OHAL Rejiminde İşçi Sınıfına Yönelik Yasalar

OHAL rejiminde bir yandan ülkenin demokratik zemini tahrip olurken bir yandan da işçi sınıfına dayatılan güvencesizlik uygulamaları hızla sürdürülüyor. OHAL rejiminde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler hukuk dışı uygulamalara kaynaklık etmeye devam ediyor.

Kamu personelinin sorgusuz sualsiz işten çıkarılması, Anayasa Mahkemesi üyesi hâkimlerin işten çıkarılması, hâkimlerin görevden alınması, işten el çektirilmesi, tutuklamalar, kapatılan sendikalar, basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması, kapatılan gazete ve televizyonlar kabul edilebilir uygulamalar değildir. Örneğin hiçbir hukuk devletinde siyasi iktidarın sendika kapatma yetkisi yoktur. Sendika kapatma usulü 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ve 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’nda bellidir. Ancak bağımsız yargı organın vereceği kararla sendika kapatılabilir.

Siyasi alanda baskı, şiddet ve otoriter yönetim anlayışı ile süren yeniden yapılanmaya, ekonomi alanında atılan adımlar eşlik etmektedir. Türkiye ekonomisinin içine girmiş olduğu büyümede gerileme sürecinin diyeti işçi sınıfına ödetilmek isteniyor.

Görülen o ki artık artan işsizliğin ve doların önlenemeyen yükselişinin sadece spekülatif nedenlere dayandırılması mümkün değil.

2001 krizi sonrası 2008’e kadar devam eden ithalata, tüketime dayalı adaletsiz ve hızlı büyüme 2008-2009 krizinde yerini daralmaya bıraktı. Krizden çıkışla birlikte 2010-2011 yıllarında çok yüksek hızla büyüyen balon ekonomi bugün artık patladı ve sürdürülemez hale geldi.

Ekonomik alandaki belirsiz ve geriye doğru bu gidişat, siyasi iktidarı daha fazla sermaye taleplerini ve gereksinimlerini karşılamaya dönük bir politika sürdürmesine neden oluyor. Halbuki ekonomik gelişme ancak üretim ekonomisinin kurulması, üretken yatırımların teşviki, üretimde bilim-teknolojinin temel alınması, gelir eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması, işçi ve emekçi kesimlerin refah düzeylerinin yükseltilmesi ile mümkündür. Bunun için ise neoliberal temelli küresel mali sermaye çıkarlarına göre yapılandırılan politikaların terk edilmesi gerekmektedir.

Ekonomik durgunlukla birlikte gerileme döneminin yaşandığı bu dönemde siyasi iktidar, taşerona kadro gibi seçim dönemlerinde vermiş olduğu sözleri unuturken, işçi sınıfının önemli bir kazanımı olan kıdem tazminatının fona devredilmesi çalışmalarını da hızla sürdürüyor. OHAL koşullarında Ulusal İstihdam Stratejisi’nde (UİS) açıkça belirtilen güvencesizlik uygulamalarının bir bir hayata geçtiğini görüyoruz.

Hükümet çalışma yaşamına dair değişiklikleri bir tür güvencesizlik paketi şeklinde ele almaktadır. Bu paketin özü ise ulusal istihdam stratejisinde yer almaktadır ve uzunca bir süredir bu strateji uygulanmaktadır.

OHAL Rejiminde İşçi Sınıfına Saldırıların Boyutu 

Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS)

2003 yılından itibaren güvensizleştirme ve esnekleşme çerçevesinde sürdürülen çalışmalarla işçi sınıfına saldırılar başladı. Bu kapsamda İş kanunu, İŞKUR kanunu, Borçlar Kanunu, SGK kanunu gibi birçok kanunda düzenlemeler yapıldı ve hükümet ile sermayenin yol haritaları ortaya kondu.

Şubat 2012’de kamuoyuna açıklanan ulusal istihdam stratejisi bugün işçi sınıfına dayatılan güvencesiz çalışma biçimlerinin teorik çerçevesini ve uygulama alanlarını ortaya koydu. 

UİS; işgücü piyasasının esnekleştirilmesi, işgücü maliyetlerinin aşağı çekilmesi ve rekabet piyasasının geliştirilmesi amacıyla IMF, Dünya Bankası ve işveren direktifleriyle hazırlanan bir belgeden öte, vahşi kapitalizmin Türkiye’deki yol haritasıdır. 

