Devlet Çıplak

Şemdinli davasının bilinçli bir uğraş sonucunda askeri yargıya intikal ettirilmesinin ardından alınan tahliye kararları çok da şaşırtıcı olmadı. Çünkü amaç zaten sanıkları sistemin koruyucu şemsiyesi altına almaktı. Hukuku bir devlet tasarrufu olarak algılayan zihniyeti hâlâ kanıksamamış olanlar, bu sürecin ifade ettiği apaçık çelişkilerden rahatsız olmuşlardır. İddianameyi hazırlayan Savcı Ferhat Sarıkaya’nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten ihraç edilmesi; Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin davayı ille de askerî yargıya havale etme isteği; bu talebe uymayan Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi üyelerinin başka illere tayini bile kendi çapında birer hukuk skandalı.

Ama asıl akıl almaz gelişme askerî mahkemedeki son duruşmada yaşandı: Düşünün ki daha önce sivil mahkemede 39 yıl ağır hapis cezası almış sanıklardan söz etmekteyiz... Suçüstü yakalanan bu zanlıların bombalama eylemi sonunda bir kişi ölmüştü. Söz konusu eylemin kasıtlı bir manipülasyon olduğu, başkalarını zan altında bırakmak üzere yapıldığı, yani tamamen ideolojik hedeflere hizmet ettiği mahkemede kanıtlanmıştı. Öte yandan Yargıtay’ın askerî yargıyı yetkili adlî merci kılan iptal kararı usül yönünden alınmıştı. Yani bugüne dek sanıkların eyleminin içeriğine ilişkin hiçbir karşı delil, hatta ihtimal dahi önerilmemişti. Dolayısıyla askerî yargıya gidilince müdahil avukatlar görevsizlik kararı verilmesini istediler. Çünkü suçlu oldukları apaçık olan bu insanların, yaptıkları işi askerî görev kapsamı içinde yapmış olmaları düşünülemezdi. Diğer bir deyişle sivil avukatlar, askerin prestijini korumak, bu kurumun zan altında kalmasını engelllemek anlamına gelecek bir teklifte bulundular. Askerî yargı görevsizlik kararı verseydi, suçluların askerî emir komuta dışında davranmış olduklarını söylemiş olacaktı...

Ama tam da beklendiği üzere tersi oldu! Yani askerî yargı görevsizlik talebini reddederek, suçluların askerî görev anlayışı içinde davrandıklarını kabullendi. Bunun akla yakın en olası nedeni, kurumsal hiyerarşinin ima ettiği söze dökülmemiş şantaj gücüdür. Belki de eğer suçlular bizzat ait oldukları kurum tarafından korunmazlarsa, ortaya koyacakları bilgiler o kurumu çok daha temelden ve derinden yaralayabilecektir. Bu ihtimalin ne derece geçerli olduğunu tabii ki bilemeyiz, ama meselenin bugüne kadarki serencamı askerî yargının tahliye kararı ile birleştiğinde, ilk akla gelenin bu olması doğaldır.

Bundan sonra en güçlü beklenti söz konusu davanın kamuoyunun dikkatinden giderek kaçırılması, çok satan gazetelerin bu konudan bahsetmemesinin sağlanması ve olayın sulandırılarak unutturulmasıdır. Davanın yeterince uzatılması sonucu verilecek ‘ihmal’ cezasının da zaman aşımına uğramasıyla mesele kapanacaktır. Düşmanlık yaratmak ve kamusal düzeni bozmak üzere eylem yapan, cinayet işleyen bu insanlar, muhtemelen ait oldukları kurumda ait oldukları görevlerinin başında ‘işlerine’ devam edecekler.

Bu sonuç ne ilk, ne de son olacak... Ama suçluların kurumsal destek ve koruma altına alındığı her olay, devleti gerçek yüzüyle ve işleviyle biraz daha şeffaf hale getiriyor. Şemdinli olayı ise devlete iyice çıplak bırakmış durumda. Bu olay Kürt meselesinde TSK’nın konumunu ve rolünü görünür kılmak bir yana, yargının da hukuktan ziyade resmî ideolojinin uzantısı bir zihniyetten beslendiğini ortaya koyuyor. Diğer bir deyişle ülkenin güvenlikten sorumlu ‘siyaset dışı’ kurumu resmî kanallar dışında siyasi eylemler düzenler, elemanları topluma zarar verirken; ülkenin adalet dağıtması ve ‘siyaset dışı’ olması beklenen yargı kurumu da hakem olma niteliğini her geçen gün yitiriyor.

Ve bütün bu tespitleri yapmak için artık çok okumak, adam tanımak, içeriden haber almak falan gerekmiyor... Çünkü artık devlet çıplak. Devletin gerçek yüzünü görmemek artık pek mümkün değil... Nitekim Şemdinli davasının avukatları da askerî yargının görevsizlik kararı vermemesi üzerine, davanın artık hukuk dışı bir alanda devam edeceğinin anlaşıldığını belirterek “bu alanın figüranı olmayı reddediyoruz” deyip salonu terk etmişler. Vatandaşların bir devleti terk etmeleri kolay değil, ama eğer devlet buysa giderek daha az vatandaşın o ‘mekanda’ kalacağı açık...

Taraf, 18.12.2007