Brexit: Britanya’ya Kış Erken Geldi

Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmak isteyen 17,4 milyon kişi, yani oylarını kullananların %36’sı, kamuoyu yoklamalarını altüst ederek birlikten yana olanları %3 gibi küçük bir oranla geride bırakarak referandum sonuçlarını belirledi. AB taraftarı, göçmenlerden yana, insan sevgisi dolu İşçi Partisi parlamenteri Jo Cox’un cadde ortasında bir ırkçı faşist tarafından katledilmesinin bile referandum sonuçları üzerinde etkisi olmadı. Nasıl organize edildiğine dair ve çıkan sonuçların yaratacağı yıkım etrafında Avrupa’nın her köşesinde tartışmalar yapılıyor ve daha uzun bir zaman da tartışılacağa benziyor.

Britanya ile AB arasındaki boşanma sıkıntılı olacak çünkü referandumdan çıkan ayrılma iradesi Avrupa için Berlin Duvarı’nın yıkılmasından çok daha büyük bir kargaşaya neden oldu. Kaostan çıkış için henüz herhangi bir strateji yok. 

Referandumun parlamentonun gündemine alınarak yeniden tekrar edilmesi için 4,4 milyon imza toplandı. Sonuçların bir kaza olduğuna dair şüphe çok az. Tam tersine, sonuçları belirleyen oldukça ciddi tarihsel ve sosyal nedenler var. Bugün değilse yarın Britanya zaten Avrupa Birliği'ni bırakacaktı. Kampanyanın örgütlenme biçimi bu kararın çok erken gelmesine neden oldu.

Referandumun örgütlenme biçimi

Brexit* aldatılan, hor görülen, ciddiye alınmayan milyonlarca emekçi ve hatta bazı etnik azınlıktan insanın oylarıyla üstün geldi. İngiliz ve Galler halklarının önemli çoğunluğu parti liderlerini, finans oligarşisini, iktidardaki Muhafazakâr Parti lideri Cameron'ı, Obama’yı cezalandırırken aynı zamanda N. Farage ve D. Trump gibi yalan yanlış konuşan, polemikçi, lafazan, yabancı düşmanı ve aşırı milliyetçi uyumsuzlar koalisyonuna güç verdi. 

Sosyal ve kültürel farklılığı olan sınıf ve gruplar, referandumda neden ayrılma yönünde irade belirledi?

Tarihsel, toplumsal ve politik faktörleri doğru okuyan politik elit, çalışan yığınların iradesini etkileyerek böyle bir sonucun oluşmasına nasıl yol açtı?

Tarihsel ve sosyal nedenleri özetlemeden önce referandumun nasıl örgütlendiğine bakarsak kampanya sürecinde kalmaktan yana olanları olumsuz etkileyen dezavantajları anlamak mümkün olabilir. Dezavantajlar dört kategoride toplanıyor: Aktörler, verilen mesajlar, göçmenler ve medya.

AB’den ayrılmayı isteyen cepheyi yönlendiren aktörler iyi satıcılardı. Michael Gove ve Boris Johnson inandırıcı konuşmacıydılar. Birlikten yana olanların sözcülüğünü Başbakan David Cameron ve onun maliye bakanı George Osborne yapıyordu. Çelişkili mesajları ve Panama skandalına karışmış olması Cameron’ın güvenilirliğini iyice azaltmıştı. AB’de kalmayı isteyen ancak kampanyaya az katılan ve her katıldığında Brüksel’i eleştiren İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’nin de fazla etkisi olmadı. Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan ve İskoçya Ulusal Partisi lideri Nicola Sturgeon gibi yerel liderlerin katkıları önemliydi.  Zaten Londra ezici bir çoğunlukla AB'de kalma yönünde oy kullandı ama ülke genelinde sonucu değiştirmeye sayısal gücü yetmedi.

Birlikten yana olanların verdikleri mesajlar da problemliydi. AB’de kalmayı anlatmak son derece karmaşık ve zordu. Referandumdan bir ay önce ayrılıkçılar ekonomi etrafında süren tartışmaları kaybetmişlerdi. ​Tartışmaların merkezi göçmenlere kayınca, ayrılıkçıların mesajları saldırgan bir nitelik kazandı. Muhafazakâr Parti lideri Cameron'ın gazetelere verdiği demeçler ve televizyon programlarındaki tartışmalarda ileri sürdüğü argümanlar ayrılma yanlısı seçmen tarafından inandırıcı bulunmadı.