Bu yol haritası ile bugüne kadar esnekleşme, güvencesiz çalışma, sendikasızlaştırma uygulamalarına hız verilirken son yıllarda, özellikle otoriter rejimin pervasızlaştığı bu son günlerde, OHAL rejimi ile birlikte işçi sınıfına yönelik saldırıların da şiddeti katlanarak arttı.

UİS’te yer alan “yasal düzenlemesi bulunan ancak yeterli uygulama alanı olmayan esnek çalışma biçimlerinin uygulanabilirliği artırılacak ve mevzuatta düzenlenmemiş olan esnek çalışma biçimleri için yasal düzenlemeler yapılacaktır” ifadesi işçi sınıfına yapılacak saldırının da güzergâhını bizlere sunmuştu.

Zorunlu bireysel emeklilik sistemi tasarısının yasalaşması; Türkiye Varlık Fonu A.Ş’nin kurulması, kiralık işçilik ile ilgili kanun, yönetmelik ve uygulamalar, kıdem tazminatının bir an önce fona devredilme çabaları, taşeron şirket işçilerine verilen kadro vaadinin hükümetin programından çıkarılması, doğrudan sermaye gereksinimlerine dönüktür ve Ulusal İstihdam Stratejisinde belirtilen hedeflerdir.

Ulusal İstihdam Stratejisi Kapsamında Dayatılan Uygulamalar

Kiralık İşçilik

Özel istihdam büroları güvencesiz çalışmanın doruk noktalarından biridir. Özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma yetkisinin verilerek işçilerin köleleştirilmesini içeren kanunun etkileri henüz işçi sınıfı ve örgütlülüğü anlamında hissedilmemiş olsa da önümüzdeki dönemde özel istihdam büroları aracılığıyla artacak olan işçi kiralama; işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını köklü ve olumsuz bir değişikliğe uğratacaktır.

Türkiye’de bu çalışma biçimine “özel istihdam büroları” denilse de bu bürolar, Avrupa’da “Geçici İşçi Büroları”, Almanya’da “Kiralık İşçi Büroları” olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’de ise sendikalar bu yasaya “modern kölelik” yakıştırması yaptı.

Özel İstihdam Bürosu; iş sözleşmesi yaparak işçilerden devir hakkı elde edip onu istediği her yere, her işe, saatlik olarak bile kiralayabilecektir. Kısaca özel istihdam bürosu geçmişte dayıbaşı sistemi adı verilen bir sistemin yasal zemine oturtularak biraz şekere bulayıp daha acı bir şekilde işçilere çalışma koşulu olarak dayattığı insanlık dışı bir sistemdir. İşçinin yaşayacağı yabancılaşmanın en üst boyutudur. Bu sistemle firmalar, işçileri kadrolu veya sözleşmeli olarak kendisine bağlı çalıştırmak yerine, güvencesiz, iş güvenliği eğitimlerinden geçmeden, tam esneklik uygulaması ile çalıştırabilecektir. Bu çalışma düzeninde ise işçi için sendikalı, düzenli, kurallı bir işyeri hayal olacaktır.

Türkiye’de sendikaların örgütlenmesi işkolu esasına dayalıdır. Hal böyle iken özel istihdam bürolarında işçilerin farklı işlere verilmesi ile doğacak olan işkollarında farklılaşma, işçilerin sendikaya üye olma haklarını, toplu sözleşme haklarını, sosyal güvenlik haklarını rafa kaldırmaktadır.

Dünyadaki deneyimler kiralık işçi uygulamasının nasıl hızla yayıldığını ve kazanılmış tüm hakları nasıl gasp ettiğini net şekilde göstermektedir. Ülkemizde sendikalaşmanın önündeki engeller ve yüksek kayıt dışılığın varlığını koruyan çalışma koşulları ortadayken, üstüne hiçbir somut gerekçe dahi gösterilmeden özel istihdam bürolarının getirilmesi, çalışma yaşamına ciddi bir darbe indirecektir.

Dünyada en büyük on özel istihdam şirketi tüm pazarın %30’unu kontrol etmektedir. Bunlardan Adecco, Manpower, Rahnstadt gibi uluslararası büyük bürolar ülkemizde de köleci çalışmadan payına düşeni almaya çalışacaklardır. “Kiralık işçilik” yasasının çıkması için yoğun kulis yapan bu şirketler uluslararası çağdaş köle ticareti yapan şirketler olarak ülkemizde de faaliyet yürütecektir.

