Hayvan Sevgisinin Aslı, Astarı...

Hayvanları seviyor musunuz? sorusuna hemen herkes olumlu yanıt verir. Gerçekten sevmeyi bilip bilmediğimiz bile baştan kuşkuluyken, Seviyordum, öldürdüm ağbi, kültürü içinden hayvan sevgisi nasıl çıkar, bilmiyorum. Bakmayın evinde beslediği hayvanı aileden biri gibi görenlerin oranının yüzde doksanı bulmasına; yalnızca hayvan sevgisinden söz açıp ötesine bakmamak aslında bir yarım-sevgiden söz ettiğimizi, dolayısıyla hayvanları kendimizle eşit gözetmediğimizi gösterir. Bu ilişkinin öteki yüzünde kendimizi hayvanların sahipleri gibi görmekten vazgeçip doğadan gelen var olma haklarına saygı göstermemiz gerektiğini belirten hayvan hakları yazılıdır.

Bugüne dek Gary L. Francione’nin Hayvan Haklarına Giriş’ine benzer bir kitap okumamıştım. Francione, insan sevgisi, insanca davranış gibi kavramların içinin nasıl da boşaltıldığını bilenlerimizi de sarsan, düpedüz sıradışı bir düşünme biçiminin yaratıcısı. Hayvanlara mal sahibi gibi davrananların bakış açılarının hayvanlar için hiçbir değer taşımadığını anlatırken bugüne dek çaresi bulunamamış hayvan haklarının hukuku için benzersiz bir kuramsal temel atıyor.

Hayvanların acı çekip çekmediğidir Francione’nin asıl sorusu. Acı çektikleri sürece onları kendimizle eşit gözetmemiz gerektiğini anlatır bıkmaksızın; ama onun anlattıklarına, verdiği bilgilere bakınca, hayvan haklarının gerçek anlamından ne denli uzak olduğumuzu yüzümüz kızararak düşünmeye başlayacağız. Hayvan Haklarına Giriş’i belki de bir okul kitabı yapmak ya da bununla da yetinmeyip -nasıl yapılırsa yapılsın- bir halk kitabına dönüştürmek gerektiğine inanıyorum. Bu kitapla kendini eğiten bir kuşağın sonunda şimdiki kuşakları tanımak istemeyebileceğini de düşünerek...

Hayvanlara insanca davranmakla yetinmeyi değil, onların sömürüsüne toptan son verilmesi gerektiğini belirtiyor Francione. Sonunda hayvanlara insanların ettiklerinin kötü birer izleyicisi değil miyiz? Bugünlerde bir televizyon kanalında “Can Dostum” adı konmuş programı hayvan sevgisi diye sunanlar, barınak köpeklerini eğitip kandırıp televizyonda maskara ediyor. Köpeklerin sorumluluğunu üstlenen televizyon ünlüleri yaptıklarından pek hoşnut, ama birer eğlence nesnesi olarak kullanılmaktan hoşnut olup olmadıklarını bir de köpeklere sorsalar...

Bu programa yarışmacı olarak katılanların sevgiyle davrandığına inanılır elbette, ama dünyanın her yerinde eğlence için kullanılan hayvanların çok kötü davranışlarla eğitildikleri de bilinir. Sözgelimi çocukları eğlendiren sirk hayvanları kırbaçla, elektrikli copla, metal kancalarla “terbiye edilir”. Sirklerde “dans ederken” arka ayakları üstünde durmaları için bazen ayıların ön pençeleri yakılır; insanların o karnaval içinde dövüşür gibi yaptıkları hayvanların tırnakları ve dişleri sökülür. Rodeolarda hınçla ileri atılan hayvanları öfkelendirmek için elektrikli cop ve dayak sıradan eziyet araçlarından. Eğlence amacıyla kullanılan hayvanlar sonunda yaşlanıp işe yaramaz hale gelince de ya öldürülüyor ya da araştırma malzemesi yapmak gibi ahlaksızca biçimlerde kullanılıyor. Köpekleri televizyonda yarıştırmak için sıkı bir “eğitimden” geçiren iyi yürekli ünlüler de kötülük olsun diye değil, iyi yarışmaları için onları yapay yollarla şartlandırma, belki ara sıra cezalandırma yoluna gidiyor olabilir. Amaç eziyet etmek değil de, iyilik yapmak olduğu için...

Bir hayvan üreticisi de yenmek için beslediği hayvanları dağlama, onları bağlayıp ara sıra dövme, berbat barınaklarda tıkış tıkış tutma, hadım etme, sığırları kesmeden önce acı çekmesin diye elektrikle şoka uğratma, daha neler neler yapama hakkını yasalardan alıyor.

Deneylerde ve testlerde kullanılan hayvanların insanın canavarlığını nasıl sıradanlaştırdığını durup düşünmediğimiz de kuşkusuz. Yoksa hayvanların yakılması, zehirlenmesi, kör edilmesi, mekanik şiddet araçlarına dayanıklı olup olmadıklarının ölçülmesi, türlü çeşitli hastalıklara maruz bırakılmak için akla gelmedik uygulamalara uğratılması, kol ve bacaklarının kesilmesi, gözlerinin çıkarılması, uyuşturucuya alıştırılması, kullanıldıktan sonra da hemen her zaman öldürülmesi yanı başımızda bir yerlerde olmuyor mu?

