Jeremy Corbyn'in Başarısı ve Demokrasi Sınavı

Jeremy Corbyn İşçi Partisi üyelerinin oylarıyla başkanlık seçimlerini ilk turda büyük bir zaferle kazandı. Bu tarihsel başarıyı kazanmada özveri ve inançla çalışan çok sayıda yurttaş örgütünün ve haberleşme ağının oynadıkları rol çok büyüktü.

Değişim rüzgârı Avrupa’nın üstünde esmeye başladı artık, diyebiliriz. Avrupa’yı liberal Avrupa’dan kopararak sosyal Avrupa’ya götürme mücadelesi İşçi Partisi'nin yeni başkanıyla büyük dönemece ulaştı. Bu saatten sonra geri çekilme, eylemsiz kalma ve sola şüpheyle bakma zamanı geçti. (Morning Star, 13.9.2015)

Kemer sıkma politikalarına ve yozlaşmış hükümetlere dur demek için sol partiler mücadele alanlarını genişletiyor. Bu yürüyüşe hız katmak, daha geniş ufuklara açılmasına omuz vermek gerek.

Saldırgan, egemen, finans, elit grupların çıkarlarını toplumun, sosyal eşitliğin üstünde tutmasına artık izin verilmemeli. Jeremy’nin zaferi sosyal Avrupa’ya doğru yürüyüşün ilk adımlarıdır.

Geride hiç kimseyi bırakmadan, barışçı ve demokratik Avrupa’yı kurma mücadelesi zaman zaman gerilese de toparlanarak yeniden ileriye güçlenerek yürüyecektir. “Çünkü hepimizin insanca, onurlu yaşama ve her birimizin diğeri ile eşit olma hakkı vardır. Çaresiz kalan bu insanlar (göçmenler) korkunç savaşların kurbanıdır, yoksulluğun kurbanıdır, kötüleşen çevre koşullarının kurbanıdır ve insan hakları ihlallerinin kurbanlarıdır.” Bu sözleri söyleyen Jeremy, artık Avrupa’nın en büyük partilerden birinin başında. Jeremy, otuz yılı aşkın mücadele hayatını sokaklarda, emekçi mahallerde, büyük mitinglerde geliştirdi. Politikalarını, çalışma ilkelerini gençler, aydınlar, işçiler ve etnik azınlıklarla var etti ve olgunlaştırdı.

Jeremy Corbyn’nin başkanlık yarışına katılabilmesi için gerekli 35 parlamenter ancak son dakikada bulunabilmişti. Seçimlerden hemen sonra 8 Mayıs'ta kampanya başlamıştı. Gençlerden oluşan dinamik ekipler onun etrafında toparlandı. Umut olmaya, seçilme şansının artmaya başladığında ise sağın ve Tony Blair’in engellemeleri hemen devreye girdi.

New Statement dergisi, ilk defa Jeremy’nin büyük bir zaferle partinin başına geçeceğini söylediğinde, buna çok az insan inanmıştı. Fakat partideki sağ parlamenterler 22 Temmuz'da ayaklarının altından kumun kaydığını fark edince panik içinde karşı saldırıyı başlattı. Hem de hiçbir kural ve yasa tanımadan. Fakat yönelttikleri eleştiriler Jeremy'i zayıflatmaktan çok güçlendiriyordu. Tony Blair’in her açıklaması Jeremy’nin güç kazanmasına yarıyordu. Blair’in Guardian gazetesinde yayınlanan yazısında politik düzeyde eleştiri yerine kişisel saldırısı, kampanyayı bayağılaştırdı. Aynı yazısında kampanyaya katılan gençlere kalp nakli yapmalarını tavsiye etmişti. Gençlerin cevabı geç kalmadı: ‘Ya senin gibi kalpsiz olanlar ne yapsın?’ Jeremy, Tony Blair’in yalan bilgilerle Irak savaşını başlattığı için yargılanması gerektiğini söyleyerek kampanya başlatmıştı.

