Camilerin Ekonomi Sistemi
Pierre Bourdieu, Pratik Nedenler (2015) adlı kitabında geçen “Piskoposların gülüşü” alt başlığı altında kısa ve öz olarak “piskopos/kilise-ekonomi ilişkisi” diyebileceğimiz bir değerlendirme sunmaktadır. Bourdieu her zamanki gibi değerlendirmesini pratikler üzerinden ve kendisine özgü kavramlarla geliştirmektedir. Ben de bu yazıda Bourdieu’nün bu konuda söylediklerine çoğunlukla paralel olarak “cami/imam-ekonomi ilişkisi”nin bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağım. Bunu da yine Bourdieu’nün söz konusu yazısında geçen bazı kavramlar -bağış ekonomisi, Kardinal Şantiyeleri, sosyal sermaye gibi- ışığında ele alacağım. Her ne kadar bunlar (cami ve kilise) arasında bazı sui generis (kendine has) farklılıklar olsa da müşterek birçok noktalara sahip olduğu söylenebilir. Her şeyden önce, her ikisi de dinsel ritüel ve pratiklerin icra mekânlarıdır ve her ikisi de intisap ve aidiyet duygusu üzerinden inananları cem etme (toplama), yönlendirme ve habituslar (yatkınlıklar) oluşturma fonksiyonu görmektedir. Bununla birlikte cami görevlisi ile kilise görevlisi de dinsel ve sosyal anlamda öz olarak aynı “kutsal görev”i yerine getiren “kutsal ve seçilmiş” insanlar kabul edilir. Örneğin bu “kutsallık”tan dolayı savaşta her ikisi de “dokunulmazlık” hakkına sahiptir. İşte bu yazı, cami/cami görevlisi ile kilise/kilise görevlisi arasında var olan müşterek paydalar göz önünde bulundurularak Bourdieu’nün mevzubahis değerlendirmesi üzerinden kaleme alınmıştır. Tabii bu yazıda ele alınan konunun sadece Türkiye ile mahdut olduğunu da özellikle belirtmek isterim.

*****

Pierre Bourdieu mevzubahis değerlendirmesine şu ifadelerle başlar:

“Dinsel girişim, özünde, kapitalizm-öncesi ekonomi çözümlemesinden çıkarsadığım ilkelere uyar. Çehre değiştirmiş bir biçimini oluşturduğu (özellikle de kardeşçe mübadele modeli bağlamında) ev ekonomisi örneğinde olduğu gibi, sunak, gönüllülük fedakârlık ekonomisinin çelişkili özelliği günümüz Katolik kilisesinde özellikle görünür bir biçimde ortaya çıkar” (Bourdieu, 2015: 193).

Bourdieu’nün buradaki “kardeşçe mübadele modeli” dediği bağlam üzerinden yaptığı “ev ekonomisi” benzetmesi ile “sunak, gönüllülük, fedakârlık ekonomisi” dediği özelliklerin “imamlar/camiler” için de geçerli olduğu söylenebilir. Hatta camiler, “Beytullah” (Allah’ın evi) olarak kabul edilmesi hasebiyle bu konuda daha bir “radikalliğe” sahiptir. Nitekim bu tema ile kendisine daha aşırı ve sorgusuz-sualsizlik içeren bir “sunak, gönüllülük, fedakârlık ekonomisi” sağlayabiliyor. Camiler/imamlar sahip oldukları dinsel ve buna bağlı olarak da sosyal statüleri dolayısı ile hem manevi hem de maddi bir ekonomi kazanç elde edebiliyorlar. Şimdi cami görevlileri olarak imamlar konusuna geçmeden önce kısaca “cami ekonomisi”ne değinelim.

