“Spor, Diyarbakır’da başka yerlerdekine hiç benzemiyor”

Faruk Arhan’ın “Diyarbakırspor: Düğünde Kalabalık, Taziyede Yalnız” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kitabı bu yıl bitirme tezini Diyarbakırspor üzerine yapan biri olarak keyifle okudum ve bu çalışmanın birikimiyle yorumlayacağım.

“Düğünde kalabalık, taziyede yalnız” başlığı Diyarbakırspor’un içinde bulunduğu konumu çok güzel özetliyor. Fakat düğünde var olan kalabalık bile Diyarbakırspor yönetimine mesafeli. Başarılı dönemlerin hemen hepsi doğrudan veya dolaylı olarak devlet yardımıyla geldiği için halk, yönetimde olan isimlere karşı her zaman mesafeli durmuş. Halk Diyarbakırspor’u kendisini temsil eden bir şey olarak görüyor, bir milli takım gibi. Renkleri bile halkın Diyarbakırspor’u sevmesi için bir neden. Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor Kulübü Genel Sekreteri Murat Tuğrul bu durumu şu şekilde aktarmıştı:

Tarihsel olarak bakıldığında da spor özellikle toplumsallaşmaya başladıktan sonra iktidarlar bunu kullanmaya başladılar. Toplumun yaşadığı problemleri bu yollarla hafifletme amacı vardı. Enerjisini başka yerlerde tüketmeye yönelik bir çaba vardı. Burada da bu denendi fakat başarılı olamadı. Maddi destek sağlandı. İktidardaki milletvekili veya bakanların oğullarını, yeğenlerini, onlara yakın olan insanları yönetimlere getirip kulübü bir şekilde ellerinde tutmaya çalıştılar. Ama buradaki taraftarın ve halkın kendilerine olan yaklaşımını değiştiremediler. Çünkü halkın sorunları çözülmedi. Diyarbakırspor, Süper Lig’e çıktı ama buradaki insanların yakınları ölmeye devam etti, kendi dillerini kullanamıyorlardı, eğitimi kendi anadillerinde yapamıyorlardı; dolayısıyla sorunlar ortada duruyordu. 70’li yıllardan beri gelen bir süreç var ve bunun sonucu olarak burada aşırı politikleşmiş bir halk var. Halk bu tip şeyleri kendisi anlayıp çözümleyebiliyor. Yani istedikleri şeyi bu noktada alamadı yönetenler. Bunun sonucunu da alamayınca, sanırım devlet de artık bu yöntemden vazgeçmiştir. Diyarbakırspor’u yönetenler devletin kendisiydi bir dönem ama bu takımı destekleyenler hiç değişmedi, hep Diyarbakır halkıydı. Halk, yönetimlere bu yüzden hep temkinli yaklaştı.

Faruk Arhan, Simon Kuper’i de selamlayarak konuya “Diyarbakırspor asla sadece bir futbol kulübü değildir” sözüyle başlıyor. Can Kozanoğlu’dan alıntıladığı makalede ise ilk paragraf “Futbolu sadece futbol yorumcularına bırakmamak gerekir” cümlesiyle sona eriyor. Bu cümleler her ne kadar bir tespit niteliği taşısa da eleştirilmesi gereken tespitlerdir. Bir yandan siyasetin, ırkçılığın, şiddetin futbol üzerindeki etkilerinden yakınmak ama diğer yandan Diyarbakırspor cephesinden bakarak bunu “normal” karşılamak, hatta daha da ileri giderek futbolu, futbol yorumcularına bırakmamak gerektiği şeklinde bir yorumda bulunarak futbolu sadece bir “oyun” olmaktan çıkarmak, olayı daha da karmaşık bir hale getirebilir. Bir yandan futbolun, siyasetin oyuncağı olmasını eleştirip diğer yandan da onu spor-üstü bir şey gibi göstermek içinde çelişki barındırır.

Faruk Arhan, Diyarbakırspor’u anlatırken tarihsel ve siyasi arka planı da paralel olarak anlatmış. Futbol, bu topraklarda oynandığı günden bu yana siyaset ile iç içe geçmiş durumda.

