Milletin Adamı Serisi: Başbakan Yeşil Sahalarda

Başbakan Erdoğan, nam-ı diğer “milletin adamı”, dün akşam açılışlar koleksiyonuna bir yenisini daha ekleyerek sırtına turuncu formayı geçirdi ve bir gösteri maçıyla Bahçeşehir Stadyumu’nun açılışını gerçekleştirdi. Erdoğan açılış konuşmasında eski Türkiye’den yeni Türkiye’ye giden yoldaki dönüm noktaları listesine sporu da ekledi, “spora siyasetin, ideolojinin, özellikle de rantın bulaşmasını engellemek, sporu spor olarak yapmak, sporu spor olarak yüceltmek” gayesiyle çalıştıklarını belirtti. Siyasetten, ideolojiden arınmış bir spor için "Bedduaların değil, dualarımızın cumhurbaşkanı", "Sen varsan Türkiye şampiyon", "Sen nereye biz oraya" ve "Gazze" yazılı pankartlarıyla tribünler de zaten hazırdı. Sonrasındaysa aşina olduğumuz başbakanın sözüyle eylemi arasındaki müthiş uyuma bir kez daha tanık olmaya başladık ve gecenin sürprizi milletin adamından geldi: Mehmet Ağar’dan bugüne devlet için verdiği sayısız hizmeti “Usta’nın hikayesi” adlı şaheserde taçlandıran, gösteri maçında da görevini icra edecek olan milli takımlar teknik direktörü Fatih Terim’in ismi sürpriz bir biçimde stada verildi ve hayatını temiz futbola adamış bu kıymetli şahıs, stadyuma isminin verilmesi vasıtasıyla onurlandırıldı. Erdoğan o nüktedan kişiliğini gene konuşturmuş oldu, Fatih Terim dahil herkes için stadın yönetim tarafından kararlaştırılan ismi büyük bir sürprizdi. Sahadaysa, formaların herhangi bir yerinde reklam yer almasa da her biri birbirinden “millet sevdalısı” oyuncular seçim öncesindeki bu muhteşem PR çalışmasında Erdoğan logosunun reklam yüzleri olarak yerlerini aldılar, tıpkı sanatçılara verilen akşam yemeğinde olduğu gibi.

Elbette Erdoğan’ın futbol üzerinden kurulan ilişkisi yeni değil, yıllardan beri Kasımpaşa’da döktürdüğü günler konuşulur ve “insan olarak Erdoğan nasıldır?” sorusunun yanıtlarında her daim futboldan izler bulmak mümkün. Her semt çocuğunun ucundan bulaştığı futbolda maharetli oluşuyla pekiştirilen ağabey ve mahallenin bıçkın delikanlısı imajı –neticede futbol da bir ölçüde topu yönetme ve rakip üzerinden karşındakini alt etmeye dayanır– daha önce defalarca kez kullanılmıştı ve İBB başkanı olmazdan önceye, genç Erdoğan’a dair bildiklerimiz büyük ölçüde futbola dayandırılmıştı.  Yine liderler ve futbolla ilişkileri de dünya siyasetinde az rastlanır türden bir şey olmadığını gösteren örneklerden 2 ay önceki bir yazısında Tanıl Bora bahsetmişti.[1] Bu yazıda da yer alan ve Türkiye’de en çok bilinen örnekse Abdullah Öcalan’a ait.  Mehmet Ali Birand'ın Abdullah Öcalan ile 1992 yılında yaptığı röportajda PKK kampındaki futbol maçlarından bir kesit sunuluyor ve top, farklı formaya sahip Öcalan’a geldiğinde diğer oyuncuların daha "centilmen" oyun oynadığından bahsediliyordu. (Bilmeyenler için video linki:http://www.youtube.com/watch?v=EBJBu6mOTBI) Öcalan’ın bu görüntülerinde açıkça gözlemlenen tipik örgüt içi hiyerarşi örneğiydi ve örgüt içinde önder dokunulmazlığının spor saatinde de sürdüğünün göstergesiydi. Dikey bir örgütlenme modeli benimsemiş silahlı bir örgütün günlük düzeni içinde çok yadırganmayacak bu görüntüler, bugün izleyenler için bir mizah ögesi olsa da PKK içindeki bu düzen, uzun yıllar Kürt hareketinin legal siyasi kanadı da dahil olmak üzere tamamına yayılan katı hiyerarşik bir yapı atfetmek için kullanıldı.  İlginç olansa, yıllarca bu tip dikey bir örgütlenmenin ve ayrıcalıklı liderin yalnızca Kürt hareketinde yer alıyormuş gibi bahsedilmesi ve sadece Kürt siyasi hareketine böyle bir eleştiri getirilmesiydi.

Başbakan Erdoğan’ın dün akşamki futbol maçıysa bunun kat be kat üzerinde, çok daha geniş bir ağ içinde örülmüş ve lideri olduğu grubun mensuplarının dışına taşan bir buyurganlığın örneğini sundu, yeni düzenin güç ilişkilerini bir kez daha teşhir etti. Eğer Erdoğan’ın oynadığı bu maç AKP MYK’sı içerisinde düzenlenen bir futbol turnuvası olsaydı, ya da bir gövde gösterisine dönüşerek birçok kanalda gösterilen seçim öncesi organizasyon olması yerine uzun bir röportajdaki 30 saniyelik güldüren bir kısım olsaydı belki Öcalan örneği ile kıyaslamak mümkün olabilirdi. Zira diğer türlüsü, aile içindeki büyüğe saygıda kusur etmemek, çırağın ustaya tanıdığı ayrıcalık gibi görülebilir ve bu tip küçük ayrıcalıkları toplumun her kesiminde çok farklı bağlamlarda görmek de mümkündür.

