Hükümetsizliğe Övgü

Kısa bir süre önce ilginç bir haber vardı: “Twitter'da ‘koalisyon’ tehlikesi: Şifreniz çalınabilir!”[1] Bir virüs twitter hesaplarına “koalisyon sonunda” özel mesajıyla yayılıyormuş. Mesajla birlikte gelen bağlantıya tıklandığında, hesabınızın şifresi birilerinin eline geçiyormuş. Ayrıca bu mesaj, sizin aracılığınızla başkalarına özel mesaj (DM) olarak gidiyormuş. Böyle böyle yayılıyormuş. Pek çok koalisyon “meraklısı” bu yolla mağdur olmuş.

Ünlü hackerların otobiyografilerinden hatırladığım kadarıyla, başkalarının bilgisayarlarına, hesaplarına, sistemlerine sızmakta en büyük avantajlarının, kullandıkları teknik yöntemler ve teçhizattan ziyade hedef alınan sistemi kullananın her daim bir açık vermeye eğilimli olduğunu söylerler. Yani hacker bu durumda bir zaaftan beslenir. Haberden anlaşıldığı kadarıyla ve virüsün kullanıcılara gönderdiği mesaja bakılırsa, virüsü kodlayanlar bir zaaf varsayıyorlar: Seçimler bitti ama hükümet oluşturulamadı ve “herkes” bir an önce hükümetin kurulmasını bekliyor olmalı…

Aşağıdaki duvar yazısından görüleceği üzere, âşıklar dahi koalisyonun kurulmasını bekliyor.

 

Peki bir an önce bir hükümetin kurulması gerektiği ön kabulünün, hükümetsiz rezil rüsva olacağımız kanaatinin kaynağı ne olabilir? Sokakta kalmak, babasız kalmak, aç kalmak, biçare olmak gibi bir şey mi acaba hükümetsiz kalmak? Açıkçası birileri için sorunun cevabı, evet olsa gerek. Köşe yazarları, ekonomistler, yorumcular, iş dünyasının ileri gelenleri hep bir ağızdan aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Anlaşılan kimse ülkeyi “sahipsiz”, “öksüz”, “yetim” bırakmak istemiyor.

Seçimlerin ardından meclise giren partilerden de alelacele açıklamalar geldi. Bahçeli, “Şartlarımız yerine gelirse sorumluluk alırız, Türkiye’yi hükümetsiz bırakmayız”[1] lütfetti. HDP’li Saruhan Oruç “Türkiye'nin hükümetsiz kalmasına, bir istikrarsızlığa ve kaosa yuvarlanmasına gözlerimizi kapayıp seyirci kalmayız. Ama şu anda Türkiye böyle bir durumda değil”[2] dedi. AKP’li Mehmet Metiner “Bakalım, kendi aralarında bir koalisyon yapabilecekler mi, yapamayacaklar mı? Eğer yapabilirlerse hükümet kurma problemi olmaz. Fakat  yapamazlarsa, milli iradeye duyduğumuz saygı doğrultusunda hükümeti kurarız. Bu ülkeyi hükümetsiz bırakmayız”[3] dedi. Kılıçdaroğlu ise “Ülkeyi hükümetsiz bırakma[nın] seçmene saygısızlık”[4] olacağını söyledi ve “sağduyu” zamanı olduğunu ekledi.

“Biz”lere derhal hükümet edilmesi gereken “seçmenler” olarak bakan bu bakış açısı, aynı zamanda koalisyonun nasıl bir felaket olduğunu “hükümetsizlik krizi” üzerinden tanımlıyor. Bu kriz de genellikle, “seçmenin” en hassas noktası olduğu düşünülen iktisadiyat üzerinden gerekçelendiriliyor. Görmüyor muyuz Yunanistan’ı? Ekmek alamayacak, paralarımızı bankalardan çekemeyecek hale geliriz. Peki bu iktisadi gerekçeleri bir an için kabul etsek bile bu söylemin aslı astarı var mı?

Belçika geliyor akla. Hatırlayalım, dalga/alay konusu olmuşlardı. Tam 540 gün hükümet kurulamamıştı. 13 Haziran 2010’da seçimler yapılmış, hükümet ancak 6 Aralık 2011’de kurulmuştu. Meclis’te yok yoktu. İrili ufaklı bir sürü parti meclise girmişti. Hükümet kurulana kadar geçen sürede, insanlar sokaklara dökülüp, “Ne mi istiyoruz? Bir hükümet!”, “Hükümet, hemen şimdi!” sloganlarıyla gösteriler düzenlemişlerdi.[5] Öte yandan, Guardian’ın haberine[6] göre bu durumla eğlenenler ve halihazırdaki vaziyeti kutlayanlar da olmadı değil. Gent sokaklarında soyunanlar, striptiz yapanlar oldu. “Politikacılarımız bir kahraman… Onlarla gurur duyuyoruz, bizi rekorlar kitabına soktular” diyordu bir gösterici. “Her şey tıkırında devam ediyor… Bir hükümetin olmaması çok daha iyi” diyordu bir diğeri. Peki ekonomi ne âlemdeydi? “Belçika'da bir yıldır hükümet yok ama ‘herşey yolunda’” başlıklı habere[7] göre “… günlük işleyişe bakılırsa herşey yolunda görünüyor[du]. Ekonomi büyüyor. İhracat ve dış yatırımlar artıyor[du]”. Hatta bunda “yetkilerin büyük ölçüde bölgesel yönetimlere devredilmesinin de payı” olduğu söyleniyordu. Aynı haberde, siyaset bilimci Prof. Dr. David Sinardet, henüz kalıcı hükümet kurulmadan önce, “Yeni bir tür demokrasi ve yeni bir tür hükümetimiz var. Bu da dünyaya tam yetkili, tam bir hükümete ihtiyacınız olmadığı mesajını veren bir şey” diyordu.

