AKP'nin Gezi Parkı'na Cevabı: Melih Gökçek

I.

Bir laboratuvar ortamında Türkiye tarihindeki gelmiş geçmiş tüm sağcı siyasetçilerin en bariz özelliklerini bünyesinde taşıyacak muhteşem bir sentez, kendinden öncekilerin zayıflıklarını aşan, seleflerinin sadece en iyi yönlerini bünyesinde barındıran süper-sağcı bir politik figür yaratmaya yönelik bir deney yapıyor olsaydık ve deneyimiz bir hesap hatasından dolayı kontrolden çıksaydı muhtemelen karşımıza Melih Gökçek gibi bir figür çıkardı. Ultra-pragmatik, ultra-pratik, ultra-popülist bir lider olarak Melih Gökçek, aslında bir aşırılığı temsil ediyor. Hatta şöyle söyleyelim: Türk sağının bütün hasletlerini en çıplak ve en aşırı haliyle bir arada bünyesinde toplayıp kitleye sunabilen birkaç liderden biri olarak Melih Gökçek, başlı başına bir aşırılık hali. Onun yanında sağ geleneğin diğer liderleri bile bir şekilde hep “mutedil” kalıyor. Menderes, Özal, Demirel gibi figürler Türk sağ seçmeni için Bach, Handel, Scarlatti (Lüzumsuz bilgi: Üçü de aynı yılda, 1685’te doğmuştur) ise, Gökçek siyaset sahnesindeki genel performansıyla Rammstein’a yakın duruyor. Abartılı olduğunu bilen ve bundan keyif alan bir aşırılık heyulası.

II.

Melih Gökçek’in siyaset yapma tarzı ve genel üslubu bize Türk sağının aşina olduğumuz isimlerini, ezberlediğimiz temalarını, varlığına alıştığımız pratiklerini anımsatsa da ondaki daimi aşırılık hali bizi her zaman şaşırtmayı başarıyor. Max Weber’in “Meslek Olarak Siyaset”te sözünü ettiği türden bir siyasetçi o: “Etkin olarak siyasete giren kişi, iktidarı ya başka amaçlara (idealist veya bencil) hizmet edecek bir araç olarak ya da ‘iktidar için iktidar’ diye, yani iktidarın verdiği önemlilik duygusunu tatmak için, ister.”[1] Başka amaçlar kısmınını bir kenara koyacak olursak, Gökçek’in özellikle twitter profili edindikten sonraki performansında çok açık bir motivasyon dikkatimizi çekiyor: Melih Gökçek, “iktidar için iktidar” istiyor. Peşinden koştuğu haz, sonsuz bir önemli olma vehminin bütün renklerini taşıyor. Önemli olduğunu bilelim istiyor. Sevenlerinin çokluğu kadar sevmeyenlerinin yekünüyle de gurur duyuyor aslında. Bunu bir “iş yapma”, “meyve verme”, “göz önünde olma” hali olarak görüp kendi büyüklüğünü düşmanının büyüklüğüyle ölçüyor biraz da.

AKP’yle ilgili her krizde öne çıkmaya çalışması ve kendini Başbakan’ın tam yanında konumlandırması Melih Gökçek’in bir “Süper İkili” olarak “Erdoğan & Gökçek” algısı yaratması çabasıyla da ilgili. Birikim’de daha önce yayımlanan bir yazıda “Ülkücü-milliyetçi hareketle İslâmcılığı otoriter-muhafazakâr ve devletlû bir vasatta birleştirmeyi hedefleyen bir hareket” olarak 1970’lerin Yeniden Milli Mücadele hareketi içinde sosyalleşen Melih Gökçek’in twitter performansı üzerinden iyice belirginleşen neo-popülist personasına dair şunlar söylenmişti: Yeri geldiğinde mensubu bulunduğu partinin genel başkan yardımcısı gibi, “tek kişilik bir parti” gibi inisiyatif alır. Fransa’daki Türk Günü ziyareti sırasında Abdulah Gül’ün yanında sakız çiğneyen Nicolas Sarkozy’inin benzer bir biçimde Ankara ziyaretinde uçaktan sakız çiğneyerek inmesine “içerleyen” Gökçek, hemen durumdan vazife çıkarıp Sarkozy’e “tokat gibi bir yanıt” verir: Onu uğurlarken büyük bir şevk ve mutlulukla, tüm dünya tarafından görülmesini istercesine büyük bir tutkuyla sakız çiğner. Böylelikle bir büyük vazife daha başarılmıştır: “(…) Onu yolcu ederken, arabadan indiğinde, uçağa binerken, daha sonra da havaalanından gönderirken sakızı bir an olsun ağzımdan çıkarmadım. Birisinin buna cevap vermesi lazımdı. Ben de diplomatik olarak buna cevabı verdiğimi düşünüyorum”.[2] Gökçek’in bu ilk diplomatik hamlesi değildir aslında ve bugünlerde görüldüğü gibi sonuncusu da olmamıştır. Örneğin Sarkozy’ye verdiği sarsıcı yanıtın yankısı sürerken attığı bir twitte “İngiltere’ye sırf Rahmetli Özal'a İngilizlerin uçakta sprey sıkmasını protesto etmek için bu güne kadar gitmediği”ni belirterek önemli bir hatırlatmada daha bulunur, İngilizlerin yıllardır çözmeye çalıştığı bu müthiş gizeme ışık tutar. Kah sakız çiğneyerek, kah balon patlatarak, kah belge açıklayarak, kah seymen kıyafetli dev Ankara kedileriyle misket oynayarak tavrını koyar, kendi varlığının altını çizer.