Saldırılar yalnızca İşçi Partisi'nin sağ kanadından gelmedi. İngiltere Başbakanı David Cameron, İşçi Partisi'nin başkanlığına Jeremy Corbyn'in seçilmesinin ardından, resmi Twitter hesabından, "İşçi Partisi artık ulusal güvenliğimiz, ekonomik güvenliğimiz ve ailemizin güvenliği için tehdit oluşturmaktadır" (Guardian 14.9.2015) paylaşımında bulundu.

Barışa adanmış bir politikacıya bilinen vatan hainliği damgası vurulmuştu.

Sağ gazeteler koroya katılmakta geç kalmadı. Ailesine ve yaşamına ilişkin karalamalar bütün çirkinliği ile sürdürüldü.

İlk günden ülkeye ve gençlere umudu ve güzel bir geleceği gösteren Jeremy’yi korkuyla izleyen egemen elit, birliği ve umudu ateşleyen yeni parti liderini bitirmek amacıyla yeni stratejiler hazırlamaya başladı bile.

Ülkede büyük değişimlere yol açabilecek bu ilk adım beş yıl muhalefette olacak ve olgunlaşacak ümidindeyiz. Jeremy’yi destekleyen Harry Leslie Smith, şöyle söyledi: "İşçi Partisi'nin ve ülkenin geleceği aydınlıktır. Artık Muhafazakâr Parti'nin kemer sıkma politikalarına karşı %99 için mücadele etmek isteyen bir başkan seçtik. Dünyada değişimi yaratarak büyük bir güç oluşturmalıyız." (Observer, 13.9.2015)

Liberal para politikalarına Avrupa’da ilk karşı duran geleneksel parti İngiliz İşçi Partisi oldu. Kıtadaki geleneksel sosyalist ve sosyal demokrat partiler, sağ partilerden farklı olmayan ekonomik politikaları izleyerek çalışan halk kitlelerinden koptular. Syriza ve PODEMOS ise yozlaşmış geleneksel partilerin tersine, onlara meydan okuyarak tamamen farklı bir örgütlenmeyle politik alana çıktılar. Şimdi İşçi Partisi yeni politikasıyla soldaki bölünmeleri durdurmayı ve yıkıcı sıkı para politikalarına karşı güçlü bir alternatif yaratmayı planlıyor.

Jeremy ile beraber İşçi Partisi, Avrupa sosyalist ve komünist partilerinde olmayan bir değişimin öncüsü oldu. Önce kendini değiştirerek değişime öncülük etmeye karar verdi. Partideki yenilenme hareketinin, eğer ülkede yaşayabilecek zemin bulursa, Avrupa’nın değişimine yapacağı katkılar tahminlerin çok ötesinde.

İşçi Partisi neden sola yönelmenin gerekli olduğuna karar verdi?

Bu soruya cevap vermek için birçok neden sıralanabilir. Ancak bunların belki de en önemlisi 8 Mayıs 2015 seçimlerinin getirdiği yenilgidir. Bu seçimde oy vermeye gitmeyenleri de hesaba katarsak, seçmenlerin ancak % 24'ünün onayını alan Muhafazakar Parti bunun sonucunda parlamentoda beklenmedik çoğunluk sağlamıştı. Sisteme muhalif seçmen İşçi Partisi'nden uzaklaşarak SNP’ye (İskoçya Ulusal Parti), Ukip’e (göçmenlere ve Avrupa Birliği'ne karşı parti) ve Yeşiller'e oy vermişti. Önemli oranda seçmen sandığa gitmemişti. İşçi Partisi ilk defa İskoçya’da silinmişti. Parti sendikalardan ve sıradan emekçi kitlelerden uzaklaşmasının bedelini ağır ödedi. O kadar çok sağa kaymışlardı ki parti başkanlığı yarışında Jeremy’nin dışındaki üç kişi de sağın adaylarıydı.

Fakat partinin üç sağ kanat adayı 2014 yılında Ed Miliband’ın başkan ve başkan yardımcısı seçme yöntemini değiştirmesinin ne sonuç doğurabileceğinin henüz farkında değillerdi. O yıla kadar parti başkanı seçimlerinde sendikalar ve sosyalist kulüpler, parlamenterler ve üyelerin oy kullanma ağırlıkları farklıydı. Bir parlamenterin oyu 608 partili üyeye ve 12.915 sendika üyesine eşit kabul ediliyordu. Parti üyeleri, parlamenterler ve sendikalar olarak üç ayrı gurup vardı ve her gurubun üçte bir oranında oy kontenjanı mevcuttu. Bu model artık zamanın ihtiyaçlarına uymadığı ve demokratik olmadığı gerekçesiyle 2014'te rafa kaldırıldı.

