Gezi, Hz. İbrahim ve AKP

Kropotkin’den Troçki’ye, Foucault’dan Deleuze’e, Batı son yüzelli yıldır iktidarın doğası üzerine tartışma yürütüyor.

Durum aşağı yukarı şöyle: Reel iktidar toplumun canına okuyor, zulüm gibi direnç ve isyan da birikiyor ve bu birikim kimi zaman bir siyasal hareket yaratarak ya da hazırda var olan bir siyasal hareket, direnç ve isyana öncülük ederek mevcut sistemi, meşru ve kimi zaman meşruiyet yanında yasal yolları da kullanarak (seçim gibi), değiştirip “yeni bir sistem” kuruyor ve siyasal yaşam için kısa bir süre sayılacak zamanda yıkılan şeye benzer hale geliyor.

İsmi sayılan (ve daha birçok isim eklenebilecek) iktidar teorisyenlerinin düşüncelerindeki birçok ayrıma rağmen yukarıdaki “döngü” tümünün ortak noktası.

Doğal olarak yozlaşmış bir iktidar ve %50 ile meydan okuyan bir retorik.

DİNSİZİN HAKKINDAN İMANLI GELİR

Spinoza, Pascal ve Ali Şeriati dinsellikle motive olmuş, onun retorik ve maskesine bürünmüş yönetimlerin en tehlikeli iktidar biçimi olduğunu ifade ederler. İlki felsefeci-ilahiyatçı, ikincisi ilahiyatçı matematikçi, üçüncüsü ise ilahiyatçıdır!

AKP dinsel bir dünyanın inanç ve retoriğine yaslanırken, modernizmin iktidar mekanizmalarıyla muhalefete kan kusturuyor. Ve meşruiyetin tek kaynağı olarak, sandıkla iktidara gelişi gösteriyor. Yani AKP’nin anlayışına göre sandıkla muhalefet partisi olmak bile meşruiyet için yeterli değil, illa ki iktidar olacak kadar oy almalı. CHP, MHP ve BDP’ye karşı kullandığı dile dikkat edin.

/
Firuz Kutal

Şimdi esas noktaya gelmenin zamanı: Bu, Ortadoğu’nun tarihinde çok fazla görünmeyen veya görmezden gelinen, özgün bir muhalefet tarzıdır. Bu tarzı şöyle ifade edebilirim: Peygamberâne denilebilecek bu damarda; isyanın, başkaldırının kısacası muhalefetin amacı iktidara gelmek, iktidarı ele geçirmek değil, iktidarın zalimliğini ifşa etmek, onun Nemrudî ve Firavunî total tahakkümünü sınırlamak ve gayrı insaniliğini ortaya sermektir.Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed ve Hz. Hüseyin, ortaya çıktıklarında ve yaşadıkları sürece asla çoğunluk olmadılar. Sandıklar kurulsaydı, Nemrut, Firavun, Kudüs’un Romalı Valisi Platüs -ki esas sorumlu değildir, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinde-, Ebu Sufyan ve Leheb, Halife Muaviye ve oğlu Yezid tartışmasız %50’nin üzerinde oy alır ve o günün şartlarına göre yapılacak anayasada, başkanlık sistemi için gerekli sayısal çoğunluğu da kazanabilirlerdi. AKP “Gezi”ye karşı kendini konumlandırırken, tarihsel akışta Nemrut/Muaviye yasallığına oturuyor.

Hz. İbrahim (Bundan sonra Urlu İbrahim diye yazacağım), Nemrut’un kabinesinde yer alan Azer’in çocuğudur. Ne bireysel olarak ne de ailesel açıdan Nemrut zalimliğinin hedefindedirler, tam aksine tüm iktidar imkanlarından en fazla yarlanmaktadırlar. “Homini gırtlak” üzerinden hayatı okuyanlar için “aç ve açıkta” olmayanların isyan etmesi anlaşılması imkansız bir problemdir. Gezi’ye karşı bir diğer retorik de milli servetin, ithalat ve ihracatın ne kadar arttığı değil miydi? Nemrut, Urlu İbrahim’in isyanını duyduğunda herhalde ilk tepkisi şu olmuştur: “Neyi eksik ki isyan ediyor?”

Urlu İbrahim’in ordusu, parası, hele hele kitlesi yoktur, isyan ettiğinde tam bir evdaldır (modern zamanlarda çapulcu). Nemrut sistemini yıkmamış, Nemrut al aşağı olmamıştır. Mecburen kendi yurdunu terk edip o günün koşullarına göre, Firavun’un ve Nemrut sistemlerinin varoşu mevkiindeki Harran’a gitmiş. Kısa Mısır ziyaretinin ardından yeniden Arap çöllerine yürümüştür.