Başlangıç günlerinde yeni oyunlara meraklı birkaç gencin heyecan arayışı olarak görülen futbolun çok kısa zaman zarfında bununla kalmayıp hemen herkesi etki alanına aldığı görüldü. Öyle ki siyaseti de içine almakta gecikmedi. Daha doğrusu siyasetin kendisi, adına futbol denilen bu oyunun etki alanına girmek için ilk adımları atan taraf olmuştu. Çünkü bu oyunun kitleleri büyüleyici ya da en azından etkileyici bir yanı vardı. Bu oyun kendisine has özelliklerinden ötürü bir meydan okumanın aracıydı. Kime karşı mı? Futbolun bu ülkeye geldiği ilk günlerde topun peşinden hiçbir kısıtlama ve engellemeye tabi olmaksızın koşabilen yabancılara karşı örneğin.[1]

İş ülkenin doğusunda oynanan futbola geldiğinde ise durumlar iyice karmakarışık bir hal alır. “Bir yandan futbolun şiddetin kaynağı olduğunu savunan medya mensubu otoriteler, bir dönem Vanspor, Siirt Jetpaspor veya Diyarbakırspor gibi takımların başarılarının Doğu’da terörü önleyebileceğini de savunmuşlardır.”[2]

Diyarbakırspor’un kuruluşu ülkenin batısındaki kulüplerin kuruluşundan farkı olmamıştır. Bu yüzden, Diyarbakırspor’un kuruluşundan bugüne bir “kimlik takımı” olduğunu savunmak zordur. Dağhan Irak bu durumu şöyle özetlemişti:

Türkiye’deki kulüplerin net bir kimliği yok. Türkiye, kulüplerin kimlik kulübü olduğu bir ülke değil. Bunun çeşitli nedenleri var, birincisi yerellik. Bizdeki futbol taraftarlığı şöyle bir şey; taraftarlar belki de hayatları boyunca canlı olarak izleyemeyecekleri bir kulübün taraftarı. Yönetimlerinde söz sahibi değiller, fiziksel bir ilişkileri yok, taraftarlık son derece flu. Çünkü Berlin’deki, İstanbul’daki, Diyarbakır’daki adam aynı kulübü tutuyorlar. Dolayısıyla Türkiye’deki kulüplerden tam bir kimlik çıkartamazsın. Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin birbirinden ayrıldığı çok net bir kimliği yoktur. Nüfusun %90’a yakını bu kulüpleri tutarlar. Durum böyle olunca yerel kulüpler zayıflar, kendi şehirlerinin desteği bile yok arkalarında. Taraftarları olsa bile genel olarak taraftarlık dediğimiz şeyi yaratan üç büyük kulübün taraftarlarıdır. Türkiye’de insanlar tuttukları takımları gazetelerden, televizyonlardan takip ediyorlar. Aslında bir sanal taraftarlık var. Demokrat Parti döneminde Demokrat Partililer kulüp başkanı, Adalet Partisi döneminde Adalet Partililer kulüp başkanı oluyorlar. 70’lerden sonra ise işadamları bu görevleri yürütmeye başlıyorlar. Anadolu kulüplerine bakıldığı zaman oradaki kulüplerin hemen hemen hepsinin devlet eliyle kurdurulduğunu görüyoruz. Oradaki burjuvaziye ihale ediliyor. Türkiye’deki Anadolu kulüplerinin neredeyse tamamı 1967 ile 1970 arasında kuruluyor. Çoğu yerde de oradaki amatör kulüplerin zorla birleştirilmesiyle kuruluyorlar. Taraftarın, halkın ya da kamunun kulüp yönetimine katıldığı bir ülke değil burası. Bu da hâkim yapıların -burada sadece devletten değil, burjuvaziden de bahsediyorum- istediği gibi kulüpleri kurcalayabilmesi anlamına geliyor.

Diyarbakırspor’u destekleyen kitlenin Kürtler olması ve politik bir kitle olduğunu göz önünde bulundurursak diğer takımlara nazaran farklı bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Arhan’ın kitabında eski futbolcu Şorik Veysi’nin 60’lı yıllarda yaşadıklarını okuduğumuzda, Diyarbakırspor’un uğradığı ırkçı saldırılarının PKK sürecinden çok daha önce başladığını görebiliriz. Diyarbakırspor’da önceden futbol oynamış Ramazan Kahramaner de bu durumdan bahsetmişti:

