Lahana ve Katliamcılar

Bu başlık, küçültücü bir ironi ya da trajik olanı, zamanımıza özgü bir alaycılıkla basitleştirmek gibi anlaşılmamalı. Bu başlık, son birkaç haftadır bende oluşmuş bir takıntının tam ifadesidir. Hikâyesi şöyle: Şirkette öğle yemeklerinde bazen salata bar'da Brüksel lahanaları servis ediliyor. Bu küçük lahanalar, büyük bir lahana kadar kendine yeten, katman katman bir sebze monadı gibi gözümüze çarpıyor. Bir lokmada yenilebilir olması, onların değerini azaltmıyor. Bu küçüklüğe büyük bir lahanadan beklenen her şeyi sığdırabilmiş olmaları, onları daha da değerli kılıyor. Bu yüzden, kaşıklar dolusu değil, belki birkaç tane alıyorum. Doğrusu böyle bir canlıyı da hak etmediğimi düşünerek çekinerek yiyorum. Tüm yiyecek ve içecekler için bu takıntıyı, hassasiyeti genelleştirebiliriz. Örneğin tavuk yerken de bu duygulara kapılmak olanaklıdır. Yıl boyunca serpilen büyüyen bir tavuğu ya da bir sebzeyi sorumsuzca tüketmenin duyusuyla elbette yaşanmaz ama Brüksel lahanaları, bir ideal tip olarak, tüm diğer yaşam kaynakları için açıklayıcı olabilir.

Frenk Lahanası da denilen bu sebze türü, her nerede yetişiyorsa, sınırsız bir tüketim için el-altında-hazır bir şekilde önümüze gelir. Onları sayısız yollardan benim gibilere ulaştıran yaygın bir ulaşım ağı var ve bu yollar üzerinden onun gibi şeyler önümüze yığılıyorlar. Özünde şahsen hak etmediğim bu hizmeti yapan tertibatın kapitalizmin etkin bir biçimi olduğu açık. Bu sistem, her tür metanın üzerinden sürtünmesizce akabileceği yollar, mecralar yaratıyor. Bu yollar üzerinden lahanaların yanında, sanal veya gerçek paralar, insanlar, mülteciler, emekçiler, ideolojiler de aralıksız yol alırlar. Çok iyi bilinse de, sürekli unutulan tanımıyla, kapitalizmin hayatta kalmasının temeli, her şeyi öncelikle değiştirilebilir kılmak, yani metalaştırmak ve sonra onları iletişim ve ticaret yolları üzerinden değişime sokmaktır. Gümrükler, ülke sınırları, yurttaşlık şuuru, yasalar, akrabalık bağları, insani ve moral değerler gibi bu yollar üzerinden neyin akması gerektiğine dair türlü düzenlemeler, duvarlar, kısıtlar olsa da, kapitalizm adlı kişisiz ve töresiz düzen, Spinozacı bir tabiat gibi, her var olanın birbiriyle karşılaştırılabilir olduğu, birbirine eklenip çıkarılabildiği, sadece birinin diğerinden daha ağır, daha hızlı, daha yavaş olduğu ölçüleri hesaba katarak işlemeyi arzular. Paranın her şeyi satın alabildiği bir düzen arayışının hakim olduğu kapitalist işleyişin ütopyası, niceliklerin engelsizce değiştirilebilir olmasıdır. Çünkü bu değişimin kendisi sermayenin de engelsizce büyümesi demektir. Bu anlamda zamanımızda kapitalist tertibat görünür olmaktan çıksa da, daha da etkin şekillerde işlemeye devam eder. Küresellik de bunun önünü açmak yolunda bir girişim olarak anlaşılabilir.   

