Milli Hassasiyet Tercümanları

Önce, yakın tarihlerde dile getirilmiş şu değerlendirmeleri yorum yapmadan okuyalım:

1- "Biz, bizden istenen her şeye 'evet' demiş olsaydık, Türkiye Lozan'ı imzalayamaz, Sevr'e mecbur, mahkûm bir ülke olurdu. Sevr'i bize imzalatanlar, dünyanın en güçlü ülkeleriydi. Hükümet, direnemediği için ne dedilerse 'evet' diyecek anlayışı içine girmiş. Birileri geçmişte teslim olmadı. 'Evet' demedi. O evet demeyenler çılgın Türkler, kendi kafasının doğrultusunda giden, hakkımı alırım, ben hukukuma sahip çıkarım diyen insanlardı. O insanlar, o çılgın Türkler var olduğu için ki Sevr yırtıldı. Bu toprakların üzerinde yaşayan tüm insanların özgür ve bağımsız bir devlet olma hakkı, bütün dünyaya kabul ettirildi. Türkiye, Sevrcilere teslim olamaz, olmayacaktır."

2- "Türkiye'nin bu noktalara nasıl geldiğini anlamak için geçmişi çok iyi bilmek gerektiğini, bu çerçevede de İngilizlerin Osmanlı'nın hakim olduğu topraklarda hakimiyet kurmak için binlerce ajanı nasıl devreye soktuklarını, bu ajanları nasıl kullandıklarını, Arap İslam âleminden yandaşlar edinmek ve onlara yeni bir mezhep kurdurmak suretiyle nasıl büyük fitnelere yol açtıklarını, Osmanlı'yı nasıl arkadan vurarak o bölgeden çıkardıklarını anlatan (Başkan), İmparatorluğun başını yiyen aynı oyunun Anadolu toprakları için de sergilendiğine dikkat çektikten sonra, şunları söyledi: (...) Şimdi onların uzantıları o günden bu tarafa çok ciddi boyutlara ulaşmış, Dinlerarası Diyalog çalışmasının da merkezine gelmişlerdir. Maalesef bugünkü siyasi iktidar da gerek bilerek gerekse bilmeyerek bunun yağdanlığı durumunda, çanak tutma durumunda kalmıştır. Biz, sürekli olarak 'Dinler arası Diyalog, aslında bir dinî hareket olmayıp insanımızı Hıristiyanlaştırma, Müslümanı Hıristiyan yaparak ayağının altındaki toprağını alma harekâtıdır' diye ifade ettik. Dinler arası diyalog faaliyetlerinde İslam anlatılmaz. Devamlı çocuğun beynine Hıristiyanlık işlenir. Bilerek ve bilmeyerek bir noktadan sonra da o çocuk teslim bayrağını çeker, yani Hıristiyan olur. (...) Hedef bu toprakları işgaldir. Onun için insanımızı Hıristiyanlaştırmak suretiyle Türklükten Ermeniliğe, Rumluğa tebdil etmek istiyorlar. Diyaloğun asıl maksadı Türkiye'de budur. (..). Buradan milletime açık ve seçik olarak söylüyorum; Türkiye'nin tek yolu kaldı. O da Milli Ekonomi Modelini iktidar etmektir. Aksi takdirde Türk coğrafyasını saranların, kuşatanların ihanetleri ile Türk milleti karşı karşıya kalabilir." "Mandacı değil ulusalcıyız, fundamantalist değil, dindarız, şovenist değil, milliyetçiyiz. Bugün ülkemizde sivil asker, devlet millet kaynaşmasını gündem eden tek (biz)iz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dünyanın en büyük devleti olmasını isteyen düşünceyi seslendireniz. Birlik beraberlik yanlısıyız. Ne AB, ne ABD, tek çözüm Bağımsız Türkiye."

