Umut Kaldığı Yerden…


Göksel Aymaz’a

“Düş uyuşturucuların en doğalı, bunun için de en kötüsüdür.”[1]

Ernst Bloch’un Umut İlkesi, uzun bir yolculuk sonucunda, Tanıl Bora’nın gayretiyle, 2007’de ilk cildi, 2012 yılında ise ikinci cildi yayımlanarak raflardaki yerini aldı. Söz konusu Bloch olunca umudun ne kadarının bulunduğumuz zamana ve coğrafyaya ait olduğunu, ne kadar ümitli olmamız gerektiğini düşünürken buluveriyoruz kendimizi. Siyaseten de, ekonomik olarak da yaşadığımız günlerin derin bir tarihsel dönüşümün geçiş yolu üzerinde olduğunu ve bir nehir gibi olayların toprağı derinlemesine kazıyarak yepyeni bir su yolu oluşturmakta olduğunu, bu çağda nefes alıp veren herkes bir biçimde hissediyor. En azından ABD’de Wall Street’i işgal eden işsizler, Fransa’da sokakları dolduran sarı yelekliler, Akdeniz’in dalgalarının yutmak için beklediği bir botta, savaştan kaçan mülteciler, aynı tarihsel çığlığı şimdilik duyamasa da sezinlemekteler.  Tıpkı, 19. yüzyılın makinelerinin gürültüsü ve buhar kazanlarının sisinde saklı olan dönüşümü sezinleyip bir düşe inanan işçiler gibi…

Sezgilerden söz edildiğinde Bloch’un ve eserinin akla geliyor olması ne kadar şaşırtıcı olabilir ki? Adorno’nun “kavramın büyüden arındırılması” diye tanımladığı şeyin tam tersidir Bloch’un bize bıraktığı düşünce mirası. Bu dönüşümün kesin sonuçlarını ancak tahmin edebiliriz. O yüzden yaşadığımız günlerin bize taşıdığı, her an algı kapılarımızı zorlayan görüntüler ve sesler çağlayanı, bir masal duygusunu da beraberinde getiriyor. Eğer Ashab-ı Kehf gibi uyuyarak bekleme şansımız olsaydı, yarına dair neler olacağını görme şansımız olabilirdi. Ama Bloch’un da işaret ettiği gibi “Her zaman o kadar aşikar ve gizlisiz saklısız olan masal bile, en iyinin hayalini daima salt biçimsel olarak kurmuştur, sabitlemeden.”[2]

Amerikan ABC televizyonunda 2011 yılından itibaren yedi sezon boyunca yayınlanan Once Upon A Time adlı dizi, bugünün koşullarında yaşayan masal kahramanlarının hikâyesine odaklanır. Bildiğimiz tüm masal kahramanları bir kasabada yaşarlar ama iki unutuş tarafından sarılmıştır etrafları. Birer masal kahramanı olduklarını hatırlamamaktadırlar ve eğer kasabanın sınırlarını geçerlerse kasabayı da unuturlar. Masallara inanmanın bedeli, var olan hayattan kopmaktır, sihre inanmamanın bedeli ise kendi kimliğinden kopmak. Bu dünyada her şeyin bir bedeli vardır, bu temel inanç olmadan bugünü anlamak mümkün değildir.

Quo vadis

“Şehre indi ama şehri ölü buldu

Yarasaların soluğundan tütsülenmiş

Üstünden bin kış ve bin sonbahar geçmiş”[3]

Her düşünce/inanç sistemi bir gelecek tasavvuru sunar. Hepsi mutlu bir dünya hayalini anlatır. Adem’in kaybettiği cenneti bu dünyada bulma ümididir bu.

Her gelen kilisenin, ister dinsel, ister ekonomik temelli olsun, dünyanın düz olduğunu iddia etmesi garip bir tarihsel ironidir. Ortaçağ’ın skolastiklerinin iddiası bugünün neo-kapitalistlerinin de tezidir: artık dünya düzdür.

