Big Brother is Watching You

11 Eylül saldırılarından sonra her daim şu veya bu ölçüde tartışma konusu olan ulusal güvenlik meselesinin, 15 Nisan’da Boston Maratonu’nu kana bulayan ikiz bombalarla birlikte Amerika’da yeniden etraflıca tartışılmaya başlandığını görüyoruz. Acaba daha çok güvenlik için daha az hak ve özgürlüğe razı olmak mı gerekiyor? Geçtiğimiz ay boyunca Amerikalı akil adamların müzakere konusu da buydu. Hobbes’tan Marx’a, Bush’tan George Orwell’e pek çoklarının kulağını çınlatan güvenlik-özgürlük tartışmaları 11 Eylül’den yıllar sonra yine epey mürekkep akmasına sebep oldu. Sağduyu, “özgürlükler ülkesinde” özgürlükleri savunan görüşün doğal olarak ağır basması gerektiğini düşündürse de Sam Amca güvenlik bahanesiyle bireysel özgürlükleri sınırlama yolunda en az on iki yıl önce olduğu kadar kararlı görünüyor yine.

Boston saldırısının ülkenin terör ve güvenlik politikasını nasıl şekillendirebileceğine dair ahkâm kesmeden önce güvenlik edebiyatının miladı olan şu 11 Eylül’ü bir hatırlayalım müsaadenizle. Daha ikiz kuleler cayır cayır yanarken “teröre karşı savaş” ilan eden Başkan George W. Bush Kongre’yi ikna etmekte zorlanmamış, 23 Ekim’de bir Cumhuriyetçi milletvekili tarafından teklif edilen meşhur “USA PATRIOT Act”[1] -kısaca “terörle mücadele yasası” diye tabir edebiliriz- 24 Ekim’de Temsilciler Meclisi’nden, 25’inde Senato’dan geçmiş, 26’sında Bush’un imzasıyla derhâl yürürlüğe girmişti. Yasa, terör faaliyetleriyle ilişkilendirilebilecek soruşturmalarda kolluk kuvvetlerinin takdir yetkisini artırıyor, bazı soruşturma engellerini yumuşatıyor veya tümden kaldırıyordu. Bir kez terörist olduğunuzdan şüphelenirlerse -ki hep şüphelendiler, çok kolaydı bu, örneğin dünyanın herhangi bir yerinde sadece Müslüman olmak bu şüpheden kaçmayı fazlasıyla zorlaştıran bir risk faktörüydü- telefonlarınız dinlenebilir, e-postalarınız okunabilir, sorgusuz sualsiz hapsedilebilirdiniz. Üstelik bunlardan ne bir avukatın ne de bir yargıcın haberi olurdu. Elbette, dünyanın çeşitli yerlerindeki gizli CIA sorgu merkezlerinde işkence görenlerden biri değilseniz kendinizi hâlâ şanslı sayabilirdiniz. Bu sonuncusu yasada yazmıyordu, ama ulusal güvenlik adına gerekli olduğu düşünülen neyse o yapıldı işte.

Peki, Amerikalılar Anayasa güvencesindeki temel hak ve özgürlüklerinin keyfi şekilde sınırlanmasına imkân verebilecek bu tip olağanüstü güvenlik önlemlerine karşı çıkmadılar mı? Hayır, çıkmadılar. Michigan Eyalet Üniversitesi’nden iki siyaset bilimcinin Kasım 2001 ile Ocak 2002 arasında yürüttüğü anket çalışmasına göre, Amerikalıların yüzde 45’i “terörizmi gemlemek için bazı insan haklarından feragat etmek gerekeceği” fikrine katılıyordu.[2] Bunun en önemli sebebi henüz acının çok taze, artçı saldırı korkusunun da çok kuvvetli olmasıydı. Gerçekten de, Pew Araştırma Merkezi tarafından Ekim 2001’de yürütülen bağımsız başka bir anket çalışmasında, yeni terör saldırılarından endişe edenlerin oranı yüzde 71 olarak tespit edilmişti.[3] İkinci olarak, kamuoyunda Bush yönetiminin yanlış bir şey yapmadığı/yapmayacağı kanaati yaygındı. Başkanlık koltuğunda henüz bir yılı bile doldurmamış olan Bush’un arkasındaki kamuoyu desteği hâlâ kuvvetliydi.