Peki Urlu İbrahim’in yaptığı neydi ve o neye açtı? O, insansızlık ile dolu bir iktidarı ifşa etti ve insana moral bir miras bıraktı.

Yoksul değildi, yoksullar ile omuz omuza verdi.

Yoksun değildi, yoksunlarla yoldaş oldu.

Urlu İbrahim’in eylemindeki görkem, zalimliğin ifşasındadır.

Bu, Firavun’u ifşa eden Musa, yozlaşmış Yahudi Haham - Roma düzenini ifşa eden İsa, Kureyş’i ifşa eden peygamber Muhammed ile devam eder.

Hz. Hüseyin’e “Gitme” dediler. Hz. Hüseyin neye ve nereye gidiyordu? Şam’ı ele geçirmeye mi? Muaviye ve Yezid’i yıkıp yerine Halife olmaya mı? Hiç biri değil. Zalim olanı ifşa etmek için, sadece onun için gidiyordu.

“Dinci” AKP’nin Gezi süreci karşısında aldığı pozisyon, kullandığı dil ve uygulamakta olduğu bastırma yöntemleri dinsiz rejimlerin modernist ve klasik tavrına benzerken, Gezi çokluğunun bileşimi, eylemi, dili ise modern zamanların demokratik sivil, klasik zamanların peygamberâne tavrına benzeyen yönler ile doludur.

Tam da bundan ötürü, iki taraf için de, hiçbir şey Gezi öncesi gibi olmayacaktır.

AKP, iktidarın nereden, nasıl ve hangi düzeyde darbe yediğini bilmekteyken, Gezi çokluğu hem gücünü, etkisini hem de zaaflarını fark etmiştir. AKP cadı avıyla ve tüm devlet ve devletleşmiş basın - sermaye - sivil toplum gücüyle süreci tersine çevirmeye çalışacaktır. Bu, kendi toplumsal tabanını korumayı değil niteliksizleşmeyi getirir. Çünkü AKP toplumsal olarak ağırlıkla Müslüman kimliğine dayanmaktadır. Jakoben laiklerin yarattığı modern mite ve dinci AKP’nin istismarcı demagojisinin aksine, müslüman kimlik, hümanizme –vicdana, etiğe- metafizik saiklerle en yatkın kimliklerdendir. Bir Müslüman, Maide Suresinin 32. Ayeti ile AKP arasında bir tercihle yüzleştiğinde tercihi asla AKP olmaz. AKP’nin geldiği nokta itibariyle oturduğu zemin ise Maideci çizgi değil, Maideci geleneğin bin yıllarca kavga ettiği iktidardır.

Dikkat edilirse, Erdoğan kitlesini ikna ve motive etmek için ayet ve hadis örneği veremiyor. Nasıl versin; hangi ayette komşuyu ihbar etmek, hangi ayette iftira atmak var? Altı çocuğun caniyâne katline hangi hadisten meşruiyet üretebilir? Ayet ve hadis hakkaniyetini yitirdiği için, devletin, hem de en köhnemiş soğuk savaş devletinin, ihbarcılık-ispiyonculuk teşviki yapan diline mahkum olmuştur.

Gezi, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” suretindeki peygamber etiğinden, “Komşunu ihbar et” çürümesine gelişi ifşa etmiştir. Tam bu nedenle, Gezi’ye katılan herkes tek tek yakalansa, Gezi’ye katılan her bir yurttaş “hiçbir baskı altında kalmadan” katıldığına pişman olduğunu beyan eden itirafnameler yazsa bile (bu son cümleyi yazdığım için Gezi’nin çokluğundan özür diliyorum, amacım Gezi’nin ne olduğunu ve neye yol açtığını vurgulamaktır), Gezi’nin yol açtığı ifşa ve dayanışma devrimi küçülmeyecek, azalmayacak, oynadığı rol unutulmayacak.

“YAHUDİ KOMPLOSU”

Gezi’yi bertaraf edip, gözden düşürmenin bir diğer yöntemi ise, tipik “anti-semitizm”di. Anti-semitizmin tarihsel kökleri vardır ancak esas olarak modernizmin geliştirip kurumlaştırdığı bir hastalıktır. En acımasız pratiklerinin modernizmde patladığını biliyoruz. İşte bu noktada da, AKP geleneksel ve muhafazakar değil, modernisttir.

