İlker Başbuğ'un Konuşmasının Hatırlattıkları

25 Eylül 2006'da Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un Kara Harp Okulu eğitim yılı açılış töreninde yaptığı konuşma içindeki entellektüel referanslar, kavramlar, isimlerle pekçok açıdan ilgi çekiciydi. Böyle olduğu için olsa gerek pek çok yorumcu konuşmanın entellektüel derinliğinden övgüyle bahsetti. Atatürkçülüğün yada Kemalizmin bir ideoloji olup olmadığına dönük bitmeyen tartışmalar düşünüldüğünde rejimin karakteri konusunda en duyarlı kesim olan TSK’nın önde gelen bir komutanın Atatürkçülüğü pozitivizm, rasyonalizm, eleştirel akılcılık gibi kavramlar, Rousseau, Kant, Montesquieu, Durkheim, Ziya Gökalp, Renan gibi isimlere referanslarla değerlendiren analizleri pekçok açıdan üzerinde tartışılmayı ve düşünülmeyi haketmektedir.

Başbuğ’un konuşmasının ana teması siyasi ve askerî alandaki başarılarının dışında üzerinde fazla durulmadığından yakındığı “Mustafa Kemal Atatürk’ün dâhiliğinin ve “entellektüel devrimci” yapısının anlaşılmasının önemi üzerineydi. Bu anlamda Başbuğ, genç Harbiyelilere “entellektüel olarak tanımlanan pek çok kişinin bile, tek yanlı kendi görüş ve düşüncelerini destekleyici okumalar yaptığı düşünüldüğünde Atatürk’ün çok yönlü ve çok boyutlu okumalar yaparak ortaya koyduğu eleştirel akılcılığı örnek alarak çok okumalarını ve sorgulayarak okumalarını, Atatürk’ün entellektüel yapısının derinliğine inmelerini ve kendilerini aynı istikamette yetiştirmelerini tavsiye etti.Atatürk’ün düşünce sisteminin anlaşılabilmesi için ise “özel kitaplığının bulunduğu “Çankaya ve Anıtkabir'deki zengin kütüphanesindeki kitaplarının ve kenarlarına düştüğü notların incelenmesinin öneminden bahseden Başbuğ konuşmasının bundan sonraki bölümünde Atatürk’ün okuduğu kitaplar üzerinden benzer resmî konuşmalarda rastlanmayacak ayrıntı ve referanslarla bir ideolojik analiz yaptı.

Fakat konuşmanın entellektüel derinliğinin arttığı bu bölümü ile 1989 yılında Türk Tarih Kurumu yayınları arasından çıkan Prof.Dr. Şerafettin Turan’ın Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar başlıklı kitabı arasındaki benzerlikler dikkat çekicidir.

Konuşmanın içinde veya kamuoyuna dağıtılan yazılı dökümünde herhangi bir atfa ya da dipnota yer verilmediği düşünüldüğünde adı geçen kitaptan kimi zaman aynen, kimi zamanda kısmen yapılan alıntılar ve genel anlamda kitapla konuşma arasındaki kurgu paralelliği genç Harbiyelilere dönük eleştirel akılcılık, çok ve sorgulayarak okuma, Atatürk’ün entellektüel dünyasının derinliğine inme gibi bugün düşünsel alanda yaşanan yoğun bilgi kirliliği düşünüldüğünde çok anlamlı olan tavsiyelerle çelişkili görünüyor.

Göz ardı edilemeyecek benzerlikler irtica ve terör uyarıları arasında konuşmanın ana konusunu oluşturan Atatürk’ün entellektüel dünyasının anlatıldığı bölümün tamamında takip edilebilir. Bazı örnekler aşağıdadır.

Başbuğ: “Atatürk'ün düşüncelerinde ve gerçekleştirdiği Türk Devriminin temellerinde büyük ölçüde rasyonalizm ve pozitivizmin izleri bulunmaktadır.”

Turan (a.g.e. s.11): Atatürk’ün düşüncelerinde ve gerçekleştiği Türk Devrimi’nin temellerinde akılcılık (rasyonalizm) ve olguculuk (pozitivizm)’un izleri vardır.