Bugün gazetelerden televizyonlara her gün ekranda kapitalizmin sorunları tartışılıyor. Kapitalizm nereye gidiyor, soru bu, ve o kadar cevap var ki içlerinden istediğinize inanmakta serbestsiniz. En sevdiğimiz cevaplar elbette bildiğimiz gibi yaşamaya devam edeceğimize dönük olanları oluyor. Kırmızı Başlıklı Kız bir garsondur, Pamuk Prenses ise bir öğretmen; asla asıl kimliklerine inanmazlar.*

Son yirmi yılda hızla değişen dünyanın düzenine dair; mevcut sistemin yanında yer alan yazarların bakış açılarında zaman içinde yaşadıkları değişim bize geleceğe dair ipuçları da veriyor. İnsanın, insanı sömürüsüne dayalı bir sistemin yaratacağı şeyler konusunda aslında verili tek bilgi Marx’ın yazdıklarından başkası değil… Bu yazı boyunca kapitalizmin bakış açısını yansıtmak için özellikle ABD menşeli iki yazardan; Thomas L. Friedman ile Alan Greenspan'ın görüşlerinden faydalanacağız.

Biri 2005’te[4] diğeriyse 2007[5] yılında ABD’de çıkmış ve Türkiye’de de Boyner Yayınları tarafından 2006 ve 2008’de yayımlanmış iki kitap, bize kapitalizmin ümit ettiği dünyaya dair önemli veriler sunuyor. Doğal olarak ikinci kitap daha temkinli, daha ayakları yere basan bir duruş sergiliyor. Friedman’ın kitabı (2006) ise daha umutlu, kapitalizm küçük pürüzlerini de çözerse dünya pax-Romana’dan sonra pax-money’e kavuşacak gibi görünüyor. Çok kısa süre öncesine ait bu zafer çığlıkları bugün yerini öfkeli kalabalıkların, hayal kırıklığına uğramış, güven duygusunu kaybetmiş kitlelerin haykırışlarına bırakmış durumda… Bugün mültecilerden, savaşlardan, Trump’a uzanan bambaşka bir dünyadayız.

Thomas L. Friedman’ın Dünya Düzdür adlı kitabında dünyanın düzleşmesini anlatırken verdiği bir örnek çok dikkat çekicidir; Associated Press 2004 Atina Olimpiyatları sırasında “ABD Basketbol Takımı Yunanistan’ı Zor Yendi” başlığıyla geçtiği haberinde şu ifadeleri kullanıyor: “Eskiden olimpiyatlarda Amerikalıların zorlanması pek nadir rastlanan bir durumdu. Ancak görünen o ki Amerikalıların artık buna alışması gerekiyor.”[6] ABD sonraki iki olimpiyatta da unvanını geri almayı başardı. Bu basit örneğe rağmen Dünya daha düz bir yer değil… ABD, Clinton ve Obama dönemlerinde özellikle bu düşe kendini inandırmış görünüyordu. Amerikan rüyası tüm dünyayı aynı şekilde sarmış görünüyordu. Bu rüya, giderek bozulan sistemiyle, ekonomik sorunlarla boğuşan Amerikan halkı tarafından geri alındı ve Trump’ın seçilmesi ile sonuçlandı. Amerika tüm dünya için ürettiği/pazarladığı hayali, bugün Trump’ın elleri vasıtasıyla teker teker geri alıyor.

Friedman’ın Dünya Düzdür’ünden çok değil iki yıl sonra Alan Greenspan’ın Türbülans Çağı geldi. Greenspan kapitalizmi eleştirenleri uyarıyordu: “Kapitalizmin dünya piyasalarına uzantısı olan küreselleşme, kapitalizmin kendisi gibi, yaratıcı yıkımın sadece ‘yıkım’ına odaklananların yoğun eleştirilerine maruz kalmaktadır.”[7]

“Couch potato” (kanepe patatesi) diye ifade ettiği tembel, miskin, sadece televizyon izleyen kişilerle, hırslı bir girişimci arasında gidip gelen bir seçeneği insanlığa sunan Greenspan 2007’de yazdığı kitapta kapitalizmin geleceğinden ve onun yaratıcı yıkımından çok umutlu görünüyordu.

