En Büyük Türkiye!

Dünyanın en büyük adliyesi, köprüsü, havaalanı, finans merkezi neye hizmet ediyor? Benzer “en büyük” saplantısını 1990’larda yaşayan Malezya’nın eski Başbakanı Muhammed bu durumu, “Çünkü küçük insanlar her zaman büyük görünmeyi sever” diye savunmuştu.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçen haftaki Gabon ziyaretiyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün aynı ülkeye yaptığı ziyareti hatırladık. Daha doğrusu ünlü “Gabonlu balıkçı” fotoğrafını... Cumhurbaşkanımız iki yıl önce sahilde yalın ayak sohbet ettiği, ekmeğini kol gücüyle avlandığı teknesine borçlu Ayao Nyavor’un bu haline pek üzülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti adına kendisine bir tekne moturu armağan etmişti. Başbakan’a eşlik eden gazeteciler de unutmadılar bu fotoğrafı; Nyavor’u bulup yenilerini çektirdiler. (Nyavor da büyükelçilikte onuruna verilen resepsiyonda Erdoğan’ı ziyaret etti.) Ama doğrusu ben hiç unutamamıştım Gabonlu balıkçıyı ve “büyük Türkiye”nin ona küçük armağınını.

Unutamadığım başka bir şey daha var: Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2005’teki Moğolistan ziyareti. Fotoğraflarını anımsamıyorum ama Başbakan, bu ziyarettinden edindiği deneyimi seçmenleriyle defalarca paylaşmıştı: Türkiye’de kalmadık, ta Moğolistan’a gittik. Orada havaalanı falan yoktu ha! Uçakla tarlaya indik. Baktık tarlada inekler otluyor. Uçağın geldiğini görünce kaçmaya başladılar ve ondan sonra adeta bir çöl safarisi yaptık… ‘Karakurum’dan Orhun Abideleri’ne kadar o bölgenin yolunu biz yapacağız’ dedik. 42 kilometrelik yolu yaptık, açılışına gittik (...) Diyecekler ki, ‘Bir zamanlar AK Parti iktidarı vardı, buralara gelmiş. Allah razı olsun (…) Büyük devlet olmanın gereğini yerine getiriyoruz’

GABONLU BALIKÇININ RÜYASI

Kürek çeken balıkçıya motor, ecdadımızın bozkırına 42 kilometre asfalt... “Ne kötülüğü var bunların?” diyebilirsiniz. Mesele Türkiye’nin “sosyal sorumluluk” projelerinin başarısı değil. Sahra’nın ya da bozkırın binlerce yıllık yaşam tarzına “büyük devlet”in en tepesinden bakış. Bu bakış, Gabonlu balıkçıyla sohbetini aktaran Abdullah Gül’ün naif cümlelerine şöyle yansıyor: “Kayığına baktım. Birkaç tane değişik kürek vardı. ‘Bu kayıkla okyanusa nasıl açılıyorsunuz’, diye sordum. ‘Size motor gönderelim’ dedim, rüyada görüyormuş gibi oldu.”

Bilinen ilk ecdadımızın geldiği Afrika ve en öz ecdadımızın toprağı “ta” Asya’ya motor ve asfalt ihracı bir “büyük devlet” için perakende işler. Toptan alışverişler için bir “show room” gerekiyor. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin “büyüklük vitrini” akla ilk gelen; elbette İstanbul.

/

Büyüklüğümüzün vitrinindeki son ürün Ataşehir’de TOKİ eliyle kurulması planlanan “dünyanın en büyük finas merkezi”. Allah izin verirse ay sonunda Kartal’da, yapımına 2006’da başlanan “dünyanın en büyük adliye sarayını” da bitiriyoruz. Dünyanın ikinci en uzun asma köprüsünün temelini ise yine bu aralar, hayırlısıyla İzmit Körfezi’nde atacağız. İstanbul’u karadan İzmir’e bağlamak için elbette... Büyüklerimizi ifade etmeye bu sayfa yetmez. AVM ve gökdelenlere hiç girmiyorum. Ama sırada “dünyanın en büyük havaalanı” var. Mevcut iki havaalanında yılda toplam 34 milyon yolcuyu ağırlayan İstanbul’un bu yeni alanına yılda 60 milyon yolcunun gelmesi hedefleniyor. Yani var olanın neredeyse iki katı daha insan, trafik, karbon, beton, vs. sipariş ediliyor. Kentin imara kapalı kuzey ormanlarına 60 milyon insan çağırmanın bedeli bununla da sınırlı değil: Güneyde, Marmara kıyılarında (Silivri-Büyükçekmece) var olan yapılaşma tümörünün Karadeniz kıyılarıyla birleşmesine ve İstanbul için sürdürülebilir yaşam umudu tarım alanlarının, su havzalarının tükenmesine de yol açacak.

