Mümkünler Peygamberi İkinci Şanslar Kraliçesi Oprah

Yedi yıl önce New York’a ilk taşındığım günden beri eşin dostun, entel dantel camianın tiye almasına aldırış etmeden bir Amerika’ya Giriş 101 dersi muamelesi yaparak izlediğim, program saatine göre spor salonuna gidişlerimi ayarlayıp koşu bandı tepelerinde yılmadan takip ettiğim, bir gün “Favori Şeylerim” bölümlerinden birine seyirci olarak katılıp bedavaya araba, ev, ya da binlerce dolarlık hediyelerle cebimi doldurma hayallerimden vazgeçmediğim Oprah’nin 132 ülke ve 214 Amerikan kanalında haftaiçi her gün yayınlanan programını bitireceğini açıklaması 2009’un bombalarındandı. “O” gözyaşları içinde ederken vedasını, ben de düşünmeye başladım: bu 55 yaşında “hayatdan geniş” (100 kilo) kadını kendime bu denli yakın hissetmemim sebebi neydi? CNN’in “Dünyanın en güçlü”, Obama’nın “Amerika’nın en etkili kadını” diye tanımladığı, dünya tarihinin ilk siyah kadın dolar milyarderi, 21. yüzyılın en zengin siyahıyla ne gibi bir ortak noktam vardı ki bu orta yaşlı ev kadınlarına hitab eden programın müptelası olmuş, elin Amerikalısını Seda Sayan bacım kategorisine sokmuştum? Oprah’yı özel yapan neydi sahiden?

BİR AMERİKAN RÜYASI

Oprah’yı Oprah yapan en önemli özelliği Bergen’den beter hayat hikayesi. Oprah 1954 yılında evli olmayan iki lise öğrencisinin “kaza eseri” çocukları olarak dünyaya geliyor. Missisipi’de anneannesi tarafından suyu bile akmayan bir evde büyüyor. Dokuzunda 19 yaşındaki kuzeninin tecavüzüne uğruyor, ergen yıllarında hamile kalıyor ve bebeği doğumdan birkaç hafta sonra ölüyor, eşcinsel üvey kardeşini ise AIDS’den kaybediyor. Gençlik yıllarında uyuşturucu da kullanıyor, evli bir adamla ilişki de yaşıyor. Oprah bu yoksul, sorunlu öyküden Amerikan halkının en sevdiği altın üçgen olan eğitim, kilise ve güzelliği sayesinde kurtuluyor. Daha üç yaşındayken incilden ezbere bölümler okuyan Winfrey, öğretmenlerinin yardımıyla burslar alarak iyi okullara ve üniversiteye gidiyor, güzellik yarışmalarında aldığı birinciliklerle de sahne hayatına adım atıp 19 yaşında Nashville’in ilk kadın siyah haber sunucusu oluyor. Ancak haber sunmak için fazla empatik kalıyor: üzücü haberlerde ağlıyor, hata yaptığında gülüyor ve böylece sabah talk-şovlarından birine transfer ediliyor. 1984’de henüz 30 yaşındaken de Oprah Şov yayın hayatına başlıyor. Gerisi tarih zaten...

Oprah’nın izleyicileriyle ipoteksiz paylaştığı bu zorlukları aştım da geldim hikayesi bir “demek ki yapılabiliyormuş” ilüzyonu yaratarak siyah seyirciye ümit, beyaz seyirciye ise “beyaz suçluluk duygusu”nu azaltan bir gönül rahatlığı aşılıyor. Üstüne bir de her kadının ortak paydası kilo alıp verme, aşk-meşk problemleri gibi konuları soslayınca Oprah ırklar ve sınıflar üstü tahtına rakipsiz kuruluveriyor. Bu hem çemberin içinde hem dışında konumu, sosyal ve tarihi konteksden soyutlanmış, apolitize edilmiş ırkı ve bireysel başarıya indirgenmiş büyüleyici hayat öyküsü Oprah’nın kitlelere ulaşmasında kilit rol oynuyor. Böylece inandırıcılığını hiç kaybetmeden bir gün Hollywood yıldızlarıyla sohbet edip büyük popolar için ideal jean modelini önerirken, ertesi gün tecavüze uğramış bir kadınla dertleşebiliyor.

MÜMKÜNLER KİLİSESİ VE İKİNCİ ŞANSLAR

Yoksulluk, cinsel istismar, şiddet, madde ve alkol bağımlılığı, ancak aşılabilen engeller olarak konumlandırıldığı sürece Oprah’nın kanepesine oturabiliyor. İyileşmenin münkünlüğü ve gücü, iyileşene kadar çektikleri acıları savaş apoletleri gibi omuzlarında taşıyan konukların yaptıkları gözyaşlı itiraflarla perçinleniyor. Oprah’nin sihri de burada yatıyor zaten: politik olanı kişiselleştirmedeki ustalığında. Feminist teorinin dizleri yara bere içinde kalana kadar düşe kalka kabul ettirdiği “kişisel politiktir” tezine attırtığı ters taklayla hayat okullu psikoterapistimiz Oprah bir yandan eleştiri oklarını üzerine çekerken bir yandan da övgüyü hak ediyor aslında. Başka türlü sansasyonel banal TV ötesinde gündüz kuşağında yer alması namümkün konuları, orta sınıf Amerikalının radarına sokmuş oluyor en azından. Bu taktikle bir yandan da tutucu Amerika’ya liberal normallik normları öğretiyor çaktırmadan: örneğin tsunamide sevgilisini kaybetmiş eşcinsel dekoratörünün hikayesini anlatıp sempati toplarken eşcinsel aşkı bir tabu olmaktan çıkarıyor, cinsiyet değişimi ameliyatı geçirmiş bir babayı çocukları ve karısıyla konuk edip alternatif ailelerin de olabileceğini gösteriyor, dünyadaki en mutlu ülke diye tanıttığı Danimarka’da evlilik oranının çok düşük olduğunu söylemekten çekinmiyor.

