Çuvallamak

Irak Dünya Mahkemesi tam zamanında İstanbul’da toplandı. Zaman geçtikçe, ‘işler normalleştikçe’ unutulmaya yüz tutan işgalciliğin kayda alınması çok önemli. Zamanın siliciliği bir tarafa her tarafı kuşatmış ikna söylemleri Çünkü işgalciler zamanın bu karşı konulmaz silciliğini arkalarına alıp başka türlü oyunlarla ve söylemelerle olan biteni normalleştirmeye çalışmaktalar.

Son zamanlarda Ortadoğu ülkelerinde başlayan seçimci demokrasiye dönük adımlar Avrupa basınında yükselen ‘Bush Haklı mıydı?’ seslerinin gerekçesi olurken, öte yandan son örneğini Schröder- Bush görüşmesinde izlediğimiz ‘ e bir kere oldu bu işgal ne yapalım, artık bundan sonrası kurtaramaya bakalım’ türü normalleşme gayretleri de “Acaba Bush haklı mıydı?” vehmini şimdilik yüksek sesle seslendirmekten çekinenlerin de işgale karşı dirençlerini kırma da etkili olmaya başlıyor

Eğer ABD’yi Şeytan’a benzetmenin bir klişenin içine düşmek gibi bir riski olmasaydı, ABD ve ekürisinin yeni emperyalizmlerine payende aramak için yürüttükleri bu son ikna çabalarını anlama da ‘Şeytan’ın sağdan soldan yaklaşması’ deyimi gayet açıklayıcı bir benzetme olarak kullanılabilirdi.

Politik doğruculuk titizliği ile kullanamadığımız bu deyim özetle şunu söyler; Şeytan insanı günaha yada kötülüğe yönlendirmeye çalışırken bunu ‘kötülük yap!’, ‘günah işle!’ çığlıklarıyla yapmaz. Şeytan herkesin nabzı için ayrı ayrı şerbetler hazırlayarak, insanın zaaflarını, hassas noktalarını, hissiyatlarını hesaba katarak; ikna edici gerekçeler, nedenler üreterek; sağdan ve soldan yaklaşarak; biri olmazsa ötekine başvurarak yapmaya çalışır görevini. Şeytanların en ünlüsü Mephisto da Faust’u yaratıcı enerjinin kaçınılmaz bir biçimde ancak günahlardan ve kötülükten geçtiği, Cennet yolunun maalesef günah taşlarıyla örüldüğünü söyleyerek ayartmıştı.

Aslında karşımızda da olan Faust’u ikna eden bu mefistotik modernite söyleminin ta kendisidir bugün. İlerleme için biraz kanın, biraz gözyaşının lafı olmaz. Maalesef hayat acı; demokratikleşme için Irak’ın 110 bini sivili feda etmesi gerekmekteydi. ABD’nin de yıkılmadık hiçbir uluslararası hukuk kaidesi bırakmadan,suikast, tehdit, şantaj gibi her türlü silaha başvurması, hukukun üstünlüğü ilkesini Ortadoğu’da hakim kılmak için hukukun sembolü masum kızın ırzına geçmesi bir tarihsel zorunluluktu.

.Bush’un attığı demokratikleştirme tohumlarının yeşermeye başladığı konusunda apansız yakalanılan bilgi ve söylem bombardımanı, siyaset dünyasıyla fazlaca hemhal olmaktan bu hayattaki en önemli şeyin tek başına demokrasi olduğunu zanneden düşünce dünyalarını en kritik savunma mevzilerinden vurmuşa benziyor.

Mineral açıdan artık çok zengin hale gelmiş olan 110 bin insan cesedinin karıştığı topraklarda şimdi artık demokrasi değil yeni bir Rönesans bile yeşerebilir.

Zaten Ortadoğu’nun sorunu ilerlemeye ket vuran o 110 bin kişinin yükünü bir türlü üzerlerinden atamamaktı. Bu 110 bin kişi, bütün bölgenin gelişmesinin önünde tıkaç vazifesi gören öyle belalı, öyle lanet insanlar olmalı ki Dünya Kadınlar Gününü kadın döverek kutlayan Türk polisi yüzünden Türkiye’yi yerden yere vuran ulvi değerlerin yılmaz savunucusu AB bile bu 110 bin insanı öldüren işgal güçlerinin içinde yer alan üyelerine en ufak bir ikazda bile bulunma gereği duymadı.