/

Şimdi gelelim Boston saldırısına. Yine Pew araştırma merkezinin saldırıyı takip eden hafta yaptığı ankete göre ABD topraklarında yeni bir terör saldırısı olmasından az veya çok endişe edenlerin toplam oranı yüzde 58 -ki bu da 11 Eylül’den sonraki yüzde 71’lik orana göre epey az olduğu gibi Boston saldırısından hemen önce tespit edilen orandan (yüzde 59) daha yüksek değil. Kısacası, sayılara bakınca Boston saldırısı 11 Eylül saldırıları kadar korkutmuşa benzemiyor. Belki saldırının boyutu/etkisi daha küçük olduğu için, belki Amerikalılar artık terörle yaşamaya alıştıkları için, belki de bombacı Tsarnaev kardeşlerin El Kaide vb. hiçbir terör örgütüyle ilişkilendirilememesinden dolayı böyle. Washington Post’tan Danny Hayes’e göre bu sebeplerden hangisinin geçerli olduğunun bir önemi yok. Hayes sonuçta artık terörden endişe etmeyen Amerikalıların daha fazla güvenlik lehine daha sınırlı özgürlüklere razı edilemeyeceğini savunuyor.[4] Konu bundan ibaret olsaydı haksız da sayılmazdı. Çünkü bu sefer yönetimin arkasında güçlü bir kamuoyu desteği de yok. Desteklemek şöyle dursun, saldırıdan üç ay önce, 9-13 Ocak 2013 tarihleri arasında yürütülen bir anket çalışmasına göre, Amerikalıların yüzde 53’ü Obama yönetiminin “bireysel haklarını tehdit ettiğini” düşünüyor.[5]

Ne var ki sadece karşılaştırmalı istatistik analizine dayanan bu yorum fazla iyimser olabilir, çünkü halkın ne hissettiğine dair bu tür çıkarımlar parlamento sıralarında oturanların bugünlerde nelerle meşgul olduğu bilgisini içermiyor. 15 Nisan’dan beri gerek Kongre’de gerek eyalet parlamentolarında terörle mücadele için güvenlik tedbirlerini artırma eğilimi gözle görülür şekilde öne çıkmış durumda. Sivil toplum kuruluşları, özellikle de insan hakları örgütleri “yapmayın, etmeyin” diye yırtınmaya devam ederken yasama gücünü elinde tutanlar halkın neye razı olacağı veya olmayacağıyla çok da ilgili görünmüyor. Siyaset sahnesinde “özgürlük mü güvenlik mi” tartışmasından ziyade “nasıl bir güvenlik” tartışmasının daha yoğun olduğunu söylemek mümkün.

En sıkı tartışmalardan biri de “havadan güvenlik” konusunda yapılıyor. ABD ordusunun dünyanın her yerinde kullandığı insansız hava araçlarının (İHA) yurt içinde yerel/ulusal güvenlik güçleri tarafından ABD vatandaşlarını gözetlemek için de kullanılması öneriliyor. Bu konu Boston saldırısından önce de gündemdeydi aslında. Amerikan İnsan Hakları Örgütü’nün (ACLU) 26 Nisan tarihli bildirisine göre[6] 37 eyalette İHA’lara ilişkin yasa tasarısı verilmiş durumda ve okuduğunuz bu yazı tamamlanana kadar Virginia, Idaho ve Florida’nın tasarıları yasalaştı bile. Üçü de 1 Temmuz’da yürürlüğe girecek.Her eyaletin yasası/tasarısı kendine özgü olsa da birçoğu İHA’ların kolluk tarafından kullanılmasını çok sıkı şartlara bağlama noktasında buluşuyorlar. Ancak Boston saldırısından sonra artık kolluk kuvvetlerinin işini zorlaştıran (yani özgürlükleri koruyan) hükümleri savunmanın bariz şekilde zorlaştığı/zorlaşacağı yorumları yapılıyor. Bundan sonra yasalaşacak olan tasarılarda terörle ilişkilendirilen soruşturmalar için özel hayatın gizliliği, izinsiz/keyfi takip yapılamaması gibi temel hakların daha fazla sınırlanabileceği söylenmekte. Bu yazının yazıldığı sırada Massachusetts’in İHA yasası da hâlâ tasarı aşamasında. Boston Emniyet Müdürü Edward Davis ise kendi adına tasarıdan umutlu, gelecek yılki Boston Maratonu’nu havadan gözetlemeyi planlıyor.[7]

