Destan Gönüller’den Sona Ermek’e

Geçen sene, Selim İleri’nin yazarlık yaşamında yarım asır sona erdi. Ellinci yılı için Ayşe Sarısayın’la birlikte hazırladığı O Aşk Dinmedi’de kırk yedi -“Bu Kitap”ı da sayarsak, kırk sekiz- kitabına yer vermiş. Ama aslında bu liste de eksik: “Oburcuk” ile on ciltlik “İstanbul” serisini tek bir başlık altında toplamış, piyesler de aynı şekilde, ayrıca senaryolarından da sadece “1983 yılında Ada Yayınları’ndan çıkan ilk ve tek senaryo kitabı Kırık Bir Aşk Hikâyesi”ni bu incelemeye almış. Tabii, bu çalışma yayımlandıktan sonra çıkan kitapları Sona Ermek ile Siyah Bir Adam: Bende Kalan “Sanata Dair”ler yok.

Ben, hayli geriye giderek, 2018 TÜYAP Kitap Fuarı’nın “onur yazarı” Selim İleri’nin ilk romanı Destan Gönüller’e dönmek istiyorum. Destan Gönüller, ilk roman, ama ilk kitap değil, hatta ikinci de değil. İlk kitabı Cumartesi Yalnızlığı’nın basılışı 1967. İkincisi de, ilki gibi öykülerinin derlendiği, Pastırma Yazı. Onun tarihi ise 1971. Destan Gönüller, iki yıl sonra yayımlanmış. Bu üçünü, “Selim İleri’nin juveniliası” sayabiliriz.

Üç ile sınırladım, çünkü dördüncüsü, gene bir öykü kitabı olan Dostlukların Son Günü[1], 1976’da Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanır. Hemen ardından, 77’de, Her Gece Bodrum ile Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nün sahibi olur. Bu tarihte, Türk edebiyatının en önemsenen yazarları arasındadır artık.

Selim İleri’nin ilk romanından başlayarak, son romanı da dahil olmak üzere, “öz” itibarıyla hep aynı insanları anlattığını düşünüyorum. Konular değişir, anlatım teknikleri değişir, hatta üslup değişir -“Yazar yaşlandıkça eseri de yaşlanır, yeni yazdıkları. Her yeni yazdığı daha yaşlı, daha bitkin. Ne kadar çabalarsa çabalasın, gençlikteki üslubunu bir daha yakalayamaz. Merhametsiz bir şeydir bu.”[2]- ama o “öz” verimlerinin merkezindedir hep.

İki roman arası, kırk beş sene. Ama bazı benzerlikler çarpıcı. Ayşe Sarısayın, Destan Gönüller’deki “kimi sahnelerin otobiyografik olduğu”na dikkat çeken bir soru sorunca, Selim İleri, “Otobiyografik yönü en ağır basan kitabım herhalde,”[3] cevabını veriyor. Sona Ermek yayımlandıktan sonra Hürriyet’ten Banu Tuna’ya verdiği söyleşide ise şöyle diyor: “Anlatıcı yüzde yüz ben değilim ama otobiyografik yanı en ağır basan romanım oldu.”[4] Bu iki roman arasında “otobiyografik yönün ağırlığı” en büyük benzerlik. Destan Gönüller, birinci tekil şahsın ağzından yazılmıştır. Sona Ermek’te ise sürekli değişir. Sona Ermek’in anlatıcısı isimsizken, Destan Gönüller’de Yusuf’u görürüz. Zaman iki romanda da geçişkendir; hatıralar, çağrışımlar arasında gidip gelir.

Köşklerin, köşk aralarına sıkışmış küçük tahta evlerin bahçeleri. Hayatımda yeri olan unutulmaz bahçeler. Her birinde günün aydınlanan kızıllığını, kavurucu güneşini, akşam saatlerini, gökyüzünde çobanyıldızının belirmesini ayrı ayrı yaşıyorum.[5] 

Gene bahçe. Okulun bahçesi. Bahçeler.[6]

Fenerbahçe’de denize yakın bir sera, bahçe; kraliçenin romanından çıkıp uyduracaktın. Görür gibiydin, güneş bir açıyor, bulutların arasına gizlenip bir kayboluyor. Bütün fazlalıklarından arınmış bir bahçe öyküsü olacaktı, yalnızca bahçe.[7]