Elbette ne Greenspan ne de Freidman yalnız değiller, onlar küçük bir azınlığın büyük bir çoğunluğu inandırdığı bir masalın anlatıcısılar. Kapitalizm tıpkı sultanı kandıran Şehrazat gibi bize her gün yeni bir masal anlatmayı başarıyor. Bu sırada birçok nesil zenginlik ve refah umutlarıyla kayboluyor. Olup biten her şeyin farkında olanlar sadece kötü karakterler; Pamuk Prenses’in üvey annesi ve Rumpelstiltskin.*

Celine'nin, yaşadığı dönemin bir fotoğrafını çektiği Gecenin Sonuna Yolculuk adlı romanında sözünü ettiği gibi:

"Daha önce nice başka hayvanın ortada bıraktığı yavan iflası yeniden ve durmadan üretmek dışında kendi hayvanlarımızın da başlarına olağanüstü bir şeyler gelmeden gözümüzün önünde doğup, debelenip, geberdiklerini izlediğimiz bunca yüzyıl boyunca bu hep böyle olmuştur. Oysa olup biteni şimdiye kadar anlayabilmiş olmamız gerekirdi. Çağların ötesinden gelen bir sürü gereksiz canlı, ardı arkası kesilmeyen dalgalar halinde gelip, önümüzde ölüverirler hep, oysa biz yine de, öylesine bakıp, bir şeyler bekler dururuz... Ölmüşüzdür aslında ama bunu bile düşünmekten acizizdir."[8]

Birçok popüler dizi (Lost[9] vb.) ve film (The Sixth Sense[10] vb.) bize bunu anlatmıyor mu: Hepimiz ölüyüz, farkında mısınız? Yourcenar’ın bir sözünü hatırlamakta fayda var: “İnsanların çoğu çürür, pek azı ölür.”[11]

"Bir zenginin cennete gitmesi, bir devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zordur," diyen İncil'in takipçilerini "Mephisto" nerede ele geçirmiştir sorusunun cevabı koca bir medeniyet tarihi anlamına gelmektedir ki Bloch, Umut İlkesi'nde bu işe soyunuyor.

İnsanlığın ayak izlerini takip ederek, milyarlarca insana sadece zengin olma hayalleri kurduran, ancak böyle yırtabileceğini düşündüren sisteme rağmen umuda sarılmak gerektiğini birçok açıdan göstermeyi başarıyor.

Delacampagne’in yerinde tespitiyle Ernst Bloch “Sınıflandırması güç, ortodoks Marksizmle olduğu kadar, Frankfurt Okulu’yla da bağlantırılamayan ve kesintisiz bir etik gailenin izlerini taşıyan kayda değer eserler vermeyi başarır.”[12] Ellili yaşlarında 1933 olayları nedeniyle sırasıyla İsviçre, Avusturya, Fransa, Çekoslovakya ve ABD’ye göç etmek zorunda kalan, ömrünün son günlerinde Berlin Duvarı’nın inşası nedeniyle Batı’ya tekrar göç eden Bloch, bunca sarsıntı ve acıya rağmen Umut İlkesi’ne sarılmayı başarır. Tıpkı yaşadığımız bugünlerde olduğu gibi geçen yüzyılın ilk yarısı da mülteciler üretmeye devam etmiştir. Bloch, insanlığa inanmaya devam etmiş bir mültecidir.