PKK yokken de bu olaylar olmuştur. Ben Elazığ’a gittiğimde daha PKK ortada yokken, komandoların gelip de bizim camlarımıza vurup tepki göstermesine rastladım. Bunu bizzat yaşadım. Daha genç takımdayken, bize tribünler “Solcular”, “Kürtler”, “Maocular” diye tepki gösterirlerdi, küfürler ederlerdi. MHP’lilerin yoğun olduğu şehirlerde bunların olması tesadüf değildir. Solculuk yokken bile, bizim ağabeylerimizin Kürt oldukları için önleri kesildi. Otobüslerle deplasmana gitmek çok zordu. Sürekli önümüz kesilirdi. Medya bu olayları ırkçılık olarak görmüyor, PKK dışarı demenin neresi ırkçılık diye bakıyorlar. Ama bunlar PKK yokken de başımıza geliyordu bizim.

PKK’nın kurulması ve sonrasında bölgedeki savaşın başlaması Diyarbakırspor için de bir dönüm noktası olmuş, devlet takımı kurcalayarak bölge halkının dikkatini başka yöne çekmek istemiştir. Bir yandan devletin desteği sürerken diğer yandan da Diyarbakırspor gittiği her yerde “terör örgütü” muamelesi görüyor bu durumda beraberinde bir çelişkiyi ortaya çıkarıyordu.

Spor, Diyarbakır’da başka yerlerdekine hiç benzemiyor. Kurulan kulüpler devlet kurumlarına bağlı ve tepeden inme, zorlama bir şeyleri temsil ediyor. Devlet on yıllardır mutsuz ettiği halkın yarasını sporla uyuşturmaya çalışıyor. Devletin resmi yüzünün en yumuşadığı Gaffar Okkan’ın emniyet müdürlüğü döneminde bile bu böyle. Diyarbakırspor’un lige çıkışı bir olay, ligden düşmeyişi bir olay, ligden düşüşü bir olay. Bir yandan devlet tarafından Kürt sorununu çözme aygıtı olarak görülüyor, bir yandan da gittiği her yerde terör örgütü muamelesi görüyor.[3]

Gaffar Okkan dönemini Ramazan Kahramaner bana şöyle anlatmıştı:

Maçla hiç alakası olmayan adamlar, Diyarbakırspor geliyor diye maça giderlerdi. Küfürler ederlerdi, tehdit ederlerdi. Gaffar Okkan döneminde ben menajerlik yaptım. Gaffar Okkan hep şaşırırdı. Gaffar Okkan takımın başındaydı, takımla içli dışlıydı ve hâlâ bize “PKK dışarı” diye bağırırlardı. Gaffar Okkan, beni bildikleri halde, benim takımı yönettiğimi bildikleri halde nasıl böyle şeyler yaparlar diye şaşırırdı, üzülürdü.

Diyarbakırspor, bir tek ülkenin batısında değil, doğusunda da tepkilerle karşılaşıyor. Bu da Diyarbakırsporlular tarafından şaşkınlıkla karşılanıyor. Yılmaz Bay bu şaşkınlığını şöyle ifade ediyordu:

Batman ile aramızda 90 km. var. Urfa ile aramızda 180 km. var. Abdullah Öcalan, Urfalı’dır. Şanlıurfa stadında bile Diyarbakırspor’a “PKK dışarı” denildi. Batman da bile Diyarbakırspor’a “PKK dışarı” denildi. Gaffar Okan’ın takımla ilgilendiği dönemde bile, Elazığ’da yedi sekiz tane taraftarımızın kafası kırıldı. Size soruyorum. Bu nasıl PKK? Bu hangi PKK?

Faruk Arhan’ın eserinde belki de en çarpıcı bölüm -yakın geçmişle bağlantılı olduğu için- AKP dönemi Kürt sorununa bakış ve bunun Diyarbakırspor’a etkisi. Bölgedekiler, hükümetin “Kürt açılımı” politikasıyla, Bursaspor-Diyarbakırspor maçında yaşananların birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyor. Dönemin Diyarbakırspor basın sözcüsü Suat Önen bu durumu şöyle açıklıyordu:

