7 Ekim Dünya İnsana Yakışır İşgünü ve Kapitalizmin Krizi

“İnsan onuruna yakışır iş” kavramı, uzun zamandır sendikacıların salon ve meydan konuşmalarında değindikleri bir söylem olmaktan çıkıp bir politika olarak ön plana çıkmaya başladı. Sözü edilen kavram, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) Direktörü Juan Somavina tarafından 1999 yılında ILO gündemine almıştır. 2005 yılı Eylül ayında yapılan Birleşmiş Milletler Dünya Zirvesinde, “tam ve üretken istihdam” ile “insan onuruna yaraşır iş” kavramlarının ulusal ve uluslararası politikalar ile bütünleştirilmesi doğrulturunda kararlar alınmış, bu kavramlar üzerinden yeni adımlar atılmıştır.

Global Union (Küresel Sendikalar Konseyi), “dünya insana yakışır iş için eylem günü” etkinlikleri bağlamında Türkiye’de bir basın konferansı yaptı. Konferansa ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu) Genel Sekreteri Guy Ryder, ITGLWF (Uluslararası Tekstil Hazırgiyim Deri İşçileri Federasyonu) Genel Sekreteri Neil Kearney, IMF (Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu) Genel Sekreteri Jyrki Raine ile ICEM (Uluslararası Kimya Enerji Maden İşçileri Federasyonu) Genel sekreteri Manfred Warda katıldı. Konferansa Türkiye’den Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve KESK Genel Başkanı Sami Evren’in yanı sıra tekstil, deri, metal, kimya ve enerji işkollarından sendikaların Genel Başkanları ile yönetici ve uzmanları da katıldı.

ITUC 157 ülke ve bölgeden 312 sendikanın üyesi olduğu 170 milyon işçiyi temsil etmektedir; ICEM 132 ülkede 467 sendikayı temsil etmekte; IMF 100 ülkede faaliyet gösteren 200 sendikayı temsil etmekte, ITGLWF ise 110 ülkeden 217 sendikayı ve 10 milyon tekstil ve deri işçisini temsil etmektedir. Rakamlardan da anlaşılacağı gibi toplantıya katılanlar, dünya emekçilerinin çok önemli bir bölümünü temsil etmekteydi.

ICEM, IMF ve ITGLWF Genel Sekreterleri ile Türk-İş Genel Başkanı ve TEKSİF Genel Başkanı, 1 Ekim 2009 günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ile bir görüşme yaptılar. Yapılan görüşmede Bakana, taşeron işçiliğinin ve güvencesiz istihdam biçimlerinin bütün dünyada hızla yaygınlaşmasının, nispeten yeterli güvenceye sahip işçiler ile kısa süreli, düşük ücretli, sosyal güvenceden ve her tür haktan yoksun işçiler şeklinde iki işçi kategorisinin oluşmasına yol açtığını anlattılar. Geçici işçilerin işletmelerde istihdamı konusunda “Özel İstihdam Büroları”na geniş yetkiler veren tasarıyı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün veto etmesini desteklediklerini belirterek güvencesiz istihdamın toplum açısından içerdiği tehlikeler konusundaki uyarılarını dile getirmeye çalıştılar.

2 Ekim 2009 günü, ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu) Genel Sekreteri Guy Ryder, ITGLWF (Uluslararası Tekstil Hazırgiyim Deri İşçileri Federasyonu) Genel Sekreteri Neil Kearney, IMF (Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu) Genel Sekreteri Jyrki Raine ile ICEM (Uluslararası Kimya Enerji Maden İşçileri Federasyonu) Genel sekreteri Manfred Warda tarafından bir basın konferansı düzenlendi. Basın Konferansına Türkiye’den, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve KESK Genel Başkanı Sami Evren de katıldılar.

