Türkiye Büyük Milliyetçi Meclis’i

 “Allah, nasip ettirmeyeceği şeyi hayal ettirmez” (Halife Osman).

Cumhurbaşkanlığı ve 27’inci Dönem Milletvekili seçimi bitti. AKP, 42, 55; CHP, 22, 63; HDP, 11, 70; MHP, 11; İyi Parti, 9, 95 oy ile Meclis’e girdi: AKP, 295; CHP, 145; HDP, 67; MHP, 49, İyi Parti, 44 milletvekili çıkardı. Buna göre Cumhur ittifakı ile Recep Tayyip Erdoğan tek başına Meclis’i yönetme hakkı elde etti.

Bu seçimleri diğerlerinden ayırt eden önemli nokta milliyetçiliktir. Milliyetçilik yirminci yüzyılda bütün dünyada neredeyse bitip hatta hastalık olarak algılanırken Türkiye’de yeninden, Türklük vurgusuna, İslâm da eklenerek daha güçlü bir şekilde gelişiyor, inşa ediliyor. Türk ve İslâm motifinin bu kadar güçlü olduğu başka bir dönem olmamıştır.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Osmanlılaştırma, Bernard Lewis’in deyimiyle “Türk olmayan unsurları Türk havanının” içinde dövmekti; ancak bugün, hem iktidar hem muhalefet silme Türk ve Müslüman kimliği etrafında toplanmış, geride kalanlar ise yok sayılacak raddeye gelmişlerdir.

Türkiye’de ilk kez bütün partiler bir olup milliyetçiliğe sarılmışlardır. AKP,  bundan sekiz ay öncesine kadar Meral Akşener muhalefetine karşı çözülmüş, güçsüz düşmüş bir durumda olan MHP ile ittifak yaparak onu Meclis’e taşımıştır; CHP yine benzer bir tavır içine girmiş, MHP içinde çözülmüş, varlık ve yokluk arasında çırpınıp durmuş olan İyi Parti’yi yanına almış ve onu Meclis’e sokmuştur. İki parti arasındaki temas, seçim arifesinde de başlamış, CHP’den 15 vekil İyi Parti’ye geçmiş ve böylece İyi Parti Meclis’te bir varlık göstermişti. MHP ile İyi Parti arasındaki fark ise pek büyük değildir: Devlet Bahçeli, Ülkücü ve Alperenleri, Alpaslan Türkeş’in tersine sokaktan, siyasete yöneltmiştir; İyi Parti, sürekli milliyetçi kesimi sokağa davet etmiş ve iktidarı sokakla tehdit etmiştir. Ancak ikisinin temel vurgusu Türklüktür. Hatta ve hatta Cumhuriyet’in ilk yılları ile kıyaslayacak olursam, biri sağ, diğeri sol Türkçülüğe sarılmıştır. Akşener, hiç de MHP’den farklı bir program çizememiştir. Derdi, MHP tabanını ele geçirmek ve giderek AKP’nin içindeki Türk ve Müslüman vurgusunu elde etmektir ve dahası CHP’nin içindeki ulusalcı kanadı da, aynı gövdede bir araya getirip daha güçlü bir milliyetçiliği dile getirmektir. Tayyip Erdoğan bu tablo karşısında II. Abdülhamit, partisi de Osmanlı maliyesine dönmüştür. II. Abdülhamit’i, Tarık Zafer Tunaya’nın deyimiyle“kültürü zayıf, kini çok” bir kuşak yıkarken, Akşener’in milliyetçi söylemi, “kinle” sınırlı kalmış, “kültür” MHP’den alınamamıştır. Milliyetçiliğin en üst raddesinde duran AKP ise son iki ay boyunca Türk ve İslâm vurgusunu elden bırakmamıştır: Tek millet, tek bayrak, tek vatan. Bu söylemler MHP gibi bir istetme ile de daha bir güçlü zemine oturmuştur. MHP’den kendini vesikalık tabanca ya da avcılık belgesi ile alınan pompalı tüfekle koruyan AKP tabanı ve sermayesine yeri geldiğinde linçi bile hiç çekinmeden yapabilen bir dayı” ruhu yaymıştır. Milliyetçi figürler de seçim boyunca meydanlarda raks etmiş, hatta silme AKP güdümünde olan TV dizileri de bu zamana zemin hazırlamıştır. Devlet Bahçeli’nin “ülkücü kabadayı” olarak bilinen Alattin Çakıcı’yı hapishanede ziyaret etmesi ve affı gündemleştirmesi; Sedat Peker’in meydanlarda mitingler yapması ve bu mitinglerde uzun sakallı bir hoca figürü ile “halk karşısına” çıkması AKP ve Erdoğan lehine konuşması Türk milliyetçilik parsasını daha bir zenginleştirmiştir. Peker’in bir yanda kravat ve takım elbise ile siyaset yapan efendi, diğer yandan “delikanlı” havası, tehditkâr konuşması, Çakıcı’nın “mağdur ve tutsak” Türk imgesi ile birleşince siyasal ve sosyal zemin aba altındaki yapa ile politikada etkili olmuştur.