İşçi Partisi ise aynı konuda ikiye ayrılmıştı. Bir yanda AB’nin serbest dolaşım politikasını olduğu gibi kabul edenler; Corbyn, Gordon Brown ve Hilary Benn, diğer yandan revize edilmesini isteyenler; parti başkanı, Tom Watson ve Ed Balls vardı. İşçi Partisi'ndeki çatlak seslere ayrılıkçıların yalanlar üzerinde kurduğu hikâyeler eklenince kalmak isteyenlerin oyları azaldı.

Britanya’daki medyanın AB’ye ne kadar kuşkuyla baktığını ve yabancı düşmanı olduğunu referandum bir kez daha doğruladı. BBC dahil hiçbir medya aracı, göçmenlerin Birleşik Krallığa bir tehlike oluşturmadığını ve ayrılmak isteyenlerin bu yöndeki iddialarının gerçekliğini ne araştırdı ne de yalanladı. BBC Avrupa yanlısı olduğunu gösterecek cesareti gösteremedi.

Kampanyanın kendisi baştan sona problemlerle, demagojilerle ve yalanlarla doluydu. Britanya’nın her hafta AB’ye 350 milyon pound ödemesi yalanların en büyüğü idi. Ve bu iddianın gerçek dışı olduğu bugün kabul ediliyor.

Türkiye’nin AB’ye hemen alınacağı kampanya boyunca sürekli anlatıldı. Ayrılmadan yana olan yalancı aktörler kendilerinin egemen elite karşı mücadele verdiklerine dair halkta bir algı yarattılar. Her biri milyoner olan Eton ve Oxford gibi çok pahalı özel okullarda eğitim gören bu lafazan elitistlere inanan çok oldu. Kamu harcamalarından 30 milyar pound kesileceğini, onların bu kesintilere karşı olduklarını ileri sürecek kadar abarttılar. 

Birçok sol, komünist, devrimci gruplar ve Londra’daki bazı toplum merkezleri de şaşırtıcı bir şekilde AB’nin emperyalist sermayenin uluslararası örgütü olduğunu işleyerek ayrılmadan yana ırkçılarla, ayrımcılarla, milliyetçilerle aynı safları paylaştılar. Amaçları farklıydı elbette ancak kazanan gericiler, ırkçılar oldu. Kaybedenler ise yine aynı: Solun, demokratların bilinen bileşenleri...

Brüksel’in eleştirdiği referandum sorusu ayrı bir problemdi. AB’den ayrılmak veya kalmak gibi çok karışık ve riskli sorunun cevabının konjonktürel olacağı kaçınılmaz. Nitekim öyle oldu. Gerçekte iki önemli sorun oylandı; “Kontrolü geri al” sloganı ile ulusal egemenlik ve göçmenlerin kontrolsüz gelişleri. Bunların ikisi de AB reformlarıyla çözülebilir.

Başta Yanis Varoufakis olmak üzere birçok sosyal demokrat, sosyalist parti AB’nin bu haliyle sürdürülemez olduğunu, demokratik bir Avrupa’nın kurulma zamanın gelip geçtiğini söylemelerine rağmen, işine gelmediği için Brüksel bunları duymadı. AB’nin 28 ülkesinden 17’sinde yabancı düşmanı sağ partiler ya iktidarda ya da ana muhalefette.

1930’lu yılların milliyetçiliği hızla güç kazanıyor. Bu referandum, enternasyonal demokratik globalizme karşı ne yazık ki milliyetçiliğin kesin fakat umalım ki geçici bir zaferidir.  

“Kontrolü geri al”

Evet, Brexit cephesini gerici politik elit yönlendirdi, ekonomik elit finanse etti, medya eliti ise ateşledi.  

Halkın göçmenlere ve ekonomik durgunluğa, sosyal kesintilere karşı tepkisi çok iyi kullanıldı. “Kontrolü geri al” sloganı halktan karşılık buldu. 

Bunun anlamı ulusal egemenliğin Westminster’ın kontrolünde kalmasıdır.

AB’nin ilerici dönüşümlerle demokratikleşmesi ve egemenliğin paylaşılması gündeme gelmedi. Milliyetçiler enternasyonal globalizm yönündeki herhangi bir dönüşümü boğmak istiyor.

Britanya’daki bu milliyetçi çıkışın tarihsel arka planını da gözden kaçırmamak gerek. 

Avrupa ile Britanya arasındaki tarihsel ilişkilere göre “Kontrolü geri almak” iki jeopolitik nedene dayanıyor:

Birincisi, AB “Almanya ve Avrupa’nın sorunlarını çözmek için dizayn edildi” tezi (B. Simms).