Ezen ezilen ilişkisinin biteceği bir dünyanın umudunu taşıyanlarla bu dünyanın mümkün olan en iyi dünya olduğuna inananların düşüncelerini birbiriyle karşılaştırmak sanırım okur içinde daha verimli bir sonuca ulaşma yolunda yararlı olacaktır. Protestan Ahlâkı’nın, Hıristiyanlığın Kapitalizm lehine dönüşmesini sağlaması gibi, muhafazakâr Hıristiyan partilerin, Müslüman ülkelerde İslâmcı partilerin/yöneticilerin Kapitalizm lehine dönüştüğünü gözlemliyoruz. Dünyada kurulu düzene uyumlu olanlar ve olmayanlar diye ikiye bölünmüş durumdayız. Kapitalistlerin öngördüğü, dev bir krizin başlamasına ramak kala daha iyi bir sömürü düzeninin önünde sadece iki engel görünmektedir. İslâmi hareketler ve Marksist düşünceler ve yapılar… Oynanan oyunu reddetme ihtimali olan iki ana grup. Bloch aslında kurduğu bir nevi teolojik ve Marksist bakış açısıyla oldukça farklı bir yerde duruyor. Çünkü “Mevcut haliyle dünya hakiki değildir.”[13]

Greenspan "Bu haklar, (mülkiyet) Marksist görüşün kalıntılarına bağlılıklarını devam ettiren toplumlarda, hırsızlık olarak algılanır, destek bulamaz ve işbölümü ile elde edilen zenginlik ortaklaşa yaratılmıştır, ortaklaşa kullanılmalıdır zihniyetine dayanır. Dolayısıyla bir bireyin kullanım hakkına sahip olduğu mal, toplumdan çalınmış maldır. Tabii ki bu görüş Marx'tan çok öncesine birçok dînin köklerine kadar iner,”[14] diyerek mülkiyet temelindeki yaşanan problemin kaynağını işaret ediyor.

Friedman ise tüm Amerikalılar gibi El-Kaide perspektifinden İslâmi hareketlerin bu düz dünyaya dair yarattıkları korkuyu ve terörizmi dinî bir hareketten çok politik bir hareket olarak niteleyip fundemantalistleri İslâmcı Leninistler olarak nitelemektedir. "Leninistlerden farklı olarak İslamcı Leninistler, işçi cenneti değil din cenneti kurmak istiyorlar," diyen Friedman şöyle devam ediyor:

"İslami Leninizm, pek çok açıdan, 19. ve 20. yüzyıldaki radikal Avrupalı ideolojilerle aynı tarihi bağlamdan doğdu. Faşizm ve Marksist Leninizm, birbirine sıkı sıkıya bağlanmış köylerde yaşayan toplulukların ve geniş ailelerin bir anda parçalandığı, oğulların ve babaların büyük sanayi firmalarında çalışmak üzere şehirlere göç ettiği Almanya'nın ve Orta Avrupa'nın hızlı sanayileşmesi ve modernleşmesi sayesinde büyüdü. Bu dönüşümler döneminde, özellikle genç insanlar geleneksel sosyal yapıların sağladığı kimlik, aidiyet ve kişisel değer duygusunu kaybetti. Bu boşlukta o gençlere, yerlerinden edilmelerine ve aşağılanmalarına karşı bir yanıtları olduğunu söyleyen Hitler, Lenin, Mussolini geldi: Artık bir köyde ya da küçük bir kasabada olmayabilirdiniz ama daha değerli büyük bir topluluğun (işçi sınıfı ya da Ari ırk) üyeleri olarak hala onurluydunuz. Bin Ladin, genç Araplar'a ve Müslümanlara aynı ideolojik yanıtı sundu."[15]

Aslında bakış açısı ancak bu kadar net ortaya konabilirdi... Kimbilir Baudrillard’ın söylediği gibi “gerçeğin katledilmesinden söz etmek belki de gerçekten bir suç işlemektir!”[16]

"Herbert Spencer'ın güçlü olan hayatta kalır sözü, geçmişte Amerikan toplumunun hakim kimliğinin önemli kısmını oluşturan rekabet felsefesidir,"[17] diyerek Greenspan Birinci Dünya Savaşı öncesi günlerin başarısını belirtirken iki dünya savaşıyla yatışmayan o dürtüyü olumlamaktadır.