“Zorunlu” Bireysel Emeklilik sistemi (BES)

“Zorunlu” Bireysel Emeklilik Sistemi (BES), ekonomide tasarrufların ücret gelirleri üzerinden arttırılmasına dönük kanun zoruyla bir uygulama girişimidir. BES aslında sosyal güvenlik sisteminin iflas noktasına geldiğinin ve bir süre sonra devletin emeklilik maaşlarını ödeyemeyecek duruma geleceğinin yetkili ağızlarca tescil edilmesidir.

Zorunlu bireysel emeklilik sistemi ile piyasaya kaynak yaratılacak, emekli maaşlarında kesinti planı uygulamaya sokulacak ve sigortalıların zorunlu bireysel emeklilik fonu ödemeleri ile emekli maaşlarını çalışırken finanse etmeleri sağlanacaktır. Böylece sigortalılar çifte prim ödemesi ile devlet harcamalarını ve piyasayı finanse edeceklerdir. Bu plan örneği daha önce Pinochet diktatörlüğü altındayken Şili’de görülen sosyal güvenliğin özelleştirilmesine, özel emeklilik sistemine geçiş adımıdır.

Bu model, 1981’de faşist Pinochet rejiminde uygulanmaya başladıktan sonra IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlarca Peru, Arjantin, Kolombiya, Uruguay, Bolivya, Meksika, El Salvador gibi Latin Amerika ülkelerine 1993 ile 1997 arasında uygulatıldı. Sonuç kamusal sosyal güvenlik sisteminin çöküşü ve toplumsal eşitsizliklerin artması oldu. Bugün Şili’de işçiler BES’e karşı ayaklanmışken, Portekiz kendisine artık başka yollar ararken işçi sınıfına dayatılan bu sistemin işlemeyeceğini siyasi iktidar da çok iyi bilmektedir. Ama kamusal olan ne varsa parçalamaya odaklanan siyasi iktidar, kamu emeklilik sistemini de parçalamak için BES’i bir anahtar olarak görmektedir. Kısaca BES, Kamu Emeklilik Sistemi’ni ortadan kaldırmak için atılan bir ilk adımdır. BES; bireyseldir, sermayeye kaynak sağlar, sermayenin ihtiyaçlarına göredir, kamu yararı yoktur ve işçiyi sermaye sınıfı için tasarruf yapmaya zorlar. Kısaca BES ile siyasi iktidar Kamu Emeklilik Sistemi’nde olan kuşaklar arası dayanışmayı, toplumsallığı, sosyal devlet politikası olarak yurttaşların sosyal güvenlik haklarını parçalamaya çalışmaktadır.

Kıdem Tazminatının Fona Devredilmesi

Kıdem tazminatının fona devredilmesi Ulusal İstihdam Stratejisi’nin (UİS) bir boyutudur. UİS ile ifade edilen “işgücü maliyetlerinin düşürülmesi, işgücü hareketliliğinin ve finansal öngörülebilirliğin arttırılması” denilen mevzu tam olarak iş güvencesinin ortadan kaldırılması, işten atmaların kolaylaştırılmasıdır.

Ne de olsa işçi sınıfına karşı bir tehdit olarak kullanılacak işsizlik hükümetin orta vadeli programında belirttiği gibi %10’lar seviyesinden aşağı düşürülmeyecektir.

Kıdem tazminatının fona devredilmesi, öncelikle iş güvencemizin tamamen ortadan kaldırılması girişimidir. Kıdem tazminatının fona devri ile bireysel hesaba dayalı %3-4’lere indirilmiş bir fon ile işçilik maliyetlerinde düşüş ve iş güvencesinin ve kazanılmış haklarımızın gaspı söz konusu olacaktır.

Önümüzdeki dönem OHAL rejimi koşullarında kıdem tazminatlarının fona devrinin bir gecede, hukuksuz, anti-demokratik ve Anayasa’ya aykırı olarak yapılmasının siyasi koşulları vardır. Kıdem tazminatını fona devretmek demek işçi sınıfını tamamen köleci çalışma koşullarına teslim etmek demektir. Kıdem tazminatı işçi sınıfı için kalın kırmızı çizgilerle çizilmesi gereken bir noktadır. Bu noktadan geriye atılacak her adım işçi sınıfının güvencesini tamamen ortadan kaldıracaktır. Fon uygulaması tamamen bir aldatmacadır. Her işçinin bir gün dahi çalışsa kıdem tazminatını almaya hak kazanması iş kanununda yapılacak düzeltmeler ile mümkündür. Yapılacak denetimler ve yaptırımların artmasıyla kıdem tazminatı hakkı tam olarak güvence altına alınabilir. Ancak burada siyasi iktidarın derdi, Ulusal İstihdam Stratejisi’nde belirtilen güvencesiz çalışmanın sağlanmasıdır.

