Milli Eskatoloji: Komplo, Kavga ve Ölüm Gölgesinde Siyaset

Türkiye siyasal yaşamında teolojik motiflerin baskın olduğu tüm hareketler kendilerini Kartezyen (cogitans - extensia) bir ikiliğe yerleştirir. Önce ve sonra; ebedi ve fani; zalim ve mazlum; eski ve yeni; ölüm ve yaşam; iyi ve kötü gibi ikilikler üzerinden siyasal dilini, zekâsını ve bedenini şekillendirir. Çığırtkanlığın avantaj kabul edildiği şekillendirme sürecinde, ikilikler asla üçlü veya dörtlü hale gelmez, gelemez. Siyasal kutuplaşma ve kamplaşma açısından sınır çizgileri net, belirgin, en az seçenekli olmalıdır; böylelikle hareketin sesi rahat duyulabilir, zekâsı rahat anlaşılabilir, bedeni rahat fark edilebilir. Buradaki yegâne amaç, kalın bir çizgi eşliğinde siyasal ve toplumsal varlığı en kolay biçimde görünür kılmaktır. Hareket yahut parti, propagandasını dolaysız bir şekilde dolaşıma sokabilir. Dahası kitleselleşmek için çeşitli imajları bedeni aracılığıyla kullanırken, dili ile konumlandığı ideolojinin en iyi faili olabilir.

Ne var ki, dil ve beden arasında doğrusal bir ilişki bulunmaz. Beden belirli bir kalıba ve sınırlara sahip olması nedeniyle dile nazaran yapılandırmaya o kadar yatkın değildir; eklemelerin ve çıkarmaların limiti, bedenin kapasitesi kadardır. Bu, optimum bir durumdur; çünkü çekirdek örgütlenen bir siyasal bedenin içine milyonları sıkıştırmaya çalışırsanız ya bedende yırtılmalar başlar ya da beden kımıldayamaz hale gelir; hareketsiz hareketlerin kökeni biraz bundan kaynaklanır. Diğer taraftan siyasal bedenlerin mekânla mutlaka temas halinde olması gereklidir; bu da bedeni sağlamlaştırır ama de sınırlandırır da; siyasal uzam kadar ilerleyebilir. Lakin dil, bedene nazaran, elastiki ve soyuttur. Kullanım sınırları hareketin/partinin bilinç ve biliş durumu ile ilişkilidir; bir sözcük tekil veya kolektif bir zekânın ürünü olabilir. Gerektirdiğinde özel bir teknik eşliğinde kolektif bir kelam, bir kişiye aitmiş gibi sunulabilir. Dilin sınırı, kelime dağarcığına, konjonktüre ve bir ölçüde keyfiyete bağlıdır. Toplumsal-kurumsal konumdaki ama pervasız bir ağızdan her tür sözcük çıkabilir. Ancak siyasal dilin de, ağzın da genişlik sınırları vardır.

Komplo

Her şeyin kötüleştiği, kötülüğün arttığı bir dönemde kötücül içeriğine karşı genel bir “iyi”yi söylemek, kötüyü göstermemek yalandır ya da teknik telaffuzla araçsallaştırmadır. Sözün sınırlarına gelmeden önce çoğunlukla hakikati araçsallaştırma yaygındır; çünkü dil üzerinden bu tip bir operasyonel hamle siyasal bedene de manevra alanı kazandırır. Örneğin komplo sözcüğünü düşünelim. Komplo Kartezyen mantıkla çalışır: Bir görünen vardır; bir de olayların arkasındaki gerçek. Aslında kadim görünüş-gerçeklik ayrımının başka bir boyuta sıçramasıdır. Komployu düzenleyen belli olmasa dahi kurbanın bedeni ortadadır. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın istifasını getiren kaset görüntüleri, hem iktidar hem de muhalefet tarafından komplo olarak adlandırılmıştır. Komplonun mimarı belli olmasa bile kurban, Baykal ve kasetteki diğer kişi olarak kayıtlara geçmiştir. Komplo sözcüğü üzerinden olay ilerletildikçe Baykal ve CHP için mağduriyet eşiği risk teşkil etmeye başlamıştır. Kişisel mağduriyet partiyi saran bir erozyon kisvesine büründükçe Baykal üzerindeki siyasi baskı artmış, istifasını getirmiştir. Burada AKP’nin komployu argümanlaştırma biçimi Baykal’ı odağa almaktan ziyade Kılıçdaroğlu’nu itham eden bir görünüm sergilemiştir:

