Barışçıl, Adil, Cinsiyetsiz Bir Futbol Mümkün: Selamsız Bandosu

Futbolda cinsiyetçi dil ve erkek egemen anlayışı değiştirmek için yola çıkan Karşı Lig dört sene önce kuruldu. Kadın-erkek birlikte futbol oynanan, hatta kadınların oynamasını teşvik amacıyla sahada en az 3 kadın oyuncunun yer almasını şart koşan lig, futbola yeni bir anlayış getirmenin peşinde. Endüstriyelleşmiş, büyük paraların döndüğü, hırsa ve sadece kazanmaya odaklı futbol yerine zevk alınabilen, “fair play”in hâkim olduğu oyunu geri getirmeye çabalıyorlar.

Selamsız Bandosu ise Karşı Lig’de mücadele eden 16 takımdan biri. 2015’te kurulan takım farklı meslek gruplarından ve çevrelerden gelen kadın ve erkeklerden oluşuyor. Kadir Has Üniversitesi Spor İletişimi Sertifika programında tanışan, bir süre kendi kendilerine futbol oynadıktan sonra kadın-erkek beraber oynayabilecekleri bir lig arayışına giren ekip, eski yerli sinemaya olan hayranlıklarının neticesinde kendilerine Selamsız Bandosu ismini vererek Karşı Lig’e katılmış. Mavi-kırmızı-turuncu renkli Selamsız Bandosu oyuncuları politik duruşun sahaya taşınabileceğine, bunun önemli olduğuna inanıyorlar. Kadınlara, futbolun erkeklere ait olmadığını, herkesin oynayabileceğini göstermeye çalışırlarken aynı zamanda futbolun küfürsüz, mümkün olduğunca faulsüz, düşmanca değil, dostça oynanabilen ve her şeyin kazanmaktan ibaret olmadığı bir oyun olduğunu da sergilemek peşindeler.

2016-2017 sezonunda Karşı Lig şampiyonu olan Selamsız Bandosu adına Müge, Canberk ve Arda ile nasıl bir araya geldikleri, lige nasıl katıldıkları, Karşı Lig’in nasıl işlediği ve futbol anlayışları üzerine sohbet ettik.

Nasıl bir araya geldiniz?

Arda: Biz ilk başta arada maç yapıyorduk ama bir süre sonra “bir takım olsun, bir lige katılalım” dedik. Araştırdık ettik, başka bir lig daha vardı ama vazgeçtik, olmadı. Kızlı-erkekli yapabileceğimiz bir şey arıyorduk. Karşı Lig’i bulduktan sonra da, ilk başvuruyu Facebook sayfasından yaptık. Sonra hepimizin arkadaşları katıldı. Öyle öyle çoğaldık.

Kriterleriniz var mı takıma alırken?

Arda: Maçı 7 kişi yapıyorsun, 25 kişi olmak kolay değildi. Takıma alırken de önemli olan teknik kapasitesi falan değildi. Birlikte bir iş yapacağız ve kafaların uyuşması önemli.

Canberk: Zamanı ve topu paylaşabilecek mi, stresi yönetebilecek insanlar mı… İşin misyonunu önde tutacak insanlardan seçmeye çalıştık.

Müge: Paylaşımcı olabilecek mi? Kadın-erkek birlikte oynuyorsun, oraya adapte olabilecek, kafası açık, uyum sağlayabilecek, hatasını görüp düzeltebilecek birinin olması lazım. Egosundan vazgeçebilecek insan olmalı. “Niye pas vermedin,” der, basar çalımı gider falan. Biz öyle şeyler olsun istemedik.

Karşı Lig’e katılma süreci nasıl oldu?

Müge: Biz Karşı Lig’e katılmak için kurulmadık. Zaten kadın-erkek birlikte oynamak istiyorduk, bizim için neresi olduğunun bir önemi yoktu. Sadece çok sert geçmeyen, fairplay’in önde olduğu bir lig arayışındaydık, herkes birlikte oynayabilsin diye. O sırada da Karşı Lig’den haberdar olduk.

