Merhamet

Merhamet, geçen yıllarda okuduğum “Büyük Erdemler Risalesi” (Andre Comte-Sponville, İletişim Yayınları, 2012) kitabında “Basiret”, “İtidal”, “Bağışlama”, “Hoşgörü” gibi büyük erdemler arasında sayılan ve her insanda olması beklenen iyi bir özellik. Merhamet, günlük yaşamın bir parçası ve genel olarak olumlu bir yankı ile kullanılıyor ama hemen arkasından “ merhametten maraz doğar” gibi de uyarı da yapılır. Dolayısıyla diğer erdemler gibi, “merhamet” de yaşamın negatif etkilerine açıktır. Aslında erdemlerin tümünün insanın naif yanıyla ilişkili olduğunu, insan doğasının bir tezahürü (salgısı) olarak algılanabileceğini; bu yüzden de aslında insanın doğasını, bütünlüğünü koruması için gerekli olduğunu yani bir tür tinsel “ bağışıklık sistemi” gibi işlev gördüklerini söyleyebiliriz. Bu benzetmeyi daha ileri götürürsek erdem sayılan insan özelliklerinin, beş duyu gibi, tinsel duyular olduğunu da ekleyebiliriz.

Merhamet duy(g)usu, günlük yaşamda daha çok çocuklara (ardından güçsüzlere, yoksullara, yoksunlara) yönelen bir duygu. Belki bu yüzden aynı zamanda insanın varlığına duyulan özen, sevgi  ve saygı ile kardeş bir duygu. Yani sevgi olmadan merhamet olabilir ama eksik kalır örneğin. Çocukluğumdaki başta anam olmak üzere  tanıdığım merhametli insanlar hep iyi ve sakin insanlardı. Bir tür hayatın akışına razı, onların hissi ile söylersem dünyevi olanın önemsizliği fikrine sahip, “iddiacı ve şişkin” olmayan insanlardı. Merhamet vermeye dayalı bir insanlık hali. Yani merhameti kıymetli yapan bir eylem içeriyor olması. Bir çocuğun yanağını okşamak ya da yoksula yardım etmek gibi insanın içinden gelerek yöneldiği eylemlerle mümkün merhamet. Yoksa içi boş bir  duygu olurdu. Yani “edebiyatı” yapılamaz merhametin. Böyle olduğu için de dünyayla ilişkisinde almayı değil vermeyi önceleyen, böyle bir insanı doymuşluk içinde olanların duygusu. Mesela hırslı ve “şişkin” insanlar ne kadar zengin ve güçlü olsalar da merhametli olamazlar. Bir başka söyleyişle sevme mutluluğu gibi verme mutluluğu ile mümkündür merhamet.

Merhamet duygusunun karşısında acımasızlık vardır ama  bu merhamete acımanın eşlik ettiği anlamına gelmez ve merhamet bakımından en netameli konu da  budur. Yani merhamet aslında acıma duygusu ile yardım etmek demek değildir. Merhamet, canlıların canlılıklarını sürdürmeleri için insanın bütün canlılara duyduğu bir sorumluluk, katkı, bir arada yaşama duygusu olarak anlamlıdır. Ben yaşıyorum, yaşayabiliyorum; diğer insanlar, canlılar da yaşasın duygusu ile yardım etme isteği duymaktır merhamet. Bu yüzden de cömertlik ve “diğergam” lık ile de kardeştir.  Merhametliler, insanın özüne derin bir hürmet duyanlardır aynı zamanda. Merhamet aynı zamanda şiddet karşıtı olmayı, incitmekten uzak durmayı da gerektirir. Yani yalnızca yaptıkları ile değil yapmadıkları ile de merhametli olur insan. Öte yandan merhamet sessiz bir yanıdır insanın. Yani bağıra çağıra, kendini öne koyarak yapılan yardımlar ve sevgiler insanı merhametli yapmaz. Biraz tevekkül sahibi olmayı  gerektirir merhamet. Yani çekinik bir  özelliktir diğer erdemler gibi. İlk Talat Parman’dan duymuştum  “Alçak gönüllülük başkasını alçaltmayan bir gönüle sahip olmaktır” diye; eğer bu doğru ise, merhamet böyle bir alçak gönüllüğe yakın bir duygudur daha çok.

Kimler merhametli değildir (ya da olamaz) diye düşündüğümüzde katılar, benciller  ve kıskançlar olamaz diyebiliriz  hemen.  Katılar bir tür duygusuzluk ve dünyaya kendine göre yön verme ile malul olduğu için, benciller ve kıskançlar verme mutluluğunu bilmedikleri için merhametli olamazlar. Merhamet, iyilik kavramına en yakın yerde duran bir kavramdır ve zaten “merhametten maraz gelir” sözünde esas kast edilen iyiliktir.  Bu söz büyük ölçüde naif olanların, kötüler karşısındaki çaresizliğini de anlatır. Yani aklı kötülüğe çalışmayanların başına gelebilecekleri, aklı kötülüğe çalışanların “merhametli” insanları “kötüye kullanabileceklerini”, onları sömürebileceklerini, manipüle etmek isteyebileceklerini;  iyiliğin bu insanlar üzerinde önleyici bir etkisinin olmadığını, hatta iyi insanlara kötü davranarak kendilerini gerçekleştirdiklerini ama asla huzur bulamadıklarını, iyilik yaparken dikkatli olunması gerektiğini anlatır.

Çağımız merhametsiz ve insafsız bir çağ olsa da insanın doğal yönü iyiliğe dönüktür. Doğan her bebek iyilikle doğar ve şu dünyada yaşarken umutlu olmamız da insan doğasının bu özelliğine bağlıdır.

Umut ve iyilik  kardeştir.