“Daha çok güvenlik” eğilimi ulusal Kongre’de de etkisini göstermiş durumda. Kentucky Senatörü Rand Paul’un tavrındaki değişiklik siyaset çevrelerinde genel güvenlik anlayışının nereye gittiğini çok güzel örneklendiriyor. Barack Obama ulusal güvenlik danışmanı John Brennan’ı yeni CIA Başkanı olarak atadıktan sonra, Senato atamanın görüşülmesi için 6 Mart’ta toplanmıştı. Ancak bir türlü oylamaya geçilemiyordu, çünkü Brennan’ın CIA Başkanı olmasına karşı çıkan Cumhuriyetçi Senatör Rand Paul kürsü işgali (“filibuster”) yöntemiyle on üç saat boyunca konuşmasını sürdürmüş, Brennan’ın CIA işkencelerini onaylayan geçmiş beyanlarını kıyasıya eleştirmişti. Brennan CIA Başkanı olursa ABD’nin kendi topraklarında kendi vatandaşlarını avlayan bir ülke olmaya doğru yol alacağından endişe ettiğini belirtmişti.[8] Boston saldırısından beş hafta önce bunları söyleyen Senatör Paul, saldırının ertesi günü Fox Business televizyonuna yaptığı açıklamada ise terör zanlısı Tsarnaev’in bir İHA tarafından etkisiz hale getirilmesi mümkün olsaydı buna karşı çıkmayacağını söylüyordu: “Suçüstü halinde, yakın bir tehlike karşısında hiçbir teknolojinin kullanılmasına karşı değilim. Eğer birisi bir içki dükkânından bir silah ve nakit elli dolarla çıkıyorsa onu bir polisin veya insansız hava aracının öldürmesi umrumda değil.”[9]

Esas tartışma İHA’ların özel hayatın gizliliğini ihlal edip etmeyeceği etrafında dönerken bir de İHA’ları silahlandırıp ABD vatandaşı olan zanlıları etkisiz hale getirmek için kullanmak fikri doğrusu oldukça korkutucu. Ayrıca bu noktada, Boston zanlısı Tsarnaev’in de ABD vatandaşı olduğunu hatırlayarak şu detayı gözden kaçırmamak gerekir: Senatör Rand Paul’un da dâhil olduğu tartışma ABD vatandaşlarının İHA’larla öldürülüp öldürülemeyeceği hakkında değil. ABD vatandaşlarının İHA’larla “ABD topraklarında” öldürülüp öldürülemeyeceği hakkında. Yoksa sınır dışında ABD’nin istediğini yapabildiğini zaten biliyoruz. Örneğin, El Kaide militanı olduğundan şüphelenilen ABD vatandaşı Enver el-Evlaki 2011 Eylül’ünde Yemen’de ABD’ye ait bir İHA ile öldürülmüştü. İki hafta sonra da Denver doğumlu ABD vatandaşı olan 16 yaşındaki Abdülrahman el-Evlaki babasıyla aynı kaderi paylaşmıştı. Hiçbir terör örgütüyle bağlantısı olduğu tespit edilemeyen çocuğun infazını “kazara oldu” diye geçiştiren Obama yönetimi, baba Evlaki’nin infazını ise “yakın tehlike” argümanıyla meşrulaştırmaya çalışıyordu. Ulusal güvenliği tehdit ettiği düşünülen Enver el-Evlaki, yargıyı falan hiç meşgul etmeden, sadece Obama’nın talimatıyla CIA’in “öldürülecekler listesi”ne yazılmış ve görev tamamlanmıştı. Peki, terörle mücadelede çok etkili olduğu düşünülen bu prosedür acaba ABD topraklarında Boston bombacısı Tsarnaev gibi ABD vatandaşı olan terör zanlılarına karşı da uygulanabilir mi? Amerikan insan hakları örgütlerini çılgına çeviren bir soru bu.