Konuşmanın ve kitabın birbirine paralel olarak ilerleyen hemen bir sonraki paragraflarında,

Başbuğ: Rasyonalizmin önemli temsilcilerinden Descartes'ın Metot Üzerine Konuşmalar kitabı, Atatürk'ün isteğiyle Türkçe’ye çevrilerek basılmıştır. Rasyonalizmin diğer önemli temsilcisi olan Kant'ın eserlerinden Kant ve Felsefesi adlı incelemesi de, yine o’nun döneminde yayımlanmıştır.

Turan (a.e., s.11): Bu nedenledir ki akılcılığın büyük temsilcilerinden Descartes’in Diccours Sur la Methode’u Atatürk’ün isteğiyle Türkçeye çevrilerek Mili Eğitim Bakanlığınca bastırılmış, akılcı düşüncenin öteki büyük temsilcisi Kant hakkında da Kant ve Felsefesi adlı bir inceleme yayımlanmıştır.

Bu paragraflar arasında üzerinde durulması gereken tek fark ise Kant ve Felsefesi adlı kitabın Şerafettin Turan’ın aksine İlker Başbuğ tarafından Kant’ın bir kitabı olarak sunulmasıdır. Halbuki kitap Mehmet Emin Erişirgil tarafından hazırlanmıştır.

Kitapla paralel olarak hemen bu bölümden sonra konuşmada da Auguste Comte’dan bahsedilmiştir.Yine kitapla paralel olarak konuşmada bahsi geçen Rousseau ile ilgili bölümde de benzerlikler devam ediyor.

Başbuğ: Kendi düşünce ağının oluşmasında, Atatürk'ün en çok yararlandığı düşünürlerin başında, Jean Jacques Rousseau gelmektedir. Rousseau'nun, birey özgürlüğüne önem vermesi ve toplumda siyasal rejim olarak cumhuriyetçi olması Mustafa Kemal için çok önemliydi.

Turan (a.e., s.13:) Atatürk’ün, Fransa devriminin düşünsel hazırlayıcıları arasında üzerinde en çok durduğu, eserlerini okuduğu ve kendi düşünce ağının oluşmasında en çok yararlandığı düşünürlerin başında J. J. Rousseau gelmektedir.…. Mustafa Kemal için önemli olan bu Fransız düşünürünün kişi için özgürlükçü, toplumda siyasi rejim olarak da cumhuriyetçi olması idi.

Yine konuşma ve kitapta paralel olarak devam eden paragrafta;

Başbuğ: Bununla birlikte, Mustafa Kemal’in Montesquieu’nün Yasaların Ruhu adlı ünlü yapıtını da incelemekten geri kalmadığını biliyoruz. O, bir taraftan Rousseau'dan cumhuriyet, diğer taraftan Montesquieu' dan monarşi okumaktadır.

Turan: (a.e. ,s.14): Bundan başka o’nun bir monarşi, yanlısı olan Montesquieu’nün De’ l esprit de Lois (Kanunların Ruhu) adlı ünlü yapıtını incelemekten geri kalmadığını biliyoruz.

Yine ardından gelen Ziya Gökalp ile ilgili bölümdeki benzerlikler de göz ardı edilemeyecek boyuttadır.

Başbuğ: Atatürk'ün düşünce yapısı üzerinde, Ziya Gökalp'in özel ve önemli bir yeri olduğu da kuşkusuzdur. Düşünceleri ve uygulamaları arasında, benzerlik ve uyumun yanı sıra, önemli ayrılıkların olduğu da bir gerçektir.

Turan (a.e., s.18): ..... Cumhuriyet öncesindeki Türkiye’ deki düşün akımları içerisinde Ziya Gökalp’in özel ve önemli bir yeri olduğu kuşkusuzdur. Ve kendi içerisinde çelişkiler taşısa da, Gökalp’in fikirleri ve görüşleri ile Atatürk’ü düşünceleri ve uygulamaları arasında genelde bir benzeyiş ve uyum vardır.