Arda: Karşı Lig’e başvurmamız önce Facebook sayfasına mesaj atmamızla başladı. Bizi önce bir turnuvaya çağırdılar, dört takımdan oluşan. Yeni katılacak takımlar ve eskiden var olanlar da oradaydı, Forza Yeldeğirmeni gibi… Önce bir gelin, birbirimizi bir görelim, siz kimsiniz dediler… Onları da yazdık gönderdik. Önce öyle bir turnuvaya gittik. Bu arada Karşı Lig’in kendi sayfası var, toplantıları var, bizi tartışıyorlar, yeni girecek takımları konuşuyorlar. “Böyle bir takım başvurdu, alalım mı, ne yapalım” diye…

Peki onların kriterleri nedir lige kabul etmeleri için? Sizi nasıl kabul ediyorlar ya da reddediyorlar?

Canberk: Önce Karşı Lig’i anlatmak lazım aslında. Karşı Lig’in misyonu nedir, ne değildir. Spordaki erkek egemen yapıyı ve cinsiyetçi dili ortadan kaldırmak için çıkılan bir yol bu. Futbol da aslında bu anlamda önemli bir araç olarak görülüyor. Sonuç olarak futbol çok ciddi bir sosyal aktivite. Her şeyden önce çok kolay bir spor olduğu için de herkese hitap ediyor. Dünyada sanki erkeklere aitmiş gibi gözükse de gerçekten çok basit ve herkesin rahatlıkla oynayabileceği bir oyun.

Müge: Gezi sonrası kurulduğunu da söylemek önemli tabii… Onların lokomotifi Gezi’dir.

Arda: Lig kurulalı dört yıl oluyor. 16 takım var ligde. Bu artı bir, eksi bir değişebiliyor. Ankara’da daha yeni bir lig var sanırım, onun dışında da Türkiye’de kadın ve erkeğin birlikte var ettiği benzer bir lig yok bildiğim kadarıyla. Her takımın sahada en az 3 kadın oyuncusunun olması gerekiyor. Bu anlamda önemli bir eylem gerçekleştiriyor lig sonuçta. Biz de iki yıldır bunun içindeyiz. Takımın bir söylemi var mı, diye bakıyorlar; kadın-erkek birlikte oynamaya uyum sağlayabilirler mi, diye bakıyorlar. Çok milliyetçi bir takımın orada olması pek mümkün değil mesela.

Maçlarda hakem de yok sanırım, değil mi?

Müge: Evet, yok. Aslında kazanmak için oynamamayla alakalı bir şey. Kazanmak için oynamıyorsan hakem de olmaz. Bir pozisyonda faul olduğunda sen faul oldu diyorsun, karşı taraf da oldu veya olmadı çünkü şöyle oldu diyor. Peki diyorsun geçiyor, birkaç saniyelik bir şey aslında.

Herkes gerçekten bu kadar iyi anlaşabiliyor mu ligde?

Canberk: Aslında bu biraz öğreti işi. İki kişi karşı karşıya geliyorsa bunun mutlaka bir yöneteni olmalı fikrinden de kopmuş oluyorsun böylece. Mesela sana faul yapıldığını düşündüğünde karşı taraf böyle düşünmüyorsa bunu çözmen lazım. Bunu çözmen için dışarıdan üçüncü bir kişi yoksa iletişimle çözmen lazım.  

Müge: Sadece gözlemci takım olur maçlarda, o takımdan 2-3 kişi geliyor. Müdahale etmiyorlar, skor tutmak için, kadın oynama zorunluluğuna uyuluyor mu diye bakmak için, kavga çıkıyor mu diye kontrol etmek için, bu tarz herhangi bir şeye karşı orada bir dış göz olarak var oluyorlar. Tekrar söylemekte fayda var, ceza-ödül olmadan kazanmanın olması önemli… Örneğin bir takım yeni geldi, çok mu sert oynuyor, diğer takımlar diyorlar ki “Biraz sert oynuyorsunuz, bunu yapmayın.” Bu kadar. Bunu söyleyince takım zaten özeleştiri veriyor. Özeleştiri ligde önemli ve fonksiyonel olarak kullanılıyor.

Selamsız Bandosu’nun iç işleyişi nasıl?