 

Bildiğimiz kadarıyla Belçika hâlâ var. İnsanları da yerli yerinde duruyor. Açlıktan ve çaresizlikten birbirlerini yememişler. Onları birilerinin gütmediği “kaos” günlerinde, birbirlerine saldırıp, üzerinde hiçbir canlının nefes alamayacağı bir cehennem yaratmamışlar. Elbette biliyoruz ki “Belçika bir Türkiye değil”; Türkiye de bu denli “gevşeklikleri” sindirebilecek kadar “mezhebi geniş” değil, ciddi bir memleket! Laubaliliğe gelemez. Ama hiç olmazsa bu hususta, azıcık “Belçika’ya çeksek”, sonumuz çok mu kötü olurdu?

Bize dayatılan panik havasının, ivedilikle ve mümkünse bir “tek parti” yönetiminin kurulması aciliyetinin arkasında ne tür saikler yatıyor? Hakikaten durup, sakince düşünelim; hükümetin “bir türlü” kurulamaması -ekonomistleri, yatırımcıları ve siyaseti kendi refahını artırmak için araç edenleri ve onların kurduğu ağa dahil olmaya çaba sarf edenleri hariç tutarsak- kaçımızın hayatını kâbusa döndürdü? Daha 8 Haziran sabahından itibaren aman vermeyen hükümet hesapları, TİP’ten yıllar sonra HDP gibi sol bi partiyi meclise sokabilmenin verdiği coşkuya ket vurmadı mı? “Seçmen aslında ne dedi” eksperleri ve AKP’ye yakın isimler sitemle ve öfkeyle HDP’yi meclise sokanları anormalleştirerek, “ortaya çıkan bu tablodan” onları sorumlu tutmadı mı?

Kaldı ki tüm bu tantananın arka planında bariz bir çarpıtma yatıyor: Örneğin seçimlerden önce AKP karşısında blok oluşturmaya yarayan politik bir eklemlenme hattı olarak “yolsuzluk” söylemini düşünelim. Mevcut durumda Meclis, yolsuzluk meselesi üzerinden iktidarını kullanabilir. Konunun üzerine gidebilir. Yolsuzluk ile ilgili adı geçenleri Yüce Divan’a sevk edebilir. En az 110 milletvekilinin çağrısıyla, hükümetin kurulup kurulmamasına ve Meclis’in tatilde olup olmamasına bakılmaksızın, Meclis konuyla ilgili görüşme yapmak durumundadır. Yani an itibarıyla Meclis’in yetkilerini kullanabilmesi, yasa çıkarabilmesi/kaldırabilmesi/değiştirebilmesi için hükümetin, Başkanlık Divanı’nın ve komisyonların kurulmasını beklemesine gerek yoktur. Çünkü hükümetin kurulması nihayetinde yürütme ile ilgili bir meseledir. Yasamayı askıya almayı, ertelemeyi gerektirecek fiilî bir durum yoktur. Mesela geçtiğimiz hükümet döneminde, şu anda Meclis’te çoğunluğu oluşturan muhalefet partilerinin en çok şikayet ettiği İç Güvenlik Yasası’nı ortadan kaldıracak yeni bir yasanın çıkarılması önünde herhangi bir engel bulunmuyor. Bunun gibi başka örnekler de sayılabilir elbette. Yani “siyaset” kurumu o kadar da “rehin”, o kadar da krizde değil!

Tam da bu hattan ilerleyerek, “siyaset boşluk kaldırmaz” önermesinin kriz varsayımlarını tersine çevirecek malzemeyi araklayabiliriz. Cevheri keşfedelim: Sözkonusu kriz (hükümetsizlik olarak kriz), aslında ne yapılırsa yapılsın düzenlenemeyenin, hep açıkta kalanın, kutsallaştırılan “istikrar” söyleminin ne kadar dayatılırsa dayatılsın garantilenemediğinin, merkezin gücünün aşındırılabileceğinin, “toplumsal”ın anarşik ve antagonist halinin, hesap edilemeyenin, yöneten/yönetilen paradigmasının aşındırılma imkânının, hep bir fazla gelebilecek boşluğun/taşmanın görünür hale gelmesidir. Siyaset, geleneksel önermelerin aksine, tam da bu boşluktan, bu açıklıktan yeşerecek, yeşerebilirse. Onların gördüğü kâbuslar da bizim şen kahkahalarımız olacak, olabilirse…

 


[1] http://www.milliyet.com.tr/ak-parti-chp-ittifaki-mhp-de-agir/siyaset/detay/2072218/default.htm (11 Haziran 2015)

[2] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/06/150619_hdp_koalisyon (19 Haziran 2015)

[3] http://tr.sputniknews.com/analiz/20150609/1015913270.html (9 Haziran 2015)

[4] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29234756.asp (9 Haziran 2015)

[5] http://www.dw.com/en/thousands-of-belgians-rally-against-political-stalemate/a-14781470 (23 Ocak 2011)

[6] http://www.theguardian.com/world/2011/feb/18/belgium-marks-250-days-no-government (18 Şubat 2011)

[7] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2011/06/110613_belgium_government.shtml (13 Haziran 2011)