Sonuçta, seçim aritmetiği de bu tablo üzerinden bir zafere dönmüştür. Seçim boyunca yapılan ve konuşulan bütün hileleri doğru ya da yanlış kabul etmemizin bugün bir anlamı yoktur. Tek gerçek vardır, o da şudur: Meclis’te milliyetçi ve muhafazakâr AKP’nin 295, silme ülkücü ve alperen MHP’nin 49, milliyetçi ve ulusal İyi Parti’nin 44 vekili “Türkiye çoğunluğunu” temsil etmektedir. CHP’nin içindeki sol ve milliyetçi kesimi de buna eklersek geriye “biraz kül ve biraz duman” kalıyor. Bu da bize, inanılmaz büyüklükte ve herkesi yok edecek milliyetçi bir dalganın geldiğini ve önümüzdeki zaman diliminde muhaliflerin değil havanda dövülmesi,  başlarını bile pencereden uzattıkları anda suçlu olacakları ve en ağır cezalara çarptırılacakları anlamına geliyor. Çünkü muhalif yok ve herkes Türk-Müslüman cetveli ile ölçülüp biçilecek.  MHP eskiden ancak 40 milletvekili ve zayıf bir milliyetçi halka olarak Meclis’te yer alıyordu. Hatta milliyetçi yazar Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun roman kahramanları gibi Devlet Bahçeli espri ve kimi konuşmaları ile sempatik bir hava bile estiriyordu. Şimdi, milliyetçi cephe hem daha büyük hem daha acımasızca Meclis’te olmayanların karşısında duruyor. 

CHP ve HDP bir çıkış sunabilir mi? İki parti de seçim boyunca muğlâk bir dirsek teması içerisine girdiler. Millet İttifakı, Cumhuriyet’in kuruluşu gibi hareket etti. Saadet Partisi, dini; İyi Parti, milliyetçiliği; HDP ile kurulan örtülü ittifak ise folklorik bir zemini aşamadı. Bu Kürt sorununu tarihsel olarak ele alanlar tehlikeli ve ne olduğu muğlâk bir geçişten başka bir şey değildir. Kürtler, Türkler ile birlikte evet, Cumhuriyet’i kurmuşlardır ama 1924’ten, 1946’ya kadar, aralıksız kan dökülmüştür ve bu kan, miras gibi, günümüze kadar da hâlâ akmaktadır.   CHP, Kürt meselesi ile ilgili programında yalnızca “Nevroz” vurgusunu ön plana almıştır. Kürt meselesi ile ilgili bir şey söylememiştir. Muharrem İnce’nin konuşma ve söyleşilerinde Türkiye bağlamında, dil ve eğitim meselesine değinmiştir. Oysa sınır boyunca uzanan, tümüyle bir toprak ve ekonomi meselesi olan Suriye ve Irak’taki Kürt meselesi de vardı ve CHP olumlu ya da olumsuz tek bir beyanatta bulunmamıştır. Zaten Afrin sürecinde CHP, AKP ve MHP’den farklı bir duygu ve düşünce içine girmemiştir. Çözüm süreci, PKK ve lideri Öcalan ile tekrar görüşme gündem konusu bile olmamıştır. Eğer kazanırsak gibi bir ucu açık kimi söylemlerle mesele geçiştirilmiştir.

