Muktedir Muhalefet Karşısında Muhalif İktidar


80 milyon kişiyi tek elden yönetip bunun çok uzun süreceğini düşünmek, şu devirde çok büyük iyimserlik. Genel olarak liderine fazla düşkün bir toplum olduğumuz maalesef doğru fakat bu lider fetişi kaçınılmaz bir sonucu da getiriyor, iktidarda olabileceğiniz en uzun süre ömrünüz kadar. O da gerçekten şanslıysanız.

Nitekim çok uzun zamandır ilk kez o iktidarın sendelediğini gördük. Gerçi 7 Haziran’ın sonucu da fena değildi ama bize yar etmediler.

Gelinen noktada ise bir “milli iradelerin yarışması” durumu var. Meşruiyetini seçimle gelmiş olmaya ve her şeyi kendi kontrolüne bağlayan cumhurbaşkanı, yine seçimle gelmiş olan bazı belediye başkanlarından pek memnun olmasa gerek. Daha birkaç gün önce meydanlarda terör destekçisi ilan ettiği insanlar an itibarıyla en az cumhurbaşkanının kendisi kadar meşru. Birinin ak dediğine diğer biri kara diyor ve her birini seçen de aynı halk.

Diğer yandan şunu da görmek lazım, devletin tek adam tarafından yönetilmesinin teorik ve pratik sorunlarından şikâyet eden bizler, belediye başkanının şahsına bu kadar anlam yükleyerek çelişkiye düşmüyor muyuz? Şehirlerin kurtuluşunu başkanların şahsına bağlayan bir toplum, o toplumdan çıkan birinin kendisine reislik kondurması için çok uygun bir ortam değil midir?

Aslına bakarsak, 2005’te yayınlanan ve sonrasında birkaç kez değişen Belediye Kanunu’na göre başkan zaten tek başına yönetemiyor.

Tek adam gözüyle, yerel yönetim kodifikasyonu epey hassas bir iş. Yerel aslında “taban” demek. Bir yandan, her şeyi kendine bağladığın bir belediye sistemi tasarlarsan, o zaman halkla hiçbir şey paylaşmamış olursun ve bütünleşemezsin. Tabanınla ilişkin zedelenir. Diğer yandan “yerel yönetim yerelin işidir” diyerek güçlü bir belediyecilik kurarsan, o zaman tek adamlığın tehlikeye girer. Nasıl olacak peki? Bu zamanda tek adam olmak da zor!

Mevcut kanunumuz bu soruna “incelikli” bir yol bulmuş. Belediyeler başkan değil belediye meclisi tarafından yönetiliyor. Bu bir yandan demokrasinin doğal gereğiyken, diğer yandan yereldeki yöneticinin kendisini muktedir görüp “tek adama” rakip olmasının önüne de geçiyor. Paranın kontrolü ise, önünde sonunda cumhurbaşkanına veya onun tarafından atanan bakanlara bağlanıyor.

Önce meclis kısmını açalım. Büyükşehir belediye seçimini kazanan adayın partisi, belediye meclisindeki çoğunluğa sahip olamayabiliyor. Başka bir ifadeyle, başkan A partisinden olsa dahi, belediye kararlarının alınacağı meclis çoğunlukla B partisi üyelerinden oluşabiliyor. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara’da olan budur. Büyükşehir başkanlığını CHP+İYİ Parti adayları kazanmış da olsa, ilçe belediyelerinin ve büyükşehir belediye meclisinin çoğunluğu Cumhur İttifakı’ndan yana.

Belediye Meclisi’nin görev ve yetkileri, Belediye Kanunu’nun 18. maddesinde 20 bent olarak teker teker sıralanmış durumda. Belediyenin stratejik planını meclis onaylıyor. İmtiyazları meclis veriyor. İmar planlarını meclis yapıyor. Meydan isimlerini belediye koyuyor. En önemlisi, bütçeyi meclis kabul ediyor.

Bu şehirlerde meclis çoğunluğu ve başkan şimdiye kadar hep aynı partiden olduğu için oralarda neler olduğunu hiçbir zaman bilemedik. Şeffaf yönetimin zaten söz konusu dahi olmadığı ülkemizde, belediyenin sorgulanması da mümkün olmadı. Başkente hizmet diye dinozor maketi koyan bir zihniyetten bahsediyoruz; meclisten böyle şeyler çıktı. Nitekim Bahadır Özgür’ün yazısındaki[1] veriler açık. Özellikle İstanbul ve Ankara’nın hali çok acıklı, borçları boylarından büyük.

Belediyelerin gelirleri kanunla belirlenmiş. Muhalif belediyelere genel bütçeden ayrılan payların düşüklüğüne çok kez tanık olduk, yakın zamandaki en çarpıcı örnek İzmir metrosuna ayrılan 30 bin liraydı. “Bütçe ayrılmıyorsa kredi alsınlar” derseniz, o kredi İlbank’tan alınıyor. Kredi kullandırmaya, faize ve alacakların yapılandırılmasına İlbank’ın yedi kişilik yönetim kurulu karar veriyor. Peki bu yedi kişiyi kim seçiyor dersiniz? Dört tanesini Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, kalanları da İlbank Genel Kurulu – fakat adayları İçişleri Bakanlığının önermiş olması şartıyla. Yani bizim seçtiğimiz muhaliflerin bize hizmet edebilmesinin yolu, yine bizim seçtiğimiz iktidarın keyfinden geçiyor.