Peygambere Kureyş’in ilk karalama hamlesi “Peygamber Muhammed’in Yahudi adamı olduğu” ithamı değil miydi? Çünkü modern zamanların Nazileri gibi, Kureyş için de “Yahudilik” bir suç ve kötülük imgesidir. Peygamber buna cevap bile vermez. Çünkü Peygambere göre Yahudilik meşruiyet ve şeriat dışı bir toplum değildir, Ehli Kitaptır. Peygamberin Yahudi eleştirisi, onların Yahudiliğine değil, Yahudi şeriatına uymamalarına dayanır. Bizden gizlenen, Peygamberin Yahudi topluluğuna yaptığı eleştirilerden daha ağır eleştirileri kendi ümmetine yapmış olmasıdır. Enam Suresi’nin 159. ayetinden sonra aktarılan bir hadise göre: “Resulullah şöyle buyurdu: Yahudiler yetmiş bir gruba ayrıldı, birinden başka, hepsi cehennemdedir. Benim ümmetim de yetmiş üç gruba ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir. ‘O kurtuluşa eren grup kimdir ya Resulullah?’ sorusuna cevaben ‘Onlar benim ve ashabımın gittiği yoldan gidenlerdir.’ dedi.”[1]

İkinci olarak, Peygamber Hicret ettiğinde yanında yoldaş olarak bir Yahudi vardır. Üçüncüsü; Peygamberin eşlerinden Safiyye, Beni-Nadir Yahudileri cemaatinin reisinin kızıdır. Dördüncüsü, İslam Devrimi’nin anayasası olan Medine Sözleşmesinde Yahudiler eşit ortaktır.

Yahudi entelektüeli, vicdanı, aklı şayet Gezi’yi desteklemişse bu bir yanlış değil, tarihsel dayanışmanın tezahürü olur. Yok bu antisemit Yahudi imgesi uluslararası sermaye ile ittifakı kastetmek için kullanılıyorsa, buna cevaben “Galataport” demek yeterlidir.

Küresel sermaye ve güç odakları ile her türlü ortaklığı, Irak başta olmak üzere, ölümcül düzeyde yürütmek, sonra Gezi’ye en ucuz anti-semitizm ile saldırmak: Gezi’nin ifşa ettiği bir diğer riyakârlık da budur.

SIFIR’IN KUDRESİ

Kanımca, övgünün ve aşağılamanın kökeni avcılıktır: “Şu geyiği vurursak bir budu hepimize yeter”… Etkili silahın, iyi ok atan okçunun, hızlı koşan at ve köpeğin vb. övülmesi… “Şu topalı vuralım, baksana koşamıyor bile”, “Şu yeni doğana baksana anası olmasa ayakta duramıyor”… İyi nişancı olmamak, iyi silah kullanmamak, iyi gizlenememek, aşağılamanın kökenini oluşturan hallerdir.

Ancak hem övgünün hem de aşağılamanın ortak yönü; Yeme’dir. Yeme’nin binbir biçimi vardır.

Aşağılama, Kuran’ın en çok lanetlediği davranışlardan biridir. Kâfir olana küfretmek bile günah sayılmıştır. Sayısal azlık ise (yani AKP’nin “marjinal” diye aşağıladığı) hakka dayanıyorsa, bir çok sefer görüldüğü gibi, çok olanı yenmiştir. Bakara Suresinin 249. Ayeti, bu aşağılama ve küçültmeye yeterli bir cevaptır.

Hegel’in aşağıladığı Kadim Doğu, Sıfır’dır (0). Sıfır Dokuz’dan (9) sonra olmanın imkanı kadar Bir’den (1) sonranın da şartıdır. Ve dehşetli büyüklükleri salise hızında yutan, kendi kudretinde hiçliğe mahkum eden o muazzam zayıflıktır.

Batı’nın üzerinden bir Hitler geçti, 80 yıldır kendine gelemedi. Bizim üzerimizden Kabil’den beri bin tane Hitler geçti, halen insan doluyuz. Bu, yoksulluk ve yoksunluğun kudreti.

İstedikleri kadar aşağlayabilirler. Evet biz zavallı sıfırlarız. Sıfırdan çapulcularız.

Eylem mucizedir; olağanüstülüğü olağan her şeyi anlamsızlaştırır.

Yasak kitle, Canetti’ye göre iktidar üretmeyen tek kitledir. Gezi, “yasak iktidar”dır.

Son sözü de Tanıl Bora’ya bırakıyorum:

“Keza sosyalizmi, tarihsel materyalizmi, diyalektiği maymuncuk olarak değil de anahtarlık veya anahtar desteği olarak düşünmeli...”[2]


[1] Kuran-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Enam Suresi 159, Ayet. Hazırlayanlar: Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı, Prof. Dr. Kudrettin Gümüş, Doç. Dr. Ali Turgut. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, sayfa 149.

[2] Bora Tanıl, Sol, Sinizm, Pragmatizm, Birikim Yayınları. 2. Baskı. 2011, İstanbul. Sayfa 19.