2. Ulus Baker Buluşması

2007 yazında kaybettiğimiz Ulus Baker’i anmak ve ilham ettiği tartışmaları geliştirmeyi hedefleyen buluşmaların “Montaj” temasına odaklanan ikincisi 9-11 Ekim 2009 tarihlerinde

Ankara’da İnşaat Mühendisleri Odası’nın Necatibey Caddesi 57 numaradaki toplantı salonunda yapılacak.

“HER ŞEY MONTAJ” - ULUS BAKER

Ulus Baker yaşamının son yıllarında “montaj” kavramı üzerine yoğunlaşmıştı. Bu kavramdan heyecanla bahseder, “herşey montaj” derdi. Televizyonun uzaktan kumandası ile yapılan kanal değiştirmenin bile, en basit anlamda, montaj olduğunu söyler, yaşamın her alanına montajın yayıldığını iddia ederdi.

1.

Montajı basitçe parçaların/sekansların arka arkaya getirilmesi olarak görmekten ötede bir ele alışı vardı. Ulus Baker düşünmeyi, yazmayı giderek bir montaj edimine dönüştürmekteydi. Böylelikle tartıştığı meseleler, kuramsal çerçeveler, yaşamsal pratikler arasındaki katmanları bir araya getirmenin yollarını arıyordu. Yazı yazmanın kendisine montaj olarak görüyor, montaj biçimleri ile düşünme biçimleri arasında bir niteliksek sıçrama yaparak yeni sentezler ortaya çıkarıyordu. “Yüzeybilim: Fragmanlar” metninin başında Deleuze’den alıntıladığı parçada, bu yeni montaj kavrayışını hisettirir bize; ele aldığı tüm meseleleri tek bir eşdeğerlilik düzlemi üzerinde değerlendirmeye girişir. Bu işi nasıl yapacağını Deleuze’den ödünç alarak şöyle aktarır:

Bir düzlemden ötekine, ardından ilişkiler, şebekeler ortaya çıkacak, öyle ki bu düzlemler arasındaki farklar daha iyi anlaşılacak --demek ki her şeyi tek bir düzlem üzerindeymiş gibi ele alacağız: bir şeyler yapmakta olan biri... bir şeyi ele geçirmeye, fethetmeye çıkmış bir göçebe... Bütün bunları tek bir ekrana yansıtmamak için hiçbir neden yok. Ama belli bir amaçla, çünkü bunlar kuşkusuz aynı şey değiller, ama hepsi arasında örülen dokuyu görmek gerekiyor. (Deleuze 14/5/73: Ders Notları: Organsız Beden)

Ulus Baker’in “montaj” mefhumuyla nereye varmak istediğini hissedebilmek için “Yüzeybilim” metninde ele aldığı meseleleri bir araya getiriş biçimine bakabiliriz: Bir yassılaştırma operasyonuyla “sadece diğerinin orada olup olmadığını teyit etmek üzere” yapılan “conative speech” (ki Ulus’a göre, bugünkü medyanın esasıdır) ile Kıbrıs’tan, babaannesinin dilinden ona kalan “beytambal” sözcüğünün, henüz kapanmamış anlam çerçevesi içinde, Kıbrıs’ın bugünkü durumuna tekabül edişini aynı düzlemde bir araya getirmeye çalışır. Bu metinsel montaj girişimine devam eder: Modern dans sanatnın kurucusu seçtiği Vastlav Nijinski’nin yazmakla dans etmek arasındaki özdeşliği fark edişini; bale-modern dans-müzik-cinsiyet-kadın/erkek bedenini birer mefhum olarak ele alışını, bunları dansa ve yazıya nasıl döktüğünü açıklar. Tüm bu katmanları topladığı düzleme Negri ve Hardt’ın İmparatorluk kitabına dair eleştirel bir okuma çerçevesini ekler ve sonra da Vertov’un filmik objesini oluşturan sloganı “jizn kak ona yest" (hayat nasılsa öyle) tartışır ve genelde sinemada, özelde Vertov sinemasında bunu ortaya çıkaran kurucu unsura “MONTAJ”a dikkat çeker...

2.