İstanbul’da yapılan bir basın konferansında ICEM Genel Sekreteri Manfred Warda, güvencesiz istihdamın ölçeği ve önemi nedeniyle Türkiye’nin öncelikli çalışma ülkelerinden birisi olarak belirlendiğini belirtti. Varda’nın verdiği bilgiye göre, güvencesiz iş konusunda Bangladeş, Peru ve Türkiye, dünyanın en kötü durumda olan üç ülkesidir:“Bazı durumlarda işçiler kimin için bile çalıştıklarını bilmiyorlar. Kimi durumlarda ise kağıt üzerinde bir işveren için çalışıyor gözüküyorlar ama aslında başka bir işverenin kontrolü altındalar. Çalışma düzeninin belirsizleşmesi nedeniyle işçilerin bu durumdan olumsuz olarak etkilenmektedir. Küresel olarak, düzenli istihdamdan geçici işçi istihdamına veya aracı kuruluşlar ve işçi simsarları aracılığıyla istihdama doğru topluca yönelme olmaktadır. Bu yönelme işçileri, onların ailelerini ve toplumu olumsuz yönde ve derinden etkilemektedir. Geçici istihdama yönelme, iş yasasının temelini oluşturan işçi-işveren ilişkilerinde erozyona sebep olmakta, bu durum, işçi haklarının giderek daha fazla ihlal edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bütün bu politikaları, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi uluslararası finans kurumlar yönlendirmektedir. Ulusal düzeylerde çalışma esnekliğini teşvik eden çalışma koşullarının giderek kötüleşmesiyle, uluslararası düzeydeki ‘politika değişiklikleri’ arasında bağlantı dikkat çekicidir. İşverenler, bu tür değişikliklerle, part-time çalışmayla ve taşeron işçiliğiyle toplu pazarlığı zayıflatmayı amaçlamaktadırlar. ICEM buna mümkün olan her şekil ve surette direnecektir”.

ITUC Genel Sekreteri Guy Ryder, güvencesiz çalışmanın dünyanın her yerinde sorun olduğunu, ancak Türkiye’de özellikle son 20 yıldır örgütlenme, toplusözleşme ve işçi hakları konusunda ciddi bir kötüleşmenin olduğunu ifade etti. ILO normlarının Türkiye’de uygulanmadığını belirten Ryder, milyonlarca kamu emekçisine pazarlık hakkının verilmemesini eleştirdi. Ryder, 25 Eylül 2009’da Pittsburgh’da (ABD) yapılan G-20 Zirvesi’ne küresel sendikalar tarafından sunulan mesajları tekrarladı:

Pittsburgh’ta yapılan G20 Zirvesi öncesinde sendika liderleri, bir araya gelerek, devlet ve hükümet başkanlarına, "Gerçek ekonomik iyileşme şansının tükendiği" uyarısında bulunmuş ve taleplerini iletmişlerdi. Sendikalar, G-20 Zirvesinin istihdam zirvesi olması ve G20 liderlerinin koordinasyon içerisinde iş odaklı uluslararası iyileştirme politikaları uygulamaları gerektiği belirtilen bildiride şu talepler yer vermişlerdi:

* İş yaratma, yeterli sosyal koruma ve yeşil ekonomiye (ekolojik ve sürdürülebilir) yatırımlar konusunda Londra Zirvesi'nde alınan kararlar derhal uygulanmalı.

* G20 liderleri tarafından sosyal tarafların da yer alacağı bir İstihdam Çalışma Grubu oluşturulmalı.

* ILO ile müzakere edilen Küresel İş Paktı uygulanmalıdır.

*Finans sistemi, mali sistem ve vergi sistemi yeniden yapılandırılmalıdır.

* Londra G20 Zirvesi'ndeki taahhütlere uygun olarak gelişmekte olan ülkelerde genişleyici iyileştirme programları desteklenmelidir.

* Uluslararası para kuruluşları yanlış yola saptıran şartlarından vazgeçmeli ve gelişmekte olan ülkelere etkin teşvik programları uygulayabilmeleri için politika alanı bırakmalıdır.

* Dengeli ekonomi için sosyal açıdan adil, çevre açısından sürdürülebilir yeni bir model tesis edilmelidir.

* Milletler arasında eşitsizliklere neden olan politikalara son verilmelidir.

