ile ilişkilerinde de kullanıyorlar. Bu çok değerli.

Bu amaçla kapsamlı bir araştırma yapmadık. Ama şunu gözlemleyebiliyoruz, bütün bu süreçten çok çok güçlenerek çıkıyorlar. Şunu söyleyebilirim, bu işte yenilseler bile, yani kooperatif kapansa bile onun kişisel tarihinde önemli yerini koruyor. Arkadaş grubu olarak da kendi kolektif hikâyelerinde bir referans noktası diye dönüp bakabiliyorlar. Biz bir kooperatif kurduk, şu nedenlerden dolayı yürütemedik, demenin öğrettiği şeyler. Hem kendilerini ve dış etkileri sorgulayabilir olmak önemli. Bunda başarısız oldularsa yarın başka bir şey deneyecek demektir. Kooperatiflerini başarıyla yürütenler ise büyümenin getireceği başka sancılardan öğrenecek. Ayrıca, istihdam açısından bakarsak; Kooperatif kendisi istihdam sağlayamasa bile, daha önce çalışmamış pek çok kadın kooperatifte kurduğu ilişkiler sayesinde iş bulabiliyor, çalışmaya başlayabiliyor. Pek çok kooperatifte böyle duyurular paylaşılıyor. Kadınların bir araya gelmesi başlı başına önemli. Pek çok konuda deneyimlerini paylaşırken çalışma konusunda da birbirlerini motive edebiliyorlar.

Kooperatifler ayrıca şunu da yapıyor. Daha çok elit ve orta sınıf kadın bakış açısının hakim olduğu kadın hareketinde “öteki” kadınlar için bir niş yaratıyorlar. Bilinen politik ya da ideolojik şifrelerle konuşmayan, evlerinde oturan kadınlar, kendi günlük yaşamlarındaki mücadele yöntemleri ve güçleriyle, kendi politikalarını, kendi bilgilerini, kendi söylemlerini, gündemlerini yaratıyorlar.

Bu kooperatifler sayesinde, toplumda hakim olan ve hemen her kesimce paylaşılan yoksulluğa bakış açısı sarsıldı diyebiliriz. Genellikle, zayıflığı vurgulanan ve sosyal hizmet nesnesi olarak görülen insanların gücü ortaya çıktı. Ve onların kendileri için ve diğerleri için müthiş bir değişim potansiyeli taşıdıkları ortaya çıktı. “Yoksullara balık tutmayı öğretmek lazım.” ikiyüzlülüğünü sarstılar. Kadınlar, kendi güçleri ve büyük oranda kendi kaynaklarıyla hem kendileri ve hem de başkaları için yaşanabilir bir dünya için sorumluluk almaya başladılar.

Son olarak, kooperatifler, Türkiye’de tabanda bir zihniyet değişikliği yaratıyorlar. Herhangi bir otoriteden güçten gelen liderliğe taptığımız, tükettiğiniz kadar saygı gördüğünüz, saldırgan bir rekabetin prim yaptığı, ego ve kibrin tavan yaptığı bir toplumda, bu kadınlar topluma başka bir liderlik örneği sunuyorlar. Sade ve sessiz kadınlar, bir diğerini değerli bir varlık olarak görerek, birbirini besleyerek, birlikte yürümeyi öğreniyorlar, alçakgönüllü ve derin bir liderlik geliştiriyorlar.

• Liderlikle ilgili negatif durumlarla da karşılaştığınız oldu mu?

– Rüzgâra karşı durmak gibi öğrenilen bir liderlik geliştirmekten söz ediyoruz. Özellikle ego ile baş etmek zordur. Herkesin kolay kolay baş edebileceği bir şey değil. Siz kendinizi ne kadar eğitseniz de, etrafınız egonuzu şişirmeye meyilli olabiliyor, elinizde bir güç olduğuna inandırabiliyorlar sizi.

• Nasıl baş ediyorsunuz peki?