KÜRESEL KÖYÜN AĞASI

İstanbul’u “en büyük vitrin” haline getirmek isteyen bu projeler, kenti bir küresel merkez haline getirmeyi hedefliyor; varlığını sürdürebilmesini değil. Kaldıysa insanî yaşam öğelerini, kimliğini, dokusunu koruyabilmesini hiç değil... Hiç bir benzerliği bulunmayan İstanbul, Gabon ve Moğolistan coğrafyalarını benzeştirmek isteyen yaklaşım da bu: Bin yıllardır kendi ayakları üzerinde duranı, ağası olmayı umduğu küresel köye alma dürtüsü.

Çocukluğu Rize Güneysu’da geçen Başbakan bu dürtüyle konuşmasa, Karakurum’da gördüğü “inekleri” belki yadırgamaz, onları ağalık politikasına alet etmezdi. Karakurum’a Başbakan’dan 12 yıl önce gitmiştim. Büyükbaş hayvanlardan ziyade insan eli değmemiş hissi veren coğrafyaya odaklandığımdan olsa gerek, ortak ecdadımızın Orhun Yazıtları’nı dikerken doğayla barışık yaşamına tanık olduğum için heyecanyan duymuştum. Erdoğan’ın aklında yer eden hayvanların inek olduğu konusunda da önemli şüphelerim var: Belki Moğolların en çok beslediği yaklara (Tibet sığırı) denk geldi Başbakan; coğrafyanın diğer evcilleri deve, at, keçi ve koyunları görseydi inekten ayırt edebilirdi çünkü. Türleri her ne ise, Başbakan’ın 8. yüzyıla ait Orhun Yazıtları’nı 2005’te hâlâ görebilmesini onca yıldır asfalta ihtiyaç duymadan orada otlayan hayvanlara borçlu olduğunu sanıyorum.

/

Yine de ağanın eli tutulmaz. Uçsuz bucaksız bozkıra asfalt döşemeyi büyüklük sayan, kendi denizinin anasını belleyen, ancak balık stoğunu bitirdikten sonra kullanımı kısıtlanan gırgır teknelerini bile her an Gabon’a yollayabilir.

TÜRKİYE MALEZYA OLUR MU?

Türkiye’nin 2000’lerdeki “büyük vitrin” hırsına, onun inşası için ödeyecekleri bedel asla Türkiye -ve İstanbul- kadar yüksek olmayacak Güney Asya ülkelerinin 1990’larından âşinayız. O yıllarda ekonomik kalkınma ve gelişimini örnek aldığımız Malezya’dan örneğin.

Associated Press’in (AP) Mart 2000’de servis ettiği bir haber “Rekor kırmak, Güney Asya ülkeleri için adeta bir saplantı haline geldi” diyordu. Haberde Malezya için bu sürecin, başbakanı Mahathir Muhammed’in Asya’da en uzun süreyle görevde kalan yönetici olmasından güç aldığı söyleniyordu.

Gerçekten de Muhammed 22 yıllık kesintisiz başbakanlığında yoktan var ettiği başkent Kuala Lumpur’a, dünyanın en yüksek kuleleri Petronas Towers’ı, Asya’nın en büyük alış veriş merkezleri gibi “üstünlük” vitrinleri kazandırmıştı. Başbakan, bu mega projeleri “egoya iyi gelir” diye savunmuş ve “Çünkü küçük insanlar her zaman büyük görünmeyi sever. Yeterince büyük değilseniz bir kutunun üzerine çıkıp yükselebilirsiniz” demişti.

Konumuzla hiç alakası olmayabilir ama mevzu “en büyüklük” olunca aklıma Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) geçen ay yayınladığı rapora attığı başlık geliyor nedense. Türkiye: Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesibaşlığı... İşte üzerinde “yükselecek” gerçek bir kutu... O kutu küçüldükçe dünya, yükseldiğimize belki ikna olabilir.