HDP, cumhurbaşkanlığına Selahattin Demirtaş ile girmiştir. Hapiste bir cumhurbaşkanı adayı Türkiye tarihinde ilktir. Kısaca HDP baraj sorununa düğümlenmiş ve programını Demirtaş’ın özgürlüğü ve barajla sınırlamıştır. Meydanlarda Kürt meselesinden kaçınılmıştır. Demirtaş’ın hapiste olması koordineli çalışmaya imkân tanımamıştır. Bu aksaklıklara neden olmuştur. Fox TV’de (31 Mayıs 2018) yapılan seçim programına katılan eşbaşkanlar sorular karşısında açıkça çıkmaza girmişlerdir. Bunun nedeni Demirtaş’a program yöneticileri tarafından sorular gönderilmesi ve yanıtlar alınmasıydı. Ancak, eşbaşkanlar soru ve yanıtlardan habersizdiler. Böylece eşbaşkanlar Demirtaş’ın dışına çıkamamışlardır.

Zaten CHP, İyi Parti ve kendi ulusal karakterinden dolayı HDP ile ittifak yapmayı reddetmişti. Listeler belirginleşince ret üzerine kurulan ilişki, AKP karşıtlığı üzerinden gizli olmasa da söylem anlamında dile getirilmiştir. Eğer’li bir dil kullanılmıştır, “eğer ikinci tur” olursa… Millet İttifakı’nın milliyetçi dili ve kimliği HDP için sorun olmamıştır. Hatta, bir ihtimal dahilinde bile olsa Akşener ikinci tura kalırsa diye sorulan bir soruya partinin kurmayları hiç çekinmeden “Evet, destekleriz,” yanıtını vermişlerdir. Bu, seçim sürecinde bir taktik olarak elbette okunabilir ama siyaset, sonuçları itibarıyla kalıcı etkiler bırakır ve HDP, var olan milliyetçi değirmene böylece az da olsa su taşıdı ama kendi buğdayını eleyemedi… Demirtaş ikinci tura çıksa, Akşener ve İnce kuşkusuz aynı yanıtı veremezdi. Bu kendine dönük bir hor görme, kendini küçük düşürmeden ileri gitmemiştir. Mest çarıktır, çarık mesttir, yürününce çıkan aynı sestir; Bahçeli ve Akşener arasındaki fark, mest ve çarıktır. Açık bir pragmatizm vardır;  CHP için HDP bir parti değil, potansiyel olarak kendisini destekleyecek bir öğedir. Bunu Suruç olayında da fark ettirmiştir. Suruç olaylarında CHP, HDP’nin boşluğunu hemen doldurmuş ve sonuçta, olaya “sahip” çıkarak bir vekil çıkartmıştır.      