Üstelik sonunda bu deneylerin insanlara yararlı olduğu da tam olarak kanıtlanamamışken. “Örneğin, hayvanları kullanarak yapılan AIDS araştırmalarına harcanan milyarlarca doların AIDS’li insanlara çok az yararı olmuştur,” diyor Francione. Hayvan deneyleri sözgelimi asbestin tehlikelerini doğrulamadığı için, ABD’de asbest kullanımı yıllarca bir kurala bağlanamadı, ama bu arada deneylerde sayısız hayvan katledildi.

İnsanın öteden beri gelen hali kendi cinsinden olanlara karşı da aynı olduğu için, hayvanlara yapılan işkenceler kapalı kapılar ardında kaldığı sürece sesimizi çıkarmıyoruz. Oysa yalnızca yemek için ABD’de bir yıl içinde 8 milyarın üstünde hayvan öldürülüyor. Teknik donatımı muazzam besi çiftliklerinde, elbette para kazanmak için, 8 milyar hayvanın hangi koşullarda tepeleme bir arada tutulduğunu da kestirmeye çalışalım, sonra da oturup onları hiçbir şey düşünmeksizin yiyelim. Sıkışık alanlarda tutulup oradan oraya nakledilen hayvanlar bu arada çeşitli hastalıklara yakalandıkları için ilaçlarla desteklenirken, gene de sözgelimi domuzların yüzde 80’i kesim gününe veremli gelirmiş. Bilmiyordum, daha nicesini, Hayvan Haklarına Giriş kitabını okumadan önce.

Bu arada tel kafeslere takılmasın diye, kanatlıların pençelerinin uçlarının kesilmesi; nakledilirken birbirilerini yaralamasınlar diye, sığırların boynuzlarının eritici merhemler, kızgın demirler, testereler ya da o iş için yapılmış kaşıklarla çıkarılması; hem uysallaşıp hem de etlerinin daha yumuşak olması için boğaların acı giderici ilaç verilmeden hadım edilmesi; yumurta üreticilerinin işine yaramayan erkek civcivlerin plastik torbalarda boğulup, başlarının kesilip, gazlanıp ya da ezilip yok edilmesi; döner bıçaklarla başları uçurulan tavukların tüylerinin kolay yolunması için bantların sonunda kaynar suya canlı daldırılması; kamyonlarda taşınırken düşüp sakatlanan ineklerin kesimhaneye geldiklerinde acılar içinde zincirlerle sürüklenmesi... Bu arada bir 40 milyon hayvan da kürkleri için öldürülüyor...

Bunlar yetmezse, hiç değilse pek çok araştırmacıya göre insanların et ya da hayvansal ürünleri yemesinin zorunlu olmadığı yolundaki görüşleri üstünde düşünmek için biraz zaman ayrılabilir. Dünyada üretilen tahılın yüzde 40’ından çoğunun, o tahılı tüketmek yerine, etlerini tüketeceğimiz hayvanlara verildiği de Francione’nin kitabından okunabilir.

İnsanların pek çoğu hayvanlara sevgiyle yaklaşırken bile onları birer mal gibi görmekten kurtulamaz. Onlar sahip olduğumuz, severken bile kullanabileceğimiz nesnelerdir. İngilizcede, İspanyolcada, Latincede “mal” sözcüklerinin karşılığı hep “davar” sözcüğünden gelmiş, Anadolu’da da davara “mal” dendiğini biliyoruz. Öyleyse insanların çıkarlarını hayvanların çıkarıyla özdeşleştirmek gerekir ki, insanlar yüreklerini serinletebilsin. Bir hayvanın çıkarının, sahibinin ekonomik çıkarıyla özdeşleştiğinde geçerli sayılacağı yaklaşımı rasyonelleştirilsin.

Hiç kuşku yok ki ücretli çalışma da hayvanların mal olarak kullanılmasından farklı olmayan bir kölelik ve mal olma anlamı taşır, ama bir farkla: fabrika sahipleri işçilerinin bazı çıkarlarını gözetirken, onları soğuk ete dönüştürüp sandviç yapıp yemeyi aklına getirmez.

Hayvanların eşit gözetilmesinin saçmalığını savunanlar yalnızca sokaktaki insanlar olmamış. Zamanında Descartes da hiçbir hayvan hakkı tanımamış; ondan bir adım ilerde duran John Locke da hayvanların eşit gözetilemeyeceğine inanmış. Oysa Aristoteles hayvanların hissetme yetisine sahip olduğunu savunurken onun selefleri Pythagoras ile Empedokles hayvanlara karşı adalet uygulanması gerektiğini, Aristoteles’in halefi Theophrastus da “hayvanların ahlaki topluluğun parçası olduğunu” belirtmiş. Bugün daha ileri bir noktada değiliz.

Hayvan Haklarına Giriş kitabının alt başlığı: “Çocuğunuz mu köpeğiniz mi?” Bu sorunun yanıtı yüzde yüze yakın bir oranda belli. Ama, “Yanan bir evden bir haftalık ömrü kalmış bir insanı mı kurtarırsınız, yoksa bir köpeği mi?” sorusunun yanıtında zorlananlar çıkabilir. “Bir şempanzeyi mi, yoksa bir yavru köpeği mi?” sorusunun yanıtı daha kolay olsa da, aynı anda yardıma gereksinimi olan, “Tanıdığınız bir köpeğe mi yardım edersiniz, yoksa tanımadığınız insana mı?” sorusunda işler gene çatallaşır.

Kendi kararlarımızı vermeyi öğrenmek için Gary L. Francione’nin kitabını okumakta büyük yarar var...

Radikal Kitap, 4.4.2008