Müge: Bizde hoca ve başkan var, öyle belirledik. Ben hocayım, Arda ise başkan. Ama mesela kaptan değil, kaptanlarımız olabiliyor, değişken bir durum bu bizim içimizde.

Arda: İşleri yürütmek, karşı tarafla iletişimi sağlamak, karar alınması gereken durumlar da oluyor. Majör kararları, mesela forma nasıl olsun gibi, hep birlikte alıyoruz. Basit şeylerde de işlerin yürümesi için birinin bir karar verip hemen cevap vermesi lazım; ligden geleni gruba aç, oylama yap, öyle olmuyor, işler kolay yürüsün diye aslında biz işbölümü yapmış olduk.

Canberk: Bizim aramızda ast-üst yok. Birinin diğerinden şüphesi de yok, dolayısıyla örneğin Arda lig grubuna bizle ilgili bir şey söylediği zaman, benim adıma nasıl konuşursun diye çıkışan olmuyor. Onun söyleyeceği şeyin bize faydalı olacağını zaten biliyoruz.

Takımda 18 kişi var ve 7 kişi sahaya çıkıyor, bu 7 kişinin kimler olacağına nasıl karar veriliyor, yine birlikte mi?

Müge: Bunu yine oylamayla yapabilirdik ama dedik ki futbolu çok sevdiğimiz için, bir takım nasıl işliyorsa, oynanan endüstriyel haliyle değil, bizim sevdiğimiz haliyle, kuralları dahilinde bu iş öyle işleyebilir. Birine başkan diyebiliriz ama onun üzerimizde otorite kurmasına müsaade etmeyiz. Bizim takım dedi ki, “Teknik direktörümüz kadın olsun.” Sağ olsunlar bana söylediler, “Tamam,” dedim. Ama aylık toplantılarda hoşumuza gitmeyen her şey konuşuluyor. Dolayısıyla yanlış düşünülen bir takım seçimi ya da taktik orada dile getiriliyor. Takımımız ilk kurulduğunda, birkaç toplantı yaptık ve herkes sahada hangi görevi daha iyi yapabildiğini dile getirdi. Dolayısıyla aşağı yukarı kimin nerede oynamak istediğine herkes önce kendi iradesiyle karar verdi. Daha sonra birkaç antrenman yapınca bazı şeyler oturdu. Bir de tabii takımda üç kadını oynatma zorunluluğundan dolayı, saha içi taktik diziliş açısından zaten erkeklere belirli yerler kaldı. Çünkü asıl öncelik kadınların. Örneğin Tuba forvet oynuyorken ben hiçbir erkeği forvete koyamam, koymam da. Önce kadınlar nerede iyi oynuyorlar ya da oynamak istiyorlar, iskelet ona göre kuruluyor, sonra etraflarına erkekleri koyarak. Daha önce hiç o pozisyonda oynamamış olan erkekler de yeni pozisyonlarına alıştılar ama kadınlara göre alıştılar. Maçlarda, hele ilk sene elimde kronometreyle süre tutuyordum. Daha az oynayan biri mutlaka oluyor. Aşağı yukarı herkesi oynatmaya çalışıyoruz. Yapamadığımız da oluyor tabii, mesela çok güçlü bir takımlaysak herkes egosunu bir kenara koyuyor, ne gerekiyorsa onu oynuyoruz.

Bu demokratik, barışçıl, oyunu oyun için oynama söylemi oyununuza nasıl etki etti?

Müge: Bizde üç çalım üst üste atan yoktur mesela. Şut çekilmez. Bunlar otomatikleşti zaten.  

Arda: Sert de oynamıyoruz. Barışçıl söylem ancak bu kadar bence futbolun içine girebilir, çünkü kazanmak da istemiyor değiliz yani. Onu önemseyen bir takım da değiliz o kadar.