Cami Ekonomisi

Camilerin gerek inşaat süreci gerekse inşaat sürecinden sonra kendisine yapılan hizmetler, Bourdieu’nün “sunak, gönüllülük, fedakârlık ekonomisi” dediği ekonomi üzerinden yürür. İnşaat sürecinde, caminin inşa edileceği arsadan gerekli olan bürokratik işlemler, inşaat malzemeleri ve işgücüne kadar hemen hemen her şey söz konusu ekonomi ile sağlanır. Bourdieu’nün Fransa’daki dinsel yapıların inşaatıyla yükümlü olan girişim için kullandığı “Kardinalin Şantiyeleri” ifadesi, burada cami inşaatı sürecinde kurulan “mikro şantiyeler” üzerinden “Cami Şantiyeleri” olarak kullanılabilir. Bu “Cami Şantiyeleri”nin “Kardinalin Şantiyeleri”nden tek farkı, kurumsal olmayışıdır belki. Yoksa camilerin inşaat sürecinde de “Kardinalin Şantiyeleri”nde olduğu gibi gönüllü personeller ve işçiler çalışmaktadır. Tabii “Kardinalin Şantiyeleri”nde Bourdieu’nün belirttiğine göre emekli politeknikler, hukuk profesörleri vb. kişiler zamanlarını ve uzmanlıklarını karşılıksız olarak hizmete sunmaktadır. “Cami Şantiyeleri”nde böyle meslek gruplarından işgücü anlamında gönüllü olarak çalışanlar yok denecek kadar az olsa da, maddi destek sağlama konusunda rolleri yok değil. Özellikle herhangi bir dinsel cemaat, tarikat veya grupla ilişkili olan profesörlerden siyasetçilere, hekimlerden hukukçulara, mühendislerden eczacılara, öğretmenlere kadar birçok meslek grubundan bireyler, bu maddi destek sağlama sürecine aktif ve “gönüllü” olarak “fedakârlık” ve “bağış” yaparak katılabiliyorlar. Bununla birlikte özellikle esnaflar ve tüccarlar arasında dolaşmak suretiyle toplanan “bağışlar”, cuma günleri “Allah rızası için camiye yardım” nidasıyla toplanan yardımlar, ramazan ayında toplanan zekât ve fitreler ile kurban bayramında toplanan kurban derileri de “cami ekonomisi”nin önemli maddi kaynakları arasında yer almaktadır.

Örneğin Urfa'da gayrimenkul alım satım işiyle uğraşan ve aynı zamanda büyük arazilere sahip olan bir vatandaş, yaklaşık 1.500 metrekarelik bir arsasını cami yapımı için “bağış”layabilmiştir. Bu vatandaş, arsasını “bağışlamak”la kalmamış, bunun yanında cami inşaatı için gerekli tüm işlemlerin, malzemelerin ve işgücünün maddi boyutunu da bizzat kendisi karşılamıştır. Yaptırdığı camiye kendi ismini veren bu vatandaş, caminin yanında cami imamı için bir lojman ile bir taziye evini de her şeyiyle kendisi yaptırmıştır. Aynı zamanda yaptırdığı caminin yanında bulunan kendi dükkânlarının kira gelirlerini söz konusu caminin giderleri için “bağış”lamaktadır. Yine Urfa'da Nakşibendi tarikatı adına inşa edilecek bir cami, medrese ve taziye evi için bu tarikatın mensubu bir vatandaş tarafından 1.600 metrekare arsa “bağış”lanmıştır. Bu da yaklaşık olarak 3-4 milyon TL (eski deyişle trilyon) etmektedir.

Aynı zamanda bu “bağış” meselesinin bazı Kur'an ayetleri ile peygamber hadisleri üzerinden teşvik edildiği ve meşrulaştırıldığı söylenebilir. Örneğin Türkiye Diyanet Vakfı'nın resmi web sitesinde yer alan “bağış” bölümünde ayrı olarak “Camilere Yardım” seçeneği bulunmaktadır. Burada camilere yapılacak bağışlar için miktar olarak sadece üç seçenek var: 100 TL, 350 TL, 650 TL. Yani her cuma günü söylenen “kimin gönlünden ne koparsa” ifadesine, serbestisine ters bir durum söz konusu. “Camilere Yardım” seçeneği seçildiğinde alt kısımda Tevbe Suresi'nin 18. ayeti ile başlayıp cami yaptırmaya teşvik eden “propagandist” bir açıklama yer almaktadır. Açıklamada camilerin “bir ülkenin, Müslüman ülkesi olmasının mührü ve tapu senedi niteliğini taşıdığı” ve “Kâbe’nin birer şubesi konumunda bulunduğu” vurgulanmaktadır. Son olarak açıklamada bir peygamber hadisine (amel defterinin kapanmaması hadisi) atıfla ve camilerin sosyal işlevine yapılan vurguyla şu ifadeler yer almaktadır:

“Yeryüzünde bir eser bırakmak ve öldükten sonra da amel defterinizin kapanmaması için gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yapacağımız cami inşaatlarına katkı sağlayabilirsiniz. Müslüman kardeşlerimizin bir araya gelerek Rablerine niyazda bulunacakları, birlik ve beraberlik duygularını pekiştirecekleri camiler inşa etmek için yardımlarınıza talibiz.”