En az İHA’lar kadar “can alıcı” bir tartışma konusu da kamusal alandaki güvenlik kameraları. Amerikan sokaklarını izleyen gözün daha çok sayıda ve daha kaliteli donanımlarla güçlendirilmesi önerisi de yine Boston saldırısından önce de gündemdeydi aslında. Örneğin saldırıdan bir ay önce New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg gelecekte sadece yapılara sabitlenmiş kameralara değil, uçan kameralara da sahip olacaklarını müjdelemiş, kendisi dâhil kimsenin bu gidişatı durduramayacağını özellikle vurgulamış ve “Büyük Birader çılgınlığı”na kapılan özgürlük savunucularına kameralara alışmalarını tavsiye etmişti.[10] Bugün New York sokaklarına bakan 2.400 güvenlik kamerasının bir kısmı özel işletmelere, çoğu emniyet teşkilatına ait ve hiçbiri henüz uçma kabiliyetine sahip değil.

Boston’da emniyetin işlettiği 450 kamera bulunuyor. Tsarnaev kardeşlerin teşhis edilmesini sağlayan kamera ise özel bir işletmeye ait. Bu noktada, özgürlük yanlılarının da kabul ettiği bir şey var. Güvenlik kamerası kayıtları zanlıların teşhis edilmesinde önemli rol oynadı ve mahkemede delil olarak kullanılabilecek olması da sevindirici bir haber. Ancak bu itiraf, insan hakları savunucularının haklı olarak belirttiği gibi, daha çok kameranın daha çok güvenlik sağlayacağının kabulü anlamına da gelmiyor. Öyle olsaydı, Boston’daki kamera sayısını yetersiz bulanların, yarım milyona yakın kamerayla santim santim izlenen Londra’da 2005’te gerçekleştirilen bombalı intihar saldırılarının neden önlenemediğini de açıklayabilmeleri gerekirdi. Anlaşılan o ki, kameraların sayısı arttıkça verimliliği artmıyor. Sadece masrafı artıyor. Sistemi fiziken kurup işletmenin masrafı bir yana, binlerce kameranın 7/24 kaydettiklerini incelemek üzere istihdam edilen personelin masrafı bir yana.

Bu yazının amacı idareye tasarruf ipuçları vermek değil elbette. Esas sorun daha fazla güvenliğin ekonomik maliyetinden ziyade insan hakları maliyetinin ne olacağı. “İleride daha çok görünürlük daha az mahremiyet olacak” diyen Bloomberg bu konuda oldukça açık sözlüydü. Bloomberg’in de belirttiği gibi, yeni nesil kameralar artık yüzümüzü tanıyabiliyor, veritabanındaki kayıtlarla karşılaştırarak bütün bilgilerimizi ekran başındakilerin takdirine sunabiliyor. Yakın gelecekte bu teknolojiye mazhar olan emniyet teşkilatları şehir içindeki bütün hareketlerimizi adım adım izleyebilecek. Peki, binlerce kameradan biri belki bir gün bir suçluyu teşhis etmeye yarar diye devlete her gün her saniye herkesin her adımını takip etme gücü verilmeli midir? Washington Üniversitesi’nden Profesör Neil Richards’ın cevabı şöyle:

“Kabullenmek zor olabilir, ama hiçbir zaman tam anlamıyla güvende olamayacağız. Özgür ve açık bir toplumda yaşamanın kaçınılmaz sonucu bazen birilerinin o özgürlüğü kötüye kullanacak olmasıdır. Yargı sistemimizin varlık sebebi de bu zaten. Özgürlüklerini kötüye kullanan ve başkalarına zarar verenleri cezalandırmak, herkesi özgürlüklerinden mahrum ederek devletin gözünün önüne koymaktan iyidir.” [11]