“…siz illegal ve ahlak dışı operasyonun sonucu genel başkan oldunuz.” Hüseyin Çelik, 16 Şubat 2011

“Bu komplonun benzerleri Baykal’a, Demirel’e, Erbakan’a da yapıldı.” Recep Tayyip Erdoğan, 25 Aralık 2013

“CHP’nin genel müdürü kasetle iş başına geldi. Kasetle gelen orda durur mu, o da başka kasetle gidecek onu bekliyor şimdi” Recep Tayyip Erdoğan, 01 Mart 2014

Böylelikle komplo sözcüğü üzerinden Erdoğan ve parti, kurbanın yanında yer alırken, mağdur ile birlikte olduğu mesajını vermiştir. Bu, siyasal bedenin hakkaniyet görünümü açısından kullanıldığı gibi kitleye yakınlaşması, kitleyi çekmesi fırsatı sunmuştur. Siyasal zekânın işlemi, komplonun gerçek failini sorgulamaksızın, Baykal’ı maktul, Kılıçdaroğlu’nu mesul biçiminde algılatmaktır. AKP, burada, yalıtık bir vaziyette, çiğnenmiş tükürülmüş siyasi etiğin üzerinde bir yerde olduğunu resmeder.

Başka bir komplo sözcüğü üzerinden vaka, 30 Mart yerel seçimlerine aittir. Gezi Parkı protestoları, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla temsil krizine giren AKP, bir büzüşme evresi yaşamıştır. Hegemonik dekadansın hızlandığı dönemde AKP, Kartezyen ikiliği (iç-dış) düşman üzerinden kurmuştur: İstikrarı bozma amacı güden ofansif mihraklar-lobiler karşısında defansif bir siyasi iktidar…

“Bu bir yolsuzluk soruşturması değildir. Siyasete ve millete karşı açık bir tezgâhtır; komplodur” Recep Tayyip Erdoğan, 25 Aralık 2013

“Bu komplo sadece AK Parti'yi değil, milletin tamamını, milli iradeyi, siyaset kurumunu hedeflemiş bir komplodur. Hangi partiye oy verirseniz verin ama bu çirkin komployu lütfen görün” Recep Tayyip Erdoğan, 25 Aralık 2013

“Bu süreç yeni Türkiye'nin unutmayın istiklal mücadelesi sürecidir.” Recep Tayyip Erdoğan, 25 Aralık 2013

“Lobiler”, “çapulcular”, “kemirgenler”, “bozguncular” itham silsilesinde söylemsel mücadelenin son uğrağı ise, “İstiklal Mücadelesi” olmuştur. AKP’ye ve parti dolayımıyla millete komplo yapan (iç-dış) düşmanlara karşı vatan savunması teması aynı anda iki işlevi içermiştir: İlki, kurucu rejimle rekabet halinde bir olan siyasi iktidar için bu “muzaffer bir komuta”nın ve kazanılacak bir savaşın olduğu epik siyasal tasavvurdur. İkincisi, temsil krizine giren, rıza kanallarını yitiren parti için yeniden canlanma imkânıdır: Partiye karşı gösterilen sınıfsal reaksiyonları bastırmak ve soğurmak için tahakküm koşulları, epik komplo kurgusu içinde silikleştirilirken işletilmektedir. Komplo dile düştükçe siyasal beden nispeten yükselmiştir.

Siyasal bedenin kinetiklik kazanmasının işaretleri, yerel seçimlerin ve Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyalarının başlatıldığı illerden okunabilir. “İstiklal Mücadelesi” için hukuki ve siyasi olarak yeniden yapılanma, gerektiğinde olağanüstü hali olağanlaştırma seçeneklerini komplo gerekçesi ile yakalayan parti, 22 Şubat günü yerel seçim kampanyasını, Sivas’tan başlatmıştır. “Milli mücadele”nin başlatıldığı Sivas Kongre’sine referansla tanımlanan Sivas mitinginde Erdoğan “Neden Sivas? Sivas, istikbalimizin, Sivas istiklalimizin en önemli başlangıç noktası” demiştir. Sübjektif tarih yorumuna da temas eden diğer işaret, “İstiklâl Mücadelesi Lideri” anonsuyla sahneye çağrılan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçim turlarını Samsun’dan başlatmasıdır. Kurucu rejimin imitasyonudur.