III.

Melih Gökçek’in, Gezi Parkı özelinde, twitterda trend topic olacak hashtag’ler üretmekten “olayların iç yüzünü” görüntülerle kanıtlamaya hasredilmiş Tv programlarına katılmasına uzanan süreçteki genel performansı işte bu paralelde düşünülmelidir. Eğer ortada Başbakan’ı hedef alan bir komplo varsa, Melih Gökçek de mutlaka bir yerden Erdoğan gibi hedef alınan lider olmak ister, buna dair bulduğu ne varsa kitleyle paylaşır. Hem önemli olma motivasyonundan vazgeçmez, hem partisini ve liderini savunma görevini sürdürür, hem de masum halkı aydınlatma görevini ifa eder. “Bize kimsenin gücü yetmez Allah’tan başka” diyerek duygulanıp göz yaşı döktüğü programda da, yine Gezi Parkı olaylarını değerlendirdiği ve “Türkiye’yi karıştırmak isteyen yabancılar”a “Kendim Ettim, Kendim Buldum” şarkısını gönderdiği kendi “ulusa sesleniş”i olarak görülebilecek, Twin Peaks’ten alınmış gibi duran video çalışmasında da aynı tutkunun izleri görülebilir.

/

Gökçek’in şarkılı-mesajlı videosundaki uzun gülümseme sekansını tamamlayan şeyin neredeyse 24 saat sonra katıldığı bir TV programında döktüğü gözyaşları olmasında daha yakından bakmamız gereken bir şeyler vardır belki. Belki de bu kısa geçiş anında; kendisini, partisini, liderini ve milletini hedef alan korkunç tehlikenin karşısında durmaya çalışırken ümit ve korku arasında salınan gerçek bir müminin adanmışlığı kadar bir eylem adamının samimi yorgunluğunu görmemiz gerekiyor. Belki sadece bu alanda hayli yetenekli bir ismin bir başka siyasal performansı bu. Belki zaten gülümseme ve gözyaşı arasındaki bu aşırılık yolculuğu söz konusu Melih Gökçek olduğunda şaşırtmamalı bizi. Hem zaten bir yandan CAPS LOCK ışıltılarıyla demokrasi mesajı vermek, bir yandan da kimin aslında kim olduğunu ve savcılığa nasıl ifade vereceğini ballandıra ballandıra anlatmak gibi farklı haller arasında gidip gelmek konusunda mahir birinden bahsetmiyor muyuz? Sınırları kendi çizdiği sürece bol bol “:))” işaretiyle seslenen, ancak sınırları ihlal edildiğinde agresifliğini hiç bir zaman saklamayan biri değil mi zaten burada sözünü ettiğimiz?

IV.