Her iki metinde de bu paragrafın ardından gelen Durkheim ile ilgili bahiste de benzerlikler devam etmektedir.

Başbuğ: Atatürk, önemli düşünürlerden Durkheim'ın düşüncelerini yalnızca Ziya Gökalp'ten öğrenmekle yetinmeyip, doğrudan Durkheim'ın kitaplarına da eğilmiştir.

Turan (a.e., 21): Öte yandan Ziya Gökalp, Durkheim’in Türkiye’deki temsilcisi ve sözcüsü olmakla birlikte Atatürk bu ünlü Fransız düşünürünü yalnızca Gökalp kanalıyla öğrenmekle yetinmemiş, doğrudan doğruya E. Durkheim’in kitaplarına de eğilmiştir.

Benzerliklerle ilgili başka örnekler de vermek mümkündür ama uzatmamak için son olarak konuşmanın Atatürk’ün etkilendiği yazarlar bahsinde ismi geçen Gobineau ve Pittard’ın görüşleri arasındaki karşılaştırmanın da Şerafettin Turan’ın kitabında benzer cümlelerle geçtiğini söylemek gerekir. (Turan, a.g.e, s. 44-45)

Başbuğ’un konuşması bağlamında üzerinde durulması gereken önemli bir noktada 1 Aralık 1921 tarihi verilerek Atatürk’ün Meclis’te yaptığı bir konuşmaya atıfla söylenenlerdir. Bahsi geçen TBMM’de “Heyet-i Vekile’nin Vazife ve Salahiyetlerine Dair Kanun Teklifi” üzerine Atatürk’ün yaptığı konuşmadır. Aslında konuşma ve kanun etrafında gerçekleşen diğer tartışmalar bir çok açıdan oldukça ilginçtir.

Kısaca özetlemek gerekirse 1. Meclis’te Kemalist kanat Meclis’in kurucu bir Meclis olduğunu, Kanun-u Esasi’nin artık geçerli olmadığını, Saltanat ve Makam-ı Muallayı Hilafet’i koruma görevini üstlenen Meclisin aynı zamanda Kanun-i Esasinin bu iki makama yüklediği sorumlukları da manevi şahsiyetinde toplandığını bu nedenle egemenliği bütünüyle temsil eden Meclis’in (ve onu temsil eden Meclis başkanının) yasama, yürütme, yargı erklerinin üçünü de bünyesinde temsil ettiğinden hareketle kuvvetler birliğini savunmaktadırlar. Söz konusu konuşmada Atatürk doğası gereği yürütmenin bu üç gücü de bünyesinde toplayan belirleyici asli güç olduğunu iddia ederken, muhalifler kuvvetler ayrılığını savunmaktadır.

Özellikle son seçimlerden sonra AKP’nin Meclis’teki üstünlüğü karşısında yürütmenin belirleyiciliği üzerine söylenenleri akıllara getiren bu tartışmada şu anda bizi ilgilendiren ise Başbuğ’un Atatürk’ün bu konuşmasına atıfla söyledikleridir. (tabiî ki Şerafettin Turan’ın da) Yine bu konu ile ilgili iki metin arasında benzerlikler açıktır: Başbuğ: Mustafa Kemal’in Toplumsal Sözleşmeyi de dikkatle okuyup işaretlediğini görüyoruz. Turan (a.e., s.14): Atatürk’ün Rousseau’nun Contract Social’inin 1329 (1913) te yapılmış olan Türkçe çevirisini çok dikkatle okuyup işaretlediğini görüyoruz.