Ben size hem o yaşanılan ortamı anlatmaya çalışacağım hem de o ortamdan bağımsız olarak bir Türkiye tablosunu anlatmaya çalışacağım. Orada bir Diyarbakırspor var, lige çok iyi girmiş, heyecan yaratmış, Bursa’da yaşayan Diyarbakırlıların merakla beklediği bir takım var. Kendini ifade ettiğini düşündüğü, taraftarı olduğu takım sahada ve onu izlemeye gelmiş üç dört bin kişilik Diyarbakırspor taraftarı var. Karşılarında da stadın tamamını doldurmuş Bursaspor taraftarı var. Daha maç başlamadan başlayan tepkiler ve çok organize bir seyirci var. Orada yaşananlar futbol başarısıyla ilgili bir şey değildi. Seyirciler 19 Mayıs gösterileri gibi pankartlar açıyorlardı, şarkılar söylüyorlardı. “Ne mutlu Türküm diyene” yazıları vardı her tarafta büyük büyük. Ahmet Kaya’nın “Diyarbakırlıymış Adı Bahtiyar” adlı şarkısını değiştirmişler çok çirkin bir şekilde. Bizi tamamen yok sayan, çok kötü olaylar yaşandı. Sanki PKK ile bir maç yapılıyordu orada. Diyarbakırspor bayrağı indirildi, birçok taş atıldı. Ben orada o anları yaşarken tüylerim diken diken oldu ve sanki farklı bir ülkede maç yapıyorum ve bu maçta yenilmek zorundayım hatta dayak yemek zorundayım gibi hissettim. Ben o maçı da hiç seyretmedim. Maçın birinci dakikasından son dakikasına kadar seyirci taşıdık. Biz o gün kimseyi kışkırtmadık. Karşımızda tamamen tepki göstermeye gelmiş bir seyirci topluluğu vardı. Bursaspor dört sıfır öne geçtiğinde bile hala insanlar bize o kötü şarkılarla, iğrenç tezahüratlarla, aşağılayıcı laflarla, küfürlerle saldırıyorlardı. Yöneticiler hiç itiraz etmiyorlar, anons yapılmıyordu. İkinci yarıda ben takımı çıkarmamayı düşündüm. Hakemle, gözlemcilerle konuştum. Onlar, “Gereken yapılır, bunlar bu hareketiyle ciddi şekilde ceza alacaklar siz de ceza almayın” dediler. Taştan dolayı başı kırılan çocuklar vardı. Bizim seyircimiz taş atanlara karşılık vermek isteyince bu sefer polisler bizim seyircimizi dövmeye başladılar. Tam bir kaos ortamı vardı. Bu olaylar nerede oluyor? Bursa Atatürk Stadyumu’nda. Aynı görüntüler Diyarbakır’da olsa bütün medya vahşet diye nitelendirirdi. Emniyet güçleri ne yapacağını bilemiyor, engel olamıyor. Hakemler bir anons bile yaptırmıyor sanki hiçbir şey olmamış gibi. Taraftarlarımız yaralanıyor. Maç bitiyor, kızıyoruz, tepki gösteriyoruz, bağırıyoruz, çağırıyoruz, demeçler veriyoruz. Ama ertesi gün gazetelere bakıyoruz, hiçbir haber yok. Sadece Bursa’da dört sıfır yenilen bir takım var. Kimse bir şey yazmıyor. Allahtan kendi yerel gazetecilerimiz, kameralarımız var da, görüntü almışlar, elimizde görüntüler var. Bir iki tane duyarlı gazeteci sayesinde onların bu olayları yazması sayesinde medya bunları işledi. Biz tabii bu arada herkesi arıyoruz ulaşabildiğimiz. Bakanları, vekilleri herkesi arayıp olan olayları anlatmaya çalışıyoruz. Sonunda maçın ertesi günü akşam haberlerinde çıkmaya başladı. Maçtan iki gün sonra da herkes yazmaya başladı. Bu orada yaşanan tablo. Bir de geniş tabloya bakıyorsunuz; Türkiye’de artık Kürt sorunu tartışılıyor, Kürt sözcüğü, Kürtçe dili bütün alanlarda konuşuluyor. Bundan rahatsız olanlar var, içine sindiremeyenler var. Türkiye değişiyor, açıklanan paketler var. Mevcut hükümet yeni açılımlar ortaya koyuyor. Cumhuriyet tarihi boyunca söylenmeyen şeyler söyleniyor. Kültürel hakların tartışıldığı bir ortamdasınız. Bu genel tablo içerisinde Bursaspor-Diyarbakırspor maçı yaşanıyor. Biz birçok deplasmana gittik, zaman zaman tepkiler oldu ama böylesine bir tepkiyle hiç karşılaşmadık. Bence orada Diyarbakırspor yoluyla hükümetin Kürt sorununa bakışına bir tepki vardı. Oradaki seyircilerin büyük çoğunluğu, Diyarbakırspor özelinde Kürt kimliğine bir tepkide bulundu. Bursaspor bizi dört sıfır yenmiş, seyircisinin güle oynaya eve gitmesi gerekirken hâlâ bize dönmüşler “Apo’nun piçleri” diye bağırıyorlardı.

