Resmî Tez Gerçeğin Resmine Karşı

1915 tehciri konusunda resmi tezden farklı görüşler öne süren tarihçi ve akademisyenlerin düzenlediği toplantı, hükümetin, AKP, CHP sözcülerinin, yani bu ülkeyi yöneten siyasal kadroların ağır suçlama ve hatta tehdit salvoları karşısında ertelendi.
Bu olay, son aylardaki milliyetçi kabarışın linç sahneleriyle birlikte ele alındığında, Türkiye'nin demokratikleşme, özgürlükler bahsinde köklü ve ileri adımlar attığına dair izlenimin ne derece kof bir hayal olduğunu ürkütücü biçimde gözler önüne serdi.

PARTİLER VE BÜROKRASİ

Dahası, gelinen noktanın çok daha geri ve vahim olduğu bile söylenebilir. Şöyle ki, geçmişte "resmi tez"lerin -ki "yapı"larının ortak özelliğine az sonra değineceğiz- dışında bir görüş ileri sürmek, kanunen suç sayıldığı için, sadece devletin adli-polis mekanizmasının harekete geçirilmesiyle yetinilir; o mahut "vatana ihanet", "sırtımızdan hançerleme" ithamları ile "millet" koşullandırılsa bile, "iş"e karıştırılmazdı genellikle. Oysa şimdi, yasalara göre, yani kağıt üzerinde "resmi tez"lere karşı görüş ileri sürmek suç değil. İfade ve fikir özgürlüğü var. Ama bu kez de resmi tezlere karşı görüş ve duruş ifade edenlere karşı "millet" harekete geçiriliyor; devletin adli ve güvenlik aygıtı da resmi tez karşıtlarından "tahrik" olmuş kalabalıkları "anlayışla karşılama"ya hazır bekliyorlar. Geçen aylarda linç teşebbüslerine, kitap yakma ayinlerine varan milliyetçi kabarışlarda, milleti tahrik olmaya çağıranlar Meclis dışı milliyetçi parti mensupları idi. Şimdi ise onların rolünü AKP grup sözcüleri, CHP'nin diplomat kökenli yetkilileri ve bizzat Adalet Bakanı sıfatlı Cemil Çiçek devralmış görünüyor ve hepsi birden tamamen yasal bir toplantıya karşı "milletin harekete geçmesi" için çağrılar yapıyorlar.

Bu manzara karşısında; şimdiye kadar söylenen ve genellikle kabul gören şu tespitin geçerliliğinden artık söz edilebilir mi? Bu tespite göre Türkiye'deki başlıca partilerin, siyasal elit ve kadroların büyük çoğunluğu demokratikleşme ve özgürlüklerin güvence altına alınmasından yanadır, ancak bürokrasinin bir kısmı ile kimi cahil-bağnaz kesimler buna direniyor. Frağı içinde pek asri duran bay Elekdağ'ı sözcü seçmiş bir CHP, bu sözcüsünün ağzından resmi tezlere karşı çıkanları "vatana hıyanet"le suçluyorken, Adalet Bakanı sıfatlı hükümet sözcüsü aynı kişileri "milleti arkadan hançerlemek"le itham etmesi yetmiyormuş gibi, bir de bu kişilerin o işi "Boğaza bakarak" yaptıklarını belirterek lince yatkın "cahil kalabalıklar"ın "bam tel"ine basmayı da ihmal etmiyorken, halihazır siyasal elit ile "cahil-bağnaz kesim" arasındaki hangi farktan söz edilebilir ki?

Türkiye'de demokrasi ve özgürlükler düzeninin fiili gerçeği budur. Bekri Mustafa'nın camiye imam olduğu bir ülkenin ne durumda olduğu, ne kadar ek açıklama gerektiriyorsa, Elekdağ'ın sözcü olduğu bir CHP'nin, Çiçek gibi birinin hem de Adalet Bakanı olduğu bir AKP'nin ve Türkiye'nin demokratik bahsindeki durumu da o kadar açıklama gerektirir.


Şüphesiz her ulus-devletin belli iç ve dış sorunlara ilişkin resmi tezleri vardır. Saygın, demokratik ulus-devletlerde bu tezler esas olarak geniş bir tartışmadan, konuyla ilgili gerçeklerin çeşitli açılardan incelenmesi ve değerlendirilmesi sonrasında, büyük çoğunluğun onayladığı geniş doğrultusunda oluşur, devlet eliyle yürütülen iç ve dış politikalara yön verir ve bu arada azınlıkta kalan görüşler de kendilerini ve eleştirenlerini ifade etmeye devam ederler.