Bu kez iki metinde de Atatürk’ün Meclis üyelerine Rousseau’yu okumalarını tavsiye ettiği söylenerek ortak (yada zincirleme) bir hata yapılmıştır. Konuşmanın ana metnine yani Meclis zabıtlarına ya da Atatürk’ün konuşmalarının derlendiği herhangi bir çalışmaya bakılmış olsaydı görülecektir ki, kuvvetler ayrılığını savunan muhaliflere karşısında yapılan bu konuşmada kuvvetler ayrımının doğaya aykırı olduğunu iddia eden Atatürk’ün “Jean-Jacques Rousseau’yu baştan nihayete dikkatle okuyunuz” ifadesi ile bir öneri ve tavsiye değil aksine konuşmanın devamında bunu ‘savunan’ Rousseau’nun ‘özel yaşamını inceleyerek mecnun olduğunu, bir cinnet halinde bu eseri yazdığını’ “çok ve çok dayandığımız bu teorinin böyle bir beynin mahsulü olduğunu” söyleyerek ‘okuyup görünüz’ demek istemiştir.

Tam da bu sözlerle ise ortaya başka bir hata daha çıkmaktadır. Bu kez hata Atatürk’e ait. Atatürk söz konusu konuşmada kuvvetler birliğini savunurken, egemenliğin parçalanamayacağı görüşünden hareketle kuvvetler birliği fikrinin öncüsü olan Rousseau ile yasama, yürütme, yargının ayrı olması anlamında kuvvetler ayrılığı prensibini ortaya atan Montesquei’ü karıştırmıştır. Atatürk’ün konuşmasında Rousseau’yu bilenler için tanıdık olan cinnet, mecnun olma gibi bilgilerle düşünürünün fikirlerinin geçersizliğini anlatmaya çalışması bu karışıklığın sehven yapılmamış olduğunu da ortaya koyar.

Başbuğ’un tam da tersini yapmanın faziletlerini anlatmaya adadığı konuşmasındaki bu ‘alıntılar’ ve en nazik tabirle Atatürk’ü anlama konusundaki bu özensizlik ise Türkiye’ de her fırsatta bekçiliğinin yapıldığı ve korunduğu söylenen rejimin nasıl bir heyhula olduğunu birkez daha bize hatırlatıyor. Nutuk gibi bir anı kitabından başka bir kutsal kitabı olmayan resmi ideoloji heyhulasını bir yere dayandırmak için Atatürk’ün okuduğu kitaplar, o kitaplara aldığı notlar üzerinden yapılan tevil-tesvir cinsinden hurifi yorumlar ise tartışmanın entellektüel zemini hakkında yeniden bir fikir veriyor.

Aslında Atatürk’ün Rousseau ve Montesquei’nun en yan yana gelmez görüşlerini konuşmasında karıştırmış olması da ne Atatürk’ün ne de ‘Türk Devrimi’nin’ önemine veya iddiasına aykırı bir şeyi bize söylemez. Ayrıca Kemalizm Kemalizmin entellektüel her ne kadar Başbuğ’un konuşmasındaki ana iddia ‘Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin’ ve ‘Türk Devrimi’nin’ düşünsel köklerinin dayandığı entellektüel bir zemin ve düşünsel bir bağlam olduğuysa da tam da Atatürk yine 1 Aralık 1921 tarihli bahsi geçen konuşmasında böyle bir entellektüel zemin ve bağlam ihtiyacı içinde olmadığını, böyle bir çabaya da gerek olmadığını bu yazı bağlamında da son söz olarak anlamlı olacağını düşündüğümüz ünlü cümleleriyle açıkça ifade etmektedir: Fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş. Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü, biz bize benziyoruz, efendiler!”

(1) Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989, Ankara.

(2) Bu tartışmalar üzerine yararlandığımız bir makale için bknz. Aykut Kansu, “Kemalist “Yeni Düzen” Projesine Direniş (1920-1923)”, Birinci Meclis, Sabancı Üniversitesi Yay, 1998, İstanbul s.135-161).

(3) (Bu karıştırmayı ilk kez dile getiren Mete Tunçay’ın tartışma yaratan makalesi için bknz: Mete Tunçay, “Atatürk’e Nasıl Bakmak”, Toplum ve Bilim, sayı:4, 1978, İstanbul.

(4) (Atatürk’ün iyi bir Rousseau okuyucusu olup olmadığı konusundaki tartışmalar için yine bknz: Mete Tunçay, “Atatürk Konusunda Yanıtlara Yanıt”, Toplum ve Bilim, sayı:9-10, 1980, İstanbul).