Her Şeye Rağmen Rojava

Rojava’da kurulan demokratik özerk kantonlar toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeleri askeri saldırılara rağmen devam ettiriyor. En son Girê Spî (Tel Ebyad) ve Hesekê kentlerinin IŞİD’den alınmasıyla hem Cezîre bölgesi üzerindeki IŞİD tehlikesi kısmen geriletildi hem de Cezîre ve Kobanî kantonlarının fiziki birliği sağlandı.

YPG ve YPJ güçleri ile ABD önderliğindeki uluslararası koalisyonla IŞİD’e karşı koordineli çalışması şüphesiz bu gelişmelere önemli bir askeri destek sunuyor. YPG komutanı Sîpan Hemo’nun ‘ABD ile ortak çalışmaları ileriye taşımak istiyoruz’ ifadesinden, bu koordinasyonun bir süre daha devam edeceği anlamını çıkarabiliriz.

NATO üyesi ve ABD müttefiki Türkiye’nin başından beri Rojava’daki gelişmelerden rahatsız olduğu ve ABD dâhil herhangi bir gücün YPG ile işbirliği yapmasına her zaman karşı olduğu çok açık. Türkiye’nin en büyük endişesi Rojava’da toplumsal tabanı diğer siyasi hareketlere nazaran daha geniş olan PKK’nin askeri ve siyasi anlamda meşru bir aktör haline gelmesiydi.

Gelinen noktada Türkiye bunu engelleyememiş, ABD dâhil birçok uluslararası güç ilk kadroları PKK’li gerillalar olan YPG’yi destekleme kararı alırken, Rojavalı yetkilileri kendi parlamentolarında konuk ettiler. Rojava’ya dünyanın birçok yerinden siyasetçi ve akademisyen ziyarette bulundu, oradaki sistemi tanımaya çalıştılar. YPG ve YPJ’ye katılmak üzere onlarca yabancı savaşçı gitti. 2011’den önce çok az bilinen bu bölge, zamanla hem bilinir hem de uluslararası siyasetin ve radikal İslami gruplara karşı mücadelenin duraklarından biri oldu.

Rojava’ya dair elde edilen her gelişme ve Rojava’da kabul gören her siyasi proje, aynı zamanda PKK’nin gelişmesi ve kabul görmesiydi. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ‘demokratik ulus’ ve ‘demokratik özerklik’ fikri ilk kez bu kadar geniş bir bölgede hayat buldu. Hem de şiddetli bir savaş sürerken ve herkes Kürtlerle diğer halklar arasında bir etnik çatışma beklerken.

Girê Spî’nin IŞİD’den alınması, uluslararası koalisyonun sunduğu destekle daha hızlı gerçekleşti. Bu gelişme, birkaç yıldır hem ulusal hem de uluslararası alanda sürekli dile getirilen Türkiye-IŞİD ilişkisini de kısmen kesmiş oldu. Fakat Efrîn-Kobanî kantonları arasında hala varlığını sürdüren IŞİD’e karşı askeri operasyon yaptığını belirten eden TSK’nın vurduğu hedefler, çoğunlukla YPG ve YPG ile ortak hareket eden Özgür Suriye Ordusu’nun bazı gruplarının mevzileriydi. IŞİD şimdiye kadar hiçbir zaman gerçekten Türkiye’nin hedefi olmadı.

ABD öncülüğündeki koalisyonun bir üyesi olan Türkiye, Kandil’i bombalamak için günlerdir onlarca F-16 havalandırıyor. Türkiye’nin asıl hedefi IŞİD olsaydı, IŞİD’e ait mevzileri bombalamak için benzer bir yaklaşım gösterilirdi. Fakat Kürt siyasi hareketine göre Türkiye Rojava’da özerk yönetimdense IŞİD’le komşuluk yapmayı yeğledi, bunu başaramayınca IŞİD’e destek sunarak Rojava’ya karşı fiili bir mücadeleye girdi. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, hükümet yetkilileri Rojava’daki siyasi bir oluşuma ne pahasına olursa olsun izin vermeyeceklerini defalarca ifade ettiler. Bunu engellemek için de ya Suriye’ye girilip aktif bir savaş verilmeli ya da Rojava’ya karşı savaşan güçlere destek sunulmalıydı. Bugün Türkiye’nin ikisini birden yaptığına tanık oluyoruz.