Müge: Bence zaten o yüzden daha önemli çünkü karşılıklı oynuyoruz, kadın-erkek oynuyoruz, tek amacımız oraya gidip iyi vakit geçirip üç top tepmek değil. O maça çıkıyoruz çünkü emek veriyoruz. Futbol da kazanmak içindir neticede. Ama bu kötü bir şekilde kazanmıyorsan güzeldir. Bence biz de tam olarak onu yapabildiğimiz için güzeliz. Güzel oynuyorsak o gün, keyifli oynuyorsak, paslaşıyorsak… Her hafta maçın oyuncusunu seçiyoruz ve iki hafta üst üste aynı kişi seçilmedi bugüne kadar. Herkes oyundan bir şey alıyorsa, kendine bir şey katıyorsa o gün yenilsek de çok üzülmüyoruz. Kazanmak da pastanın üstündeki çilek oluyor. Şampiyon olunca sevindik tabii sevinmedik değil, e kazanmak için oynuyoruz. Ama bunu çirkinleştirmedik. Kaybetseydik de üzülmezdik, daha da güzeli.

Büyüklük gibi bir iddiası yok hiçbir takımın eminim. Ama şampiyonluk kavramı bir yarışı da doğurabilir kuşkusuz…

Canberk: Aslında ligin kendi içinde tartıştığı bir konu bu: Şampiyonluk olmalı mı, puan olmalı mı… Biz şuradan bakıyoruz olaya, eğer futbolu araç olarak kullanacaksak bu oyunun belli kuralları var, evet bu kuralları baştan yaratabiliriz belki ama o zaman ismini futbol olmaktan çıkartırız. Yani o topu kaleye soktuğun zaman bunun kıymetini vermiyorsak, bir puan vermezsen başarının karşılığında, amacımın sonunda elde edeceğim bir şey olmazsa bu çok da fazla beni motive etmez. Eğer bu motivasyonu sağlamazsak, bu sıralamayı yapmazsak, puan vermezsek, golü kaldırmaya başlarız, ondan sonra futbol oyununu komple ortadan kaldırmaya kadar gider. Bizim oyunun kurallarıyla bir meselemizin olmaması lazım. Bu kurallar içinde de biz barışçıl ve adil bir şekilde oynayabiliriz.

Müge: Bence zaten öbürü kolaycılık. Herkes güzel oynasın, iyi oynasın, barışçıl oynasın diye oyunun puanını ve şampiyonluğu kaldırırsan zaten öyle oynar herkes. Olayı aslında kolaylaştırmak bu, nasıl desem, hayatın zorluklarını ortadan kaldıralım ve herkes çok mutlu yaşasın gibi bir şey. Hem gerçekçi değil hem de değerli değil.

Arda: Tribün cezası verirsin seyirci gelmez, seyirci gelmezse de kavga etmez gibi bir şey bu. Anlamı yok. Karşı Lig’in dört yıl sonunda geldiği nokta şu olmalı ki oldu, şampiyonluk olur, yarış olur ama kimse çirkinleşmez. Bunu başarabilmek önemli, yoksa şampiyonluk olursa biz birbirimize gireriz, bunu kaldıramayız diyorsak zaten hiç yol alamamışız demektir. Ama zaten artık ligin bu tartışmaları aştığını söylemek gerek.

Selamsız Bandosu filminde bando titizlikle hazırlanır ve devlet eşrafının şehirlerine gelmesini bekler fakat o tren önlerinde durmadan geçer gider. Takım olaraksa siz tam tersi bir durumdasınız: Bando resmî söylem treninin istikametinde hiç durmuyor, hep bildiği şarkıları çalıyor, söylüyor. Bunları geniş kitlelere ulaştırmak gibi bir derdiniz var mı?

Arda: Var. Sloganımız da bu yüzden “Nothing stops this train”. Aslında ikinci sene için çok fena değiliz, daha iyi olabilirdik, takım olarak daha katılımcı olabilirdik. Sosyal medya olarak bir şeyler yapmaya, esprili ve yaratıcı olmaya, muhabbetlerimizin de mühim bir parçası olan sinema ve müziği de bir şekilde işin içine katmaya çalışıyoruz. Zira kitlelere ulaşmak için bu önemli. Ben sosyal medyada boş slogan sevmiyorum. O sloganın ya altını dolduracaksın ya da hiç boşa konuşmayacaksın. Realist şeyler bulursak, bu ülkeyi toptan değiştiremeyiz ama daha önce yaptığımız gibi küçük bağışlarla, küçük iyileştirmelerle, farkındalık yaratmalarla ilerleyebiliriz, bunları hâlâ yapabiliriz.