– Sorunları biriktirmeden sık sık bir araya gelip tartışmalarını, her konuda bilgilendirme ve şeffaflığı öneriyoruz. Özellikle mali konularda. Bu hem güveni artırıyor hem de herkesin işleri yönetme becerisi geliştirmesine yararı oluyor. Kolektif liderlik vurgulanıyor. Günlük rutin işlerin ve dışarıyla yapılacak tüm görüşmelerin grup olarak yürütülmesi vurgulanıyor. Sık sık bir araya gelmeye ve en ufak rahatsızlık ya da alınganlıkta hemen toplantı yapmaya çalışıyorlar. Aralarındaki iletişimi güçlendirmeye çalışıyorlar.

• Arada mevzuat engellerinden bahsetmiştin...

– Çocuk bakım ve eğitim hizmetlerini düzenleyen Milli Eğitim Bakanlığı ve Sosyal Hizmetlerin yönetmeliklerinden söz ediyorum. Yönetmelik şöyle engelliyor. Bir kere bina kriteri çok yüksek. Bahçeli, müstakil bina isteniyor ki özellikle yoksul mahallelerde bulmanız nerdeyse imkânsız. İkincisi personel kriteri. Belli dallardan üniversite mezunu müdür ve öğretmenler istihdam etmeniz bekleniyor. Bu ikisi eğitimde kalite garantisi olarak alınıyor ki bu büyük bir yanılgı. Hizmet kalitesini sağlayan şeyler, çocuğu merkez alan ve çocuk, aile, eğitici ve mahalle arasındaki etkileşim ve uzlaşmayı esas alan eğitim yaklaşımı ve uygulamalardır. Kaldı ki o yüksek eğitimli müdür uygulamada, kötüsü geldiğinde günah keçisi olacağından pedagojik faaliyetlerden çok idari işlerle mesaisini doldurmak zorunda kalıyor. Bizim modelde ise temel beceriye sahip, en fazla ortaokul mezunu anneler idari işlerden sorumlu oluyor. Annelerden oluşan komiteler pek çok işi paylaşıyor. Eğitici olarak ise uygulama ağırlıklı olan kız meslek lisesi çocuk gelişimi mezunları istihdam ediliyor. Merkezde rol alan herkes, eğiticiler, idari personel, aile komiteleri, gönüllüler dışarıdan uzmanlar tarafından ki genellikle Vakıf uzmanları oluyor, eğitim yaklaşımı ve uygulamaları konusunda eğitiliyorlar ve sık aralıklarla izleniyor ve destekleniyorlar.

Ailelerden gelirlerine göre ücret alınıyor. Hiç veremeyenler emekleriyle katılabiliyorlar. Bu model hakkında yurtdışından önemli üniversiteler tarafından değerlendirme raporları yazıldı, akredite edildi. Modelin kendisi uluslararası ödüler aldı. Ama mevzuattaki özellikle bina ve personel kriterlerini karşılayamıyor. Mevzuatın, hizmet kalitesini sağlayacak şekilde ve gerçekçi bir biçimde esnetilmesi durumunda, bu hizmetlerin yaygınlaştırılmasında önemli bir alternatif olacaktır.

• Yürüyen kooperatiflerde kadınların değerlerinde bir değişim oluyor mu?

– Kooperatiflerde çok çeşitli kültürlerden, farklı kimliklerden kadınlar bir araya geliyorlar. Bu çeşitlilik içinde ortaklık ve dayanışma kurmaya çalışıyorlar. Zaten bir araya geliş nedenleri bu. Tek başına yapamayacakları işleri kotarmak için bir araya geliyorlar. Bunun içinde para kazanmak da var. Para kazanırken birey olarak insanın kendini koruması zordur. Böyle bir süreçte, ortak üretip, parayı bölüşmek insana yeni değerler katar. Açık, adil ve dürüst olmayı öğrenirsin. Haklarını savunmayı öğrenirsin. Ortak bir kaderi paylaşırken, karşı tarafı daha iyi anlamayı tanımayı, farklılığına saygı duymayı öğrenirsin. Yuva işletirken, mahalle çalışmaları yürütürken, kurduğun bütün ilişkiler ağı içinde kendine döner bakarsın. Yine bakarsın. Kadınlar da bu süreç içinde bence en önemlisi hem kendilerine ve kendilerine benzemeyenlere saygı duymayı öğreniyorlar.