Destan Gönüller’in başında -ilk baskıda, sonunda- Doğan Hızlan’ın bir yazısı var. Cumartesi Yalnızlığı’nda “zengin bir duyarlık dünyasına sahip olduğunu” gösteren Selim İleri’nin bu romanını yazarken kimlerden etkilendiğini de sayar: “Bunlar arasında Reşat Nuri Güntekin, Kerime Nadir ve Balzac vardır…”[8] Yazarları bir kenara bırakıp “zengin duyarlık dünyasının” bazı yansımalarına bakalım. Romanlarınki “değişmeyen öz” olarak anlattığım bundan başka bir şey değil çünkü.

Yusuf, Destan Gönüller’in anlatıcısı, bir “yaşama acemisi”[9] olduğunu sıklıkla vurgular. Çocuk Yusuf, yaz günü, arkadaşları Birsen ve Ümit’le birliktedir. Aralarında masum çocukluk aşkları.

Ümit rahat, serbest hareketli bir çocuktu. (…) Pantolonunun cebinden sapanını çıkardı. (…) Ümit taşı, sapanın lastiğine yerleştiriyor. Taşın fırlayışı. Hedefini buluşu. Kiraz ağacından kozalak renkli bir kuş küt, diye toprağa düşüyor. Ümit, Birsen “Vuruldu,” diye sevinçle bağrışıyorlar. Deli gibi koşuyorum. Ağaçların gerisine saklanıyorum. (…) Acıdım. Yaralanmış gibiydim. Devalı omzumu tutuyordum. (…) Korkmadan avcuma alıyorum kozalak renkli kuşu. Kanadına azıcık kan pıhtısı bulaşmış. Debelendi. Yüreğinin çarpıntısı. Benimkinden farklı değil yüreğinin çarpıntısı.[10]

Okulda da pek farklı değildir. Sürekli horlanır, itilir. Arkadaşları ona “Kız Yusuf” diye isim takmışlardır. Bir gün, okulun bahçesindeki ağaçları tek tek öptüğü ortaya çıkar. Annesi okula çağrılır. “Yusuf içedönük bir çocuk. Bir derdi olmalı. Bir anne olarak ilgilenmelisiniz. Bahçede ağaçları öperken görmüş arkadaşları. Deli diye korkuyorlar. Deli değil tabii. Ama problemleri olan bir çocuk. Müthiş uysal. Korkaklık derecesinde uysal ama. Bu yaştaki erkek çocuklarına benzemiyor.”[11] Peki, kimdir “bu yaştaki erkek çocuklar”? Mesela, sapanla öldürdüğü kuşları havuza atan Ümit. Jülide Hanım, oğlunun kozalak renkli kuşu öldürdüğünü öğrenince “Alt tarafı bir kuş,” der. “Biri ölür, biri yaşar. Bir daha vurma sen de Ümit.”[12] Daha sonra, bu kez Yusuf’un yatılı okula alışamadığından dert yanan annesine, “Pek nazlı büyüdü. Kukumav kuşları gibi evden bahçeye, bahçeden eve,” dedikten sonra sorar: “Erkek çocuğu öyle mi olmalı?”[13] Kızına da söylemiştir: “Annem, erkek çocuğu, öldürür diyor.”[14] Öyle olmamalıdır. Oysa, “Kocaman bahçede yapayalnızım,”[15] der Yusuf. “İğrenç. Her şey iğrenç. Herkes iğrenç. (…) Kalbimdeki şarkı bitti. Bütün bunlar geçecek. Unutulacak. Unutacağım. Bütün bunları bir gün unutacağım. Yol boyu ağaçları görüyorum. (…) Koşup sarılıyorum çınarlara. Kollarım, çınarları sarmaya yetmiyor. Yüzyıllık ağaçlar. Teker teker öpüyorum.”[16]