Oysa Türkiye'deki resmi tezlerin hemen tamamı bunlar gibi millet çapında bir tartışmanın ürünü oldukları için "milli tez" değil, gerçek bir tartışma olmaksızın, sadece koyu ve o kadar ufuklu bir milliyetçiliğin ürünü oldukları için "milli"dirler. Bu tezler konuya ilişkin gerçeklerin, olguların tam ve nesnel bir tanımı temelinde kurgulanmış olmayıp tam aksine bir "milli çıkar" tespitine dayalı olarak gerçeklerin, olguların ya eksik, ya çarpıtılmış ya da tamamen yok sayılması, inkarı üzerine inşa edilmiş şeylerdir genellikle. Tespit edilen milli çıkar da onurlu, haksever, güvenilir bir ulus sayılmanın gereklerine pek aldırılmayarak çıkar sözcüğünün basbayağı anlamından -maddi- yarar veya zarar görmeme çıkarsanmış bir içerikte olur.

Örnekler hemen hemen tüm resmi tezleri kapsayacak kadar genişletilebilir. Eleştirilmesi vatana ihanet sayılan irili ufaklı resmi tezlerden bazılarını hatırlatalım isterseniz. Örneğin 6-7 Eylül olaylarına ilişkin resmi tezimiz, Yunanlıların Atatürk'ün Selanik'teki evini bombaladıkları, halkımızın da bunu duyunca galeyana geldiği yolunda idi ilkin. Evi bombalayanın görevli bir MİT ajanı olduğu ortaya çıktığında ve yakalandığında bu gerçek Türkiye halkından gizlendi; galeyana gelen halkın da "komünistler"ce yönlendirildiği söylendi iç ve dış kamuoyuna. Bir kısım komünist de tevkif edildi, aylarca hapiste tutuldu. Türkiye'yi dünya kamuoyu önünde yalancı konumuna düşüren bu tutuma ilişkin resmi tezin ayrıntılı bir özeleştirisinin yapıldığını, gerçeğin olduğu gibi sergilendiğini duydunuz mu?

"Kürt sorunu" ile ilgili resmi tezimiz 1990'ların ortalarına kadar, Kürt sözcüğünün bile yasak, tabu olması üzerine kurulu değil miydi?

Şimdilerde 1915 tehciri, "Ermeni sorunu" üzerine resmi tez de aynı mantık, aynı yaklaşım doğrultusunda kurgulanıyor. Türkiye'nin dışımızdaki dünyayı da ilgilendiren konulardaki bu tür resmi tezlerinin "gerçek"le ilişkisini birçok defa sınamış olanlar bunun da benzer bir "yapı"da olduğu şüphesiyle yaklaşıyorlar elbette. Türkiye, resmi tezlerini anlattığı platformlarda sözüne güvenilmez, gerçeğe saygısı olmayan bir ülke muamelesi görüyorsa, nedeni başkalarının kötü niyetinden önce tezlerinin bu yapısında aranmalı değil midir?

Ertelenen, Boğaziçi Üniversitesi'nin evsahipliğindeki toplantıya katılanların sunduğu tebliğlerin bildiğim hiçbiri de Ermeni diaspora milliyetçiliğinin kin yüklü soykırım tezini desteklemiyor. Bay Çiçek ve bay Elekdağ doğruyu söylemiyorlar. Bu tebliğlerin ortak amacı "1915 tehciri" ile ilgili tüm gerçeğin olduğu gibi sergilenmesi. Resmi tez bu gerçeğin işine geldiği biçimde eğilip bükülmesi, kırpılması üzerine kurulu olduğu için, bu kurguyu ihlal eden en küçük ayrıntının bile sergilenmesi karşısında "ihanet!" çığlıkları atmakta kendince haklı. Böyle yaparak bu ülke içinde caydırıcı olabilir, aykırı sesleri susturabilirsiniz, ama bizi, bu ülkeyi dünya önünde hemen her defasında yüzü kızarmış, sözüne güvenilmez biri konumuna sokan, düşüren bu tutuma, bu yaklaşıma artık yeter deme zamanı da gelmiş olsun.

Radikal İki, 25.5.2005