Oprah nasıl iyileşilir cemaatinin peygamberini oynarken bir yandan siyah klisenin vaizlik ritüellerinin her birini yerine getiriyor, bir yandan da new-age suyuna pop doktrinlerden faydalanıyor. Göğe doğru açtığı elleri, kocaman sesiyle bağırarak yaptığı anonsları, birdenbire ulaşılan aydınlanmayı işaret eden ve ismine patent koydurduğu “a-ha!” anları, Obama’yı desteklerken yaptığı mesih çağrışımlı “O” yakıştırmaları ile harmanladığı pozitif düşünce, “Secret”, ve Eckhart Tolle öğretileriyle yeterince arzu edene sunulacak bir dünyanın kapılarını aralıyor.

Oprah, Santa Barbara’da “Vaat Edilmiş Topraklar” ismini koyduğu malikanesinde yaşadığı bu adeta seçilmiş hayatın antipatik ya da ulaşılmaz olarak algılanmamasını da sahip olduğu olanakları seyircisinin önüne sererek başarıyor. Oprah’nın doktoru, diyetisyeni, spor hocası, iç mimarı, ahçısı, 25 yıllık en iyi arkadaşı, hepsi şovunun birer parçası olarak seyirciye gümüş tepside sunuluyor. Tüm bu yardımcılarının desteğine rağmen tökezlediğinde ise yine seyircisinin insafına ve ikinci şansların gücüne sığınıyor Oprah: koca bir paket sosisi akçaağaç şurubuna batırıp yediğinde, verdiği bütün kiloları geri aldığında, köpeği ölüp bunalıma girdiğinde, kitap klübüne alıp çok satanlar listesinin başına oturttuğu otobiyografinin uydurma bir hikaye olduğu ortaya çıktığında, Güney Afrika’da açtığı kızlar okulunda cinsel istismar skandalı patlak verdiğinde…İkinci, üçüncü, dördüncü şansların gücü hem manevi annemiz Oprah’nın geniş gönüllülüğünü perçinliyor, hem seyirciye hani o geçen sene alması gereken Oprah onaylı diyet kitabını alması için bir fırsat daha tanıyor, hem de Oprah’nın döne döne aynı konuları bir milyon defa işlemesine bahane oluyor. Böylece Oprah şov 24. yılını zirvede tamamlıyor Obama sağ Rachel Ray selamet.

Gerçi Sezarın hakkı da Sezar’a: Oprah şovundan, yapımcılığını yaptığı filmler, programlar ve Broadway şovlarından, yazdığı kitaplardan, Chicago’da kabe muamelesi gören dükkanında sattığı sayısız ürün ve “otantikliği” bozulmasın diye ancak denenmeden alınabilen eski kıyafetlerinden kazandığı milyar dolarların hatırı sayılır bir kısmını hayır işlerine bağışlıyor. Oprah’nın 1998’de kurduğu “Angel Network” ve kendi ismini taşıyan vakfı hayır kuruluşlarına milyonlarca dolar veriyor. Üstelik bu kurumların tüm idari masraflarını da Oprah cebinden karşılıyor, yanı yapılan bağışların her kuruşu yardım programlarına harcanıyor. Oprah’nın Johannesburg’daki Kızlar Akademisi ise fakir ailelerden gelen Güney Afrikalı öğrencilere muhteşem bir kampüste bedava yatılı eğitim olanağı sağlıyor.

OPRAH'NIN VEDASI

Hal böyleyken, Oprah’nın amiral gemisi şovunu batırması bir intihar girişimi gibi görülebilir. Oysa işin doğrusu Oprah’nın bir yere gittiği yok. Radyo kanalı, dergileri, podcastleri, Oxygen isimli kadın kanalı, Oprah damgalı ürünleri ve Harpo şirketinin (Oprah’nın tersten okunuşu) sayıları giderek artan yapımları kapı gibi sağlam duruyor. 2011’de kablolu yayına başlayacak Oprah Winfrey Kanalı “OWN” ise öyle ya da böyle bir Oprah programı barındıracak mutlaka. Oprah Şov da bir buçuk sene daha yayınına devam edecek. Bu süre içinde de özellikle Obama’yı destekledikten sonra Cumhuriyetçi ev kadınları arasında düşen reytinglerini arttıracak, aldığı kiloları geri verecek, her biri bir şeyin son defası olarak kutlanacak, analiz edilecek bölümlerini cilalayacak bol bol vakti olacaktır kraliçemizin. Tut ki olmadı diyelim, ikinci şanslar ne güne duruyor değil mi ama?