Müge: Yaptık da aslında. Bağış topladık, beraber bayrak yarışına katıldık, çok eğlendik. Antalya’da ben koştum, takım da benim adıma bağış topladı, kendileri de bağış yaptılar tabii. Selamsız Bandosu formasıyla koştum. Biz futbol oynuyoruz ama oynayamayanlar var, koşamayanlar var, o yüzden Omurilik Felçlileri Derneği için güzel bir bağış topladık. Bunu daha sık yapabiliriz aslında. Bu sene için şöyle bir gerçek var. Bu hem Karşı Lig hem de Selamsız Bandosu için geçerli, ülke olarak çok tatsız bir sene geçirdiğimiz için, farklı şeyler adına motivasyon eksikliği yaşadığımız çok oldu. Bizim ikinci senemiz, normal şartlarda bu anlamda öteye gitmemiz gerekirken biz yerimizde saydık. Planlarımız yok muydu, vardı, hem de çok güzel şeyler düşünmüştük, daha eylemsel planlardı bunlar. Ama eleştiri vermek gerekirse biraz durduk maalesef.

Karşı Lig’in aldığı geri dönüşler nasıl? Bilinirlik düzeyi nedir mesela? İnsanlar Karşı Lig’i duyduklarında nasıl tepkiler veriyorlar?

Arda: Ligde Amedspor’un ve Beşiktaş’ın taraftar gruplarından iki takım var, dolayısıyla onlar daha güçlü bir kitleye ulaşabiliyorlar. Böyle iki-üç ekibin dışında genelde kısıtlı sayıda biliniyor ama Karşı Lig kendi açısından belli bir yerlere geldi ama daha iyisini yapabilecek konumda. Karşı Lig’in Facebook sayfasında 4-5 bin takipçisi vardır. Kötü bir rakam değil ama potansiyelinin daha fazla olduğuna inanıyorum. Arada gazetelere falan çıkıyor ama bu tarz bir lig daha fazlasını yapabilir. Ligde de bu konuda kendimizi eleştiriyoruz, tartışıyoruz. Bununla birlikte her sene takımların katkısıyla lig olarak farklı derneklere bağış yapılıyor, ihtiyaç olan yerlere kütüphane kurulması için yardımcı olunuyor. Bu hafta da Futbolda Cinsel Şiddet ve Cinsiyet Ayrımcılığı seminerine lig olarak katılım sağlandı.

Müge: Ligin varlığı, sürmesi ve bu seviyeye gelmesi bile yeterince muhalif ve söyleme sahip bir duruş. Bu seneye kadar daha aktiftik ama bu sene daha zor bir seneydi. Tutuklanan akademisyenler, avukatlar, gazeteciler, ülkede olan biten…

Canberk: Lig içerisinden de çok tutuklanan oldu. Bunu da gördük mesela. Hatta Nuh Köklü’yü kaybetmiş bir ligdir Karşı Lig. Bu tip ciddi acılar yaşandı.

Arda: Nuh Köklü bizim çok sevdiğimiz Forza Yeldeğirmeni’nin kalesini koruyordu, ligin kuruluşunda da yer alan isimlerdendi bildiğim kadarıyla.

Bu süre içerisinde, “karşı” tarafta olan, futbolu bir kavga gibi gören, fanatizm ve küfür ile ayrı düşünemeyen insanlardan bir nevi günah çıkarmaya şahit oldunuz mu? Kısacası sizi tanıdıktan sonra değişenler var mı?

Canberk: Aslında var. Sosyal medyada paylaşınca biz de kendi kişisel hesaplarımızdan o paylaşımı yayıyoruz ve bizim çevremizdeki insanlar görüyorlar, takdir edenler oluyor. Ben mesela büyük bir şirkette çalışıyor olmama, hatta futbolun merkezinde olmama rağmen oradaki insanlardan negatif bir tepki almadım, aksine hep pozitif tepkiler aldım. “Biz de mi yapsak, bizim çevremizde de top oynamayı seven kadın arkadaşlarımız var, nasıl yapılır bu iş” gibi fikir alışverişlerine şahit oldum. Hiç tanımadığım bir insan da sosyal medyadan görüp tebrik etmiştir. Bu tip şeyleri duymak yaptığın işin kıymetini artırıyor haliyle.