Siyasal dil ve siyasal bedenin üzerinde yükseldiği mekânlar, muktedirliğin keyfiyetinden ziyade konjonktürün gerekliliğine tabi bir biçimde seçilmiştir. AKP, pratik siyasette, siyasal dilini “yeni” değil “eski” Türkiye’nin sözcükleri ile kullanmış; seçeneksizlikten buna yönelmiştir. Başka bir seçeneksizlik tercihi ölüm düşüncesi üzerine olandır.

Ölüm

Maurice Blanchot “ölüme alışık değiliz” der ve ekler: “Alışık olmadığımız için de, ölüme, ya bizi kendimizden geçiren, alışkanlıklarımızdan eden ya da bizi dehşete düşüren, beklenmedik bir şey olarak yaklaşırız”. Ölüm, bu haliyle istenmeyen bir son düşüncesini imler. Lakin toplumların çoğunda, ölüm, ilahi bir mertebe için geçiş noktası olarak kodlanır ve başka düşünce sistemlerinde olmayan motivasyon yönü bulunmaktadır. Ölüm, farklı sözcüklerin kuşatmasıyla, sona değil başlangıca döner; bir ulus için ölüm, bir kişi için ölüm, bir örgüt için ölüm, bir düşünce için ölüm. Öyle ki ölümün savaş ve mücadele sözcükleri ile kesiştiği düzlem tüm ideolojilerin izdüşümlerini ve yansımalarını taşır. Bu da ölümü siyasal dil ve beden açısından cezp eder.

Milliyetçilik ve teolojik hareketler gibi başlıca sağ ideolojilerde ölüm sözcüğü, histerik bir hareketlenmeye neden olur. Çünkü bu ideolojilerde, güç potansiyeliyle doğru orantılı olarak, hesaplanabilirlik ve ölçülebilirlik bulunmadığından ölüme dair her komut, tahribat gücü yüksek bir eylemliliğe dönüşür. Bu nedenle merkez sağ / anaakım sağ yapılar ölümü en son seçenek olarak sunarken, köktenci ve radikal hareketler için ölüm, doğal durum halidir. Ölüm, tahribat gücünün ayarsızlığı nedeniyle, iktidardaki sağ bir siyasi yapı açısından Blanchotvari bir alışıldık olmayan durumdur, son çaredir.

Türkiye’de Gezi eylemlerinden bu yana ölüm AKP açısından seçenekler arasındadır. Partinin devlet iktidarındaki sıkışmışlığı, kitlesel desteği azaldıkça parti çekirdeğine dönme eğilimi, yalnızlaştıkça marjinalleşmesi, muktedirleştikçe megalomanya ile paranoya arasındaki gelgitte, ölümü zorunluluklar arasında sokmuştur. Partinin siyasal bedeni büzüştükçe siyasal dili aracılığıyla hareketlendirici unsurlar yaratacağı farz edilmektedir. Ölümü barındıran her referans, o ânı kurtarmaya yöneliktir. AKP için söz konusu referansların listesi oldukça kabarıktır; çünkü ölüm radikalizm-marjinalizm etkeniyle doğal siyasal duruma dönüşmüştür. Şüphesiz burada Kartezyen bir cogitans bulunuyor: Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu ütopyasından Akıncılara dek karakteristiği şekillenen, RP-ANAP-DYP gibi partilerle devletlûlaşan, hikmet-i hükümetin içinde dizginlenen bir siyasal kuşak düşüncesi. Bu düşünce ve kuşak şu anda hâkimiyetini kurmuş durumda ve hegemonik dekadansı kitlesel düzeyde aşmak, büzülmeyi tersine çevirmek için ölümü parti mukadderatına eklemlemiştir.

“Erdoğan için ölmek gerekirse ben ölürüm. Benim gibi milyonlar var.” Yiğit Bulut, 18 Temmuz 2013

“Erdoğan'ı Trabzon'da karşılayanlar arasında yer alan AKP Çarşıbaşı Gençlik Kolları üyeleri üzerlerinde beyaz örtü ile geldikleri havalimanında ‘Kefenimizle geldik, ölümüne seninleyiz’ pankartı açtı.” 23 Aralık 2013

“Şanlıurfa’da Ak Parti üyeleri ve bazı sivil toplum örgütlerinden oluşan 500 kişilik grup dün yine kefen giyerek Başbakan Erdoğan’a destek verdi” 28 Aralık 2013