Tanıl Bora da bu fikre katılıyor ve bu durumu şöyle açıklıyordu:

Bursaspor tribünlerinde milliyetçi ve ülkücü sızması çok güçlüdür. Mesela Bursaspor başkanı olaylardan iki gün sonra bir açıklama yaptı ve dedi ki: “Bizim tribünlerimizde her zaman milliyetçi hassasiyetler vardır ama o gün başka bir şeyler vardı.” Böyledir demek fazla iddialı ama benim yorumum, Kürt açılımı tartışmalarının tam gaz gittiği bir dönemdi o dönem ve çok ciddi bir yumuşama vardı. Buna tepki gösteren devletin bazı kurumları -kolay bir ifadeyle derin devlet diyelim- orada bir miting yaptılar aslında. Tavır koydular, Kürt açılımı falan bu işler öyle kolay değil, mesajı veren bir miting yaptılar orada. Kürt açılımına kontra bir hamleydi bu. Bursa’da buna uygun bir kitle var, uygun zemin var.

Kitapta Diyarbakırspor taraftarları da incelemeye alınmış, taraftar grupları hakkında bilgiler verilmiş. Ben doğrusu Diyarbakırspor tribün liderinin söylemleri ile herhangi bir tribün liderinin söylemleri arasında hiçbir fark görememiştim; işlenen kodlar hemen hemen aynıydı. Ramazan Tugay şöyle diyordu:

Bir insana “Sen Ermenisin, sen Ermenisin, sen Ermenisin” diye on defa tekrar edersen en sonunda o insan patlar ve der ki, “Ben Ermeniyim.” Sen insanlara on defa “Sen PKK’sın” dersen, bunu tekrar edersen, insanlar en sonunda patlar ve der ki, “Ben PKK’yım.” Tahrik ediyorlar. Her gittiğimiz yerde “Şehitler ölmez vatan bölünmez!”, “Kahrolsun PKK!” diye sloganlar atıyor ve bunları bir tek Diyarbakırspor ile oynadıkları zaman yapıyorlar. Örneğin Bursaspor-Fenerbahçe ile oynadığı zamana böyle sloganlar atıyorlar mı? Şunu da belirteyim, onlar bizim kadar bayrağını sevemezler. Onların yaptığı tek icraat bayrağın arkasına sığınmaktır. Yaptıkları her şeyden sonra bayrağı çıkarırlar ve onun arkasına sığınırlar. Bayrak göstermelik sevilmez; bayrak yürekten sevilir. Çanakkale’ye giderlerse, Kürt Mehmet ile Türk Mehmet’in yan yana yatışını görürler.

Bayrak, İstiklal Marşı, Çanakkale Savaşı gibi “ulusal birlik sembolleri” için yorumları ülkenin herhangi bir köşesindeki herhangi bir insan ile aynıydı. Kitapta, Diyarbakırspor taraftarlarının İstiklal Marşı’na katılmadıklarını belirten bir bölüm var fakat benim konuştuğum hemen herkes İstiklal Marşı’nın kendilerinin de marşı olduğunu belirttiler. Yılmaz Bay bayrak ve İstiklal Marşı için şu ifadeyi kullanmıştı:

