Sürüklenme: Büyülü Tekinsizlik, Postmodernizm Eleştirisi ve Entelektüel Dönüşüm

Latife Tekin’in, Manves City romanıyla eşzamanlı yazdığı Sürüklenme romanı, Manves City’deki gerçeklik yerine sanki büyülü bir rüya ya da kâbus ortamı ile açılır. Sürüklenme bu tekinsiz ortamların sürekli olarak hatırlatıldığı “Yağmurdan Yüksekte” bölümüyle başlar. Dünya, Manves City’deki anlamsız ve yersiz dönüşümlerin yol açtığı yabancılaşma ile artık tekinsiz bir yere dönüşmüştür. Manves City’de işçilerin çalışma şartlarında ve ilişkilerinde ortaya çıkan dönüşüm, Sürüklenme romanıyla entelektüel dünyaya yayılmıştır. Ağırlığını kaybeden insan, nerede bir boşluk bulsa oraya savrulup gider. Bir yol hikâyesi hissi de uyandıran romanda kişiler ortaya bir şey koyamadan sürekli olarak bir yerden bir yere giderler.  

Sürüklenme’nin ana kahramanı olan anlatıcımız, örgütü için yapmış olduğu başarısız bir görüşme sonrasında savrulmuş, bu tekinsiz ortamı bulutların üzerinde seyretmeye başlamıştır. Uçakta tanıştığı bir yabancı ile birlikte indikleri havalimanında tüm servisleri kaçırırlar. Olağandışı bir durumda olduğu hissedilen havalimanından ayrılmaları artık sabaha kalmıştır. Tanıdık bir ortamda, yani havalimanında, tanımadık biriyle bulunma anlatıcıyı bir başka tekinsizlik ortamına sürüklemiştir. Ancak bir görevli onlara araba çağırır. Havalimanındaki bu olağandışılık aslında anlatıcının içsel süreciyle ilintilidir. Arabacının kâhin özellikleri taşıyan yorumlarından birinde olduğu gibi uyku, anlatıcının bilincinin önüne geçmiştir. İlerleyen süreçte bilincinin yarı kapalı olduğunu anlatıcı da kabul edecektir. Tanımadığı bir adamla, garip davranışlar gösteren bir arabacı mevcut tekinsizliği körükler. Ortaya bir de hayati endişe çıkar. Arabacı müşterilerin istediği yere gitmek yerine önce kendi işlerini yapmak ister ve gecenin karanlığında müşterilerini kendi doğrultusunda gezdirir. Büyülü ortam arabacıya karşı çıkmalarını engeller.

Tanıdıklık ve yabancılık, gerçek ve hayal, açık bilinç ve bilincinin uykuya dalması durumunu ayırt edememe anlatıcı aracılığı ile bizleri tekinsizliğe sürükler. Anlatıcıya özgü bastırılmış düşüncelerden yola çıkan büyülü tekinsizlik, Latife Tekin’in hayal gücünün verdiği tüm yolların kullanılmasıyla okuyucuyu da içine çeker.   

Bu düşünsel ortamın yanında tekinsizliği fiziksel olarak da romanın birçok yerinde hissederiz.

-Havalimanlarındaki kontrollerde geçilen X-Ray cihazlarının kişilere hissettirdiği çıplaklık

-Sığınmacı adı verilen genç bir topluluğun havalimanında yolculara anlattıkları, uçak kazaları sonrası karıştırılan ceset parçaları

-Aniden ıssızlaşan havalimanında tanımadığı bir kişi ile yalnız kalan anlatıcı

-Kâhin özellikleri bulunan ancak sözlerinin anlatıcının aklında bulunan düşünceler mi yoksa gerçekten ona mı ait olduğu çok netleşmeyen bir arabacı

-İstedikleri yere ulaşmak yerine arabacının peşinde sürüklenen müşteriler

-Gecenin karanlığında geçilen ıssız dağ yolları

-Dolunay altında su almak için durulan çeşme

-Gitmek istemedikleri yerlere gitmek zorunda kaldıktan sonra yollarına devam edebilmeleri için bırakıldıkları korku filmi özellikleri taşıyan bir benzinlik

-Ve büyülü bir ortamda beliren tekinsizlik sahnesini tamamlayan arabanın yarı açık camından gelen ılık bir karanlık esinti.

Bunların yanında sürekli duyulan ambulans sesleri, örtbas edilen cinayetler, ki bu cinayetlerden biri Manves City’de gerçekleşen cinayettir, patlayan dinamitler tümüyle kaos ortamına çeker bizleri. Bu tekinsiz ortamlar, eşzamanlı bir anlatımla entelektüel belirsizliğe ve entelektüel dönüşüme evrilir.   

Latife Tekin’in diğer romanlarında da mutlaka bulunan yazıyla ilişkili kişimiz burada Raşit adlı örgüt başkanına mektuplar yazan anlatıcımızdır. Bu mektuplardan bu kimselerin aydın kişiler olduğunu, geçmişte sol eğilimli olduklarını, bazılarının hapse girip çıktığını ve örgütlü bir mücadele çabası içinde olduklarını anlarız. Manves City’de doğadaki dönüşümle birlikte değişen iş koşullarına göre dönüşüm geçiren insanların yerini Sürüklenme’de, gene doğadaki dönüşümle birlikte örgütlerin dönüşümü almıştır.  