Fenerbahçe’deki klüplerden birindesiniz. O gece sende dinmedi. Büyük toprak saksılarda çiçeksiz, bakımsız sardunyalar. / Yaşam böyle, veda. / Klüp yöneticileri, yazsonu bir akşam, şarkıcı kadının burada konser vermesini istiyorlar. Bol şatafatlı şeyler, konuşmalar, düzmece görkem. Sözlerinde spotlar, tesisatlar, ekolar. / Şarkıcı kadın mekâna bakıyor, geniş bahçeye, deniz kıyısındaki birkaç basamakla inilen, set set, herhalde asırlık, yelpazesi geniş çınar ağacı. (…) “Tek bir piyano, mum ışıkları” diyor, “masalar arasında mikrofonsuz yürüyen ben…” / Taksiyle dönerken “Olmayacak” diyor, “anlamadılar, gözlerinin önüne getiremediler.” (…) / Sonraki yazsonu da olmuyor, hiçbir yazsonu.[17]

Şarkıcı kadının bütün düzmece görkemi bir kenara atarak yapmak istediğini anlayan, sardunyaların çiçeksiz ve bakımsız olduğunun ayırdında olan anlatıcıdır, yani, bir ölçüde Yusuf’tur. Yusuf’un “yaşama acemisi” gibi, roman boyunca birkaç kez tekrarladığı sözlerden biri de, “Kalbimdeki şarkı bitti”, Cahit Külebi’nin “İstanbul” şiirine bir gönderme gibi. Son dize: “Fakat içimde şarkı bitti.” Selim İleri, Külebi sevgisini de yazmıştı: “Oysa şiirleri, eşsiz şiirleri! Nice yıllar ‘Dost’ şiirini ezbere söyleyip durdum.”[18] Bu yönüyle, Doğan Hızlan’ın saymadığı edebiyatçılar arasına Cahit Külebi adını da ekleyebiliriz sanıyorum.

Yusuf, Markiz’de Turgut ile buluştuğunda, “Bu adamın bakışlarında eziliyorum,”[19] der. Ama hiç kimseye ezen bir şekilde bakamayacağını da bilir: “Turgut’un güçlülüğü, kendine güveni güzel. Gıpta ediyorum. Turgut gibi olmak istemem gene de.”[20] İlkgençlik günlerinde ise hiç arkadaşı olmadığından yakınır: “Kimseyle arkadaşlık kuramıyorum. En fazla bir ay. Sonra bütün arkadaşlıklar eskiyor.”[21] Bir kez daha: “Ama benim hiç arkadaşım olmadı uzun süreli. Kime yanaştımsa başını çevirdi benden.”[22] Fotoğraflarda kendisini gülünç bulur: “Duruşum, oturuşum, bakışlarım; hepsi gülünçtü.”[23]

Kırk dört sene sonra yazacağı Sona Ermek’te “Yolun sonundasın. Her şey eskidi,” diyecek. “Sigara kalmamış, paketi buruşturup atıyorsun. Yerde, halının üstünde, sandık odasındaki buruşturulmuş sigara paketi sensin.”[24]

Selim İleri’nin Yusuf hakkında söyledikleri de önemli: “Destan Gönüller’i Yusuf’un hayat karşısındaki tutukluğu, eli-kolu bağlılığı yüzünden yazdım. Yusuf’un hikâyesi değil ama ilgimi çeken. Yusuf yitik kuşaktan biri. (…) Yusuf’u savunmuyorum. Ancak Yusuf’tan vazgeçemiyorum. Yusuf’lardan vazgeçmemek gerektiğini ileri sürüyorum.”[25]

Böyle söyleyince, Yusuf, Destan Gönüller’in başkişisi olmaktan çıkıp anonimleşiyor ve yitik kuşakların hayatla mücadelesi gibi yepyeni bir pencere açılıyor önümüzde.

TÜYAP kitap fuarının ilk yıllarında, henüz Taksim’deki The Marmara otelinde yapılırken, Adalet Ağaoğlu ve Cemal Süreya, birlikte bir imza günümüz vardı. (…) Merdivende yüzü çok güzel, kambur, bütün inceliğiyle bir kız göründü, kızı gördüğüm anda, “Bana geliyor,” dedim ve bana geldi. / Bu bakış bir kılavuz oldu bir yandan da: Hayatın içinde kenara itilmiş, maddi varlığı olsa da köşeye sıkıştırılmış insanları yazmak bir hedef halini almaya başladı. Başlangıç da farklı değildi zaten…[26]

Başlangıçtan itibaren pek farklı değildir. Kenara itilmiş, köşeye sıkışmış insanlar -bu anlaşılamamış padişah da olabilir, soprano da, çocuk da, memur da, yazar da. Ama onları anlatacaktır.

