Ergenekon: Hürriyet'in Ağır Yazarları Konuşmak İstiyorlar Fakat Konuşamıyorlar...

Benim gazeteci sezgilerim, Hürriyet gazetesinin ve orada yazan bazı yazarların “Ergenekon” performansının, basitçe, “her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır, onlar da o haberi öyle değerlendirmişler” yaklaşımıyla açıklanamayacağını söylüyor.

Gazetenin konuya ilişkin gelişmelere soğuk tavrı malum, ama beni böyle düşünmeye sevk eden asıl saik başka. Ben asıl, bu türden meselelerde hiç de fena sınavlar vermemiş iki önemli Hürriyet yazarının Ergenekon’daki tavırlarını çok anlamlı buluyorum. Bunlardan biri gazetenin başyazarı Oktay Ekşi, öbürü ise grubun öteki iki gazetesinde yayın yönetmenliği yaptıktan sonra (önemini anlatmak için hatırlatıyorum) Hürriyet’te yazmaya başlayan Mehmet Yılmaz.

Oktay Ekşi, mevzuya ısrarla dahil olmayışını izah etmeye çalışırken; Mehmet Yılmaz da eski Susurluk performansını andırır bir dahil oluşun ardından gözlenen bariz geri çekilişini gerekçelendirirken öyle şeyler söylediler ki, insanın “tuhaf” diye iç geçirmemesi mümkün değil.

Aslında hikâyemizin Oktay Ekşi bölümü daha taze; Hürriyet başyazarı, 1 Mart’ta kaleme aldığı satırlarda konuya neden hiç dahil olmadığını bir kez daha izah etti. Fakat ben kronolojik gidecek ve Mehmet Yılmaz’la başlayacağım; sanırım böyle derdimi daha iyi anlatabileceğim.

SUSURLUK’UN GAZETECİ KAHRAMANI

Mehmet Yılmaz, Susurluk günlerinde Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeniydi ve hiç şüphesiz o sürecin gazeteci kahramanlarının arasında yer alıyordu. Radikal’in o dönemdeki yayın çizgisini ve o çizgiye damgasını vuran yayın yönetmenini bugün ancak saygıyla anabiliriz. Fakat zaten sorunumuz ve sorumuz da burada: O Mehmet Yılmaz, tam da kendi gazetesinin, Ergenekon soruşturmasında “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” vaziyeti aldığı günlerde “Artık bu fırsatı kaçırmayalım” başlıklı bir yazı kaleme aldıktan bir ay sonra nasıl oldu da “bırakın bu işleri” demeye başladı?

Biliyorum, biraz şifreli oldu, öyleyse buyurun, yazarın o zaman ve şimdi neler yazdıklarına… Hürriyet, 29 Ocak:

“Ergenekon örgütüyle ilgili olarak dünkü gazetelere yansıyan haberler, nasıl bir felaketten dönüldüğünü ortaya koyuyor. (…) Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu'nu da onlar öldürtmüşler, Hrant Dink'i de! Malatya katliamının sorumlusu da onlar, Danıştay'a silahlı baskın yaptırıp bir yargıcı öldürtenler de. (…) Şimdi herkese düşen görev, bu çetenin faaliyetlerinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde soruşturulmasını ve sorumluların yakalanarak cezalandırılmasını sağlamaktır. Bu konudaki tereddütlerin, soruşturmayı sonuna kadar sürdürmekten çekinmenin bedeli, kan ile ödenecek çünkü. Türkiye, Susurluk kazası ile yakaladığı olanağı kaçırdı. Kendisini devlet sanan çete ile hesaplaşmak için artık bu fırsatı kaçırmayalım!”