Duygular Sosyolojisi’ne doğru bir güzergah kurgulayan Ulus Baker, Vertovcu bir tavırla, hayatın görünür kılınmasının peşindeydi... Ona göre, “hayat bugün, özellikle "modernlik" adını verdiğimiz şeyi biçimlendiren cihazlarla birlikte manipüle edilir.” Hayatın manipülasyonu içinde sinemanın çok özel bir yeri vardır çünkü 20. yüzyılın ilk yarısında geliştirilen ve sinemanın temel manipülasyon formlarını teşkil eden montaj anlayışları ve teknikleri esas olarak pek değişmemişlerdir. Ulus Baker, bu bağlamda, bir yandan sinemanın yaşamı manipüle etme biçimlerini anlamaya (dolayısıyla “montaj”ı) anlamaya çalışırken, diğer yandan, derslerinde ve yazılarında, Vertov, Godard, Bresson gibi sinemacıların filmlerinde (ve yazılarında) yine bu manipülasyonlarla görünür kılınan hayatın gerçekliğini kavramaya, kavratmaya çalışıyordu… Ona göre, montajla üretilen gerçekliğin kavranması şarttı çünkü “gerçek elde edilmiş, el altında bir şey değil, üretilmekte olan bir şeydir.” (U. B., Nazi Sinemasının Sinegözü)

3.

Sinemanın “bizim olağan koşullarda göremeyeceğimiz bir takım şeyleri gösterebilen bir “göz”” olduğu söleyen Vertovcu yaklaşımı takip eden Ulus Baker, sinemayı bir düşünme aygıtı olarak görüyordu. Bu bağlamda, Eisenstein’ın da fark ettiği gibi, sinema montajdır ve Vertov’un “aralıklar teorisi” montajın farklı bir formülasyonu olarak ele alınmalıdır. Vertov’un aralıklar teorisine göre, “sinema "görünenlerle", yani imajlarla işlemek zorunda değil --başka bir deyişle Virginia Woolf'un çok güzel tasvir ettiği o "özetleme" imajlarıyla tiyatro yapmak, "göstermek" zorunda değil. Vertov formülünce esas önemli olan şey, iki imaj arasındaki o boş alandır ve her şey, sinematografi, orada kurulacaktır” (U. B., Bresson ve Transandantal İmaj).

İşte Ulus Baker, düşünme ve yazma biçimi olarak meselelerini ve onlara bir araya getiriş biçimleri arasındaki “aralıklara” (boş alanlara) yerleşiyor ve montajın kendisini bir düşünme, tartışma, yazma biçimi haline getiriyordu.

4.

Ulus Baker sinemanın “bizzat “analiz” edebileceği fikrinin belli bir oranda hor görüldüğünü” söyler. Edebiyatla beraber toplumsal tipler kurgulama, yaratma gücüne sahip olan sinema-cılar, özellikle de belgesel sinema-cılar, toplumsal tipleri (olayları, meseleleri) imajları üzerinden tasnif eder, yani “düşünürler.” Bu tasnifin, düşünmenin kendisine sinema jargı-onunda “montaj” denir. İşte, bu noktadan hareketle, Ulus Baker bize montaj hakkında şunları söyler:

Jean-Luc Godard montajın modern hayatın esası olduğunu söylüyordu: hayatımız, kentlerimiz, sınai üretimimiz, edebiyatımız, her şey modern hayatta ve ileri kapitalizmde montajdan başka bir şey değildir. Ama montaj en saf haliyle sinemada bulunur. Yani onun esası ve özüdür. Oysa ki sinema kendi özü olan montajı, başka bir deyişle modern dünyayı kavrayabilme konusundaki biricik ve temel şansını televizyon yararına çoktandır terketmiştir.

Böylece montaj sinemanın ötesinde daha derin bir mefhum olarak düşünülmeli. Montaj, yalnızca filmde değil, her alanda modernliğin (ya da diyelim modernlik sonrasının) temel düşünme biçimi ve tarzıdır. Başka bir deyişle, nasıl sosyal bilimci araştırma verilerinin tasnifi yapıyor, ilişkilerini oluşturuyor ve birtakım sonuçlara varıyorsa filmci de montaj aracılığıyla varoluşun bir imajını oluşturacaktır. Bu noktada sanat ile bilim arasındaki ayrımın keskinliği ortadan kalkarak her ikisi eş titreşime sokulabilir (U. B., Kanaatlerden İmajlara: Duygular Sosyolojisine Doğru).