Reşat Nuri etkisi

İlk romandaki kahramanların isimlerine bakmak, yazarın neden bu yolu seçtiğini anlamamıza yardımcı olabilir. Yusuf, Meliha, Birsen, Ümit, Jülide, Sabri, Reşat… Bakar bakmaz, bu isimlerin Reşat Nuri romanlarındaki karakterleri çağrıştırdığını düşünebiliriz. Ama daha açık bir ipucu da veriyor. Damga’nın o çok meşhur son cümlesini Destan Gönüller’e almış: “Vehim… Vehimler. Evham. ‘Hayatımı bir vehme kurban etmiştim.’ Böyleydi galiba: ‘Hayatımı bir vehme kurban etmiştim.’”[27] O Aşk Dinmedi’deki “Okuma Yolculuğu” bölümünde de Reşat Nuri’ye değiniyor: “İlk okuduğum üç yazardan, en sevdiğim romancının Reşat Nuri olduğunu düşünürüm bugün. (…) benim siyasi düşüncelerime en yakın olanın Reşat Nuri olduğunu çok sonradan fark ettim. Dil ve anlatım açısından da (…) usta bir romancı Reşat Nuri.”[28] Daha sonraları da, Reşat Nuri’yi çok sevdiğini yineleyecek.

Yusuf, Eski Hastalık’ın başkarakteri. Destan Gönüller’deki anlatıcının adının Eski Hastalık’tan geldiğini iddia edebiliriz diye düşünüyorum. Selim İleri’nin bu romanı, Kemal Tahir’in akciğer kanseri ameliyatından sonra okuduğunu öğreniyoruz.[29] Akciğer ameliyatının tarihi, 1968. Jülide, Akşam Güneşi’nde karşımıza çıkar. Bu romanın Selim İleri’yi bir hayli etkilemiş olduğu rahatlıkla söylenebilir: “Ortaokulu bitirdiğim yıl. Küçük odamda bu roman için boğula boğula ağlıyorum.”[30] Reşat Nuri’nin ölümünden sonra, 1961’de yayımlanan Kavak Yelleri’ndeki başkarakterin adı da Sabri.

Reşat, romanda, Yusuf’un babasının adı. Dolayısıyla, Yusuf’un yalnızlığında büyük payı olan insanlardan biri. Romandaki Reşat Bey hastadır, yatalaktır, zaten bir zaman sonra ölür. Yusuf’la Reşat arasındaki ilişkinin, Destan Gönüller romancısı ile Reşat Nuri arasında var olduğunu söylemek mümkün değil. Biraz spekülasyon yapayım: Reşat’ı, “baba-oğul” değil, “usta-çırak” ilişkisi olarak okumak gerekir. Şu halde, Selim İleri’nin, ilk romanında, çok sevdiği Reşat Nuri Güntekin’i ustası olarak selamladığını söylemiş oluyorum.

Burada ilginç diyebileceğim bir noktayı da belirtmek istiyorum. Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu’na Reşat Nuri’nin neredeyse bütün eserlerini alan Selim İleri, ilk romanında cümlesini alıntıladığı Damga’ya yer vermez. Bu bahsi kapatmadan, altını çizmek istediğim bir farklılık daha var: Doğan Hızlan, yazarlar arasında Balzac’ın adını geçiriyordu. Sona Ermek ise Flaubert ile başlar.

Destan Gönüller’deki bir cümlenin üstünde durmak gerekiyor: “Yalnızlığın tek çaresi sevgidir.”[31] Bunu, Tanpınar’ın Reşat Nuri Güntekin için yaptığı bir tanımla beraber okuyalım: “O, Türkçe’nin ortasında bir sevgi ve şefkat ürpermesi idi.”[32] Birbiriyle ilintisiz gözükebilir, ama ben bu iki cümleyi beraber okumanın Selim İleri’nin yazarlığı açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Yalnızlık, Selim İleri edebiyatı için çok önemli bir kavram. Kitaplarının adında bile bu kelimeye rastlıyoruz: Cumartesi Yalnızlığı, Yarın Yapayalnız, Ada Her Yalnızlık Gibi, İstanbul Yalnızlığı…

Destan Gönüller’de, yalnızlığın tek çaresinin sevgi olduğunu söylüyor. Ama bu söz, aynı zamanda, sevgisizliğin ve yalnızlığın ne kadar yaygın ve güçlü olduğunu da gösteriyor. İşte Destan Gönüller’in kahramanları, işte Sona Ermek’in isimsiz anlatıcısı.