Bu aslında teorik olarak gerçek bir sorun değil. Hakikaten demokratik bir toplum olsak bunu zaten konuşmuyor olurduk. Sorun, iktidarın muhalif olmayı kendiliğinden bir “terör yancılığı” olarak görmesi.

Son yıllarda pazarcı esnafının bile “terörist” olduğu günler yaşadık, yaşamaya muhtemelen devam edeceğiz. Yaz tatilini satın aldığı şirket sebebiyle tutuklu yargılananlar oldu – o şirketin sahibinin turizm bakanı olarak atanması ise haber dahi olmadı. Yani “terörle” yaftalanmak öyle “terörist” eylemlerde bulunmayı falan gerektirmiyor artık – daha doğrusu “terörün” tanımı değişti. Halk üzerinde korku yaratıp baskı kurmak olarak bildiğimiz terör, “seçilmiş başkanının ağzından çıkanın aksini söylemek suretiyle devletin güvenliğine karşı suç işlemek” şeklinde yeniden tanımlandı. Aksini söyleyenler arasında bazen başkanın kendisi bile oldu ama yine bunda da pek haber değeri bulunmadı.

Şimdi, gelelim bu terörist olma kolaylığını kanuna bağlamaya.

Terörle bağlantılı başkanların görevden alınması hukukun zaten içinde olan bir şeydi fakat bunun için kesinleşmiş mahkeme kararı gerekiyordu. Siyaset yapma şeklini ülkeniz için hakikaten tehlikeli hatta zararlı da bulsanız, bir başkanın görevden alınması için önce hakkında soruşturma açılması, bunun kovuşturmaya dönmesi, sonra hüküm verilmesi, sonra o hükmün kesinleşmesi gerekiyordu. Fakat bu durumda dahi başkanın yerine kayyum atanmıyor, göreve belediye meclisinin seçeceği yeni başkan devam ediyordu.[2]

2016’da KHK’yla yapılan değişiklikle ilgili maddeye bir fıkra eklenerek, bu prosedür değişti. Terörle bağlantılı olunduğunun tespiti, görevden alma için yeterli sayıldı. Bu tespitin kim tarafından nasıl yapılacağı açıklanmadı, terör nedir, bağlantı nasıl bir şeydir gibi konulara hiç girilmedi. Görevden terör sebebiyle alınanların yerine meclisin seçim yapması değil, büyükşehirlere içişleri bakanının diğer şehirlerde valinin “görevlendirme” yapması düzenlendi. HDP’yi terörle ilişkilendirmek zaten çok uzun süredir devam eden bir pratikti, görevden alınanlar da zaten HDP’liydi, HDP’ye destek olmak CHP’nin zaten hiçbir zaman işine gelmedi, öyle böyle derken bu kayyum işi yasal sistemin ortasına gelip oturdu.

Penguen medyasıyla ancak Gezi direnişinde yüzleşen batı ise, “biz doğuyu 30 sene bu basından izlemişiz” dediğini zaten çoktan unuttu. HDP belediyelerine atanan kayyumlar ülke çapında pek yüksek tepkilerle karşılaşmadı, milliyetçi damarı baskın olan ülkemizde görevden alınan başkanları terörle ilişkilendirme ezberi yine çalıştı.

Gün oldu devran döndü. En büyük şehirlerin başkanları da muhalefetten seçildi.

Resmî sonuçlar halen açıklanmasa da, cumhurbaşkanının meydanlarda bas bas bağırarak teröristlerle bir tuttuğu büyükşehir belediye başkanlarımız var. Ama bunlar halkın zaten önyargılı olduğu ve zahmet edip ilgilenmediği şehirlerde değil artık; İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da. Kimsenin yerini bile bilmediği mezralarda olmuyor bunlar, on milyonlarca kişinin gözünün önünde oluyor. Yirmi beş yıldır ilk ve tek büyük seçim başarısını elde etmiş olan CHP’nin adayına komploculuğu nasıl yapıştıracak, buna kimi inandıracaksınız?

Durum artık iktidarın el koyup kendince dönüştüreceği bir noktada değil. Şu günlerde oyların yeniden sayımı söz konusu ama resmî sonuçlar bir şekilde değişse bile hakikat değişmez.

Netice olarak, madem her iki seçilen de kendisini halka dayandırıyor, o zaman hakemlik görevi yine bize düşer. Artık yerelin ve genelin “kendi arasında halletmesi” diye bir şey olamaz, öyle bir ara yok çünkü. Kozlar önümüzde paylaşılacak, kavgalar önümüzde edilecek. Nereye ne ödendi, hangi projeler neden iptal edildi, başkan nerede hata yaptı veya meclis neleri engelledi, bileceğiz bunları. Terörle bağlantı iddiası olursa tepeden inme kayyumlar değil, mahkeme kararları göreceğiz. Ve elbette, çocuğumuzu köşe bucak sakınacağımız hiçbir yere beş kuruşumuz gitmeyecek.

Kendin yazıp kendin oynamak mümkün olmayacak.



[2] Ayrıntı verelim. 5393 sy. Belediye Kanunu’nun 44/b maddesi, seçilme yeterliliğini kaybeden başkanın görevden alınacağını söyler. Bu durumda 45. madde işletilecek, meclis tarafından yeni bir başkan seçilecektir. Seçilme yeterliliği için önce 2972 sayılı kanunun 9. maddesine bakarız, bu madde bizi 2389 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11. maddesine yönlendirir. Ezcümle, yerel yönetim seçimlerinde milletvekili seçilme yeterliliği kriterleri uygulanmaktadır.