• Dini, dili, etnik kimliği gibi daha pek çok açıdan farklı kadınların birarada ve dayanışma içinde olması hangi durumlarda zorlaşıyor ya da bu konudaki sorunlar nasıl aşılıyor? Bugün tam da ayrımların, çatışmanın körüklendiği bir dil ve yaklaşım hakimken.

– Farklı kimliklerden kaynaklanan sorunlar çıkmıyor değil. Esasında aralarında sınıfsal bir farklılık yok. Etnik ya da dini farklılıklarla ilgili olarak birkaç tartışmaya şahit olduk. Bunlar da konuşunca birbirlerini anlamaya başladılar. Yani bu tür sorunlar çıksa bile çok daha kolay çözebiliyorlar. Ama asıl sorun galiba, yaşam biçimi açısından farklılaşanlar daha keskin ve daha katı olabiliyorlar. Böyle örnekler çok değilse bile çıktığı oluyor.

• Nasıl?

– Başörtü meselesinin bir iki ayrıştırıcı olduğunu fark ettik. Biz ona çok özen göstermeye çalışıyoruz. Çocuklar için geliştirdiğimiz farklılıklara saygı adlı eğitimi yetişkinler için de geliştirdik . Kooperatiflerin kullanımına sunduk. Bu atölye çalışması sırasında kadınlar maruz kaldıkları ayrımcılıkları paylaşıyorlar ve birbirlerini dinliyorlar. Ben birkaç kez katıldım bu gruplara. Ağlamak istemiştim. Çok keskin ve travmatik hikayeler. Kadınlar, hiç ummadığı şekilde ‘karşı tarafın’ da ayrımcılığa maruz kaldığını görebiliyor. Yani birine ayrımcılık yapan bir kadın, başka tarafta bir başkasından ayrımcılık görebiliyor. Kadınlar karşısındakini daha iyi anlamaya başlıyor, empati geliştiriyor, iyileşiyor. Zaten, farklılıkları ayrıştırmaya başlayınca kooperatiflerde işler de yavanlaşıyor ve hatta dağılma süreci başlıyor. Dediğim gibi bu daha çok politik kutuplaşmalarda yaşanıyor. Bir kooperatifte bunu gördük. Başlangıçta başı açık, kapalı, çok enerjik 30-40 kişilik bir gruptular. Birlikte heyecanla, mahalle ihtiyaç tespiti yapmışlar, analiz etmişler, çözüm önerileri geliştirmişlerdi. Belediye meclisine yaptıkları sunumu dinlemiştim. Müthiş bir grup enerjisi vardı. Daha sonraki toplantılarda bu yapının bozulduğunu, başörtülü kadınların azaldığını gördüm. Aralarındaki gizli güç savaşı anlaşılan, güce yakın olanlar, yani Belediye görüşüne yakın olanlar lehine sonuçlanmıştı. Nedenini sorduğumda ise biz bir şey yapmadık, artık kendileri gelmek istemiyorlar dendi. Oysa, neden gelmediklerini araştırmak, gelmeme nedenlerini gidermek gerekiyordu. Kalanlarla bunun üzerinden tartışmak bile öğretici.

• Bunları aşmayı sağlayan?

– Çoğunlukla aşılıyor. Dediğim gibi bu tür sorunlar daha siyasi parti taraftarlığına dayanan politik görüş farklılıklarından kaynaklanıyor. Bunun karşısına daha güçlü başka bir politik duruşla çıkmak lazım. Kooperatifler de zaten bunu yapıyor. Gündelik siyasetin dışında, bilinen politik jargonları kullanmamak da, birbirine saygı duyarak daha iyi bir iş, daha iyi bir mahalle, daha iyi bir çevre ve dünya için dayanışmak da yeterince politik bir tutum. Bazen de kooperatiflerin kullanabileceği kaynakların bölgesel dağılımı da hafif kıskançlıklara neden olabiliyor. Bunu da anlıyorum.