Müge: “Böyle bir şey yapıyorsunuz çok gurur duyuyorum, kendimde de böyle bir eksiklik görüyorum, maçlarınıza gelmek, katılmak isterim,” diyen “beyaz yaka” olarak tarif edebileceğim taraftar gruplarından olan insanlar da var. Hatta “Ben de katılayım, deneyimlemek çok isterim,” diyen de oldu. Biz zaten böyle büyüdük takım olarak. Bu dediğin “karşı” tarafa örnek olarak da bizim oynadığımız yerde (Kalamış), Fenerbahçe’nin maçlarına gelen taraftarlara denk geliyoruz. O söylediğin öfkeli, küfürbaz, arkada hiç susmadan küfür eden bir topluluk varken biz maç yapıyoruz. Çok absürt bir durum aslında. Onların arasından geçip bir kadın olarak formanla tuvalete gidiyorsun… Orada sürekli oturan dört amca var, bir kere beni yanlarına çağırdılar, masalarına oturdum, ne yaptığımızı sordular, anlattım, etkilendiler, birer içki ısmarladılar hatta (gülüyor). Tabii biz de değiştik; bizim futbol muhabbetimiz de değişti.

Arda: O karşı grupta olup bu ligde oynayanlar var ve oynadığı için zamanla kendini törpüleyen, o dönüşüme ayak uyduran kişiler var. Onlar da belki ilk duyduklarında nasıl oynayacağız ya kadın-erkek demişlerdir ama ondan sonra oynamaya başlayanlar var.

Peki kadın olmak nasıl bir şey Karşı Lig’de ve takım içinde? “Daha nazik olayım, kadın var karşımda” gibi bir tutum seziyor musun?

Müge: 30 yaşındayım ve bir kadın olarak hayatımda çok değerli olduğumu hissettiren tek alan olabilir Selamsız Bandosu. Ben futbolu bilirim, çok iyi bildiğimi iddia etmem hiçbir zaman ama sohbet ortamına girdiğimde “Sen önce bir sus ya”yı çok duydum, halbuki bunu diyenden otuz kat fazla bilgim vardır muhtemelen. Ama bu ligde bu asla yok. Ne toplantılarda ne de oynarken hissediyorsun. Nezakete gelince, kadını dahil etmek için bunu yapmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Ben bir kadın olarak bile bunu yapmak zorundayım bence, lige yeni girmiş ya da benden daha az deneyimli bir kadının kendisini güvende hissetmesi için… Bu ayrıcalık tanımak değil, öyleyse de en fazla pozitif anlamdadır. Bunlar ligde hiçbir zaman göze sokulacak şekilde yapılmıyor elbette. Ligde, maçlarda kadınların ne kadar aktif oynadığı da takip ediliyor, dolayısıyla bu biraz, oynata oynata o kadınlara kendilerine güvenmelerini ve o spordan keyif almalarını sağlamak için yapılıyor. Hissettirmeden süreç içinde gerçekleşiyor. Erkeklerin bu noktada, adım adım da olsa, iyi bir yol katettiklerini düşünüyorum. Kendi takımım için konuşacak olursam, sırf kadın olduğun için orada olmadığını bilirsin. Biz biraz cinsiyetsiz bir takımız ve ben bunu seviyorum. Kadın olduğum için ekstra bir kredi sağlanmıyor bana. Ama nasıl ben onları cinsiyetsiz görüyorsam, onlar da beni cinsiyetsiz gördükleri için -bu arada bunu fikir ve oyun olarak söylüyorum- az oynayan veya kötü oynayan kadınla erkek arasında hiçbir fark yok. Yani eğer oyunun iyiyse gerçekten öyle olduğu içindir ya da fikrin kıymetliyse kimin söylediğine bakılmaksızın öyledir.