Bütün bunlarla birlikte caminin bozulan herhangi bir cihazının yapılması (klima gibi), hasar gören bir parçasının onarılması (camın kırılması gibi) veya yenilenmek üzere bir kısmının ya da tamamının tadilattan geçirilmesi durumları ile bu sürece bir süreklilik de kazandırılmaktadır.

Türkiye Diyanet Vakfı'ndan bahsetmişken, camilerin yapımı ve bakımı için önemli oranda bir “dernekleşme”nin de söz konusu olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim bir sitede yer alan 15 Şubat 2014 tarihli bir habere göre Türkiye'de 35.000 “Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği” var.

Bu derneklerin tüzüklerine bakıldığında daha çok ekonomi temelli amaçlara sahip oldukları görülmekte. Bu derneklerden biri “Selametli Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği”dir. Gölbaşı/Ankara merkezli olan dernek, tüzüğünün ikinci maddesinde “Derneğin amacı; Ankara İli Gölbaşı İlçesi Selametli Mahallesi’nde Cami ve Kuran Kursu yaptırılması ve yaşatılmasıdır,” ifadesine yer vermektedir. Derneğin bu amacını gerçekleştirmek için belirttiği maddeleri arasında “ekonomi merkezli” şu maddeler de yer almaktadır:

“2.4. Amacın gerçekleştirilmesi için sağlıklı bir çalışma ortamını sağlamak, her türlü teknik araç ve gereci, demirbaş ve kırtasiye malzemelerini temin etmek,

2.5. Caminin yapılabilmesi gerekli şartların oluşması adına; mimari proje çizdirir, teknik işleri takip eder, etüt ve planlama yapar, gerekli ruhsat işlerinin takibini yapar. İlgili kurumlarla yazışmalar yapar, işbirliğine gider ve teknik kurul oluşturabilir.

2.6. Caminin müştemilatı kapsamında eğitim, sağlık ve sosyal tesislerin imar, bakım, onarım ve işletmesini yapmak,

2.7. Cami imam ve müezzini için lojman yapmak ve bunun için ihtiyaç duyulan arsa ve gayrimenkulü satın almak ve inşaatını yapmak veya kiralamak,

2.8. Kur’an Kursu yapmak ve bunun için ihtiyaç duyulan arsa ve gayrimenkulü satın almak ve inşaatını yapmak veya kiralamak,

2.9. Cami inşaatının tamamlanmasından sonra, caminin her türlü eksiklerini giderir, ek yapılar yapabilir ve devamlı bakımını yapar.

2.10. Derneğin amacına uygun faaliyetler doğrultusunda gerekli taşınır ve taşınmaz mallar satın alır, kiralar. Taşınır ve taşınmaz mallar üzerinde her türlü hakları koydurabilir, işletebilir ve her türlü inşaatı yaptırabilir.”

Bütün bu maddelerde sayılanların ve daha fazlasının bir “ekonomik kaynak” gerektirdiği inkâr edilemez. Dernek, bunun önemli bir kısmını da Bourdieu'nün ifade ettiği “bağış, gönüllülük, fedakârlık ekonomisi” üzerinden temin etmektedir.

