İzmir Akademi Barış İstiyor Çalıştayı Sonuç Bildirgesi

Akademi Barış İstiyor Çalıştayı fikri Türkiye’de ateşkes sürecinin sona ermesi ve savaşın yeniden başlaması üzerine toplumun barış isteyen kesimlerinin bir parçası olan akademisyenlerin Türkiye’de ve Ortadoğu’da savaşın son siyasal tablo içinde yeniden değerlendirilmesi ve bu bağlamda savaşın durdurulması, toplumsal barış için neler yapılabileceğini tartışmak ve üretmek için toplanmıştır. İstanbul, Ankara ve İzmir’de yapılması planlanan “Akademi Barış İstiyor Çalıştayı” 21 Ağustos 2015 tarihinde  gerçekleştirilmiştir.

Çalıştay boyunca ‘Savaşın Eşiğinde Türkiye ve Ortadoğu “Bataklığı”: Yerel Bölgesel Global Dinamikler’, ‘Savaşın Birey ve Toplum Sağlığına Etkisi’, ‘Savaşın Ekonomi Politiği, Eşitlik ve Adalet Siyasetinin Tesisi Olarak Barışma Sorumluluğu’, ‘Toplumsal Barışın İnşası- Barışın Toplumu’ başlıklarında sunumlar yapılmış ve ardından forum düzenlenmiştir. Sunumlar ve forumda gerçekleştirilen tartışmalardan oluşan Çalıştay Sonuç Bildirgesi aşağıdaki gibidir:

Türkiye’de Suruç katliamında 33 kişinin IŞİD üyesi tarafından katledilmesi savaşın tekrar başladığı nokta olarak gösterilmektedir. Ancak içine çekilmekte olduğumuz savaşın asıl hedefi Türkiye’deki Kürt hareketi ve Rojava Devrimi’dir. AKP’nin HDP ile sürmekte olan siyasal rekabetini, askeri çatışma düzlemine taşıma çabasıdır. Emperyalistlerin Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirmek üzere IŞİD ve El Nusra üzerinden yürütülmekte olan “vekalet savaşı”nın, Türkiye-Irak coğrafyasına kaymasıdır. Bölge devletleri arasındaki rekabet ve ittifaklar bir başka önemli siyasal dinamik kalemini oluşturur. Bu çerçevede Türkiye, Katar, Suudi Arabistan bloğunun dağılması ve İran’ın artan bölgesel ağırlığı özellikle önemlidir. Siyasal dinamikler derinleşmekte ve yaygınlaşmakta olan savaş ve “topyekün iç savaş” durumuna bu derece müsaitken barışın da belli potansiyel dinamikleri mevcuttur. Türkiye kamuoyu bir barış süreci başlangıcının ardından yeniden bir çatışma dönemine girilmesine büyük oranda karşı çıkıyor. Medyanın bütün kışkırtmalarına rağmen şehit cenazelerinde yükselen protestolar ve Barış Bloku gibi oluşumlar AKP’nin bu savaşı sürdürmesini olanaksız kılabilir.

***

Savaş insanlar üzerinde onarılması çok zor/imkânsız tahribatlar yaratır. Sağlıklı insan ve dolayısıyla sağlıklı toplum politik, sosyal, kültürel, ekolojik ortamdan ayrı düşünülemez. Savaş tüm bunlara zarar veren ve çok geniş kitleleri etkileyen bir olgudur. Savaşların ölüm ve yaralanmalar gibi doğrudan sonuçlarının yanı sıra dolaylı etkileri daha uzun sürelere yayılan daha ölümcül sonuçlara yol açmaktadır. Savaş demek aslında doğrudan zorunlu göç, kadına yönelik şiddet-taciz-tecavüz, ekolojik tahribat, barınma-beslenme-eğitim gibi temel insani haklardan mahrum kalma, işkence, travma demektir. Savaş sonrası insanların savaşın sonuçlarına bağlı travmaları 50 yılı aşkın sürelerde aşamadığı literatürde bildirilmektedir. Çünkü savaşta insanın yaşadığı travma anlık ve izole değildir; ardışık halkasal etkilenme vardır, travma toplumsallaşmıştır.