Taşeron Şirket İşçilerine Kadro Yalanı

Orta Vadeli Hükümet Programı 6 Ekim 2016 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlandı. Yaşanan kriz ve OHAL koşullarında, sermayenin talep ve beklentilerine göre şekillendiği görülen programda işçi sınıfına ilişkin olumlu herhangi bir düzenleme görülmemesi hiç şaşırtıcı olmadı. Ama bir seçim vaadi olarak ortaya konan ve daha önceki programda yer alan taşeron şirket işçilerine kadro vaadi burada tamamen ortadan kaldırılmış oldu.  

2015 Kasım ayında gerçekleşen genel seçimler öncesinde seçim meydanlarında ve seçim bildirgelerinde “taşeron işçilere kadro” vaadi verildi. Mart 2016’da ise iktidar sadece asıl işlerde çalışan taşeron işçilere değil, tüm taşeron işçilere kadro vaat etti. Ancak hükümet “özel sözleşmeli personel” adı altında ciddi hak kayıpları doğuracak, ucube bir sistem önerdi. Bahsedilen “özel sözleşmeli personel” statüsünün verilmesine ilişkin sistem; yani ne tam bir memur ne tam bir işçi denilebilecek, üç yılda bir yenilenecek olan sözleşme ile güvencesiz, sınavlı, daimi olmayan, işçilerin daha önceden kazandığı muvazaa davalarını ve kazanılmış haklarını ortadan kaldıran bir sistemdi.

Orta vadeli hükümet programının sunuşunda “Eğitim ve güvenlik” dışında kamuda personel alımı düşünmediklerini ifade eden hükümetin taşeron şirket işçilerine kadro vaadinin içinin boş olduğu bir kere daha ortaya çıkmış oldu.

Bir önceki hükümet programında yer alan “alt işverenlik uygulaması ile ilgili sorunlar tespit edilecek ve bu sorunların işçi haklarını ve ekonominin rekabet gücünü gözetecek şekilde çözümüne yönelik düzenlemeler yapılacaktır” cümlesi yeni orta vadeli hükümet programında yer bulmadı. Son olarak ise Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada taşeron işçilere “kadro vaadinin” yerine getirilmesi için çalışmaların tamamlanmadığını, “son noktaya gelinmediğini” açıkladı. Anlaşılan o ki siyasi iktidar güvencesiz çalışmayı tüm boyutlarıyla sürdürmek istiyor.

Türkiye Varlık Fonu A.Ş

Meclis’ten bir çırpıda geçen ama siyasi iktidarın bugüne kadar yaptıklarına baktığımızda ciddi bir endişe doğuracak olan bir yasa da Türkiye Varlık Fonu A.Ş oldu. Bu fon ile planlanan ise oluşturulan bütün fonların buraya aktarılacağı denetimsiz bir şirketi inşa etmektir.

Kısaca Türkiye Varlık Fonu A.Ş, tüm kamu fonları ve kaynaklarının bir havuzda toplanarak paralel bir hazine ve bütçe kurulması girişimidir. Bu fon da diğerleri gibi elbette işçilerin daha iyi bir yaşama kavuşturmayacak bilakis işsizlik fonu gibi fonların bu şirkete bağlanmasını doğurabilecek. Fon ile sermayeye para aktarma, iktidarın gizli harcamalarına kaynak sağlama mümkün olabilecektir.

Varlık fonları birçok gelişmekte olan ülkede kuruludur. Bu fonları bir nevi devlet kapitalizmi araçları olarak değerlendirebiliriz. Ancak Türkiye’de kurulacak fon denetimsiz bir fon olacak ve tümüyle hükümet tarafından kontrol edilecektir. Bu tür fonların sabit sermaye yatırımlarının finansmanı ve ileri teknoloji yatırımlarına kaynaklık ettiği ülkeler olmakla birlikte Türkiye’de bu sonuçların dahi beklenmesi pek mümkün görünmüyor. Bir tür Hükümet A.Ş olarak işlevlenecek bu sistem ile geçmişte olduğundan daha rahat bir şekilde yandaş şirketlere muazzam, hukuksuz ve denetimsiz katkılar sağlanabilecektir.

Türkiye’yi yöneten egemen siyaset kendi hedeflerini net olarak ilan etmiş durumdadır. Buna karşı işçi sınıfı örgütlerinin de net bir tavır sergilemesinin zamanı gelmiştir. Bu tarihsel mücadeleyi verecek gücü oluşturma görevi acildir, ertelenemez.