Dolayısıyla, gümrük birliğine varmış, sınırların geçirgen olduğu yeni bir düzenleme içerisinde, bu iletişim veya ticaret yolları üzerinden lahanalarla ideolojilerin iki nicel kendilik olarak taşınması beklenebilir. Lahana taşıyan bir ulaşım aracıyla, ideoloji taşıyan bir katliamcının serbest dolaşımı, kapitalist işleyişin özüne uygundur. Lahanayı taşıyanın iyi niyetini, köktenci fikirleri taşıyanın kötü niyetinden ayırt etmeyen bir sistemin varlığı işaretlenebilir. Yani lahanaları dünyanın bir yerinden (muhtemelen Brüksel değildir burası) bana ulaştıranla, katliamcıyı, intihar bombacısını yanıma kadar getirenin aynı düzen olduğunu savunmak zorunludur. Her ikisini de taşıyan, tüm dünyayı esir almış bir sistemdir. Lahanayı taşıyanı müspet, bombacıyı taşıyanı ise menfi ferdi girişimler gibi anlatmamak gereklidir. Belki yüzeysel bir çözümlemeyle böyle görünebilirler. Sözgelimi para için uçak, silah ya da reçel üreten Boeing firması da bu işleyişin benzer bir aktörüdür. Ama ikiyüzlü bir eleştirellik, bu ilişkileri görmeyi engeller. Sözgelimi ne zaman isterse tavuk yemek isteyen iştah sahibi bir kimse, bu talebinin neden olduğu zehirli tavukları bu arzunun devamı gibi kavrayamaz. Oysa bu talebin kendisi, Platon'un pharmakon'u gibi, hem devanın hem de derdin kaynağıdır. Sistemin nimetlerini isteyenin zehrini de tüketmesi, soluması kaçınılmaz bir durumdur.

Biz bunları tasarlarken, Žižek yakın zamanlarda, çevre dostu bir bildiriyi seslendirir. Ona göre de doğal besinli, bisikletli ulaşımın kendisi, kendi içinde haklı olsa da, ikiyüzlü taleplerdir. Sistemin kendisiyle tam olarak hesaplaşmayan isteklerdir. Žižek'i böyle nahif şeyler söylemeye iten şey de sistemin kendisine dair kaybolan şuura dair bir hatırlatma isteği olabilir. Asıl düşmanını unutanlara biraz daha basit cümlelerle konuşmanın gereğidir belki de. Çok eski ve biraz da basitleştirici olsa da, her ideolojinin kapitalizmin olası bir görünümü olabileceğini belki de yeniden dile getirmek gereklidir. Milliyetçiliğin böyle bir görünüm olması gibi. Ön taraftaki meczup veya şeytani, gücünü akıldışı fiillerden alan etkili liderlerin ve onların felaket duyusuna neden olan icraatları ve söylemlerinin hep bu temele dair işleyişi unutturmaya hizmet ettiğini yeniden dile getirmek zorunludur. 

Žižek'in sözünü ettiği “mahşervari” dört tehlikeye (nüfus büyümesi, sınırlı kaynakların tüketilmesi, karbon gazı salınımı ve türlerin yığınsal yok olması) rağmen, kapitalizme içkin işleyiş kesintisiz devam eder. Hatta memleketimizde de sıkça uygulama alanları bulan, “Şok Doktrini”ne göre, "toplumsal zorlukları silip süpürmek ve kendi takvimini zorla kabul ettirmek” için “felaketleri (savaş, siyasi bunalım, doğal felaket) fırsata çevirmek”, “itibarını düşürmekten çok” ekolojik tehdidin “kapitalizmi daha fazla allayıp pulladığını" dile getirmek aydınlatıcı olabilir. Ama sisteme karşı görünen failler bile bir tür ikiyüzlülükle malul davranıyor olabilirler. Bu durumda bireysel çözümler, Žižek’e göre bütünlüklü bir işleyişe karşı savunulur olmaya başlar:

Kişisel vicdan hesabı yapmakla meşgulken, sanayi uygarlığının bütünü için daha sağduyulu sorular sormayı unuturum. Bu suçlama girişimi kolay bir kaçamak yol da bulur: Geri dönüştür, organik ye, yeni enerji kaynakları kullan vb. Vicdanımız rahat, yolumuza devam ederiz.

Oysa "alçakgönüllü bir ajan olmak" gerekir; bir başka yazımızda da dile getirdiğimiz, "yavaşlık felsefesini" hayata geçirmeye dair bir kararlılık ve güçlü bir duruş zorunludur. Kapitalizm gibi, çokbiçimli, sayısız kılıklarda ortaya çıkabilen gerçek bir düşmana karşı, akrobatik ve hızlı değişim koşullarına idmanlı bir duruş sergilemek gereklidir.