Modernitenin başlangıcında güvenlik liberal özgürlüklerin hayata geçmesinin ön şartıydı. Bugün ise, özel hayatın gizliliği, adil yargılanma hakkı gibi bazı özgürlükleri sınırlamanın gerekçesi yapılan türden bir güvenlikten bahsediliyor. Vatandaşı vatandaşa rağmen koruyan bu güvenlik anlayışı, terörü engelleme bahanesiyle kamu otoritesini -ölçüsüz şekilde- güçlendirerek bu sefer devlet terörüne zemin hazırlamakta. 15 Nisan’daki Boston saldırısından sonra olan biteni fark etmek hiç de zor değil. Aynı filmi daha önce de izlemiştik çünkü. “Terörle mücadele” adı altında bireysel hak ve özgürlüklerin içini boşaltan güvenlik senaryoları dayatılıyor yine halka. İnsan hakları savunucuları ise terörle savaşın/mücadelenin esasen ne işe yaradığını Amerikan halkına ısrarla haykırmaya devam ediyorlar: “Büyük Birader sizi izliyor.”


[1] Yasanın tam metnine ulaşmak için bakınız: http://www.gpo.gov/fdsys/pkg/PLAW-107publ56/content-detail.html, 04.05.2013.

[2] Darren W. Davis, Brian D. Silver, “Civil Liberties vs. Security: Public Opinion in the Context of the Terrorist Attacks on America”, American Journal of Political Science, Ocak 2004, sayı 48, 28-46, http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.0092-5853.2004.00054.x/abstract. (Aktaran: Danny Hayes, “Why the Boston Marathon bombing won’t erode civil liberties”, The Washington Post: Wonkblog, 28.04.2013, http://www.washingtonpost.com/blogs/wonkblog/wp/2013/04/28/why-the-boston-maraton-bombing-wont-erode-civil-liberties/, 04.05.2013)

[3] “Most Expect 'Occasional Acts of Terrorism' in the Future”, Pew Research Center for the People & the Press, 23.04.2013, http://www.people-press.org/2013/04/23/most-expect-occasional-acts-of-terrorism-in-the-future/1/, 01.05.2013.

[4] Bakınız dipnot 2.

[5] “Majority Says the Federal Government Threatens Their Personal Rights”, Pew Research Center for the People & the Press, 31.01.2013, http://www.people-press.org/2013/01/31/majority-says-the-federal-government-threatens-their-personal-rights/, 01.05.2013.

[6] Allie Bohm, “Status of Domestic Drone Legislation in the States”, American Civil Liberties Union (ACLU), 15.02.2013 tarihli yazının 26.04.2013 tarihli güncellenmiş versiyonu, http://www.aclu.org/blog/technology-and-liberty/status-domestic-drone-legislation-states, 01.05.2013.

[7] John Zaremba, Dave Wedge, “Davis: Arm us with cameras, drones”, Boston Herald, 24.04.2013, http://bostonherald.com/news_opinion/local_coverage/2013/04/davis_arm_us_with_cameras_drones, 01.05.2013.

[8] “Rand Paul on Filibuster, Brennan Confirmation”, Fox Business, 07.03.2013, http://video.foxbusiness.com/v/2210255319001/rand-paul-on-filibuster-brennan-confirmation/, 01.05.2013.

[9] “Rand Paul: Not Against Using Drones to Find Criminals”, Fox Business, 22.04.2013, http://video.foxbusiness.com/v/2319459120001/rand-paul-not-against-using-drones-to-find-criminals/, 01.05.2013.

[10] Tina Moore, “We're going to have more visibility and less privacy': Mayor Bloomberg admits soon NYPD surveillance cameras will be on nearly every corner and in the air”, New York Daily News, 22.03.2013, http://www.nydailynews.com/new-york/bloomberg-new-york-eventually-surveillance-city-article-1.1296103#ixzz2SBXoQokz, 02.05.2013.

[11] Neil M. Richards, “Surveillance state no answer to terror”, CNN, 23.04.2013, http://edition.cnn.com/2013/04/23/opinion/richards-surveillance-state/index.html?hpt=op_mid, 29.04.2013.