Ryder’e göre “Çalışmanın güvencesiz biçimlerinin yaygınlaşması ve işgücü piyasasının kuralsızlaşması, istihdam krizine çözüm değildir. Aslında, çalışan insanların onlarca yıldır süregelen güvencesizliği, resesyonun (ekonomik durgunluğun) önemli bir faktörü olmuştur. Güvencesiz çalışmanın ve sağlıksız finans piyasalarının onlarca yıldır birlikte gelişmesi tesadüf değildir. Önümüzdeki yol güvencesiz gelişmeye değil, sürdürülebilir gelişmeye dayanmalıdır. Sürdürülebilir bir ekonomide finans sektörü reel ekonominin hizmetindedir. Gezegenimize verilen zararı yeterli, istikrarlı ve güvenceli istihdam sağlayarak tersine çevirmek için, sosyal adalete ve çevresel sürdürülebilirliğe ihtiyacımız var.”

ITGLWF Genel Sekreteri Neil Kearney, “Taşeron işçiliği ve geçici işçilik iş güvencesini tahrip ediyor, bütün diğer hakları yıkıma uğratıyor ve hem geçici işçilerin hem de onlarla birlikte çalışan sürekli işçilerin acımasızca sömürülmesini kolaylaştırıyor. Türkiye’de ITGLWF üyesi TEKSİF SENDİKASI, Edirne Giyim işvereniyle mücadeleye odaklanmış bulunuyor. Bu işyerinde taşeron modeli çerçevesinde düşük ücretle ve kötü koşullarda çalıştırılan işçiler, mevcut sürekli işgücünü azaltmak ve sonunda tasfiye etmek amacıyla kullanılmaktadır. Sendikanın kötüleşen çalışma koşullarına direnmesi, sendikalı işçilerin işveren tarafından toplu olarak sendikadan istifa ettirilmesiyle sonuçlanmıştır. Türkiye’nin başka yerlerinde, Menderes Tekstil’de, Kaynak İplik’te de üyemiz sendikalar aynı sorunları yaşamakta, örgütlenmeleri engellenmekte, sendikaya üye olan ve toplu iş sözleşmesi talep eden işçiler basit gerekçelerle işten atılarak yerlerine güvencesiz koşullarda çalışan işçiler alınmaktadır ITGLWF üyesi sendikalar tekstil, giyim ve deri işverenleriyle mücadele içinde. Sektördeki işverenler sendikalaşmayı ve işçi haklarının korunmasını önlemek için taşeron işçiliği, kayıt dışı istihdam ve kısa süreli sözleşme dahil her türlü yöntemi kullanıyorlar. Tekstil sektöründe, 2 milyon kişinin kayıt dışı olarak çalıştırılıyor. Bu saldırıya karşı işçilerin korunmasını sağlamak için hükümetin acilen harekete geçmesi gerekiyor” demektedir.

IMF Genel Sekreteri Jyrki Raina ise Krizden en çok metal sektörünün etkilendiğini, güvencesiz çalışmanın ve taşeron işçiğin metal sektöründe de çok yaygın olduğunu dile getirmekte, işçilerin sendika hakkına Türkiye’de saygı gösterilmediğini, bu hak gasplarını ise kriz yalanı ile gizlediklerini anlatmaktadır:

“Sinter Metal’de de bu yaşanmıştır. 350 işçi Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlenmiştir. Patron kriz yalanını söyleyerek bu işçileri işten atmıştır. Tuzla’da onlarca işçi güvencesiz çalışmanın ürünü olarak yaşamlarını yitirmişlerdir. İşverenlerin istihdam büroları aracılığıyla işçi kiralama uygulamasına giderek daha fazla bel bağlaması sonucunda sürekli işler erozyona uğruyor. Bazı işletmelerde artık işgücünün yarısından fazlasının istihdam büroları tarafından sağlanan işçilerden oluştuğunu görüyoruz. Finans krizi güvencesiz işçilere bir darbe daha indirdi. Yüzbinlerce işçi daha baştan işini kaybetti. Çünkü işçileri tazminatsız ya da bildirimsiz işten atmak, işverenler için işgücünü azaltmanın ucuz ve kolay bir yoludur. Kriz istihdam üzerinde ağır ve kapsamlı bir etki yarattı. Burada, Türkiye'de, Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu IMF'nin üyesi Birleşik Metal Sendikası, geçen yıl sendikalaşma hakkını kullandığı için Sinter Metal işvereninin işten attığı 350 işçinin mücadelesini destekliyor. Şirket işten atmaların finans krizi nedeniyle zorunlu olduğunu iddia ediyor. Ama kanıtlar gösteriyor ki bu iddia, sendikalı işçileri işten atmanın ve işçilerin işlerini koruma mücadelesini önlemenin mesnetsiz bir bahanesinden ibarettir. Kriz koşullarında sürdürülebilir bir toparlanma güvencesiz ve düşük standartlı istihdama dayanarak gerçekleştirilemez. Bu nedenledir ki bugün dünyanın dört bir yanında sendikalar ve onların üyeleri, bütün işçilere güvenceli istihdam ve eşit haklar sağlanması talebi çevresinde birleşiyor. Önümüzdeki hafta boyunca dünyanın her tarafındaki metal sendikaları güvencesiz çalışmaya karşı harekete geçecek ve 7 Ekim Çarşamba günü Dünya İnsana Yakışır Çalışma Günü'nde, dünyanın dört bir yanındaki diğer ülke ve sektör sendikalarıyla bir araya gelecek”.