İkincisi, buna karşın “AB Britanya’nın problemlerine çözüm aramak için kurulmadı” tezi (B. Simms). Avrupa’yı Britanya dışında birçok iç ve dış güç tehdit etti. Bu nedenle uluslarüstü örgütlenmeye yönelmesi doğaldır.

1945’te başlayan Avrupa’nın bütünleşme süreci, Avrupa’yı, Almanya ve Sovyetlere karşı korumayı hedefliyordu.

ABD ve kısmen Britanya’nın aktif desteği ile başlayan bütünleşme zamanla Euro, Schengen seyahat bölgesi, ortak dış politika ve güvenlik politikası gibi uluslarüstü devlet aparatları oluşturarak politik entegrasyonu hedefledi. 

Buna karşın, “Britanya’nın birkaç yüzyıla varan Avrupa kıtasıyla ilişkileri İngiliz tarihçilerine göre kritik bir öneme sahip. Çünkü ülke sürekli kıtanın ideolojik ve stratejik saldırılarıyla karşılaştı” (B Simms). 16 ve 17. yüzyılda Katolik-Protestan çatışmaları, dinî reform hareketleri ve parlamenter özgürlüklere saldırılar hep kıta ülkelerinden geldi.

19. yüzyılda ise Napolyon’un tehdit ve işgalleri başlar.

İki dünya savaşında da Almanların işgalleriyle karşılaşan Britanya kıtada iktidar-güç dengesini koruyan bir politika izledi.

Avrupa ise problemlerini çözmek ve kendi içindeki savaşlara son vermek için formülü AB’yi kurmakta buldu. Britanya’da durum farklı gelişti. İngiliz ulusal egemenliğini tehdit eden Avrupa problemdi. Yönetici elit çözümü AB’de görmedi; Birleşik Krallığı (BK) kurarak karşı bir pozisyon aldı. Bu nedenle “Britanyalıların bir kısmı hiçbir durumda egemenliğini uluslarüstü bir güce devretmek istemiyor. Avrupa ile işbirliğini her zaman hükümetler arası bir ittifakla ve politik örgütlenmeye gitmeden sınırlı tutmak istiyor” (B. Simms). 

Fakat İngiliz finans oligarşisi milyonlarca insanın milliyetçi kimliğini paylaşmadı. Avrupa’ya liberalizmi ve sıkı para politikalarını ihraç eden kendisiydi. 80’lerden sonra AB’de liberal ekonomik politikaların uygulanmasında hükümetler arası ittifakta aktif rol üstlendi. Kıtada pazarını çalışan yığınların sosyal ve ekonomik kazanımlarını birer birer yıkarak genişletti. 

İngiltere ABD ve AB’yi de yanına alarak bölgesel savaşlarla milyonlarca insanı yurdundan göç etmesine neden oldu. Irak’ta, Libya’da, Yemen’de, Afganistan'da ve Suriye’de uzun vadeli sivil çözüm yerine yağdırdığı bombalarla, sayısız insanın hayatını söndürdü. AB’yi yöneten bürokratik elit uluslararası saygınlığını hızla kaybettiği böyle bir ortamda referandumda ağır bir darbe aldı.

BK’da ve AB’de finansal elitin çıkarları doğrultusunda çalışan liberal ekonomik sistem halka umut vermiyor. Pastayı büyüterek emekçi insanlara pay vermenin bir hayal olduğunu geniş yığınlar görebiliyor. Birleşik Krallık rantçıların, çalışmadan para kazananların, milyonlar değerindeki şirketi bir pounda satan Philip Green gibi arsız ve küstah patronların cenneti olduğunun farkında.

Küçük mahallelerde, toplumsal alanlarda var olan insani kültürel ilişkilerin yerini sermayeye alan açmak amacıyla oluşturulan küresel dükkânlar kültürü aldı.

Parlamento ve belediyeler paralize olmuş durumda. Kararlar başka yerde parayla para için alınıyor. Politik sistem daha da grileşmiş, kime oy verilirse verilsin aynı kişiler, aynı anlayış kazanıyor.

“İktidar, artık, aslında iktidar diye gösterilen yerden tamamen farklı yerlerde” (G. Monbiot). 

Brexit krizin başlangıcı. Avrupa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tarihinin en büyük krizine girmiş durumda ve bu daha başlangıç. Ya referandumda alınan sonuçlara üzülmek ya da krizi fırsata dönüştürmek gerekiyor. 17 milyon insan çıkan sonuçlara bakarak sevincinden havaya uçuyor. Birlikten yana olanlar ise hâlâ kâbusu atlatamıyor.