Zaten çok belli ki bu 110 bin Iraklı arkalarından ağlanmayacak, dönüp bakılmayacak ölçüde gereksiz önemsiz insanlar yığınıymış ki İspanya’da istasyonlara yapılan terörist saldırılarda hayatlarını kaybeden insanlar için yapılan törenler, bestelenen şarkılar gibi jestler onlara bu yüzden reva görülmedi.

Zaten bozulan transatlantik ilişkileri tamir edilmeye çalışılırken bu dünyanın lanetlilerinin hayaletlerini çağırıp durmanın hiç de zamanı değil.

Dünya şeytanın sağdan soldan yukarıdan aşağıdan yaklaşmalarıyla günaha ortak edilmeye çalışılırken, Türkiye’de de işgal karşısındaki savunma mevzilerimiz ikna çabalarının metal fırtına misali bilgi, yorum bombalaması karşısında çöküyor. Yeni emperyalizme karşı “Irak’ta denklem dışı kaldık!” ‘tan, “Irak politikamız yok!”’lara, “AKP Atatürk’ün Batılılaşma hedefinden sapıyorlar”’ dan, “Apo’yu besleyen Suriye’yi mi destekleyeceğiz?’ lere, kadar uzanan herkese uygun bir şeylerin bulunduğu ikna söylemlerinin yarattığı geniş bir çuvallayanlar yelpazesi ile karşı karşıyayız.

Ama asıl ürkütücü çuvallamalar işgal karşıtı olması beklenen kesimlerde yaşanmakta. Yine tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Şeytan sol cenahtan yaklaşırken kulaklara demokratikleştirme,özgürleştirme, modernliğin bedelleri nakaratını mırıldanıyor Yıllarca demokratikleşme konusunda kendi memleketinde türlü mücadelelere girmiş kesimlerin bu konudaki hassasiyetlerinin çokça gelişmiş olduğu anlaşılabilir. Entelektüel faaliyetin buralarda fazlaca yoğunlaşmış olması algıda bir seçiciliğe neden oluyor da olabilir..

İran ve Suriye’ye yönelen yeni emperyal işgalciliğin yönteminin Irak işgalinden ders çıkarılıp açık açık adam öldürmekten daha katlanılabilir bir şeye dönüşmesi, güya ‘bölge adam ediliyor’ söylemleri bu cephede çuvallamaları artıracak gibi durmakta. Ortadoğu’da birkaç tane daha sandık görülürse çuvallamalara kimse engel olamaz artık.

Çuvallamalara engel olmak için ortaya sık sık 110 bin kişinin cesetlerini çıkarmak da artık karşıt bir ikna söylemini dillendirirken eskisi kadar etkili olmamakta. Belki bu öldürülen 110 bin kişinin de bayıltılarak öldürülmediğini, onların da kafalarının ve gövdelerinin parçalandığını söyleyerek ajitasyonun dozunu artırmak gerek. Ölülerin seçme seçilme hakları olmadığını, eğer bu ölüler oy verebilseydi Irak Parlamentosuna ‘Biz Ölmek İstemiyoruz’ adlı bir parti ile pek çok vekil sokabileceklerini söylemek gibi yeni yaratıcı söylemler geliştirmek denenebilir.

Ama yine de bunlarla şeytanın ustaca taktikleri karşısındaki çuvallamaların önüne geçilebilir mi belirsiz. Çünkü bugün için demokrat olmanın yolunun kulaklara fısıldanan bu ritmik,oynak nakarata kulak tıkamaktan, sandık başındaki Iraklı görüntüleri karşısında gözyaşlarına hakim olmaktan geçtiğini unutmamak gerekir. Unutanları dürtüklemek, yolda kalanları kaldırmak, çuvallayanlara yardım etmek bugün için her demokratın üzerine düşen tarihi bir yükümlülük.