Türkiye 30 yılı aşkın süredir devlet kayıtlarında ‘düşük yoğunluklu’ diye adlandırılan bir savaş ortamında savaşın nasıl bir şey olduğunu deneyimleyerek yaşamış bir ülkedir. 40 binin üzerinde insan bu savaşta hayatını kaybetmiş, binlerce faili meçhul cinayet işlenmiş, binlerce insan işkenceye uğramıştır. Kürdistan’da köyler yakılmış, insanlar zorunlu göçe tabi tutulmuş ve dolayısıyla insanlar zorla mülksüzleştirilmiştir. Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere halklar, kuşaklar boyunca zulmün tarihsel olarak ve hafızalarda sürekliliğini sağlayacak savaş yöntemlerine tabi tutulmuştur. Ateşkes süreciyle birlikte Türkiye halkları için barışın koşulları oluşmuşken yeniden savaşın başlaması ve halkların onurunu örseleyen zulüm mekanizmalarının tekrar devreye girmesi toplumsal kutuplaşmayı artırmış, ‘biz-onlar’ ayrılığını derinleştirmiştir. Ayrımcılığın beraberinde gelen ötekileştirici dil barışın sağaltıcı dilini öldürmüş; Türkiye ezilen halklarının adalet ve hakikat arayışı durmak zorunda kalmıştır. Üstelik ülkemizde süren savaş geçmişin üstüne eklenecek yeni toplumsal travmalara da gebedir.

***

Her savaşın arkasında çok güçlü bir ekonomik argüman/motivasyon vardır. Bunlar elde edilmesi muhtemel yer altı-yer üstü kaynakları, insan gücü gibi yeni sömürü kaynaklarını ele geçirmek gibi motivasyonlardır. Bu bağlamda savaş isteyen devletlerin emperyalizm, yayılmacı sömürgecilik, faşizm gibi kendilerini dayandırdıkları ideolojik zeminleri vardır. Türkiye’de on yıllardır süregelen savaşın da politik ekonomik bir takım çıkarlara bağlı tarafları vardır. Türkiye NATO ülkeleri içinde askeri harcamalara ayırdığı bütçeye baktığımızda 6. sırada yer alan bir ülkedir. GSMH’dan sağlığa ayrılan pay %4-6, eğitime ayrılan pay %2-4 iken savunmaya ayrılan pay %12-14 düzeyindedir. Çatışmasızlık sürecinde savunmaya ayrılan payın azalması beklenirken hem askeri harcamaların hem de emniyet genel müdürlüğü, MİT gibi kurumlara aktarılan bütçe için kullanılan iç güvenlik harcamalarının 2006 yılından bu yana düzenli artış içinde olduğunu görüyoruz. Öte yandan yıllardır süren savaşın Kürt halkı için nüfus gücünün zorunlu göç-ölüm ve asimilasyon politikalarıyla azaltılması yoluyla, topraksızlaştırma ve coğrafi bölünmüşlük nedeniyle, yıllarca OHAL, sıkı yönetim gibi Türkiye’nin batısından farklı bir hukuksal alt yapı ile yönetilmesi sebebiyle ciddi bir ekonomik eşitsizlik oluşturulmuştur. Oluşan bu eşitsizlik ve askeri harcamalar bir bütün olarak Türkiye’nin ekonomisini etkilemiş, halkların yoksullaşmasına neden olmuştur. Ayrıca savaş aygıtıyla kışkırtılmış olan faşizan ideoloji ile Kürt ve Türk işçi sınıfının emek mücadelesi parçalanmış, güçlü bir emek mücadelesi oluşmaması için savaş fiili olarak kullanılmıştır.

Türkiye yüz yılı aşkın süredir tekçi otoriter rejimle yönetilmektedir. Bu tekçi otoriter rejim devamlılığını sağlamak ve halklar arasındaki eşitsizliğe dayalı farklılığı derinleştirmek için sürekli bir savaş halini yaratmıştır. Bugün Türkiye’nin demokratikleşmesi hedefinin gerçekleştirilmesi için, bu sürekli savaş halini terk etmesi ve kalıcı bir barışı tesis etmesi gerekmektedir. Bu yeni aşamada demokrasi ve barış uğruna sürdürülecek olan mücadelenin başat hedefi mevcut tekçi, asimilasyoncu, militarist, bürokratik, merkeziyetçi, hantal, pahalı ve kaynak yutan devlet yapısının bir demokratik cumhuriyet yönünde dönüştürülüp aşılmasıdır. Toplumsal barışın ilk adımı ateşkestir.