• Kadın kooperatifleşmesinin Türkiye’deki kadın politikalarına ya da genel politikalara bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Ya da öyle bir hedef ve hayalle çalışıyor musunuz?

– Öyle bir hayalimiz var tabii. Başından itibaren söylediğim gibi, bu “diğer kadınların” gündeminin ve taleplerinin toplumun gündemini meşgul etmesini istiyoruz. Bunların kendi adlarına konuşmalarını istiyoruz. Kendilerini temsil etmelerini istiyoruz. Biz vakıf olarak onları temsil etmiyoruz. Sadece kendi adlarına konuşmaları için destek veriyoruz. Bu kadınlar da kooperatifleri kanalıyla kendi adlarına konuşuyor artık. Bence bu önemli bir fark. Oysa kadınlar adına hep başka kadınlar konuşur. Zaten memlekette hep birileri başka birileri adına konuşur. Bazıları homojen bir grup olarak gördükleri kadınlar adına konuşuyor. Bu kadınlar kendi adlarına konuşuyorlar ve insanların kendi adına konuşuyor olmasının da başka bir gücü var. Kadınların kendi dilleriyle, kendi sesleriyle konuşmalarını, doğrusu önemli bir güç olarak görüyorum.

• Bu güç kadınların hayatını değiştiriyor mu gerçekten?

– Evet, bulaşan bir güç bu. Örneğin, Nurtepe’deki kooperatiften yararlanan bir anne vardı. Gültepe’den engelli çocuğunu getiriyordu. Sonra baktı, bizim mahallede çok engelli çocuk var. Biz orada kendi kooperatifimizi kursak dedi. Küçük bir destekle engelli çocuk anneleri kooperatifi kurdular ve çocukları için öğrenme merkezi açtılar. Müthiş bir yerdi. Bütün gün çocuklarıyla izole yaşayan anneler, çocuklarıyla birlikte bir araya geliyor, eğitimli bir personelin desteğiyle çocuklarıyla ve birbirleriyle farklı etkileşim yaşıyorlar. Bayram yeri gibiydi. Düşünsene, tek başına zihinsel veya fiziksel engelli bir çocukla hiçbir destek almadan, üstelik ailenin diğer işlerini de kotarmaya çalışıyorsun. Merkez açılınca kadın o çocuğu taşıyarak oraya getiriyordu.

Kamu kurumlarınca da uzunca bir süre desteklendi, ama burada da yine yönetmelik meselesi ortaya çıktı. Ruhsatlı rehabilitasyon merkezi açmak zorunda kaldılar. Bina da gene o kriterleri karşılamıyor, yüksek ücretli uzman çalıştıramadıkları için merkezi yürütmekte zorlanmaya başladılar. Oysa hükümetin programı var, engelli bakan ailelere yardım programı kapsamında rehabilitasyon merkezlerine ödeme yapılıyor Bu iyi bir şey, ama yönetmelikte tanımlanan kriterleri karşılayamadıkları için bu programdan yararlanamadılar. Oysa, hizmet kalitesi açısından baktığınızda belki bunlar daha kaliteli ve aile denetiminde olduğu için suistimal de olmayacak. Oysa, bu örneklere dayanarak mevzuat, aile inisiyatifleri için daha esnek hizmet modellerine uygun geliştirilse, bu hizmetler süratle yaygınlaşacak. Bu tür örneklere daha derin bakılıp hayatı bazı kesimler için daha çekilir hale getirmek neden bu kadar zor anlamakta zorlanıyorum.

Bina ve personel kriterleri ile sözde kalite çıtası o kadar yükseltiliyor ki, hizmet zaten erişilemez hale geliyor. Oysa annelerin yürüttüğü bu yerlerde, aynı zamanda anneler de güçleniyor. Çocuklarının eğitimi ve iletişim açısından daha çok öğreniyorlar. Birbirlerinin deneyimlerinden yararlanıyorlar. Çocuklar hem birbirleriyle, hem kaynaştırma amaçlı mahalleden katılan diğer çocuklarla biraraya geliyorlar.