“Bu can bu tende oldukça 'paralel yapıyla' mücadelemi sürdüreceğim” Recep Tayyip Erdoğan, 07 Ocak 2014

Ölüm sözcüğü aynı zamanda siyasal muhatabı itibarsızlaştırmak amacıyla özel bir argümana da dönüştürülmüştür. Ölümün hem hayır hem de şerri aynı anda taşıyan sözcük olmasına karşın AKP tarafından aleyhte içeriğe kavuşturulması söz konusudur. Ölüm, ölü üzerinden somutlaştırılarak gözden uzak tutulması gereken bir siyasal özneyle özdeşleştirilmiştir.

“Adeta hepsi, nekrofili hastalığına kapılmışlar. Bunlar ölümlerden sapkın bir haz duyar hale gelmişler. Cezaevlerinde zaten bedel ödeyen insanları, böyle bir eyleme, açlık grevine zorlamak vicdansızlık değil de nedir? Onları açlık grevine sevk eden iktidar değil; BDP, bölücü terör örgütü, dağ.” (07 Kasım 2012)

Richard Sennett’in belirttiği gibi ölüler daha önceleri yaşam alanlarının merkezine defnedilirken zaman içerisinde (hastalık ve itikat sebepleriyle) yerleşim alanlarından uzağa gömülmüştür. Antropolojik bu değişim, ölüme ve ölüye bakışı olumsuz yönde değiştirmiştir. Nekrofili gibi bir hastalığı ölü ve ölüm eşliğinde siyasal dile nakletmek, bu açıdan siyasal zekânın ölümü işlevselleştirmeden öte, ölümle düşündüğünün göstergesidir.

Ölümü son seçenekten başlangıç seçeneğine dönüştüren siyasal koşullar, partinin referans haznesini sergiliyor. İlk bakışta ölüm üzerinden partinin motivasyon kudreti şeklinde okunabilecek atmosfer, oksijenin az, azot miktarının fazla olduğu bir kürenin kendisidir. Seçeneksizlik, alışıldık olmayanı alışılır hale getirdikçe, partinin ömür süresini kısaltmaktadır. Tarihsel örnekler incelendiğinde ölüm düşüncesini doğallaştıran siyasi iktidarlar sınırlanamaz ve (oto)kontrol edilemez hale geldikçe, iktidar arzu nesnesine dönüşmüş; iktidardakiler için obsesif bir haleti ruhiye ağırlaşmıştır. Bu da kitle ile kurulan bağların incelerek kopmasına yol açmıştır. Ölümün çok-anlamlı ve riskli bir sözcük oluşu yine Blanchot’un dediği “ölmekte olduğunu doğrulamak için ölmeye” benzer; AKP ölümü siyasal eylemlilik biçimine döktükçe mukadderatını sahneye koymaktadır.

Kavga

Kavga (kampf) sözcüğünü, tüm anlattıklarımız bağlamında, bir sentez olarak düşünürsek, komplo ve ölüm sözcüklerini içeren, siyasal pratiğin merkezinde yer alan, öznelerin konumlandığı bir alan aklımıza gelir. Çünkü “kavga” aynı zamanda “savaş” demektir. Bu bakımdan siyasal olan için hem arınma hem de taraf tutma anlamlarına gelecek “saflaşmanın” sürecidir. Kavganın siyasal dil ile basitçe anlatılması, siyasal zekâ ile hamlelerin alınması, siyasal beden ile göğüs göğse mücadelede kondisyonun sağlanması gibi aşamaları vardır. Kitleselleşme ölçüsü alındığında kritik olan düşüncelere erişimde siyasal dilin kavgayı nasıl ifade ettiği; kitlenin nasıl alımladığıdır.

Kavganın en popüler ifade edilişi Mein Kampf’tır. Mein Kampf’tan itibaren hemen her sağ düşünsel örgütte kavga temalı, içeriğinde doktrin öğelerinin bulunduğu lider kitapları ve parti programları çıkmıştır. Belli bir ideolojinin/düşüncenin dayatılmasından, kitleyi kavgaya çağırmasından dolayı bazılarının isimleri ise “kavgam” veya “davam” şeklinde yazılmış, bazılarında kavga farklı ajitatif-propagandif sözcüklerle güncellenmiştir. Türkiye bağlamında, AKP hattını devam ettirdiğimizde bunu öncesi ve sonrası şeklinde ikiliğe uyarlamak mümkündür. AKP’nin teorik ve pratik öncüllerini içeren, kadrolarını barındıran Milli Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan tarafından yazılan Davam[1] kitabı, Erbakan için yazılan Mukaddes Kavgam kitabı buna somut örneklerdir. Her iki kitapta da Erbakan’ın anıları eşliğinde siyasal İslam’ın sözcükleri sıralanmış ve biyografisi çıkartılmıştır.