Sendika liderlerinin söyledikleri bunlardı. Biz de yazımızı onların söylemediklerini söyleyerek sonlandıralım.

Sendikacıların bakışıyla Türkiye ve Dünya manzarasını ortaya koyan bu konuşmalar, yaşanan krizin kapitalizme özgü olduğundan pek söz etmese de gerçek budur. 1800’lü yıllarda sanayileşmiş ülkelerde eylem yapan işçilerin taleplerine bakıldığında en dikkat çekici talebin “8 saatlik iş günü” olduğu görülür. Aradan geçen zaman yaklaşık 150 yıldır. Yüzelli yılda teknolojik açıdan yaşanan devrim, üretim araçlarına inanılması zor denecek derecede hız kazandırmıştır. 150 yıl önce devasa büyüklükte ve hantal makinelerle ve onbinlerce işçiyle gerçekleştirilebilen üretim bu gün sadece yüzlerce işçiyle ve çok kısa sürelerde gerçekleştirilebilmektedir. Bankalar, işlemlerini elektronik ortamda ve insansız olarak sunmaya, IKEA gibi önemli mağazalar, ürününü kendin bul, montajını kendin yap, daha ucuza satın al kampanyaları yapmaya, e-devlet uygulamaları yaygınlaştırılmaya devam ederken “neden yeni istihdam yaratılamıyor?” diye sormaya devam eden iktisatçıları anlamak mümkün değildir.

Emekçiler için yeni ve orijinal bir isteğin utanmadan ve yüksek sesle söyleme zamanı gelmiştir. Bu talebi dile getirirken bakmaları ve dayanak noktası olarak ele almaları gereken yer, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Madde 27. maddesidir. İlgili madde “Herkes, toplumun kültürel etkinliklerine özgürce katılma, güzel sanatları tatma, bilim alanındaki ilerlemelerden ve bunların nimetlerinden yararlanma hakkına sahiptir.” demektedir. Herkes (ve elbette emekçiler de) bilim alanındaki ilerlemeden ve bunların nimetlerinden yararlanma hakkına sahiptir deniliyorsa, biz bunu nasıl okumalıyız. Örneğin Uçak, cep telefonu, buzdolabı, TV ve daha nice buluşlar bilim alanındaki ilerlemenin ürünleri değilmidir? Bunlardan yararlanma hakkımız var ama bunu kullanabilmek için satın alma gücümüzün yükselmesine ihtiyacımız yok mu? 1948 yılında kaleme alınmış olan BM. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin doğumundan bu yana geçen sürede üretim aracı dediğimiz makinelerdeki gelişmeler bilimsel çalışmalar sayesinde olmamışmıdır? Bu durumda bir insan olarak emekçilerin de bu gelişmenin doğurduğu sonuçlardan yararlanma hakkı yok mudur? Elbette vardır. Şimdi emekçilerin “Günlük çalışma süreleri 4 saat olmalıdır” deme hakkı vardır. Bu hakkı savunmak, tam istihdama doğru atılacak en güçlü adımı savunmaktır. Türkiye’de ve Dünya’da sendikal hareketin daha cesur davranmaya, kapitalizmin krizine bağlanan işsizliğe ve yoksulluğa karşı 4 SAATLİK İŞ GÜNÜ talebini ortaya koymaya ve savunmaya başlaması gerekir. Krizin dönemsel çözümü açısından da bu önemli bir adım olacaktır.