Gökçek’i tanımlayan şey biraz da bu uçları zorlayan müthiş enerjisine bitmeyen bir iddialı olma halini başarıyla iliştirmesidir. Hem kendi performansını değerlendirirken hem siyasal hasımlarının planlarını ifşa ederken hep iddialıdır. AKP’nin Gezi Parkı’na biçtiği “uluslararası komplo” esvabı Gökçek’in bu yönünü parlatmasına yardımcı olur ve artık iddiaları -25 Haziran 2013 Salı günü saat tam 15:00’da “dünyayı sarsacak” bir olay için “bütün işleri bırakıp” twitter’ın başına geçmemiz yönündeki duyurusunda gördüğümüz gibi- “dünyayı sarsacak” iddialara dönüşür. Korku filmlerinde aniden Latince konuşmaya başlayan insanlar gibi bir anda İngilizce twitler atmaya başlaması, twitter üzerinden bir “Hasip ile Nasip” tadı yakaladığı Ahmet Hakan’a “Have you swollen your tangue” türünden sorular yöneltmesi; Gezi Parkı’yla birlikte tekrar devreye soktuğu “hakikat savaşçısı” kimliğinin ve bu iddialı olma halinin bir uzantısıdır.

Yine bu halin bir devamı olarak mücadeleden, tartışmadan, birileriyle didişmekten hiç kaçmaz. Aksine bunu hep ister, rekabetten derin bir haz duyar. Muhtemelen, arada sırada kapatılmasını istese de, Cehape’nin olmadığı bir dünyada da, Ahmet Hakan’ın olmadığı bir memlekette de yaşamak istemez. Ona iddialarını kanıtlayacağı, kendini göstereceği rakipler gerekir zira. Dolayısıyla Melih Gökçek’e yapılacak en büyük kötülük; onu sadece kendi gibi düşünen insanların, milyonlarca başka Melih Gökçek’in, olduğu bir evrende tutmaktır. Gökçek, rakibi olmadan oynadığı oyundan zevk almaz. Maradona’nın futbol tutkusuna benzer bir siyaset tutkusu vardır onda, üzerinde takım elbisesi olsa da çamurlu topu göğsünde stop etmekten imtina etmez. Ancak oyuna olan tutkusu Maradona’yı anımsatsa da oyunu oynama biçimi Maradona’dan çok Andoni Goikoetxea’ya veya Claudio Gentile’ye yakındır.

V.

Gezi Parkı olayları için AKP’nin hakim bakışı olan “dış mihrak, faiz lobisi, bozguncular, Cehape zihniyeti” formülünü AKP’nin Gezi Parkı okumasının bir sonucu olarak görmek, onu bu yönde yapılmış özgün bir tespit olarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. AKP’nin Gezi Parkı’na bakışı, en mükemmel örneklerini Başbakan’ın retoriğinde gördüğümüz şekliyle, zaten hazırda bulunan ve başka türlü olaylara uygulanmış ve uygulanma potansiyeli olan bir formülün, “bu milletin asli temsilcileri olmayan bir grup seçkinci ve onların işbirliği içinde olduğu gayri milli güçler” ile “kandırılmış kitleler”in, Gezi Parkı olaylarına uyarlanmasından ibarettir. Gezi Parkı direnişinde hükümetin özgün tespitleriyle değil, Türk sağının kadim korkularıyla karşılaşırız.

/

Gezi Parkı hadisesi, Erdoğan’ın ve AKP çizgisindeki diğer aktörlerin zaten ömürleri boyunca iman ettikleri bir takım şeyleri onların gözünde doğrulayan bir çerçeve sundu. Melih Gökçek gibi isimleri bu süreçte bu kadar öne çıkaran şeyin AKP’nin olayları yorumlama ve sunma biçiminin tam da Gökçek’in içinden çıktığı ideolojik formasyonun nihai rüyasına, kusursuz bir düşman kompozisyonuna işaret etmesi olduğunu düşünüyorum biraz da. Bu “görevimiz tehlike” çağrısı ve heyecan duygusu, Gökçek’in pratik kaygılarıyla ve siyaset yapma biçimiyle kusursuz bir biçimde örtüşüyor. Bu haliyle Melih Gökçek’in Gezi Parkı’na dair söyledikleri ve yapıp ettikleri AKP’nin duruma bakışının en mükemmel örneğini teşkil ediyor. Bizatihi Gökçek, AKP’nin Gezi Parkı’na cevabı aslında. Zira Melih Gökçek’in Gezi Parkı olaylarının içinden kendine açmaya çalıştığı yolda AKP’nin bu sürece dair anlayamadıkları yatıyor.


[1] Max Weber, “Meslek Olarak Siyaset”, Sosyoloji Yazıları içinde, çev. T.Parla, İstanbul: Deniz Yayınları, 2008, s.141.

[2] Tanıl Bora-H.Bahadır Türk, “Bir Twitter Şöhreti Olarak Melih Gökçek”, Birikim, sayı 264-265, Nisan-Mayıs 2011.