ABD-Türkiye ortaklığıyla başlayan ‘eğit-donat’ projesinden de bir sonuç elde edilmedi ve bölgeden gelen haberlere göre eğitilip donatılan ilk gruptan bazıları YPG’ye sığınırken, geriye kalanlar ya kaçırıldı ya da öldürüldü.

Başarısız olan bu projenin ardından MİT, Ankara’da yaptığı bir toplantıda Efrîn-Kobanî arsandaki bölgede Türkmenlere ait 5 bin kişilik bir ordu kurulması kararı aldı. Suriye’ye IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerden birkaç yıldır askeri mühimmat yollayan Türkiye,  sürekli Türkmen halkın karşılaştığı saldırılara işaret etti hep. Şüphesiz Rojava’daki Süryaniler, Çeçenler ve Araplar da saldırılara maruz kaldılar. Fakat YPG’de birleşen halklar hem kendilerini hem de diğer ulusları savundular. Süryanilerin çoğunlukta olduğu Til Temir ve Arapların, Çeçenlerin ve Kürtlerin bir arada yaşadığı Serêkaniyê’nin savunmasında Süryaniler, Araplar ve Kürtler birlikte yer aldılar. Türkmen halkıyla da böyle bir savunma hattı hala kurulabilir. Fakat Türkiye’nin buna da engel olması muhtemeldir. Oysa ortada çok önemli bir gerçek var. Türkiye’nin desteklediği ÖSO, başta kontrol ettiği bazı bölgelerin neredeyse tamamını IŞİD’e kaptırdı. YPG, Kobanî’de yüzlerce savaşçısını kaybetmiş olsa da Suriye genelinde IŞİD’e karşı mücadele edebilen en önemli güçlerden biridir.

Ayrıca halkların, yönetime ortak olduğu, kendi aidiyetleriyle yaşam olanağı buldu Rojava kantonlarının Türkmenleri de dâhil edebileceği bir birleşme pekâlâ mümkün. Rojava’nın ve YPG’nin izlediği siyaset böylesi bir gelişmeye açıktır. Burada belirleyici olan Türkmenlerin bunu isteyip istemeyeceği veya Türkiye’nin buna engel olup olamayacağıdır. 

Gelinen noktada Türkiye’nin Suriye ve Rojava politikasında başarılı olamadığına tanık olduk. Bir yandan PKK ile ‘barış görüşmesi’ sürdürürken, diğer yandan PKK’nin aktif olarak desteklediği, hatta sahiplendiği bir siyasi ve askeri mücadele ve toplumsal inşa bölgesi olan Rojava’ya düşmanlık etmek bugün gelinen çatışmalı ortamın en önemli sebeplerinden biri oldu. AKP ve Erdoğan inkâr etse de PKK ve Rojava halkı Türkiye’nin IŞİD’le çok yakın bir ilişki kurduğundan emin, Rojava’daki sistemin başarılı olmasını engellemek için IŞİD’i veya ileride Rojava’ya saldıracak herhangi bir silahlı grubu destekleyeceği veya Türkiye’nin bizzat Rojava’yı işgal edeceği konusunda kararlı olduğuna inanıyor.

Eğer AKP’yi ve Erdoğan’ı durdurabilecek güçlü demokratik ve barış yanlısı bir toplumsal muhalefet veya uluslararası kamuoyu gelişmezse, Türkiye hem içeride hem de Rojava ve Suriye’de çok çetin bir savaşın içerisinde bulacaktır kendisini.

Son günlerde birçok insan ‘90’lı yıllara mı dönülüyor?’ diye soruyor. Suriye, Rojava ve PKK’ye dönük bu yaklaşım değişmezse, 90’lı aratmayacak bir bölgesel savaşa sürüklenecektir Türkiye. Ve bu savaş kesinlikle halkların istediği ve başlattığı bir savaş olmayacaktır. Tıpkı Rojava’da olası bir Türkmen-YPG savaşında, savaşın tarafları gerçekte Türkmen ve Kürtler olmadığı gibi.

