Özel Sermaye Fetişizmi ve Tapınması

AKP, her ne kadar kendinin “ak” olduğunu iddia etse de, ne kara ne ak, ne kırmızı ne yeşil, olsa olsa gri bir partidir. Sınıfsal adiyetlerin bulanıklaştığı bir toplumsal yapıda, merkez partisi olmak, tek başına iktidara seçim yoluyla gelebilmek zaten gri olmayı gerektirir. AKP, bu gri rengin tonlarını, Türkiye toplumundaki hakim eğilimlere uygun biçimde, bulunduğu ortam ve o günün konjonktürüne uyarlayıp, sergiliyor. Bu anlamda, toplumdaki değişim özlemiyle genel olarak uyum içinde olan reformcu bir parti AKP. Değişimi, toplumsal yapıda ürküntü yaratmayacak bir muhafazakar kılıf içine yerleştirmeye özen gösteriyor. AKP aynı zamanda liberal. Cemaat dayanışmacılığının bazı simgelerini öne çıkararak liberalizme dinî ahlakla uyumlu bir görüntü vermeye çalışıyor. Demokrasiye saygılı, ama çoğunluk tahakkümüne kaymaya da eğilimli.

Muhafazakar ve liberal olmak, demokrat olmayı dışlamaz. Ama bu zihniyetin demokrasiden anladığı asgari bir demokrasi olur. Liberal ekonominin kurallarına sadık kalmanın toplumsal ve iktisadi yaşamda demokratik ilkelerin canlı biçimde hayatta kalmaları için büyük ölçüde yeterli olduğuna inanmakla genel olarak yetinir. Bu bağlamda, AKP programında da yer aldığı gibi, hedef piyasa toplumuna ulaşmaktır. AKP’nin temsil ettiği siyasal düşünce, toplumsal sorunlara çözüm arayışlarını piyasa toplumu ideali süzgecinden geçiriyor. Bilindiği gibi, piyasa toplumunda egemen aktör sermayedir.

AKP için özelleştirme kendi başına anlamı olan bir iştir. Bir yılda şu kadar dolarlık özelleştirme yapmış olmak, tek başına anlamlı bir başarı kıstasıdır. Aslında esas olarak yapıbozumunu andırsa, Erdoğan’ın o çok beğendiği ifadeyle,“taş üstüne taş koyma” girişiminin önemli ayaklarından biridir bu. Özelleştirmenin gerekleri, özelleştirilecek kurumun bulunduğu alanın özellikleri, tekel konumu olup olmadığı gibi hususlar önemli değildir. Piyasa toplumu ideali, tüm mal ve hizmetlerin piyasa koşullarında üretilmesi ve tüketicilere bu koşullarda sunulmasını emreder. Toplumsal yaşamın ne kadar daha fazla bölümü, eğitim ve sağlık, kültür ve güvenlik hizmetleriyle özel mülkiyetin hükmüne tabi olursa bu ideale o kadar yakınlaşılır. Piyasa toplumu ideali çerçevesinde özelleştirmenin gerçek anlamı, bu mal ve hizmet üretiminin özel mülkiyetin hükmü altına girmesidir.

Başbakanın Bahçeşehir Üniversitesi’nde yaptığı açılış konuşmasında, özel üniversite kurulmasını engelleyen iradeye karşı esip gürlemesi, “özel hastane var da özel üniversite neden olmasın?” diye sorması, AKP liderinin parti programıyla bütünüyle tutarlıydı. Piyasa toplumu olmanın gereklerinden biri de eğitimin tüm kademelerinde ağırlığın özel sermaye girişimlerine geçmesidir. (Neden akademik özgürlük ve yönetimsel özerklik konularında mangalda kül bırakmayan Türk üniversite camiası, her fırsatta ve özellikle her yıl üniversite açılış müsamerelerini kendi meşrebine uygun siyasetçilerin himayesinde, başbakan, bakan, milletvekili, parti başkanının gölgesinde gerçekleştirmeye çalışır sorusunu, bunu ileride daha etraflı biçimde ele almak üzere geçerken sormakla yetinelim.)

Piyasa toplumu modeli. sağlık ve eğitim hizmetlerinin yanında, sosyal güvenlik sisteminin ana gövdesinin de özel sermaye hükmü altına geçmesine büyük bir modernleşme hamlesi olarak bakar. Kısacası, yaşamın mümkün olan her alanı, her anı sadece sermayenin değil, özel sermayenin hükmü altına girmelidir. Bu nedenledir ki, bugün AKP’nin etrafında yeşili kırmızısı ve hakisiyle, yerlisi ve yabancısıyla her türlü özel sermaye aktörü ağızlarından sularak akarak dolaşmaktadır.