3- "Türkiye'yi hedef ülke konumuna oturtup, 'çağdaş sömürge' yapmak isteyen yabancılar var. Öyle ki, bu kesimler sömürgeci uygulamalara karşı Türkiye'yi korumaya çalışanları 'Sevr paranoyası' ile suçluyorlar. Bunlara içeriden de destek verenler çıkıyor. Tam bir 'yavuz hırsız ev sahibini bastırır' örneği. Bunlara geçen hafta, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu da eklendi (...) Yanıt bir Ordu komutanından geldi. 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, 'Sevr'i günümüze uyarlıyorlar' dedi. Org. Tolon'un bu yanıtı 'askeri' bir gerçek olmanın ötesinde 'bilimsel' değer taşıyor. Org. Hurşit Tolon, bir kitap yayınladı. Kitap, komutanın doktora tezinden oluşuyor. Bu bilimsel çalışmanın sonuç bölümünde, 'Avrupa'nın emperyalist devletlerinin, Milli Mücadele'de uğradıkları yenilgi sonucunda Sevr Anlaşması'nı geçici olarak rafa kaldırdığı' belirtilerek şu görüşlere yer verildi: 'Şurası hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Türkiye'mizin jeopolitik ve stratejik konumu dolayısı ile tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de ve gelecekte de birçok düşmanları olacaktır. Bu düşmanlar Kurtuluş Zaferimizden sonra rafa kaldırdıkları Sevr Barış Anlaşması'nı fırsatını bulur bulmaz tekrar gündeme getireceklerdir. Zira bugün gerek komşularımızın ve gerekse yurt içindeki bölücü unsurların vatanımızı parçalama ve akabinde ele geçirme faaliyetleri, Sevr Barış Anlaşması'nın günümüze uygulanması çalışmalarının devamından başka bir şey değildir."

4- "Onlar Türkiye'nin iç hatlarında kargaşalık çıkararak istikrarsızlık yaratıyorlar. Ancak bunun bir yanıtı vardır: Biz de o saldırıları kendi içlerinde ve başkentlerinde göğüsleriz ve püskürtürüz, tıpkı Lozan'da olduğu gibi. 'Lozan 2005'te başarısı kanıtlanan büyük eylem dalga dalga büyüyecek ve diğer Avrupa devletlerine taşınacaktır. Batı’da artık 'Her Yer Lozan' olacaktır. Batı başkentlerinin Paris gibi alevler içinde kalması istenmiyorsa, Türkiye'ye reva görülen haksız, mesnetsiz ve vicdansız muamele son bulmalıdır. (Bu harekat) ile, Avrupa devletleri ve kamuoyu, Türkiye'ye karşı hasmane tavır almamaları, ABD politikalarına alet olmamaları konusunda uyarılacaktır. Avrupa liderlerinin dar görüşlü politikaları, Türkiye'nin ve Avrupa'daki milyonlarca Türk'ün ayağa kalkan büyük gücü karşısında etkisiz hale getirilecektir."

HİSLERİNİZE TERCÜMAN

Bu ifadeleri, insanın içini ısıtan dozda milliyetçi, vatansever, bize karşı kurulmuş tuzaklara karşı uyanık, onurlu bir ulusal duruşun, birbirleri ile rezonans halinde farklı vurguları olarak görüyorsanız, dile getirmek konusunda biraz ikircikli olduğunuz bastırılmış hissiyatınıza bunlar tercüman oluyorlarsa, "ılımlı milliyetçi" sessiz çoğunluğun bir üyesi olarak, yazının başına dönüp alıntıları bir kez daha okumanızı tavsiye ederim. Turgut Özakman, kitabının "dünyaya karşı kırışık duran", "aşağılanmışlık duygusu" ile dağlanmış ve "incitilen, yaralanmış Türk halkının yarasına merhem olduğunu" iddia ediyor. Haksız sayılmaz. Bugün Türkiye'de en bol bulunan meta, bu merhemin farklı ambalajlarda sunulan çeşitleri. Film, kitap, televizyon dizisi, ulusal şahlanış girişimi, sonu gelmez televizyon tartışması, müfredat programı, ders notu... Kısacası, okumuşlar ve okuyamamışlar için tasarlanmış tüm modelleri mevcut piyasada.