Ancak, Erdoğan'ın dün akşamki maçı AKP MYK futbol turnuvasına, açılış da bir il/ilçe teşkilatının katkılarıyla açılmış bir çocuk parkına ait değildi. Oyuncu kadrosu da kâğıt üzerinde meclisteki AKP grubu veya belediye başkanlarından oluşmuyordu. Yine de takımın görünmez kaptanı, teknik direktörü belirleyen ve oyuncu listesini hazırlayan kulüp başkanının Erdoğan olduğu, saha içindeki ayrıcalıklı yeri su götürmez bir gerçekti. Turuncu takımın oyuncu kadrosunu listelerken en başta elbette RTE yazılmış, takımın geri kalanı da bu aile turnuvasında yerini alan oğul Bilal Erdoğan, bir TV yapımcısı, bir belediye başkanı, bir eski futbolcu, bir federasyon başkanından vs. oluşuyor. Gözler bir an sahaların gediklisi Hakan Şükür’ü aradı ama rakiplerin, bilhassa da paralel takım oyuncularının, sahada yer almadığını fark etmek zor olmadı. Temel fıkrası tadındaki takımın oyuncuları piyasanın en çok kazananları ve resmi kurumlarda önemli konumlara sahipleriydi ama lider gene Erdoğan’dı. 12 numaralı formayla sahaya çıkan 12. Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan, Hollanda milli takımını andıran turuncu formayı takım arkadaşlarıyla paylaşsa da aslında Öcalan gibi farklı bir formayı taşıdığı besbelliydi.  

“Erdoğan attı üç olduuu!”

Mizansene gelirsek, başta elbette Turuncu takım geriye düştü, sonrasında takımın içinden bir lider yükselip skoru 3-0’dan 3-3’e getirmeyi başardı. Attığı üç golle yıldızlaşan Erdoğan, yalnız takımının değil sahanın lideri haline gelince sahadaki görüntüler Öcalan'ın futbol oynadığı sahnedeki “centilmen” futbolu aratmadı. Ancak aradaki en büyük fark, bu sefer lidere dokunulmazlık tanıyanların TV sektörünün son yılların en çok kazananı, ailesi zenginler listesinde hızlıca yükselen federasyon başkanı gibi özel sektörde veya resmi mevkilerde kallavi yerlere sahip olanlarca tanınmasıydı. Görüntüler de bir röportajın/belgeselin 30 saniyelik kesitinde yer almadı; yaptığı her iş, attığı her adımı belgesel görüntülerine dahil olan başbakanın bu görüntüleri seçime 15 gün kala birçok kanaldan canlı gösterildi. (TV’deki seçim reklamlarında yer alan enstantanelerin arasına da attığı goller ne kadar güzel yakışırdı oysaki?) Burada Hüseyin Çelik’e kulak verelim ve neden seçim sürecinde yalnızca Erdoğan’ın attığı “golleri” izlediğimizi anlamaya çalışalım: “Assolist ile taverna sanatçısı bir olur mu?” Başbakan dün akşam “Beraber yürüdük biz bu yollarda” söylemedi ama yine de assolist olmayı başardı.

Erdoğan’ın dokunulmazlığının ve hiyerarşinin en tepesindeki yerinin dünkü maçta meclisle veya partisiyle sınırlı olmadığı dün akşam bir kez daha tescillendi, ayrıcalıklı konumunun yalnızca kendi mensup olduğu grubun içinde değil bütün ülkede geçerli olduğunu izlemiş olduk. Çalımlarıyla göz dolduran Milletin adamı, sınır tanımaksızın bu hiyerarşiyi toplumun bütün katmanlarına nasıl yaydığını, iktidar ağının nasıl kurulmuş olduğunu göstermiş oldu. Nitekim maçın sonunda da 3-0 geriye düşen takımı kazanmayı başardı, 9-4’lük ezici bir galibiyet almayı bildi.

Tanıl Bora, liderler ve futbol ilişkisini yazdığı yukarıda andığım yazısında Erdoğan için "Şimdi profesyonel olmaya kalksa, aman derim, binbaşı hâlesinden geçtim, etrafında koruma kordonuyla top süren ilk futbolcu olur, kartları düdüğü falan kapıp hakemliği de bizzat üstlenmek ister, Futbol Federasyonu da mecbur da mecbur (Platini’yi ayarlayıp) kurallarda gereken düzenlemeleri yapardı. Aman derim, sahiden futbola politika karışmasın..." demişti. Başbakan bu geceki gövde gösterisinde amatör futbol tiyatrosunu profesyonelce oynadı, Federasyon başkanı da gerekecek olası acil kural değişiklikleri için sahada hazır tutuldu. Her iki takımı da sivil ve bürokrat karışımı gönüllü koruma ordusundan oluşturan başbakan için ekstra bir koruma kordonuna da gerek kalmadı. Ekran karesinde her daim tek başına yer almak isteyen ve cumhurbaşkanı adaylarının canlı tartışma programı çağrılarına cevap vermeyen Erdoğan, bu dokunulmazlık çemberi içinde de olsa sahayı paylaşmayı bildi. Sadece saz çalıyorum diyen Demirtaş’a sahada top çalarak cevap vermeyi denedi, futbol diplomasisi bu sefer otoriter bir liderin hâkimiyet algısını pekiştirmek için sahadaydı.


[1] http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tanil_bora/sayin_devlet_baskani_vuruyor_ve-1194237