Bunun yanında bu tür dinsel ekonomik ve üretim ilişkilerin Bourdieu’nün ifade ettiği gibi “aile ilişkileri modeli”ne göre sürdürüldüğü söylenebilir. Zira bu ilişkilere “(tıpkı ailede olduğu gibi) gönüllülük mantığı aracılığıyla, bir manevi akrabalık ya da dinsel ilişki çehresi” yüklenmektedir. Yani tüm inananlar bir aile ve camiler de inananların “ortak mekânı” kabul edildiğinden dolayı buradaki ilişkiler de “aile ilişkileri modeli” biçiminde yürümektedir. Örneğin camilerin süslenmesi, bakımı ve temizlenmesi -camilerin her hafta temizlendiği göz önünde bulundurulursa ciddi bir ekonomik kazanç sağlanmakta- mevzubahis “aile ilişkileri” mülahazasıyla yapılmaktadır. Nitekim camileri temizleyen ve bakımıyla uğraşanlar -Bourdieu kilise için de aynı örneği veriyor- açısından bir emek, “özgür biçimde rıza gösterilen bir para ve zaman bağışı” söz konusudur. Belki de bu “aile ilişkileri modeli" üzerinden Bourdieu’nün deyimiyle, “Hem pratik hem de simgesel olarak, sömürü ilişkileri dâhil olmak üzere tüm toplumsal ilişkiler örtmeceleştirilmektedir.”

Bununla birlikte bu “bağış, gönüllülük ve fedakârlık”, bireye hem “Allah katı”nda hem de soysal olarak bir statü ve ayrıcalık da sağlamaktadır. Tabii inanan bunu “Rıza-i İlahi”, yani Allah rızası için yapmaktadır. İşte bu “Allah rızası” teması ayrı bir “aşkınlık”, hatta “zorunluluk” sunmaktadır. Çünkü “Allah rızası”, “asıl gaye”dir. Her şey bu gaye için yapılmalıdır ve bu gaye için ne yapılırsa “mübah”tır. Burada bir tür “dinsel/ilahi makyavelizm” söz konusu. Bu da Bourdieu’nün “kişinin kendisini bir tür aşkın varlığa sunması” dediği “bağış ekonomisi”ne tekabül etmektedir. Bu konuda son olarak, belki de özet diyebileceğimiz şu önemli hususu dile getirmeden geçemeyeceğim. Bu durum, inanan birey için eldeki “ekonomik sermaye”nin bir tür “ilahi sermaye” ile “sosyal sermaye”ye dönüştürülmesi ya da bunun için araçsallaştırılmasıdır. Ancak cami için tam tersi bir durum söz konusudur. Yani cami, bireyin inandığı ve kazanmak istediği “ilahi sermaye” ile “sosyal sermaye”yi araçsallaştırarak kendi lehinde bir “ekonomik sermaye”ye dönüştürmektedir.