Belki Alan Greenspan'ın Güney Amerika'dan söz ederken belirttiği gibi, "Kapitalizmle yapılacak savaş asla kazanılmaz".[18] Bu inancın karşısında duranlar içinde Bloch diğerlerinden ayrılır. Ne Adorno’dur, ne Lukacs’tır. Onların yanında daha çok bir teologu andırır.

Burada kapitalist vahşet karşısında güvencemiz ise Adam Smith'in "Kendi çıkarlarını gözetmek için rekabete giren bireyler sanki görünmez bir el tarafından hareket ettirilerek topluma uyum sağlarlar,"[19] sözü olabilir. Greenspan'ın sözünü ettiği gibi kapitalizm ne kadar başarılı olursa olsun, 2000 yılında Smith'in mezarını arayan bir ekonomistin yazdığı gibi, Smith neredeyse unutulmuştu, mezarı bira kutuları ve çöplerle doluydu.[20] Sonrasında iade-i itibar günleri…

Sosyal demokrasiye inanan Fabianları[21] Marksistlere yeğleyen Greenspan, en azından kapitalizmin insancıllaşmasını sağladıklarını da kabul ediyor.

Bugün önüne geçilmez bir şekilde ilerleyen buhran çağında ne Fabianist ince rötuşlar ne de Adam Smith’in yazdıkları bir çıkış yolu göstermeyecektir.

Friedman 2009 yılında yapılan bir söyleşide, krizin dünya barışına hizmet ettiğini söylese de, bir yıl sonra Özyeğin Üniversitesi’nde katıldığı konferansta “Dünyanın hem ekonomik hem doğa dengesini bozduk, evrensel sıkıntıya girdik,”[22] itirafında bulunmuştur.

Greenspan ise durumu şu şekilde tespit ediyor:

“Problem şu ki, zamanında serbest ve rekabetçi piyasalar için gayet sağlam ve hatta olmazsa olmaz bir destek mekanizması olduğu düşünülen yapı çöküverdi; ve daha önce de belirttiğim gibi, bu benim için büyük bir şok. Buna neyin sebep oılduğunu hala tam olarak anlayabilmiş değilim. Bu devasa çöküşün hangi boyutlarda olduğunu ve nelerden kaynaklandığını anladıkça ben de fikirlerimi değiştireceğim. Elimizdeki bulgular değiştikçe ben de değişeceğim.”[23]

Çözüm önerisi olarak ise şu görüşleri savunuyor: “Bize finansal destek paketleri yetmez, ahlaki desteğe ihtiyacımız var. Piyasalar, etik ve yasal düzenlemeler arasında yeniden esaslı bir denge kurmalıyız. Kapitalizm sürükleyen hayvani dürtüleri öldürmek istemiyor. Ancak, kapitalizmin bu dürtüler tarafından yutulmasına göz yumamayız.”[24]

Babil Kulesi

“Yarın başka bir dünyadır. Orada her şey başka türlüdür.”

W. H. Auden

"Hollanda’daki ilahiyat hocam haham Tzvi Marx ile konuşurken, betimlediğim düz dünyanın kendisine Babil kulesinin hikayesini anımsattığını söyleyerek beni şaşırttı. Nasıl? Diye sordum. Haham Marx, Tanrı'nın Babil Kulesi'ndeki tüm insanları sürgün etmesinin ve tümüne farklı dil konuşturmasının nedeni, onların birbirleriyle işbirliği yapmalarını istememesi değildi dedi. İşbirliği yaptıkları şeye öfkelenmesiydi: Tanrı olabilmek için cennete uzanan bir kule yapma çabası."[25]