• Bir yanda böyle bir model var; kendi hayatını kendi belirleyen bir ev, mahalle yaşantısı, öte yanda “katmayan belediyecilik” sistemi. Siyasetin kendisi de daha parlak durumda değil. Böyle bir modelin örnek oluşturup benimsenmesini beklemek, nafile bir bekleyiş mi?

– Çok nafile bulmuyorum. Katılımcılık gibi köklü dönüşümler kolay gerçekleşmez. Zaman alır. Ayrıca, sadece vakıf ya da kooperatiflerin çabasıyla olmaz. Daha geniş ittifaklar ve talep lazım. Daha önce de dedim, kadın kooperatifleri fikri belediyeler ya da genel olarak kamu idaresi açsından açısından benimsenmiş durumda. Kadın kooperatiflerinin mevzuat değişikliği talebi karşılık buldu. Henüz somutlaşmasa bile yasa taslağı geliştirildi. Ayrıca, belki de biz anlatamıyoruz kendimizi. Hani, “görünürlülük için ne yapıyorsunuz?” diyordun ya. Ben o görünürlük meselesinden kendi adıma ben hoşlanmıyorum. Özellikle medyada görünürlük meselesini biraz tahrip edici bile bulduğum oldu. Geçmişte bazı kooperatiflerle iyi örnek olsun, duyulsun diye gazete röportajları yapıldı. Ama haberi okunabilir kılmak için kolektif bir hikâyeden çok kişisel bir güçlenme hikâyesi olarak sunuluyor. Bir kişi seçiliyor ve onun üzerinden anlatılıyor, hayat hikâyesi cilalanıyor. Haberden etkilenenler de yine o kadın üzerinden ilişki kurmaya başlıyor. Bu defa oradaki denge bozuluyor. Bir kişi hafif starlığa adım atarken grubun geri kalanıyla ilişkiler bozulmaya ve iş çözülmeye başlıyor. Yani pek aşina olmadıkları yeni bir sorun daha giriyor gündemlerine. Bu tür değişimler için, bizim görünürlüğümüzden çok toplumun farklı kesimlerinden de talebe ihtiyaç var.

• Görünürlük falan diye konuşunca, liberal ekonomik yaklaşımların sevdiği bir konu, mikro kredilere değinmemek olmaz...

– Mikro kredi konusunda, mesela kadınları hiç güçlendirmediğini söyleyen de var. Kadınları borç yükü altına aldığı için zararlı olduğunu söyleyenler de var. Ama bir yandan da yoksulluğa karşı mikro kredinin hâlâ çok güçlü bir araç olduğunu söyleyenler de var. Bizim nasıl başladığımıza gelince. Güngören’de açtığımız ilk yuvadan yararlanan bir çocuğun annesi; adı Meryem. İşsiz kalmıştı ve çantayla getirip bir şeyler satmaya başlamıştı geçinmek için. Semt pazarında tezgâh almak istedi. Aracı olduk. Pazarda yer buldu kendine. Zamanla işleri büyüdü nerdeyse iş kadını oldu. O ve benzeri kadınlar “Paramız olsa şunu yaparız, paramız olsa bunu yaparız.” demeye başlayınca küçük bir araştırma yaptık. Gerçekten ihtiyaç var mı diye. Sonuç olumlu çıkınca 100 kadınla denemek üzere mikro kredi vermek üzere pilot uygulama yaptık. 1999’da Marmara depremi sonrası programı genişletme imkânı bulduk. Maya adı altında sadece mikro kredi vermek üzere iktisadi işletme kurduk. Şimdiye kadar 12.000’den fazla kadına kredi verdik. Bu konuda Boğaziçi Üniversitesi bir araştırma yaptı. Kadını güçlendirme açısından etkileri görülüyor. Ama bizim açımızdan, şunu fark ettik ki hep büyümek gerekiyor. Mikro finans kurumu olarak ayakta kalabilmek için hep büyümek gerekiyor, yani sermayesini artırmak gerekiyor.