Kurucu rejimin imitasyonu olarak bahsettiğimiz yukarıdaki durumun son versiyonu AKP’nin “Kutsal Kavga” ifadesini içeren seçim belgesidir. Erbakan’ın davam ve kavgam olarak yürüttüğü, teolojik ethosa sahip harekette öne çıkan bu sözcükler bu sefer AKP’nin seçim beyannamesinde yer alacaktır. İlk kez partinin yörüngesindeki isimlerden Abdulkadir Selvi’nin dile getirdiği bu ifadeye göre,  İslamofobiyi aşarak İslam düşmanlığı güden odaklara karşı AKP seçimlerde bir “Medeniyet mücadelesi’ ile ortaya çıkacak”. AKP’nin uzunca bir süredir İslam’ı devlet ideolojisi ve toplumun kurucu ilkesi olarak merkezileştirme çabasını düşününce, bu tip bir medeniyet projesinin özü itibariyle “savaş” teması içerdiği ortadadır. AKP kendisine -Lucien Febvre’nin bahsettiği türden- uygarlaştırma (civiliser) görevi atfettiğinden uygarlaştırılması gereken bir kesim bulunmaktadır. İslam’a toleranstan fazlasını göstermek zorunda olan bu kesim, AKP’nin siyasal zekâsına göre ya medeni ya da ehlileştirilmesi gereken gayrimedeni kabul edilecektir. Örneğin AKP’li Mehmet Metiner’in Bank Asya operasyonu esnasında “Kutsal kavgadır, ilahi bir kavgadır” yoğun siyasal fanatizm içeren sözleri, parti içindeki kavga-dava anlayışının sadece İslam’la sınırlı kalmayacağını, partiye aykırı tüm yapılara yöneltilebileceğini göstermektedir.

Sonuç

Komplo, ölüm ve kavga sözcüklerinin her geçen gün iktidarın temel parametrelerine dönüştüğü bu dönemde, bu sözcükler siyasal kurgunun göstereni olarak işlevsellik kazanmış haldedir. Kendisini eleştiren tüm kesimleri ihanet; planladığı siyasi projelere aykırı ses çıkaran toplumsal muhalefeti iç düşman kategorisinde değerlendiren bir siyasi iktidarın, kötücül muhakemeye alıştığını söyleyebiliriz. Kartezyen düşünceye sadık biçimde, bir tarafa düşman ve hainleri koyan, diğer tarafa ise dost ve sadıkları koyan rejim açısından, komplo, ölüm ve kavga üzerinden bir hat, bir siyasal eğilimden fazlasıdır. Komployu siyasi pratik için genelleştiren; ölüm ve kavgayı hem rekabet hem de savunma için hâkim kılan anlayış, siyasal eskatolojinin hükümranlığına işaret eder.

Siyasetin işlediği ve siyasi öznelerin konumlandığı uzamın son düşüncesine dayanan siyasal eskatoloji, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasiyi çoktan uzamdan dışlamıştır. AKP, komplo, ölüm ve kavga sözcükleriyle uzamın sınırlarına dayanıldığının, sonlandığının mesajını vermeye çalışmakta; sağlayabilirse sondan çıkartılabilecek bir başlangıç düşüncesi ile kitlesel bağlarını restore etmenin derdindedir. Çünkü siyaset keskinliklerle kalıplanmış, bariz çizgilerle ikiye bölünmüştür; sınıfsal antagonizmaların hatları belirginleştikçe, rejimin bunları soğurma kapasitesi azalmıştır. Bu da AKP’nin siyasal motivasyonunun, iktidardan topluma toplumdan iktidara, sonu hatırlatacak veya ölümle sonuçlanabilecek, her an mührü kopabilecek bir yaraya sahip olduğunu göstermektedir. AKP’nin siyasal zekâsından siyasal diline yansıyan sözcüklerin esas anlamı, tükenmişliktir.

 

[1] http://www.erbakandavam.com/index.php