KKTC'de Yeni Tazmin Yasası ve Utanç Abidesi

19 Aralık’da KKTC Cumhuriyet Meclisi orta vadede sonuçlarının tam ne olacağını kimsenin kestiremediği bir kanun değişikliğini onayladı. “Anayasa’nın 159. Maddesinin 1. Fıkrasının (b) Bendi Kapsamına Giren Taşınmaz Malların Tazmini, Takası ve İadesi Yasası”nın yürürlüğe girmesiyle, iki yıl önce hazırlanan ve sadece tazminat ve takas öngören Taşınmaz Malların Tazmini Yasası yürürlükten kalktı. Yürürlükten kalkan yasa çerçevesinde 9 Kıbrıslı Rum Kuzey’de kalan mallarının tazmini için başvurmuş, bunların üçü kabul edilmiş ama sonunda Türkiye bu üç kişiye para ödemeyi reddetmişti.

Yasa bu kez sadece tazmini değil, iadeyi de öngörüyor. Başbakan Ferdi Sabit Soyer, “mahkeme tazminata karar verirse, hükümet olarak bunun arkasındayız ve ödeyeceğiz” dedi. Ama KKTC’de herkesin bildiği gibi, mahkeme gibi çalışacak Tazmin Komisyonu’na Kıbrıslı Rumların başvurmasının Rum yönetimi tarafından engelleneceği ve kurulacak komisyona çok az müracaat olacağı beklentisi içinde yasanın çıkarıldığı. Aksi takdirde, ortaya çıkacak tazminat miktarının 40 milyar doları bulacağı kabaca tahmin ediliyor. Güneydeki Türk mallarının toplam değerinin ne olduğu konusunda rivayet muhtelif ama bunun dörtte birini ancak karşılayabileceği görüşü hakim. Üstelik böyle bir karşılık, ancak Güneyde mal bırakanların bugün Kuzey’de tuttukları mallarla takası mümkün kılıyor. Geri kalan KKTC yurttaşlarının, ki bunların ezici çoğunluğunu Türkiye’den göç edenler oluşturuyor, “koçanlar”ındaki devlet ipoteğinin 1995’de, içinde CTP’nin olduğu koalisyon hükümeti tarafından kaldırılmasından sonra, çok ciddi bir haksız mülk edinme sorunu çözüm adımlarını baltalamaya devam ediyor.

KKTC mülkiyet rejiminde uluslararası hukukun gereklerini yerine getirme ve AİHM tarafından “iç hukuk” olarak kabul edilme hedefi taşıyan yeni yasa, 1985 Anayasasının müsadereyi bir anayasal hak olarak tanımlayan zihniyetinden büyük bir geri adım atıyor. 1976’da uygulanmasına başlanan “sahipsiz mülklerin” tahsisi yöntemi, 1915’de Ermeni tehciri sırasında çıkarılan metruk mülklere el konulmasını öngören yasadan esinlenmişti. Bugün Denktaş ve şürekasının taksim, bağımsız devlet veya ilhak konusunda geri dönüşü olmayan bir yola işi sokmak için başvurdukları en önemli yöntem, müsadere mallarına tapu verilmesi oldu. Ama Annan planına “evet” oyu verirken, zaman içinde mülklerin bir bölümünü iade etmeyi Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunu kabul ediyorlardı.

1974 öncesinde adadaki özel mülkler içinde Türklerin özel mülkiyetinin payının %12-14 arasında olduğu tahmin ediliyor. Bugün KKTC adanın üçte birini işgal ediyor. Yeni yasa, bir bakıma, Annan planının yükümlülüklerini tek taraflı olarak devreye sokuyor. Ama yasanın esas amacı, “müsadere hukuku” üzerine inşa edilmiş KKTC mülk rejimini değiştirmek değil, kalıcı bir çözüm bekleyişi içinde iki-üç yıl zaman kazanmak.

Yasadaki mal iadesi hükmü, zaman kazanma amacını açık biçimde ifade ediyor. Yasaya göre, tapulu olan, birilerinin kullanımında olan, askeri tesis olarak kullanılan, üzerinde kamu yararı bulunan eski Rum malları ancak çözümden sonra iade edilebilecek. Üstelik söz konusu iade, çözümden sonra ilgili malın KKTC tarafından kamulaştırılmasıyla gerçekleşecek. Yasanın gerçekten işlemesi durumunda KKTC’nin bütün kamulaştırma bedelini karşılaması mümkün olmayacağı için, sonuçta malî yük Türkiye’ye rücu edecek. Zaten AİHM’nin “iç hukuk” olarak tanımladığı şeyin aslî aktörü olarak, adanın kuzey bölgesinde fiilî durum yaratmış olan Türkiye Cumhuriyeti devletini görüyor. Bu nedenle Loizidu davasında iki milyon avroluk tazminatı Türkiye ödedi.