Bloch, Umut İlkesi’nin uzun sayfaları boyunca kendi Babil kulelerini inşa edenleri sırasıyla inceler. Gene de umutlu olmayı başarır. Aslında yazı boyunca sözünü ettiğim iki yazar da bugün kapitalizmin krizi ve çözümleri konusunda geçmişe göre artık umutlu olanlardan değiller. Kapitalizmde Babil Kulesi’nin başına gelenden payını almak üzere… Ortalıkta gözüken kâhinlerin hiçbirinden de hayırlı haberler gelmiyor…

Immanuel Wallerstein 2009 yılında yapılan bir söyleşide Banu Güven'e "Henüz başlamış ve daha da kötüye gidecek olan bir döngünün içindeyiz," diyerek kapitalizmin son beş yüz yıldır birçok iniş çıkış yaşadığından söz ediyor. Ama bu sefer farklı diyen Wallerstein "50 yıl sürecek olan temel bir geçiş sürecine girdik ve bu süreç sonunda kapitalizmin varlığının sona erdiğini göreceğiz,” diyor ve ekliyor: “Yeni sistemin nasıl bir şey olacağını hiçbirimiz kestiremeyiz.”[26]

Dünya bir kez daha hızla değişiyor. Wallerstein'in söyleşisinde belirttiği üzere bunun sonunda daha yoğun sömürücü bir düzen de kurulabilir, daha demokratik bir düzende…

Zamanın çok hızlı aktığı, kısacık anlara kocaman olayların sığdığı bir dönemde insanların ister istemez bildikleri yaşama biçimlerinin sürmesinden yana olmaları, bunu beklemeleri çok normal ama görünen o ki bildiğimiz gibi gitmeyecek dünya... Wallerstein’in söyleşisinde belirttiği gibi insanların saflarını seçerek nasıl bir dünya istediklerine karar vermeleri gerekecek... Çünkü bu tercihler belki de o düzenin oluşmasını sağlayacak. Tüketmeye ve sürekli biriktirmeye dayalı bu sistem, ekolojik olarak da ekonomik olarak da sonuna yaklaşıyor. Şimdi kapitalizmin son yüzyılının düşünürlerinin yazdığı gibi daha küresel bir ekonomi değil, daha küresel bir insanlık doğacak.

“Uluslararası borsacılığın ve küresel ticaretin hakim olduğu bugünün dünyası, dünyada üretilen ürünlere ve farklı mekanlara erişebilirliğimizdeki hızlı değişim (kitle turizminin yaygınlaşması, uzaklık engelinin kalmaması), modadaki ve yaşam tarzlarındaki değişmeler, insanların değerleri ve zaman-mekan içinde başkalarıyla kurdukları ilişkiler gibi temel konularda büyük bir belirsizlik ve kişisel güvensizlik yarattı ki, yaşananların böylesine yoğunlaşmasına zaman-mekan sıkışması (space-time compression) denilebilir”[27]

Zaman, “O nuru gönder, İlahi, asırlar oldu, yeter!”[28] diyen Mehmet Akif Ersoy’u mu, “Bir hayalet, komünizm hayaleti bütün Avrupa’yı dolaşmaktadır,”[29] diyen Marx'ı mı ya da daha çok mazlumun olduğu bir güçlüler dünyasını mı haklı çıkarır, kimbilir… Ama umut insanın en önemli silahı ve bu elimizde oldukça çocuklarımız için daha güzel ve yaşanılır bir dünyayı tasavvur edebileceğiz. Frederic Jameson’a atfedilen “Bugün dünyanın sonunu hayal etmek kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolaydır,” sözünü ise unutmamalıyız.

Bloch militan bir iyimserdir. “Gelecek kısmet olarak gelmez insana tersine insan geleceğe gelir, kendinde olanla girer onun içine.”[30] Hayvani güdülerimizle iyi bir dünya yaratılacağına inanmaz.

İstediğimiz gibi bir dünyaya kavuşana dek Bloch ve umudu bizi yalnız bırakmayacak. Immanuel Wallerstein’ın dile getirdiği gibi: ”Ütopyacılığın bir sona ulaştığına inanmıyorum. Tam tersine. Belki de ancak bu saatten sonra ütopik ütopyalar üretebiliriz.”