AKP’nin, aynı zamanda liberal ve muhafazakar, reformcu ve demokrat olmasını kolaylaştıran bir etmen, karşısında yer alan belli başlı siyasal partilerin, milliyetçi, statükocu ve otoriter olmalarıdır. AKP’nin karşısında yegane dişe dokunur muhalefet hattı var bugün. O da milliyetçilik. ANAP, her konuda hakikisi başka yerde olan, iktidardan ziyade muhalefet partilerinden parsa toplamaya çalışan bir parti bugün. DYP ve MHP’nin yanında, ana muhalefet partisi yönetiminin de bugün bu milliyetçi-statükocu kulvarda yer almayı tercih ediyor olması, AKP’nin en büyük şansı.

AKP yöneticilerinin oyun gereği Deniz Baykal’a çok kızıyormuş gibi yapıp, ona yeni bir horozlanma fırsatı verecek birkaç yem daha attıklarını, akşam yatarken de kendisine duacı olduklarını tahmin etmek zor değil. AKP, esas olarak CHP sayesinde, hem anlamlı bir erozyona maruz kalmadan iktidarda kalmaya devam etmekte hem de toplumsal muhalefet temsilcisi olma işlevini büyük ölçüde elinde tutmayı sürdürebilmekte. Bu her siyasal partiye nasip olmayan, CHP’nin AKP’ye sunduğu bir nimettir.

Ne var ki AKP’nin en büyük kısmetinin karşısında CHP yönetimi gibi, Türkiye toplumundaki değişim beklentileriyle hiçbir ilişkisi kalmamış bir zihniyetin yer alıyor olması, bir yerden sonra AKP için de bir tuzak oluşturuyor. Rekabet ortamında bir insanın, bir kuruluşun ve bir partinin daha iyi olabilmesi ancak rakiplerinin iyi olmasıyla mümkündür. CHP bugün AKP’ye kifayetsiz rakip olarak bir cephesiyle de bir yük oluşturmaktadır. Bu yükün sonuçlarından biri, Tayyip Erdoğan’ın veya danışmanlarının aklına gelen, “sermaye ırkçısı” suçlamasıdır. ERDEMİR’in çoğunluk hissesini OYAK’ın almasını memnuniyetle karşıladığını bir “sosyal demokrat” parti başkanı beyan ederse, ERDEMİR özelleştirmesini sorgulamazsa, ama sadece sermaye yabancı kökenli olduğu için başka bir özelleştirmede demediğini bırakmazsa, yaptığı sosyal demokratlık değil, düpedüz milliyetçiliktir. Hem de en bayağısından bir milliyetçilik. Sadece yerli olduğu için değil, esas olarak haki sermaye olduğu için ERDEMİR özelleştirmesi konusunda sevecen davranmak, ayrıca milliyetçiliği de aşar. Sol değerler açısından dayanılmaz kokular çıkaran yerlere varır.

Buna karşılık, karşısında CHP olduğu için AKP liderinin rahatlıkla üstten alabilmesi, “sermaye ırkçısı” gibi bir suçlamayı basiretsiz rakiplerine karşı kolayca yöneltebilmesi kendisini yanıltmamalıdır. Bu iddiayı dile getirene, sermayenin ne dini, ne kokusu, ne rengi olduğunu ama aynı zamanda imanın ise azami kar ve paradan para kazanmak olduğunu yeri gelir hatırlatırlar. Sermayenin isteklerine bütünüyle teslim olmanın ne demek olduğunu da!

Türkiye’de toplumsal hareketler açısından bugün acıklı olan, hükümetin iş bitiren kanadının fütursuzca sergilediği özel sermaye fetişizmi ve tapınmasına karşı siyasal alandan tutarlı ve güçlü bir ses yükselmemesidir. Bu fetişizme karşı tepkinin milliyetçiliğin karanlık sularında boğulmasıdır. Kamu mülklerini kapalı kapılar ardında pazarlayanların, Türkiye’yi bir kez daha müteahhit cennetine dönüştürmek isteyenlerin karşısında siyasal alanda yer alanların, ya rakip müteahhit çetelerinin temsilcileri ya da müteahhitlerin bile yüz vermediği bir kifayetsiz ve basiretsizler güruhu olması, içinde bulunduğumuz dönüşüm dinamiğinin kara deliğidir. Sermaye fetişistlerinin destursuz toplumsal alana girmelerine, taş üzerine taş koyma adı altında ortalığı bir çok zaman tarümar etmelerine karşı direnecek toplumsal enerjiyi bu kara delik yutmaktadır.

Radikal İki, 15.10.2005’te yayımlanmıştır