Hayvanlar İçin Ne Kadar Hukuk?

13 Mart 2008 tarihli Radikal gazetesinde çok çimen yedikleri için ölecekler başlıklı bir haber yayımlanmıştı; haberde Avustralya'da hükümetin çok fazla çimen yedikleri gerekçesiyle başkent Canberra yakınlarında 400 kanguruyu öldürme kararı aldığı, çevreci kuruluşların da bunu önlemek için nöbete başladıkları yazılıydı. Aslında bu tür haberlerden çok var; geçenlerde de Afrika'da fil nüfusunun artması nedeni ile fillerin verdiği zararları azaltmak için avlanma kararı çıktığı bir başka gazetede yer alıyordu. Dünyanın her yerinde hayvanların yaşama hakkını hiçe sayan birçok şey yapılıyor.

Türkiye'de ise sokak hayvanları yaşam hakkı ihlallerinde başı çekiyor. Geçenlerde bir yavru köpeğin diri diri yakıldığı yazılıyordu. Bunu yapan da on iki-on üç yaşlarında bir yeniyetme. Sokak hayvanlarına dönük bu zulümde başı köpekler çekiyor. İlginçti kedilere yönelik şiddet hemen hemen yok denecek kadar az. Köpeklere dönük bu zulmün ardında ise yaratılan Kuduz paniği mevcut. Köpekler potansiyel kuduz sayıldığından ve belediyelerin de bu 'sorun'u halletmek konusunda üzerine düşeni yapmadığını düşünen bir kısım vatandaş, hukuksuz toplumlara özgü 'kendi işini kendin gör' mantığıyla 'sorun'u 'çözmüş' oluyor.

Türkiye gibi 'İnsan Hakları' gibi birinci nesil haklar konusunda bile hâlâ sicili bozuk olan, gündelik yaşamda şiddetin olağan hale geldiği yerler de hayvanlar için hak talep etmenin lüks olduğu iddia edilebilir. Ya gelişmiş batılı, medeni ülkeler? Üstelik hayvanlar için en azından bize oranla daha ciddi hukuki düzenlemeler yapılan batıda da durum pek iç açıcı değil.

Dünya ölçeğinde geçerliliği olmasa da15 Ekim 1978'de UNESCO tarafından ilan edilip 1990 yılında da halka açılmış bir Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi mevcut. Birçok gelişmiş ülkede de kabul edilmiş bir beyanname. Ama bu beyannameye rağmen hayvanlar bin bir çeşit eziyete maruz kalmaya devam ediyor. Bir aralar internete düşen ve Çin'de pazarlarda çekilmiş canlı canlı köpek derisi yüzme görüntüleri en 'kanlı' olanlarından akılda kalanı. Kürk, deney, yiyecek endüstrisi, sirkler, listeyi uzatmak mümkün.

İletişim Yayınları Hayvanların Hakları dizisinin yeni kitabı Hayvan Haklarına Giriş, Çocuğunuz mu Köpeğiniz mi? işte bu meseleler üzerinde duruyor. Ancak alışılagelmiş hayvan hakları kitaplarından farklı biçimde; Gary L. Francione, Hayvan Hakları ekseninde yapılacak hukuki düzenlemeleri son günlerin moda hukuki deyimi ile 'yok hükmünde' sayıyor. Çünkü ona göre hayvanlar insanların mülkiyet/hizmeti altında oldukça, insanlara bağımlı kaldıkları müddetçe hayvanlar için en mükemmel haklar tanınsa da insanların keyfi muamelesi sürecektir. Mal sahibinin çıkarlarının, maldan elde edilen faydanın, maldan daha öncelikli olacağından, bir mal statüsündeki hayvanların payına yine eziyet ve sömürü düşecek ve nasıl köleler ile ilgili hukuki statü kölelerin yazgısında bir değişikliğe neden olmayıp, sadece daha merhametlice sömürülmesi demekse, hayvanların da yazgısı ancak onların mal statüsünden çıkmaları ile gerçekleşecektir.

MALIN ÇIKARI OLMAZ

Yazar, insanca iyilikseverlik söylemlerinin aslında hayvanların köleliğini gizlediğini, böylelikle hayvanların çıkarlarını ciddiye alıyormuşuz gibi yaparak kendi vicdanlarımız rahatlattığını söylüyor. Eğer insanoğlu hayvanların çıkarlarını ciddiye almış olsa, sırf etlerinin tadı hoşuna gidiyor diye her yıl milyonlarca hayvanı öldürmüş olmaz, kendi yaşam koşulları iyileşsin diye onları acı verici deneylere tabi tutup, korkunç acılar içinde ölmelerine göz yummazdı. Zevk yahut statü için onların derilerini soyup bundan büyük kazançlar elde etmez, hayvan derisi giymeyi bir övünç saymazdı. Onları rodeo, sirk gibi eğlencelerde gösteri unsuru olarak kullanmazdı.