• Bu sistem neyi nasıl dönüştürecek ki?

– Mikro kredi alan kadınlar, zaten iş bulamayan kadınlar. Kendi işlerini yaratmak zorunda kalan kadınlar. Girişimci kadınlar. Ama bunların girişimcilikleri ölçüp biçerek fizibilite çalışması yapıp, belli bir plan ve sermayeyle iş kuran kadınlar değil. Daha çok aile içindeki bir kriz, ölüm, borçlanma, iflas durumunda evi geçindirmek zorunda kalan ya da zar zor geçinip çocuklarını okutmak için çalışan kadınlar. Yani ciddi bir ihtiyaçtan dolayı bir şeyler üretip ya da toptancıdan alıp, pazarda, tezgâhta ya da kapı kapı dolaşarak satmak isteyen, ya da mevcut becerisiyle hizmet sunacağı küçük bir işyeri açmak isteyen kadınlar. Bunlar krediyi malzeme almak için istiyorlar, dükkanlarına araç gereç ya da mal satın almak için istiyorlar. Örneğin, bebek hırkası üreten kadın, kendi parasıyla ancak iki çile yün alıp 3 hırka örüp satabiliyorsa, krediyle daha fazla yün alacak, 100 tane örüp daha fazla para kazanacak meselesi. Şimdi, diğerleri, küçük, orta boy, büyük boy bütün girişimciler kredi alabilirken bunlar neden almasın? Önemli olan geri ödeyebileceği miktarda alması ve iyi bilgilendirilmesi.

Mikro krediye itirazlardan en önemlisi, kadına ekstra yük getiriyor, ev işinin yanı sıra bir de borç ödemek için çalışıyor deniyor. Ben de bunu anlamakta hakikaten zorlanıyorum yani. Ama bunun şeyi bu değil, mikro kredinin kabahati değil bu ekstra iş yapıyorsa evde. Ücretsiz bakım ekonomisi için yine kadınlar taleplerini dile getirmeli. Bu işlerin kamusal hizmetlere dönüştürülmesi için uğraşmak lazım. Ama suçlanacak olan mikro kredi uygulaması değil. Aynı şey ücretli kadınlar için de söylenebilir. Eğer kadınların bu mikro girişimlerinin kredilendirilmesine karşıysak, onlara sunduğumuz alternatif ne? Evde oturup, sosyal yardımlardan yaralanmak mı? Bence kadınların finanse erişimine itiraz etmektense, dünyadaki mikro finans sektörüne bakıp, uygulamaların yanlışlarına itiraz etmek gerekiyor. Türkiye için bu sektörden bahsedemeyiz. Sadece iki kurum yapıyor ve küçük ölçekli.

• Kadınlar kendi yaşadıkları birtakım sıkıntıları kooperatiflere nasıl taşıyor ya da bu meseleler orada nasıl ele alınıyor, mesela şiddet gibi. Hem kendi yaşadıkları meseleler, hem de tabii ki bu kadın cinayetleri?

– Şiddet meselesi Türkiye’de bazı kadın kuruluşlarının uzmanlık alanı haline getirildi. Vakıf olarak biz bile bu konuda küçük bir laf etsek yanlış yapar mıyız, insanları yanlış yönlendirir miyiz diye diye hafif ürker olduk. Bilginin ve uzmanlığın dolaştığı yerler var ve oraya hiç giremeyecekler var. Sonuçta, milyonlarca kadının meselesi olan şiddete karşı kampanyalarda, protestolarda ancak 100 kadar kadını görebiliyoruz.

Biz yine meselenin mahalledeki resmini edinip, o düzeyde neler yapılabileceğini anlamak için Mardin’de küçük bir pilot uygulama yaptık. Derdimiz şuydu, tamam şiddete maruz kalan kadınların yararlanabileceği kamu ve sivil toplum kuruluşları programları, hizmetleri var. Ama bakıldığında en temel hizmet olarak sığınaklar etrafında dönülüyor gibi. Biz de, özellikle yaşlı kadınları ve erkekleri de içeren bir programla, şiddetin mahalle halkı tarafından tavır alınan, ayıplanan bir mesele haline getirip getirilemeyeceğini görmek istedik. Bu mesele zaten kooperatiflerde kendi aralarında kadınların konuştukları, paylaştıkları bir meseleydi.