Derler ya “O bayrağın alında kanımız, akında da ay yıldızımız var” diye; alındaki kanın içerisinde Kürtlerin de kanı vardır. Milliyetçi, kafatasçı düşüncedeki insanlar Diyarbakırspor’u dışlasa da, ötekileştirse de Diyarbakır Türkiye’dir. Eskişehir maçında açtıkları elli metrelik bayrak bizim bayrağımızdır. O bayrağa saygılıyız. Ama o bayrak açıldığı zaman amaç bizi dışlamak, bizi terörize etmek, bize hakaret etmekse bu bizim gururumuzu incitir. Biz belki de onlardan daha çok bu memleketi seviyoruz. Diyarbakırspor’da oynamış insanların üç tanesinin babası Çanakkale Savaşı’nda şehit olmuş insanlardır. Bu ülkeyi sadece onlar almadı. Bu ülkede yaşayan herkes Kurtuluş Savaşı’nın içinde yer aldı. Ben kendimizle ilgili de bir eleştiri yapmak istiyorum: Bursaspor maçında İstiklal Marşı’nın ıslıklanmasına çok üzüldüm, ben bunu hazmedemem. Biz Kürdüz. Biz bu ülkenin insanlarıyız. Haklarımız ve özgürlük anlamında taleplerimiz var. Ama bizim de bayrağımızdır Türk bayrağı, bizim de marşımızdır İstiklal Marşı. Kimsenin ıslıklamasını istemem. Ne İstiklal Marşı’na ne de Türk bayrağına saygısızlığı, ne ben ne de hiçbir Kürt kabul eder. Oradaki ıslıklanmayı ben hazmedemiyorum, keşke yapılmasaydı.

İstiklal Marşı’nın ıslıklandığı o maç Diyarbakırspor-Bursaspor maçıydı. O maçta İstiklal Marşı’nın ıslıklanmasının devlete, federasyona ve Bursaspor camiasına bir tepki olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. İlk maçta haksızlığa uğradığını düşünen Diyarbakırspor taraftarı tepkisini bu şekilde yansıttı. Yerel Gündem 21 Genel Sekreteri Metin Kılavuz bu konu hakkında şunları ifade ediyordu:

Bursa’da oynanan maç organize ve bilinçliydi. 19 Mayıs gösterileri gibi hazırlanmıştı taraftarlar. Ben burada Bursa halkını ayrı tutmak isterim çünkü halklar kardeştir bize göre. Oradaki olaylar Bursaspor taraftarının yapacağı işin üstünde bir işti. Statlarda güvenlik var, yöneticiler var birçok bileşen var. Demek ki bütün bu bileşenler aynı amaca hizmet ettiler. Çok büyük hakaretler edildi orada Diyarbakırspor’a ve Diyarbakır halkına. Darp edilmeler oldu. Buna yönelik hiçbir kurum gereğini yerine getirmedi. Diyarbakır’daki maçta, seyirci ilk defa ayağa kalkmadı ve İstiklal Marşı’nı ıslıkladı. Ben o gün stattaydım. O maçta yaşanan bu ıslıklanma devlet politikasının iflası anlamına geldi. O günden sonra da Diyarbakırspor’dan ellerini çektiler. İstiklal Marşı bizim de değerimizdir, bizim de dedelerimizin kanını döktüğü bir savaş sonucu ortaya çıkan bir şeydir. Ortak değer olarak görürüz İstiklal Marşı’nı. Ama her maçtan önce İstiklal Marşı okunması da dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu yine bölgeye karşı bir yaklaşımdır. Tersten bakılınca bu, İstiklal Marşı’na bir hakarettir, hiçleştirmedir, sıradanlaştırmadır. Bunu hâlâ anlamış değiliz. Dünyada böyle bir örnek yoktur, sadece ulusal maçlardan önce milli marşlar okunur. Biz bunu böyle söyleyince de karşıymışız gibi bize tepki gösteriyorlar.

Sonuç olarak Diyarbakır’ı, Diyarbakırspor’u, Kürt sorununu, 60’lardan bugüne değişen siyasi koşulların etkisi altında bölgenin ve bölgede oynanan futbolun değişimini merak eden herkesin keyifle okuyacağı bir eser ortaya çıkartmış Faruk Arhan. Bölgeyi “anlamak isteyen”, “empati kurabilen” herkesin anlayabileceği bir eser.


[1] Gökaçtı, Mehmet Ali, Bizim İçin Oyna, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s. 9.

[2] Yılmaz, Elif, “Futbol ve Yaşam Türk Futboluna Sosyolojik Bir Bakış”, Toplumbilim Futbol Özel Sayısı, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2002 [2000], s. 22 (15-22).

[3] http://www.daghanirak.com/amedin-makus-talihi [Erişim Tarihi: 15 Ocak 2012]