26 Şubat’ta ise herkesi çok şaşırtan “Katil 'İslamcı' ise komplo teorisi üret!” başlıklı, biraz önce aktardığım yazıyla taban tabana zıt yeni yazı geldi. Yılmaz bu defa Ergenekon’cularla Danıştay saldırısı arasında bağlantı kuran, daha doğrusu artık “veri” haline gelmiş birtakım bilgileri kullanarak bu bağlantıyı kuranları “polisin sızdırdığı bilgiler”le sonuca varmakla suçluyor ve “Danıştay saldırganının kendisi ‘türban kararı nedeniyle cezalandırdım’ diyor, daha neyi tartışıyorsunuz” demeye getiriyordu. Yazar, Danıştay saldırganının daha önce Cumhuriyet’e üç kez bomba attığı; bu bombaların Ergenekon operasyonunun başlatılmasına neden olan Ümraniye baskınında ele geçen bombalarla aynı kafileden çıktığı; Danıştay saldırısı davasının kararında sanığın “zarar verdiği” için ilaveten 1 yıl ceza almasına neden olan “mal”ın Cumhuriyet gazetesi binası olduğunu tamamen unutmuş görünüyordu.

Bu iki yazı arasında ne olmuştu da yazar, güvenilirliğini berhava edeceğini bile bile böyle bir adım atmıştı? Benim aklıma sadece, gazetesinin Danıştay saldırısı davasının kararını sunuşu geliyor: Hürriyet, sanık Alparslan Arslan’ın müebbete mahkûm olduğu haberini, saldırının nedeninin “türban” olduğu patlangacıyla takdim etmişti okurlarına. Fakat anlaşılan yazarlar da buradan birtakım sonuçlar çıkarmıştı. Dedim ya, benim aklıma başka bir şey gelmiyor

BAŞYAZAR HİÇ İNANDIRICI DEĞİL

Hürriyet’in başyazarı Oktay Ekşi’nin “siyasi çetecilik” ya da devlet içindeki kirli örgütlenmeler konusundaki tavrının mükemmel olduğunu söyleyemeyeceğim. Fakat gazetesine kıyasla çok daha iyi olduğunu güvenle öne sürebilirim. Benim zihnimdeki Oktay Ekşi’nin Ergenekon konusunda mutlaka yazması ve “temiz devlet” çağrısı yapması gerekirdi, fakat bu olmadı. Ekşi’nin “neden?” diye soranlara verdiği cevap kesinlikle inandırıcı değil. İsterseniz önce onu okuyalım (1 Mart):

“Sonunda akademik unvanlı biri de cahiller sürüsüne katıldı ve ‘Ergenekon’ soruşturması hakkında yazı yazmadığımız için hakkımızda suçlayıcı laflar etti. Aynı soruyu e-mail göndererek soranların bazılarına yanıtlamıştık. Şimdi daha geniş bir kitleye söylemek vacip oldu. Açın Ceza Yasası'nın; ‘Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar, savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır’ diyen 288'inci maddesini okuyun. Bana ‘neden yazmıyorsun?’ diyeceğinize yasalara saygılı olmayı öğrenin.”

Ekşi’nin gerekçesi, yazar benzer “soruşturma veya kovuşturma”larda da aynı tavrı gösterseydi inandırıcı olurdu. Fakat biz biliyoruz ki, “Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma” mesela “irticai” nitelikli ise yazar “altı aydan üç yıla kadar hapis cezası”nı hiç takmayıp soruşturmalar, kovuşturmalar ya da davalar üzerine şakır şakır kalem oynatmasıyla ünlü bir yazardır.

Mesela Umut Operasyonu sırasında yazdıkları, mesela Ahmet Taner Kışlalı cinayeti sonrasında yazdıkları… Bunların hepsini çıkardım, okudum, size de aktaracaktım fakat ne yazık ki yerim bitti. Oktay Ekşi “Ben savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkileyecek bir şey yazmadım” derse eğer, onları da aktarırım size.

İki ağır Hürriyet yazarının “Ergenekon” konusundaki paralize olmuş halleri bana Orhan Veli’nin ünlü dizelerini hatırlatıyor nedense: “Bir yer var biliyorum / Epeyce yaklaşmışım / Anlatamıyorum.”

Niye anlatamıyorlar acaba? Niye konuşmak istiyorlar da konuşamıyorlar?

Taraf, 4.3.2008