Yasa, kimsenin kullanımında olmayan veya kamu düzenini tehlikeye düşürmeyecek nitelikte devlet denetimindeki malların, talep halinde hemen iade edilmesini de öngörüyor.

Yasanın 19 Aralık’ta alelacele mecliste oylanmasının esas nedeni, Loizidu davasını izleyen ikinci dava olan Myra Ksenides-Arestis davasıydı. Magosa’da 1974 yazından itibaren işgal edilen ve askerî yasak bölge ilân edilip, boş bırakılan Maraş bölgesindeki evine gidemediğini belirten Ksenides-Arestis’in açtığı dava hakkında AİHM 22 Aralık’ta açıkladığı kararında, Türkiye’nin davacının malını kullanma hakkını ihlal ettiğine karar verdi. Ancak Mahkeme, Türkiye’den Aresti’nin malından faydalanmasını sağlamak amacıyla üç ay içerisinde Kuzey Kıbrıs’ta önlemler önermesini ve, uygun görüldükleri takdirde, bunların üç ay içinde uygulamasını talep etti. Mahkemenin hemen tazminat belirtmemesi, yeni yasanın uygulama tüzükleri de yayımlandıktan sonra, az bir ihtimal de olsa, AİHM tarafından iç hukuk yolu olarak kabul edilmesine belki yol açacak. Başta Papadopulos olmak üzere, Rum yönetimini bu nedenle ciddi bir telaş sardı. Kurulacak icra yetkisine haiz komisyona Aresti’nin müracaat etmesi durumunda, Aresti’nin komisyonun vereceği karara AİHM nezdinde itiraz etme hakı saklı kalıyor.

Loizidu davasından bu davanın önemli bir farkı, Aresti’nin mülkünün başkası üzerine geçmemiş olması ama askerî yasak bölge alanı içinde bulunması. Komisyon Arestis’e mülkünü kullanma hakkı tanıdığında Maraş’ın yasak bölge olması fiilen son bulacak. Belki böylece, Kıbrıs gazetesinde Başaran Düzgün’ün “Maraş’ın utancı kime aittir?” başlıklı yazısında belirttiği utanca da son verilecek. Düzgün, yazısının başında şöyle diyor: “AİHM’nin Maraş’ta evi bulunan Rum Aresti ile ilgili aldığı kararı kim nasıl isterse yorumlasın, kararın Kıbrıs’taki mülkiyet kavgasında yeni bir dönem başlatacağı kesindir. Tıpkı ortada Maraş gibi utanç abidesinin bulunduğunun kesin olması gibi. (...) Kaybolan iktidarlarını insanlardaki mülkiyet duygusunu kışkırtarak yeniden sağlama uğraşına girenler şimdi de ‘aha Maraş da elden gitti’ diyorlar. Hangi Maraş elden gidiyor? Darbenin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in ‘Biz orayı yanlışlıkla aldık ve pazarlık olsun diye elimizde tuttuk’ dediği Maraş mı elden gidiyor? (...) 1974 sonbaharında parça parça gemilere yüklenip götürülen Maraş mı, yoksa önce eşyalarından başlanarak elektrik sırmalarına ve sokak tabelalarına kadar yağma yağma yağmalanan Maraş mı? Hangi Maraş bizimdi ve hangi Maraş’ı elden çıkarıyoruz. Elden çıkarılmak istenen ‘hayalet Maraş’mı yoksa Maraş’ın yağmalanmasının utancı mı? (...) Maraş bir suç abidesidir. Hem Kıbrıslı Rumlara hem de Kıbrıslı Türklere karşı işlenen insanlık suçunun utanç verici abidesi.” (Kıbrıs Gazetesi, 24.12.2005).

Türkiye’de Kıbrıs şahinlerinin çoğunun Kıbrıs konusunda yirmi yıl önce söylediklerinin bile çok daha gerisinde milliyetçi-ilhakçı bir tavra savrulduğu bir dönemde, KKTC’deki demokratların her yerden sıkışmış durumda yürüttükleri açılım ve çözüm çabaları daha da değer kazanıyor.