‘’Toplumsal Barışın İnşası’’ terimi aslında, bir toplum olma yeteneğini kaybetmiş, yok edici, yıkıcı, ayrımcı tahakküm politikalarıyla birbirlerinin acısını bile göremeyecek “ayrı” toplulukların “zorla” bir arada tuttuğu bu ülkenin, yeniden bir toplum olma vasfı kazanması anlamına gelmelidir. Çünkü modern toplum, birbirleriyle karşılıklı bir bağlanma içine girmiş, sözünü ve eylemini bu bağıntı içinde kurma bilinci kazanmış eşit ve özgür insanların birarada yaşam deneyimini ifade eden bir terimdir. Bu, bir toplum olmanın, toplumun her bir üyesinin tüm diğer herkesi hesaba alan bir düşünme ve yargı yetisine sahip olması iddiasına dayanır. Bu toplumsallığın akılsal ifadesi de demokratik bir hukuktur. İşte bu özelliklerin çoktandır tamamen kaybolduğu bir toplumda, barışın toplumsallaşması aslında bizzat ‘’toplumun yeniden inşası’’ meselesidir.

Barışın Toplumu o halde, diğeriyle ilişkisini değersizleştirme, yok sayma ve hatta yok etme temelinde tarif eden, kimlikler ya da değerler hiyerarşisinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Çünkü bu özellikler, savaşın toplumuna, militarist, dolayısıyla milliyetçi, özcü bir ideolojiyle tek hakikat tek kimlik referanslı aynılaştırılmış topluma aittir ve savaşın devamı bu tarz bir toplumsallığın inşası ve bekasına dayalıdır. O halde barışın toplumu tam karşıtında, anti militarist, farklılıklar arası eşitlik ilkesine dayalı bir toplum olmalıdır.

Bugün bizler barışı değil, savaşı durdurmayı konuşuyoruz. Biz akademide yer alanlar okullarımız açıldığında kaç öğrencimizin geri döneceğini bilmiyoruz.  

AKP için savaşı çıkarmak yalnızca iktidarlarını sürdürmek değil, aynı zamanda bütün toplumu sindirmek için kullanılacak uzun erimli bir plandır. Çünkü Gezi direnişi gibi, 7 Haziran seçimleri gibi toplumda barış mayasının tuttuğu, halklar için eşitlik talebinin ete kemiğe büründüğü güçlü tarihsel anlar, normatif yollarla ezilenlerin güç kazanması egemenleri çok ürkütmektedir. Muktedirlerin bu korkusu savaşın dozajının daha da artmasına neden olacaktır. Bu açıdan ilkin savaşı durdurmalı ve barış için emek harcamalıyız. Barış dilini oluşturmak için toplumun tüm kesimlerine sorumluluklarını hatırlatmalıyız. Savaşı ortaya çıkaran koşulları deşifre etmeliyiz. Antikapitalist, cinsiyet özgürlükçü, ekolojik, demokratik özerk yeni yaşamın inşası için hepimiz kendi bulunduğumuz yerden savaşı durdurup barışı inşa etme sürecine katkı sunmalıyız.

Bizler akademi çalışanları olarak açılış derslerimizi barış üzerine vereceğiz. Tüm topluma açık dersler yapacağız. “öğrencilerimizi sağ ve sağlıklı olarak geri istiyoruz” kampanyaları yapacak kapılarımıza beyaz eşarplar asacağız.

Yakın zamanda yaşadığımız iki korkunç savaşın, Yugoslavya ve Suriye Savaşlarının Türkiye’de de yaşanmasına izin vermeyeceğiz. Türkiye toplumu için, Ortadoğu halkları için ve insanlık için barış istiyoruz,

Barış mümkündür, insanlık istiyorsa başarabilir. 


Birikim'in Notu: İzmir Akademi Barış İstiyor Çalıştayı sonuç bildirgesidir.