Canberk: Kadınlara nazik davranmakla ilgili, oynayan biri olarak bir şey söylemek isterim ben de. Futbolla yeni tanışmış bir kadın olduğunu zaten topla ilk temasında anlıyorsun, o zaman ben alan bırakıyorum. Çünkü o sorumlulukla tanışması, keyfini yaşaması lazım. Onun ayağından top alıp kaleye soktuğun zaman, amacımızdan sapmış oluyoruz, sadece o top kaleye girmiş oluyor. Ona alan bırakıp, topla daha fazla temas etmesini sağlamak gerekiyor, hatta diğer takımlarda da var bizde de, rakip takım olsa dahi kadınlar çok iyi bir pas verdiğinde ya da iyi bir şut çektiğinde herkes bundan keyif alıyor. Topla yeni tanışmış bir insanın ruh hali bende şöyle canlanıyor: İlk kez tanışıyor, ne kadar şanslı, önünde o kadar uzun bir yol var ki futbolu sevebileceği, o yüzden de bir alan bırakmak gerekiyor. Bunun adı bu anlamda kibar davranmaksa, evet bu yapılıyor, ben yapıyorum şahsen. Ama onun ayağından topu alırsam ben kötü gözükürüm, böyle yapmamalıyım şeklinde olmuyor bu.

Arda: Bizim takımda bu özellikle yapılan bir şey değildir ama istatistik çıkarsan atılan gollerin çoğunu kadınlar atmıştır. Ama bu Canberk’in topu kaleye götürüp bir kadına “Hadi canım sen at,” demesiyle olmuyor, kendiliğinden oluyor. Bunun dışında şunu da belirtmek gerekir, uluslararası bir takımız biz.

Müge: Takımımızın temelinde Ermeni ve LGBT kimliği var, bunu söylemek lazım. Alman, İspanyol, Ermeni, Yunan oyuncularımız var.

Arda: Kuruluş manifestomuzdan renklerimizin seçimine kadar bu temel etki etti zaten. LGBT, Ermeni ve ülkemizdeki tüm azınlık kimlikleri.

Müge: Pankartımızı da LGBT renkleriyle yaptık, oraya da bir selam göndermiş olduk. Takımın hepsi bu camiadan değil ama bunu yapabiliyoruz, güzel olan da bu. Yapmaya çalıştığımız şey de bu. Sosyal medyada da hashtaglerimizi mümkün olabildiğince çok dilde yapmaya çalışıyoruz.

Karşı Lig’in dünyada muadilleri var mı?

Müge: Var, çok var. İspanya’da var, ama ligin ismini bilmiyorum. Sportif Lezbon’un da Almanya’da katıldığı bir turnuva var.

Bu tarz liglerle bir araya gelme düşünceniz var mı?

Müge: Benim var ama önce bizim bir yol haritası çizmemiz lazım. Ondan sonra olabilir. Mesela Yunanistan’a deplasmana gitmek istiyoruz, bunu konuşmuştuk ama şartlar el vermedi.

Majör ligleri takip ediyor musunuz? “Hepsi şunun gibi olsa ne güzel olur” dediğiniz bir takım, sporcu, antrenör, yönetici var mı?

Müge: St. Pauli, çok severim.

Canberk: Takım olarak St. Pauli derim ben de ama sporcu olarak da Roger Federer’dir. Son şampiyonluk konuşmasında, “Teniste beraberlik yok ama ben bugün Nadal’la beraberliği gönül rahatlığıyla kabul ederdim, çok da keyif alırım bundan,” demişti. Bu tip bir sporcu profili dünyanın çok ihtiyaç duyduğu bir profil. Hem de bu popülerlikte.

Zaman ayırdığınız için teşekkürler. Şunu da söylemeliyim, hiç sevmediğim bir spora başka türlü bakmamı sağladınız, ayrıca şampiyonluğunuz için de tebrik ederim.

Müge, Canberk, Arda: Biz de teşekkür ederiz…


Selamsız Bandosu sosyal medya hesapları

https://twitter.com/selamsizfk

https://www.facebook.com/selamsizbandosuFK/

https://www.instagram.com/selamsiz.bandosu/