Sorgulama zincirinden Bentham gibi faydacılar ve onların hissetme yetisi argümanı da nasibini alıyor. Bentham hayvanlara acı çektirilmesini ve kötü muameleye etik yönden karşı çıkıyordu ama onların mal olmasını sorguya çekmiyordu. Bu nedenle de insanların çıkarlarıyla hayvanlarınkinin uyuşmazlığını göremeyerek, bu iki çıkar arasında bir denge noktası olan İnsanca muamele önermesini kullanıyordu. Bu ise sorunun asıl kaynağını yani hayvanların insanların çıkarları için kullanılan bir mal olduğu olgusunu gizlediğinden hiçbir işe yaramıyordu.

Hayvanlar hakkında söylediklerimiz ile gerçekte onlara uyguladığımız muamele arasındaki derin tutarsızlığın nedeni hayvanların bizim için mal statüsünde olmalarıdır. Hayvanlar sahibi olduğumuz ve mal sahipleri olarak onlara vermeyi uygun gördüğümüz değerden başka değere sahip olmayan metalardır. Hayvanların mal statüsü, insanca muamele ilkesinin ya da hayvan refahı yasalarının gerektirdiği varsayılan her tür tartıya vurma işlemini anlamsız kılar, çünkü bizim gerçekten tartıya vurduğumuz, malları olan hayvanların çıkarları karşısında mal sahiplerinin çıkarlarıdır. Böyle bir tartının ibresinin hiçbir zaman değilse bile nadiren hayvanlardan tarafı göstereceğini kabul etmek için de öyle aman aman bir mülkiyet hukuku ya da iktisat bilgisi gerekmez. Biri size otomobilinizin ya da kol saatinizin çıkarlarını kendi çıkarlarınızla tartıya vurmanızı önerse, gayet yerinde bir tepkiyle bu öneriye saçma gözüyle bakarsınız. Otomobiliniz ve kol saatiniz sizin malınızdır. İkisinin de ahlaken önemli çıkarları yoktur; mal sahibi olarak onlara biçtiğiniz değerden başka bir değeri olmayan birer eşyadan ibarettirler. Hayvanlar, sadece mal olduklarından, genellikle çıkarlarını yok saymamıza ve ekonomik bakımdan kârlı olduğunda onlara en korkunç acı ve ıstırapları çektirmemize veya öldürmemize izin verilir.

Tüm bu çarpıklıklara karşı verilecek tek cevap, haklar değil özgürlüktür. Hayvanlar ancak özgür olduklarında gerçekten kurtulurlar ve acıları son bulur. Bu noktada Francione, diğer etik felsefecilerden kalın bir çizgiyle ayrılıp, bir yerde derin ekolojistlerle buluşur. Çünkü Francione için özgürlük bir içsel değerdir. Malum, derin ekoloji de bizden doğanın haklarını tanımamızı, ya da doğayı sevmemizi, doğaya karşı insanca bir muamelede bulunmamızı falan talep etmez. Doğanın insanın çıkar ya da istemlerinden bağımsız, başka bir şeylerle kıyaslanamayacak kendinde bir değer taşıdığını, bu nedenle doğayı kendi yolunda ilerlemek için serbest bıraktığımız da doğanın kendi yolunu bulacağını söylerler. Hatta insanın doğanın yolundan çekilmesinin yeterli olacağını, doğanın kendini onarabileceğini söylerler. Bunun içinde 'öteki'lerin yani doğadaki canlıların nüfusunun artabileceğini, ama insanın kendi nüfusunda fedakârlık yapmasını savunurlar.

Francione de özgürlüğün bir içsel değer olduğunu belirtir. Tam da bu şekil de, bir özgürlük hakkı, başkalarının bu çıkara yükledikleri değerden bağımsız olarak özgür olmaktaki çıkarımızı korur. Bu bağlam da hayvanların da özgür olmasının kıyaslanacak bir yönü yoktur. Özgür olmak hayvanların çıkarınadır o kadar.

Bu bağlamda Hayvan Haklarına Giriş alışageldiğimiz hayvan hakları kitaplarından farklı bir düşünceyi merkeze alıyor. Bu düşünce 'özgürlük' olgusunu merkeze koyarak etik tartışmalarında bambaşka bir kulvar açıyor. Francione'yi farklı kılan ise onun solcu bir hayvan özgürleşmecisi olması. Sosyalizmin eşitlik ufkunu insan dışında doğru genişleterek, bir anlamda çağdaş solun başka alanları da düşünsel yönden zenginleştirmesinin önünü açıyor. Ortaya sürdüğü argümanlar insan hakları, toplumsal özgürlük gibi konulara da genişlemeye elverişli.

Son olarak, Türkiye yazılı kültürle barışık olmayan bir toplum bu da onu medyatik gösteri tarafından mıknatıslanmaya çok açık bırakıyor. Şöyle ya da böyle hayvan hakları söylemini dilinden düşürmeyen birçok 'hayvansever' var. Ama genel olarak okumadığımız için hayvan hakları konusunda da okunması çok önemli olan bu kitaplara gösterilen ilgi yayıncıların cesaretini kıracak kadar az. Herhalde hayvanseverlerimiz bu konu üzerine düşünmek yerine TV'lerdeki köpek yarışmalarını izlemeyi tercih ediyorlar.

Hayvan Haklarına Giriş - Çocuğunuz mu Köpeğiniz mi?
Gary L. Francione, Çeviren: Renan Akman, Elçin Gen, İletişim Yayınları, 2008, 328 sayfa

Radikal Kitap, 28.3.2008