• Kadınlar getiriyorlar, konuşuyorlar.

– Evet, Kendi aralarında konuşuyorlar. Kadınların kendilerinin ayıplayacağı bir durum haline getirilebilir mi bu mevzu diye bakmak istedik. En azından karısını döven adamı görünce selam vermesin. Mahalle baskısı pozitif anlamda uyandırılabilir mi diye? Yaşlı kadınlar ve erkekleri de içeren farklı yaş grupları için eğitim programı hazırladık. Kadınları, yaşlı kadınların çoğu zaman şiddete göz yumduklarını diklerini biliyoruz. Ayrıca, kadın olmak, yoksul olmak, insanı potansiyel ilerici yapmıyor. Programı özellikle kaynanalar ve yaşlı kadınlarla uygulamak istedik. Toplumsal roller, şiddetin çeşitli yönleri ve kurumsal değil de kişi olarak buna nasıl karşı durabileceklerini tartıştık. Buradan çıkan sonuçlara dayanarak, kooperatifler için atölye çalışması kılavuzu geliştirdik. Kooperatifler bunu kendi ihtiyaçlarına göre uyguluyorlar.

Daha çok bu konuda destek grupları oluşturuyorlar. Grup içinde kendi deneyimlerini paylaşıyorlar. Etraftaki mevcut hizmetlere ilişkin bilgileri yaygınlaştırıyorlar. Mahallede şiddet görenlerle yüz yüze konuşarak mevcut hizmetlerden yararlanmasına çalışıyorlar.

• Tüm bu süreçte, size bir tür zafer, başarı duygusu veren ne oldu?

– Zafer demeyelim, ama şunu da becerebildik diyebileceğim şey, hem kadın hareketi ve hem de diğerleri tarafından ötekileştirilen, dar gelirli kadınların artık kendi kurumlarıyla görünür olması. Başkalarının o yüksek beklentilerini karşılamayabilirler, ama kadınlar bu kooperatiflerde bir araya geliyorlar ve kendi kaynaklarıyla, kendi becerileriyle ve kendi dilleriyle, kendi gündemleri için çalışıyorlar. Artık onlar da sahnede. Biz de varız diyorlar. Meselelere farklı bir perspektifle bakarak, kendi gündelik yaşam mücadelelerindeki araçları ve becerileri kullanarak kendilerine bir alan yaratıyorlar.

İkincisi ise, sivil toplum kuruluşları olarak bence bizim rolümüz iyi örnekler yaratmak. Bunları tanımlayarak yaygınlaşması için toplumun kendisini karar verenlerin önüne koymak. Değilse, bütün sorunları çözmek üzere dev aygıtlar yaratmak değil. Bu açıdan, dar gelirli kadınlar için örgütlenme modeli ve uygulanabilir program örnekleri yarattığımıza inanıyorum. Hem kadınların kendileri için hem de karar verenler için.

Bir başka şey, ise bence mevcut koşullarda istihdam olanağı bulamayan kadınlar yeni bir arayışa giriyorlar. Eğitim imkânlarından yararlanmamış, çocuk yetiştiren, hayatı kotaran milyonlarca kadın ne yapacak? Kooperatifler bunlar için hem kendileri ve dolayısıyla başkaları için sorumluluk aldıkları yerler. Hayatı herkes için iyileştirme arayışlarını sürdürdükleri yerler. Buralarda binlerce kadının bir araya gelip, sosyal girişimler bir yana, kısıtlı kaynaklarını bir araya getirip ekonomik girişimler başlatma heyecanlarını doğrusu çok değerli buluyorum. Kaldı ki istihdam konusunda sayısal beklentilere ulaşabilmeleri ancak, diğer girişimcilere sağlanan benzeri kamu destekleriyle mümkün olacaktır.