Brexit’in uluslararası tsunami etkisi

Brexit uluslararası ilişkileri altüst ettiği için Rusya’dan ABD’ye, Türkiye’den İran’a, İngiltere ve AB’ye kadar birçok ülkede etkisini hissettirecek.

Yabancı düşmanı ırkçı sağ blok büyük bir Britanya kurmak için referandumun önünü açtı. Fakat büyük ihtimalle Krallığın birliğini bile koruyamayacak. Şimdiden İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın ayrılma hazırlıklarına başladığı duyulmaya başlandı.

Britanya’nın ayrılması Almanya’nın uluslararası dünyadaki etkisini hızla arttıracak; kaynayan Ortadoğu dahil 30’dan fazla askerî operasyona katıldı. Britanya ABD’ye yakınlaşarak Alman-Fransız yakınlaşmasına karşı bir denge oluşturabilir.

Brexit AB’nin küresel aktör rolünü zayıflatabilir ve enternasyonal sistemde yeni bir güç kırılmasına neden olabilir.

Nükleer silahları olan Britanya’nın kaybedilmesi AB’nin caydırıcı etkisini azaltabilir.

BK, “ABD için Brüksel’deki beşinci koldu; NATO’daki ve Güvenlik Konseyi'ndeki sarsılmaz müttefikiydi” (D. Hanna). Her iki ülke arasında özel stratejik ve ticari anlaşmaların yapılacağını tahmin emek artık zor değil.  

Federal Rezerv alacağı farklı tedbirlerle BK ile ABD arasındaki mali dengesizliklere son verilebilir.

BK’ın ayrılmasından sonra otonom bir AB istemeyen ABD’nin elinin rahatlayacağı açık. Seçilecek yeni ABD başkanı AB’nin ekonomik, politik ve kimlik krizine düşmemesi için kontrolü elde tutmaya çalışacak. Rusya’ya uyguladığı abluka, Asya ve Çin’e yönelik stratejisi için gerekiyor.

“Türkiye 3000 yılından önce üye olamaz,” diyen Cameron’ın istifasından sonra Tayip Erdoğan rahatlayabilir.

Brexit aynı zamanda AB’nin Ankara’ya güle güle demesi anlamına geliyor. “Brüksel hiçbir zaman üyeliğe evet demeyecekti. Çünkü Türk malları Avrupa pazarında birçok ürünle rekabet edebilecek durumda” (D. Hanna). Onlar sadece Türkiye’nin Ortadoğu’da tampon olmasını istiyor. 

Brexit İran’ın nükleer anlaşmasını etkilemeyebilir fakat petrolün varil fiyatlarını 47'den 40 dolara düşürebilir, ekonomik durumunu düzelmesini zorlaştırabilir.

AB'nin Suriye iç savaşını sonlandırmak ve göçmen akınını durdurmak için İran’a ihtiyacı var. İran'ın Batı’ya ve dünya ekonomisine dönebilmesinin ancak AB ile mümkün olabileceğini biliyor.

İran'ın Shell ve BP ile ilişkilerini devam ettirebilmesinin yolu Londra ile de iyi ilişkilerini korumasına bağlıdır.

AB’deki iç kırılmalar Moskova’nın dünya politikasını düzeltip aktif rol almasıyla hızlandı.

“Anti-Rus politikası olan Britanya’nın ayrılması ve birlik merkezinin Almanya’ya doğru kaymasını Moskova olumlu görüyor” (D. Hanna).

Ancak zayıf bir AB’nin NATO’yu daha da güçlendireceğini gören Putin endişeleniyor.

AB’ye ve kalan 27 üyesine düşen görev, demokrasilerin bölündüğü totaliter rejimlerin tercih edildiği 30'lu yılların hatalarını tekrar etmemek, aynı zamanda 60’lardaki başarıları koruyup ilerleterek 21. yüzyılın zorlukları karşısında dik durmayı başarabilmektir. 

Emekten, barıştan, daha adil bir dünyadan yana olanların ısrarı da budur.


* “Britain Exit” – “Britanya Çıkış” kelimelerinin kısaltılıp AB'den ayrılmak isteyenlerin referandum kampanyasında kullandıkları isim.

Kaynaklar

G. Monbiot, 30 Haziran 2016, Guardian.

D. Hanna, 6 Temmuz 2016, El Publico.

Eduardo Febbro, "Brexit: La peor salida", Haziran 2016, http://nuso.org/articulo/brexit-la-peor-salida.

Nicolas Baverez, 4 Temmuz 2016, El Pais.

Segismundo Alvarez Royo-Villanova, 5 Temmuz 2016, El Pais.

B. Simms, 8-14 Temmuz 2016, New Statement.