KİM DEMİŞ

Bu alıntıların kaynaklarına gelince. Birincisi, Deniz Baykal, 15 Temmuz 2005, Bursa. İkincisi, Trabzon'daki rahip cinayetinin ideolojik sorumlusu olduğu iddiasını yalanlarken Haydar Baş'ın, 15 ve 8 Şubat 2006'da yaptığı açıklamalar. Üçüncüsü, Yeni Çağ gazetesi ve televizyondan Hulki Cevizoğlu, 29 Ekim 2004. Ve sonuncusu, "Büyük Proje 2006-Berlin Talat Paşa Harekatı" bildirisi. Tuğla gibi ciltlere sığması zor bir yığından seçilmiş, diğerlerine nazaran aşırı bile olmayan, küçük örnekler bunlar. "Bu söylenenlerde büyük oranda gerçek payı var yaaa" diyen insan sayısı bu toplumda büyük çoğunluğu oluşturuyor. Olağan veya popüler milliyetçiliğin amentüsü olan milli birlik ve beraberlik ruhunun bilinçaltını aydınlatıyor.

Bunların içinde, en son alıntının kaynağı olan "harekat projesi"nin düzenleme ve danışma komitelerinde yer alan isimlere hızlı biçimde göz atmak, bu güzel Türkiye'nin birlik ve beraberliğinin harcının hangi teknede karıldığını tüm çıplaklığıyla betimliyor. Başkanı Rauf Denktaş, ikinci başkanı Mehmet Dülger olan danışma kurulunun seçtiği harekat yürütme kurulunda CHP'li, ANAP'lı ve DYP'li bir temsilcinin yanında, Türk-İş ve ADD genel başkanları, bir profesör ve girişimin fikir babası İşçi Partisi Genel Sekreteri yer alarak, partiler ve sosyal kesimler arası ittifakı simgeliyorlar. Danışma kurulunda ise beş üniversite rektörü, iki eski rektör, birkaç dekan, bol miktarda enstitü müdürü ve öğretim üyesi, bir SHP ve birkaç AKP milletvekili, birkaç emekli general ve büyükelçi, iki ticaret odası başkanı, bir tarihçi-yazar, bir iki dernek başkanı ve işadamı yer alıyor. Kısacası bu girişim, Türkiye'nin sağ-sol ayrımı ötesi, partiler üstü, ideolojiler üstü, muhtemelen fikirler üstü o aydınlık ve güvenli ulusal yüzünü yansıtıyor. Yüreğini ferah tutmak isteyen ve midesi kaldıran, bu durumu "seçilmiş travma" yöntemiyle, kimlik yarasını toplumun kendi kendine tedavi etmesi olarak değerlendirip, endişeye mahal olmadığı sonucunu çıkarabilir. Ortada cerahatı gözle görünür biçimde şişen bir yara olduğu tartışılmaz. Ama bu yarayı gerçekten tedavi edecek merhem bu mu? Bu gürültücü güruhun yarattığı girdap büyüyüp, hepimizi bir biçimde içine çekmeden önce, durup son kez, size ısrarla önerilen merhem konusunda bir düşünün, derim.

KAFANIZI ÇEVİRİN YETER

Yok eğer yukarıdaki alıntıların ruh dünyanızın çalkantılarıyla her şeye rağmen ahenkli bir titreşim içinde olduğu hissinde ısrarlıysanız, o zaman bu ülkenin demokratlarıyla, insanın insanlığına ulusun kutsallığından çok daha büyük bir değer verenlerle görülecek son bir hesabınız kalmış demektir. Siz elbette o hesabı kendiniz görmezsiniz. Ama kulakları sağır edici o suskunluğunuz, hesap görülürken temkinli biçimde başınızı öte yana çevirme yeteneğiniz, durumdan vazife çıkarmaya hevesli güruhun gürültüsünü örtmeye yetecektir. Bu da zaten yeter. Üstelik merak etmeyin, ulusun selameti uğruna hesabı görülecekler korktuğunuz kadar kalabalık da değiller. İş bitince, yokluklarına çabuk alışırsınız. Belki ileride bir iki nostalji nağmesi bile mırıldanırsınız. Bu vatanın temizlenmesi, toplumun arileşmesi uğruna geçmişte nelere göz yumdunuz, neleri görmezlikten geldiniz, bir hatırlayın!