Peki, Rojava’yı böylesine hedef haline getiren nedir? Suriye iç savaşı birçok askeri ve siyasi dinamik çıkardı ortaya. Bir yandan radikal cihatçı gruplar, akla hayale sığmayan şiddet yönetimleriyle egemenlik sağlamaya çalışırken, diğer yandan Rojava’nın özerk kantonlarında halklar ve inançlar kendi kaderlerini etkileyen bu savaşın içerisinde direnmeye çalışıyorlar. Başta Kürtler olmak üzere, 2011’den önce bugün yaşanan gelişmeleri hayal edebilen, gerçekleşeceğine inanan çok az insan vardı. Rojava’dan gelen haberler, söyleşiler ve videolarda halk, bir gün Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ve Çeçenlerin eskiden olsa ortak bir paydada birleşip demokratik bir yönetim kuracağına ihtimal vermediklerini belirtiyorlar. Bugün ise toplumsal örgütlülüğün küçük ama en önemli ve temel yapıları olan komünlerde, mahalle, köy, ilçe ve kent meclislerinde halklar bir araya gelip sorunlarını tartışıp çözüm buluyor.

Son birkaç yıldır mezhepçiliğe dayalı şiddetin en yoğun yaşandığı yerlerden biri olan Suriye ile kıyaslandığında, Rojava’da dini ve mezhebi farklılıklardan doğan sorunların olmaması, toplumun birbirini ne derece kabul ettiğini de göstermektedir. Rojava’daki siyasi anlayış, geçmişte yaşanan sorunların, farklı iktidar çevreleri tarafından çıkarıldığı ve farklı kimliklere mensup insanların birbirlerine düşman edildiği gerçeğini topluma çok iyi benimsetiyor. Bununla beraber, farklı aidiyetler, kendilerini Rojava Halk Meclisi’nde temsil edebiliyor, karar verme süreçlerine katılabiliyor ve Rojava Toplumsal Sözleşmesi’ne göre herkesle eşit koşullarda yaşayabiliyor. Halkın beraber inşa ettiği ve savunduğu Rojava’nın özerk kantonlarında bu halklar ortak amaçlar etrafında yürüttüğü yönetim (siyasi özerklik), savunma (Toplumsal Savunma Güçleri-HPC) ve üretim (kooperatifler) sayesinde birbirini daha yakından tanıma fırsatı bulurken, geçmişte yaşanan çatışmaların çözümüne de katkı sunabiliyor. Bu konuda, Barış ve Uzlaşma Komiteleri önemli bir rol oynuyor ve her yıl yüzlerce sorunu/davayı mahkemeye ihtiyaç duymadan uzlaşma esasına göre çözmeye çalışıyor. Bu komitelerde farklı etnik ve inanç gruplarından insanların çalışıyor olması, komitelere olan güveni de arttırırken farklılıklar toplumsal adaletin teminatı haline geliyor.

Rojava savunulurken binlerce insan hayatını kaybetti. Kobanî’de olanlar, tek başına Rojava’nın nasıl bir saldırı ve tehditle karşı karşıya olduğunun en somut örneğiydi. 2011’den bu yana süren ambargo, siyaseten yalnızlaştırma politikaları, sınırların kapalı tutulması ve kesintisiz saldırılara rağmen Rojava’nın özerk kantonları hala varlığını sürdürüyor. Dünyanın diğer siyasi özerklik sistemleriyle kıyaslandığında Rojava’nın güncel koşullarda birçok kriteri sağladığını söyleyebiliriz. Henüz ulusal ve uluslararası alanda tanınmış bir statüden yoksun olması, meşru bir siyasi sistem olmadığı anlamına gelmez. Rojava’yı meşru bir yönetim olarak görenler, Rojava ile farklı yollardan zaten temas kuruyor. Söz konusu zorluklara ve engellere rağmen Rojava’nın özerk kantonları bir savaşın ortasında bu kadar olumlu gelişmeyi gerçekleştirebildiyse, bundan rahatsız olanlar, gerçekten demokrasi ve barıştan uzak bir yaklaşıma sahip olmalılar.

Mevcut siyasi sistemlerin Ortadoğu’yu ne hale getirdiğinin hepimiz canlı tanıklarıyız. Rojava, PKK önderliğinin siyasi ve toplumsal yönetim projesi olan ‘demokratik özerklik’ ve demokratik ulus’ çizgisini destekleyenlerin, birlikte barış ve demokrasi temelinde herkesle nasıl yaşayabileceğinin en somut örneğidir. Rojava, hiç bilinmeyen veya henüz yeni ortaya atılmış olanı değil, yok edilmiş ve unutturulmuş olanı yeniden canlandırıyor. Birbirine düşman edilenlerin, birbirini bu kadar ciddi bir şekilde sahiplenmesi ve bir arada yaşama özlemine cevap arıyor olması da bundandır.