Velhasıl: "İnsan kendini kavrayıp da kendisine ait olanı dışlaştırmadan ve yabancılaştırmadan gerçek demokrasi içinde temellendirdiğinde, herkese çocukken görünen ve henüz kimsenin gitmediği bir şey meydana gelecektir dünyada: vatan."[31]



[1] Pessoa, Fernando, Huzursuzluğun Kitabı, çev. Saadet Özen, 6. Baskı, İstanbul: Can Yayınları, 2012, s. 173.

[2] Bloch, Ernst, Umut İlkesi Cilt 2, çev. Tanıl Bora, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012, s. 740.

[3] Karakoç, Sezai, Gün Doğmadan, İstanbul, Diriliş Yayınları, 2006, s. 340.

[4] Freidman, Thomas L., Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi: Dünya Düzdür, çev. Levent Cinemre, İstanbul: Boyner Yayınları, 2006.

[5] Greenspan, Alan, Türbülans Çağı: Yeni Bir Dünya Serüveni, çev. Nilgün Miler, İstanbul, Boyner Yayınları, 2008.

* Once Upon A Time (2011-2018), ABC Television.

[6] Freidman, Thomas L., a.g.e., s. 247.

[7] Greenspan, Alan, a.g.e., s. 382.

[8] Celine, Louis- Ferdinand, Gecenin Sonuna Yolculuk, çev: Yiğit Bener, İstanbul, YKY, 2002, s. 370.

[9] Lost (2004-2010), ABC Television.

[10] The Sixth Sense (1999), yön: M.Night Shyamalan.

[11] Yourcenar, Marguerite, Ateşler, çev: Sosi Dolanoğlu, İstanbul, Metis Yayınları, 2013, s. 38.

* Once Upon A Time (2011-2018), ABC Television.

[12] Delacampagne, Christian, 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi, çev: Devrim Çetinkasap, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2010, s. 109.

[13] Löwy, Michael, “Ernst Bloch ve Sürrealizm”, çev: Ayşe Boren, e-skop.

[14] Greenspan, Alan, a.g.e., s. 260.

[15] Freidman, Thomas L. , a.g.e.,  s. 384.

[16] Baudrillard, Jean, “İllüzyon, Yitirilen İllüzyon ve Estetik”, çev: Oğuz Adanır, Doğu Batı Dergisi, sayı:19, Mayıs-Haziran-Temmuz 2002, s.11.

[17] Greenspan, Alan, a.g.e., s. 285.

[18] a.g.e., s. 352.

[19] a.g.e., s. 269-270.

[20] a.g.e., s. 273.

[21] 19. yüzyılda da İngiltere’de Romalı komutan Fabius’tan adını alan sosyalistler (G.B. Shaw, H.G. Wells, B. Russel gibi isimlerden oluşan grup).

[25] Freidman, Thomas L., a.g.e., s. 424.

[26] Wallerstein, Immanuel, Ekonomik Buhranın Anlamı Üzerine, söyleşi: Banu Güven, 7 Mart 2009, Yeni Dergisi, sayı 1, Kırmızı Yayınları, İstanbul, s. 72-75-76.

[27] Harvey, David, “Postmodernizme Bir Bakış”, Birikim, Mayıs 1993, sayı 49, s. 53.

[28] Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, İstanbul, Timaş Yayınları, 1990, s. 315.

[29] Marx, Karl – Engels, Friedrich, Komünist Manifesto, çev: Şefik Hüsnü, Yordam Kitap, İstanbul, 2008, s. 87.

[30] Bloch, Ernst, Umut İlkesi Cilt 1, çev: Tanıl Bora, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007, s. 247.

[31] Bloch, Ernst, Umut İlkesi Cilt 2, çev: Tanıl Bora, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 811.