Homo Economicus Olarak İmamlar

Bourdieu’nün kilise görevlisi için kullandığı “az ya da çok gizli bir homo economicustur” ifadesi cami görevlisi için de kabul edilebilir. Evet, belki cami görevlisinin ücretinin görev yaptığı -özellikle de taşralarda yer alan- camilerdeki cemaat tarafından ödendiği dönemde bu homo economicusluk durum mutlak olarak söz konusu değildi. Nitekim cami görevlisi bu dönemde, cemaatsel ibadetlerin yerine getirilmesinde daha “samimi, içten, muttaki, ihlaslı” biri olarak kabul görüyordu. Bu dönemde imamda da “günlük geçimini sağlayacak kadar bir ücret almak yeterlidir” düşüncesi hakimdi. Yani hem inanan bir birey olarak hem de “inandırma” gibi bir işlevi olan imamın, bu dönemdeki “asıl gaye”si de her inanan gibi “Allah rızası” idi. Ancak imamlığın bürokratikleşmesi diyebileceğimiz dönemle birlikte “Allah rızası” olan bu “asıl gaye”, yerini daha çok “ekonomi rızası”na bıraktı. Bu yeni dönemde cami görevlilerinin toplumda, daha çok aldığı ücrete bakan, maaşının ödenmemesi halinde camiye ve cemaate bile uğramayacak kişiler olarak algılanmaya başladığını ve öyle kabul edildiğini söylemek mümkün. Ekonomik determinizm anlayışına dayalı olarak cami görevlisinin geçimini sağlamak için yaptığı iş, verdiği emek dolayısıyla bir ücret alma hakkı olduğu söylenebilir. Fakat yaptığı işi, salt bürokratik bir iş olarak görmesi ve dört gözle ezan ve namaz saatini beklemek yerine “ay başını” beklemesi ister istemez kendisini homo economicus birey haline getirebilmektedir. Yine, hayatının merkezine yaptığı işin kutsallığından, dinsel ve sosyal öneminden ziyade, aldığı maaşı koyması ve görevinin kutsiyetini unutup onu bir ekonomik araç olarak görmesi ve kullanması bu homo economicusluk durumu daha da görünür kılabilmektedir. Elbette cami görevlisinin homo economicusluğu sadece bir bürokrat olarak elde ettiği bu maddi ücretle sınırlı değil. Aynı zamanda okutmanlığını yaptığı öğrenciler ile “sorumlusu” olduğu cami cemaatinden de gerek maddi gerek manevi bir ekonomik kazanç elde edebiliyor. Tabii bunu da “bürokrat” vasfı üzerinden değil, yerine getirdiği “kutsal görev” üzerinden sağlıyor. Cami görevlisi cenaze yıkama, nikâh kıyma, sünnet törenlerinde ve taziyelerde mevlit okuma gibi pratikler üzerinden de kendisine önemli bir ekonomik kazanç sağlayabilmektedir. Yine bu pratikleri, ifa ettiği “kutsal görev” üzerinden sahip olduğu ayrıcalıklı konumu itibarıyla yapmaktadır. Hemen hemen her “devlet memuru” için olduğu gibi cami görevlileri için de yukarda değindiğimiz gibi inşa edilen camilerle birlikte lojmanlar yapılmaktadır. Yani hemen hemen her caminin yanında imam için bir lojman bulunmakta. Bu da imamın en azından kira gibi önemli bir maddi külfetten kurtulmasını sağlayabilmektedir. Cami görevlisi, Bourdieu’nün de yazısında değindiği -tabii kiliseye özgü hac anlayışı- hac meselesinde de hem manevi hem de maddi bir ekonomik ayrıcalığa sahiptir. Hac organizasyonlarında görevli olarak yer alan imamların her ne kadar bir “bürokratik görev”i yerine getirdiği sanılsa da gerçekte “dinsel vazife” gerekliliğinden inananlara eşlik etmektedir. Bunu da herhangi bir “maddi ekonomik bedel” ödemeyerek yaptığı için ayrı olarak bir “maddi ekonomik kazanç” sağlamaktadır. Bununla birlikte Bourdieu’nün ifadesiyle “dinsel oyuna katılır” ve yaptığı dinsel hizmet işinin diğer bürokratlarınkiyle bir tutulmasını reddedebilir.

Netice olarak, (tabii eksik olmakla birlikte) Bourdieu’nün ifade ettiği gibi “Dinsel girişimin gerçeği aslında iki gerçeğe sahip olmasıdır: Biri ekonomik gerçek, diğer ise ilkini yadsıyan dinsel gerçektir.” Dinsel girişimin en önemli iki kurumu olan camiler ve imamlık da bu gerçekliğin en iyi şekilde tezahür ettiği alanlardandır. Nitekim her iki kurum da yukarıda değindiğimiz “asıl gaye” teması ile ekonomik boyutu sürekli yadsır. Ancak bunun, “kendi lehine” dönüştürülen bir yadsıma olduğu görülmektedir. Yani her iki kurum, kendi sürekliliklerini sağlamak adına dayandıkları “ekonomik sermaye”yi elde etmek için bizzat “ekonomik sermaye”nin kendisini sürekli yadsımaktadır. Bunu da “kısmen kendilerinin oluşturduğu ilkelere (‘inancı’ oluşturan yatkınlıklar) dayanarak” yapıyorlar. Yani her iki kurum, sahip oldukları “manevi iktidar” ile inananları yönlendirerek onlara bir “ilahi sermaye" ile “sosyal sermaye” sunup ellerindeki “ekonomik sermaye”yi alabiliyor. Bunun yanında bu yazıda Bourdieu'den ilhamla ekonomik boyutu ele alınan cami ve imamlık kurumunun, salt bu boyuttan ibaret olmadıkları unutulmamalı. Sosyal, siyasal, kültürel, eğitim hatta militarist (örneğin her cuma orduya ve askerlere dua edilir) boyutlara da sahip çok yönlü kurumlar olduklarını özellikle vurgulamak gerekir.
Bourdieu, P. (2015). Pratik Nedenler. Çev. Hülya Uğur Tanrıöver, İstanbul: Hil Yayınları.