Peki, ilk öykülerinden, ilk romanlarından itibaren Selim İleri’yi bu konuya çeken neydi, diye sorduğumda, “sevgi ve şefkat” açlığını görüyorum. Gerek Tanpınar’ın, gerekse de Selim İleri’nin Reşat Nuri’de bulduğu “öz” bu. Daha sonra, “Selim İleri edebiyatını” oluşturacak şeyin belki de bu açlık olduğunu söyleyebiliriz. İtilip kakılan, hor görülen, köşeye sıkışmış insanlar. Hatta, kimi zaman, kırık biblolar gibi, aynı özelliklere sahip eşyalar.

Bütün bu acıları nasıl açıklayabilirim?.. Birsen için kalbimin çarptığına inanmıyorum. Meliha’ya da. Mine’yi [Birsen’in oyuncağı, bez bebek] sevdim ben. / Asılmış bir bez bebeğe gönül vermiştim.[33] 

Gençliğinin sonundaki sen şimdiyi görebilseydin, gençliğinin sonundaki adamın öyküsünü ve şimdikinin -siren sesleri!- öyküsünü, bir şeyleri durdurmaya çalışırdın, hiç değilse geciktirmeye. Yitikleri eşeliyorsun.[34] 

Yusufları anlamak, en azından yalnız olmadıklarını göstermek, onlardan vazgeçmemek. Sapanla vurulan kuşlar için gözyaşı dökerken bez bebeklerle arkadaş olmak. Hepsi yalnız. Yalnızlık da bir bütün. Tek ilacı, tek çaresi sevgi. Selim İleri’nin başından beri savunduğu da bu. Ne sadece Yusuf ne sadece Mine. Sevgi ve şefkat ürperişi.



[1] Destan Gönüller’de bir sonraki kitabının adını cümle olarak kullanır. Selim İleri, Destan Gönüller, (İstanbul: 2009), Everest, s. 100.

[2] Selim İleri, Sona Ermek, (İstanbul, 2017), Everest, s. 16.

[3] Selim İleri, Ayşe Sarısayın, O Aşk Dinmedi, (İstanbul: 2017), Everest, s. 90.

[4] Hürriyet, 19 Mayıs 2017.

[5] Destan Gönüller, s. 23.

[6] Destan Gönüller, s. 39.

[7] Sona Ermek, s. 157.

[8] Doğan Hızlan, “Destan Gönüller ve Selim İleri”, Destan Gönüller, s. x.

[9] Destan Gönüller, s. 168.

[10] Destan Gönüller, s. 25-27.

[11] Destan Gönüller, s. 46.

[12] Destan Gönüller, s. 36.

[13] Destan Gönüller, s. 53.

[14] Destan Gönüller, s. 32.

[15] Destan Gönüller, s. 47.

[16] Destan Gönüller, s. 51.

[17] Sona Ermek, s. 175-176.

[18] Selim İleri, “Anılarımda Cahit Külebi”, İstanbul Mayısta Bir Akşamdı içinde, (İstanbul: 2015), Everest, s. 205.

[19] Destan Gönüller, s. 101.

[20] Destan Gönüller, s. 160.

[21] Destan Gönüller, s. 86.

[22] Destan Gönüller, s. 162.

[23] Destan Gönüller, s. 164.

[24] Sona Ermek, s. 149.

[25] Aktaran Ayşe Sarısayın, O Aşk Dinmedi, s. 87.

[26] O Aşk Dinmedi, s. 92.

[27] Destan Gönüller, s. 104. Daha sonra, 107’de, aynı alıntı bir daha.

[28] O Aşk Dinmedi, s. 34.

[29] Selim İleri, Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu, (İstanbul: 2015), Everest, s. 264.

[30] Kılavuz…, s. 155.

[31] Destan Gönüller, s. 163.

[32] Aktaran Fethi Naci, Reşat Nuri’nin Romancılığı, (İstanbul: 2011) İş Bankası, s. 3.

[33] Destan Gönüller, 194.

[34] Sona Ermek, 203.