Öte yandan HDP, on Kürt ili ve başta Ankara, İzmir ve İstanbul’da geniş bir oy potansiyeline sahiptir. Göz ardı edilse ve söylenmese bile Kürtlerin en büyük kentleri buralardır. Çıkardığı milletvekili sayısı 68’dir ve bu vekillerden 29 ya da 30’unun Kürt olduğu söylenmektedir. Amaç Türkiyelileşmek ise bu gelinebilecek en iyi ve en son noktadır. Ancak İstanbul, Ankara ve İzmir gibi en önemli ve Kürtlerin en yoğun yaşadıkları illerde Kürt milletvekillerinin bir elin parmakları ile sınırlı kalması hazindir. Evet, İstanbul’da HDP geçen seçimlere nazaran oylarını artırmıştır ama bu, artan seçmen sayısı ile ilintilidir. Çıkan vekiller çalışarak, halk içinde HDP’nin program ve tüzüğünü dile getirerek vekil seçilmemişlerdir; hepsinin vekilliği tümden garantidir. Örneğin Hüda Kaya, Musa Piroğlu, Zeynel Özen, Erkan Baş, Oya Ersoy, Ahmet Şık, Saruhan Oruç vs. Bütün kimlikler, ilk ve seçilecek sıralarda bir anlam bulurken Kürt kimliği bunun dışında tutulmuştur. Kimi farklı örnekler de vardır. Örneğin HDP, Garo Paylan’ı Meclis’e taşımış ve bununla, Kürtlerin birlikte olduğu halkların hakkını nasıl vermişse diğer vekillerin seçimi sırasında aynı hassasiyeti göstermemiştir. Paylan, Ermeni kimliği ile HDP’nin siyasal kimliğini birleştirerek ve kendisini orada hakkınca temsil ederek, partisini de gölgede bırakmayarak var olmuştur. Ancak diğerleri sürekli bileşen, örtüşen mantığı içinde bir kopuş çizgisindedirler. Altan Tan, Mehmet Metiner, Orhan Miroğlu ilk akla gelen popüler kimselerdir ve bunların benzerlerinin bugün fotokopi ile yeniden çoğaltılmış olması hazindir. Engels, antisemitik hareketin başını soyluların çektiğini ve küçük burjuva ayak takımının da bu “uluyan koroya” eşlik ettiğini söylüyordu. HDP bağlamında ise halk, bu koroyu, kulaklarını tıkayarak dinliyordur! Nasıl ki AKP, MHP’yi; CHP, İyi Parti’yi Meclis’e taşımışsa HDP de Türk, sol ve kimi dindar kesimi (Alevi, Mele), Meclis’e taşımış ve Kürtler, sembolik düzeyde kalmışlardır; Abdullah Öcalan’ın yeğenin aday olması gibi. Alevi, Ezidi ve mele kontenjanı da sorunludur. Bizim kuşak, 90’lar Din sorununa devrimci yaklaşım kitabı ile büyümüş, gelişmiştir. Buna göre, biri ilerici diğeri gerici değildir. Asıl olan devrimci özdür ve parti buna biçim verendir. Bundan taviz verildiği an gelişen rekabet partiye zarar getirir, gelişemez.

Şimdi, geniş bir milliyetçi Meclis’in karşısındayız. Kürt meselesi ise Suriye’nin üçe bölünmesi, Güney Kürdistan’ın özerklik ve bağımsızlığı, İran’da her gün asılan Kürt gençleri, Türkiye’de baskı ve korku ile karşımızda duruyor ve çözüm bekliyor. Buna karşı milliyetçi dalga ise tek bir şeyle besleniyor, ayakta kalıyor -ki bu kandır. Milliyetçiler kendi kanlarını pekmez sanırlar, karşılarındakilerin kanı ise zehirdir ve bu kana kirli derler; ülkemizi ve ruhumuzu kirletiyor derler, kan akıtmaktan çekinmezler… Umarım Erdoğan’ın başa gelirken sürekli yinelediği mazlum ve Müslüman kimliği, Türk kimliğinin önüne geçmez; İnce’nin, seçim boyunca arada konuştuğu dil meselesi ulusal bir ivme alıp hasıraltı edilmez; Akşener, kendini milliyetçilikten arındırır ve Devlet Bahçeli, Kürtler için alperen ve tosunlarını devreye sokmaz, konuşurken bizi güldüren biri olur… Demirtaş hapisten çıkar, ailesi ile mutluca yaşar, saz çalar, beste yapar, öykü yazar, “ketıl” yerine Twitter hesabı olur…