-Eski örgütlerin yerini kavram olarak şirketler almıştır. Örgüt kurmak denince artık şirket kurmak anlaşılır. Kavramlar karışmıştır.

-Örgütler artık kendi paralarına sahip çıkma yeteneklerini bile kaybetmiştir. Hatta örgütün paraları başkan tarafından iç edilebilir hale gelmiştir. Örgüt üyeleri düzenle ilgili değişikliklere yönelme yerine bazı şeyleri yapıyormuş gibi hissederek kendilerini avutur.

-Örgütlerin iç yapısında da kişisel ilişkiler ön plana geçmiştir. Dönüşen örgütlerde, örgüt çıkarları yerine kişisel zevklere dayalı bir yönetim söz konusu olmuştur. Şirket gibi idare edilen örgüt yatırımları bile, kişisel ilişkiler nedeniyle yarım bırakılabilir.

-İdeolojik çalışmaların yerini çağa uygun olarak gerçekleşen anlamsız ve yersiz para kazanma çabaları almıştır. Örgütler ideolojilerini kaybetmişlerdir.

-Örgüt çalışanları dağınık halde teker teker mücadeleye girişmiş ve birlik özelliklerini kaybetmişlerdir. Romanda sık sık örgütün bir desteğinden söz edilir ancak bu destek hiçbir zaman gelmez.

-Günü kurtarmayı mücadele sanan örgüt çalışanı Nevres, porno sektörünü kullanmayı ve bu yolla kendini korumayı bir mücadele olarak görüp kendine bu konuda yapılan eleştirileri duymamayı tercih eder. 

-Örgütler artık sistemin bir parçası olmuştur.  

Örgüte mali destek için görüştükleri bir kişi anlatıcımıza bir öneride bulunuyor: “Gizli bir örgütünüz olursa, üzerinize ciddiyet gelir!” Bu gözlemi Adam Smith’i Karl Marx’a tercih eden bir kişiden gelse de örgütün durumu hakkında yapılmış en iyi gözlemlerden biri.

Örgüt üyeleri çağdaş kültürün ruhuna uygun olarak kimliklerini yapmış oldukları davranışlarla ve konumlarıyla alırlar. Başkan, muhasebeci, kurye gibi. Anlatıcının gençlere olan ilgisi, kaçırdığı anları yakalama derdiyledir. Gençlerle gençleşme ve yeni zamanlar kazanabilmeyi planlar. Tıpkı kurdukları örgütün sloganı gibi: Kayıp Dakikalarını Kazanabilirsin. Dünyanın tek derdi sanki kaybedilen zaman ve bu sırada kaçırdıklarındır. Örgüt lideri de çalışmak yerine çevresindekileri arzulamayı seçmiş, hem örgütten olanlarla hem de örgüte dışarıdan yardımcı olanlar genç ve güzel kadınlarla birlikte olmuştur. Romanda bir araya getirilen üç gencin birbirleri için hayatlarını tehlikeye çekinmeden attıkları bir süreçte örgüt üyeleri çağdaş ruha, postmodernizme uygun davranır, birbirlerine kenetlenmek yerine birbirlerinden uzaklaşmayı seçer. Olayları sorgulamak yerine üstünkörü geçiştirme seçeneklerini değerlendirmişlerdir. Her şeyin sonunun geldiğini duyurmakla yükümlü olduğunu düşünen postmodernist düşünürler, örgütlerin de sonunu bu şekilde getirir. Latife Tekin, Sürüklenme romanıyla postmodernist akıma uyan örgütlerin sefil durumunu gözler önüne sermiştir.

Üç Kurşun, Üç Ölü Kedi, Üç Yalnız Arkadaş

Anlatıcımızın karşısına çıkan üç genç, Tamsi, Karaca ve Sezer belki de örgüt için en çok çaba harcayan ancak yaptıkları çok da önemsenmeyen kişilerdir. Farklı yerlerden toplanarak bir araya getirilen bu üç genç birbirlerine destek konusunda belki de örgüte yol göstermelidir. “Üç Fidan” çağrışımı yapan bu üç genç anlatıcıyla birlikte bitik haldeki örgüte bir dava uğruna mücadele etmeyi öğretme çabası içine giriyorlar. Gençlerin bu heyecanı ve istekliliği belki ileride örgütü eski değerlerine ulaştıracaktır.

Bu üç gencin yolu Cehil denen ve Manves City romanında olayların geçtiği Yağdere’ye yakın bir yerleşim yerinde anlatıcımızla kesişiyor. Bundan sonraki olaylar Manves City’nin de son kısımlarında olduğu gibi sürükleyici bir macera romanına dönüşüyor. Manves City’deki olayların arkasında gizlenen olaylar burada daha net ortaya konuyor. Yağmurdan Yüksekte seyreden olaylar bu son kısımda Sarı Bulutlar Altında seyretmeye başlıyor ve her iki romandaki esrarengiz olayların gizi açığa çıkıyor.

Son olarak kitap çeviribilim alanında çalışmalarıyla tanınan Saliha Paker’e ithaf edilmiş.