2014’teki bu değişiklikle 3 sterling (yaklaşık 14 TL) vererek oy verme hakkını elde eden yeni parti yandaşlarının, sendikaların etkisini kırabileceği hedefleniyordu. İlk başta bu yeni uygulama çok fazla insanın ilgisini çekmemişti. Fakat zamanla 200.000’e varan bir kitleye ulaşmıştı. Corbyn dışında hiçbir aday bu gücün farkında değildi ve yarışan adaylar arasında yalnızca kendisinin ilişkisi organikti.

Henüz bir yıl geçmeden geçtiğimiz Ağustos ayında partinin oy kullanabilecek 552.000 üye ve taraftarı olduğu açıklanmıştı. 292.000 üye, 148.000 kayıtlı taraftar (taraftar olmayı kabul eden sendika ve sosyalist kulüplerin üyeleri) ve 112.000’i kayıtlı taraftar vardı. Artık sendika üyeleri otomatikman parti üyesi olamıyordu ve her parlamenter veya parti üyesi gibi sadece bir oy hakları vardı .

Corbyn’le beraber yeni oluşan durumu doğru okuyan Jon Lansman ve ekibi mükemmel bir kampanya yürüttü. Amaç netti. Parlamenterlerin ve politik elitin İşçi Partisi üstündeki geleneksel etkisini kırmaktı. Bu da ancak üyelere yaslanmakla, onların sesi olmakla gerçekleşebilirdi. Corbyn’in seçilmesi yeni bir uygulamaydı ve yıllarca izlenen, kitlelerden uzak, istense de ulaşılmaz, değiştirilemez algısı yaratılan parlamentarizme ağır bir darbe vuruldu. Sağ ise parlamentoda hâlâ ezici çoğunlukta ve karşı saldılar panlıyor.

Corbyn’in zaferi partide yıllarca görev yapan solun nihayet bu başarılı çıkışı ile İngiltere’de yeni sosyalizmi tartışmaya açtı.

Ancak büyük sorunlar da kapıda bekliyor.

Egemen elitin tüm kurumları sağın elinde. Parlamentoda temsil edilen tüm partiler sağcıdır. Medya milyonerlerin elinde. İktidar partisi sendikalardan grev hakkını almak için yasalar hazırlıyor, İşçi Partisi'yle sendikalar arasındaki ilişkileri parçalayarak partinin mali kaynaklarını da kurutmak istiyor.

Bunun yanında solu güçlendirecek olanakları da gözardı etmemek gerek.

Yönetici elitin zorlamalarına rağmen Jeremy partiyi marjinalleştirmeyecek. Ne devletçilik ne de bürokrasi yeniden alternatif olmayacak. İnsan için gerekli olan kaliteli yaşam özendirilecek, doğanın korunmasını temel alan kalkınma sonrası ekonomik modeller devreye girecek, bireyleri ve yerel yönetimleri önde tutan halk demokrasisi politikada merkeze alınacak, politikadan nemalanan politik sınıf tarihe karışacak, eşitlik, barış ve adalet hak ettiği yeri bulacak.

Demokratik mülkiyetten, sosyal Avrupa'dan, adil vergilendirmeden, eşitlikten, yoksul ve dar gelirliler için ulaşılabilinir yeni konutlar yapılmasından, ücretsiz eğitimden, daha ucuz yolculuk, ısınma ve sudan, temiz enerjiden, eşitlik ve barıştan yana olan Jeremy, doğal olarak egemen güçleri korkutuyor.

Temiz bir hava gibi Britanya’yı daha iyiye götürecek potansiyeli taşıyan Jeremy Corbyn ve ekibi, bakalım İşçi Partisi'ni demokratikleştirerek Tony Blair'in ve benzerlerinin etkisinden kurtarabilecek mi? Partiyi iktidara taşıyıp Avrupa'yı da etkileyebilecek bir değişimi başlatabilecek mi?